11 Ekim 2011 Salı

SON SÖZ

Hazreti Pir bu eser için,O Allah’a hamd olsun ki, kendi fazilet ve keremiyle varidat kitabını muhakkiklerin sultanı ve bereketin babası olan Bedreddin Hazretlerinin kalbine ilham ve hediye etmiştir.Kıymeti ve makamı yücedir ki, Semanın sayfalarında nur ile yazılmaya yaraşır şanı ulu bir kitaptır.Sözleri ile meth etmiştir.Ön söz kısmında da belirttiğimiz gibi                                                               
Niyazi Mısri (ks) hz.lerinin bu eser için övgüsünü aşağıdaki mısralarla vermiştik.
                              “Bedreddin Muhyiddin ettiler ihyayı din
                                Derya Niyazi Füsus enharıdır Varidat”
Bizler de ne kadar övsek bu ilham yüklü kelimelere ulaşmamız mümkün değildir.Semanın sayfalarında nur ile yazılmış bu eseri,bazı zahir alimleri anlıyamadıkları için kötülemişler, Bedreddin hazretlerini zındıklıkla hatta kafirlikle suçlamaya kadar gitmişlerdir.Diğer taraftan bazı guruplar da O’nu,Osmanlıya baş kaldıran bir devrimci tavrıyla tanıtmaya çalışmışlardır. Bu eseri okuyan ve anlayan kişilerin Bedreddin hz.lerinin kişiliğinin bu tanımlara uymadığını kesin olarak ortaya koyacaklardır.Bu nedenle Bedreddin hz lerinin yaşamından bir bölüm sunmada yarar olacağı kanısındayım.
     Bedreddin hazretlerinin zamanı Osmanlı devletinin fetret devrine rastlar.İki Türk hükümdarı olan Yıldırım Beyazıt ile Timur arasında  1402 de geçekleşen Ankara şavaşında Yıldırım Beyazıt yenik olarak çıkar ve Yıldırım intihar eder.Bu savaştan sonra Osmanlı, kardeş kavgalarını yaşayan döneme girer.Bu kardeşler:Şehzade:Mehmet,Süleyman,Musa, Mustafa,Ertuğrul ve İsa çelebilerdir.Etrafındaki kişilerin kışkırtmalarıyla aralarında saltanat sevdasıyla savaşlar başlar.Bu sırada Tebriz’de Timur’un himayesinde bulunan Bedreddin hz.leri,Efendisi Hüseyin Ahlâti’nin ölümü üzerine Türkiye’ye döner.Bu arada hükümdarlığını ilan eden Musa Çelebi,Bedreddin hz.lerinin halk üzerindeki etkisini görerek O’nu kazaskerlik görevine atar.Bu görev devletin şeyhülislamlığı ve baş hakimliği anlamına gelmektedir.
Kardeşler arasındaki savaşları Mehmet çelebi kazanır ve padişahlığını ilan eder.Bedreddin Hz.lerini çekemeyenler O’nu padişaha zurnalliyerek asılmasına sebep olurlar. Bedreddin hz.leri aslında Siyasetle ilgilenmemiş,tek görevi,Melamet neşesini halk arasında yaymaya çalışmış olmasıdır.Bu bilgiler birçok tarih kitaplarında mevcuttur.
     Cenabı Hak’kın ilhamına mazhar olmuş arif ve kamil bir şahsiyet olan Bedreddin hz.lerini siyaset yaparak Osmanlı’ya karşı gelmekle suçlamak insafsızlık olsa gerektir.O’nun kimliği araştırılmadan,incelemeden bu yargıya varılmıştır.Arif ve kamil kişilerin üst kimliği daima Melamilik olmuş,bu kimlikle iftihar etmişler,başka kimliklere ise hiç itibar etmemişlerdir.
Bedreddin hz.leri gibi arif ve kamil şahsiyetleri kötülemek veya zan altında bırakmak,onları kötüleyen kişilere zarar verir bu böyle biline………..  
                             Bize düşen görev bu ve benzeri eserleri okuyup onları anlamaya çalışmak olmalıdır.Çünkü bu eserler ilham kanalıyla yazılmış olup,insanı yaratılış gayesine ulaştıracak rehberliği yapmaktadır.Yaratılışın yüce gayesi ise kişinin yaratıcısı ile buluşması ve O’na kavuşmasıdır.Cenabı Hak zariyat suresi 56.ayette: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım” demektedir.İbadet ise kişinin yüce yaratıcısı ile buluşmasıdır.  
                               Bize bu eseri ulaştıran ve bizi bu eserle tanıştıran kişilerden Allah razı olsun. Bu alemden geçenlerin ruhu şad olsun.Sağ olanlara Allah fazlı keremiyle ihsanda bulunsun.Bizlere de bu eserin anlayış ve hikmetini bağışlasın amin….                                            

                                                                                                        MEHMET NACİ GÜNEY

47.BÖLÜM:MÜŞAHEDE KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Cenabı Hak mümin kulunun kalbine marifetle sığar, başka da sığacak yeri yoktur. Her anda bir tecelli ile şekillenmesi kalbin suretleridir.Bu suretlerin bekası yoktur,biri yok olduğunda diğer bir suret ile zuhur eder.Bunu bir kutsi hadis ile kuvvetlendirebiliriz, “yerlere ve göğe sığmadım ancak mümin kulumun kalbine sığdım.” Bundan dolayı bazı kalp sahipleri, “kalbim rabbimi arif odu.” demişlerdir.Fakat tarikat mensubu kişilerin çoğu Hak,dünya ve ahrette ancak kalp ile görülür demektedirler.Bundan dolayı tarikat ehli insanlar dünya meşguliyetlerinden dolayı Hak’kı göremediklerinden O’nu görmek için gözlerini yumarlar hatta dağlara ve tenha yerlere çekilerek münzevi bir hayat yaşarlar.Ahirette ise meşguliyet olmadığından Hak’kı görmek için göz yummaya gerek yoktur derler.İşte bu düşünce ve fikir yapısında olanlar,bütün azaları ve kuvvaları ile enfüs ve afakta olacak açık müşahedeyi yani görmeyi inkar ettiler ve görmeyi sadece kalbe mahsus kıldılar.Bu düşünce yapısının olgun bir görüşe sahip olmayanların durumu olduğunu bilemediler.Kamiller ise; enfüs ve afakta bütün azaları ve kuvvaları ile Rablerini apaçık görme ile şereflenmişlerdir.Arifler kalp mertebesinde durdukça Hak’kı kalbiyle müşahede eder,bu müşahedeyi Hak’kın bir tecellisi olarak kabul eder ve bu tecelliyi kalbi şuhud olarak kayıtlar.Fakat,hakikat ehli olan kamiller enfüs ve afakta,bütün aza ve kuvvaları ile Hak’kı kesin olarak görürler.Bu kesin ve sabit olan görmeyi inkar eden kimseler bilmez mi? “Bakara suresi 115. ayette belirtildiği üzere:“Doğuda batı da Allah’ındır,nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.” Yani afakta çeşitlenmiş gözle görülen ve duyularla anlaşılan, enfüste ise bütün aza ve kuvvetlerinizle gördüğünüz, duyduğunuz ve hissettiğiniz her şeyde benim uluhiyetim olan yüzüm oradadır. Gerçekte, gözle görülen ve duyularla anlaşılan bu çeşitliliğin tümü Allah’ın yüzüdür.İşte her varlıkta zahir olan ilahi güzelliktir.Bu makamda Şeyhül Ekber,Tercümanı Eşvakında buyurur:Bu, açık olan görünenlerde güneşi araştırıp gördüm.Batışında ise kalbimde aydınlığı oluştu.Yani, kah açık görüş ile Hak’kı mutlak ve kah kalp müşahedesi ile enfüs ve afakta bütün aza ve kuvvamla mukayyaed olarak Hak’kı müşahede eder oldum.Bu ise ancak Hak’kın yardımıyla olur.
                   Bütün bu işlerin, yazı ve şerhlerin tamamlanması Allah’ın yardımı ve sırrıyla olmuştur.Allah’tan başka kuvvet sahibi ve yardımcı yoktur.İş bu varidatı Arapça açıklayan, kalplerin nuru ve aydınlığın sırrı olan Muhammed Nurül Arabi Hazretleri şerhin sonunda buyurur:Bu açıklama ramazan ayının onikinci Cuma günü tamamlandı.Gerçeğin nurları namıyla isimlenen şerhin sonu budur ki,onu Üsküp’te oturan Bedri soyundan fakir Seyyid Muhammed Nurül Arabiyyi Bedri Hazretleri açıkladı.Bu açıklama da ilahi varidatın açıklamasıdır ki,bu ilahi varidatı arifi billah ve muhakkiklerin sultanı olan Bedreddin Hazretleri yazmış ve tasnif etmiştir.Onu gönül rahatlığı ile tamamlamış olup varidat şerhinin tarihini iftiharla haber verip dedim:O Allah’a hamd olsun ki, Kendi fazilet ve keremiyle varidat kitabını muhakkiklerin sultanı ve bereketin babası olan Bedreddin Hazretlerinin kalbine ilham ve hediye etmiştir.Kıymeti ve makamı yücedir ki, Semanın sayfalarında nur ile yazılmaya yaraşır şanı ulu bir kitaptır.Ben de O’nu öyle bir açıkladım ki,sırların perdesi açıldı bütün hakikatın sırları ortaya çıktı,işte varidat böyle bir deryayı kuşatan bir kitaptır.Bu derya öyle bir hakikat deryasıdır ki onun kenarı ve sahili yoktur.Fazilet ve nimet sahibi olan Allah’ın yardımıyla şerhi tamamladım.
    Bedreddin Hazretleri de dedi:Şerhin tarihi: “Seninle beraber cana bu varidat”: 1275 

                                 Hüviyetin parıltısı ile amâ doldurup ol zat
                     Gaybın keşfiyle mazharı mücellâ âna bir mir’at
         
Sıfat,ef’al ve esmasıyla büründü bu tecelliyat
Batın cem ki,vahdettir, Muhammed cemi tafsilat
                    Hilâfet tacıyla zahir hem oldu sonsuz hazarat
                    Giyip esma,sıfat oldu gelin gibi süslendi mevcudat

Sevgilinin özünü teneffüsle açık etti de ekvânat
Suretlerle bu görüntüde göründü şems-i kainat
                  
                     Ziyasından edip tam oldu kemaliyle ki tenvirat
                     Muhakkak noksansız yücelikten ulaştı bu vâridât

Gönlünden satırlara düşüp  gayb ile keşfiyat
Anın sırrı yazılamaz sema olsa hep evrâkât
              
                   
                     Melekutu nurlandırıp son buldu çünkü devirler
                     Şehadetle kılıp açık etti ki,nurunu seyyidler

Heman nurunu tamam edip neşr eder ledünniyat
Bu şerh ettiği nur üzre ki,nurdur şerhi vâridât

                     Münevver eyledi hepden, kılıp ehli hakikat
                     Beyan edince tahkika makâmâtıyla esrârat

Nübüvvet setr olunduysa velâyetle durur mişkât
Veliler andan alırlar velâyet nurun her vakit

                     Her bir kavmin cinsinde gelir daim tercüme edenler
                     Bu hükm üzere cereyan eder hep ilahi sırlar

Bu metnin tercümesinin şerhi kemâliyle bulup gayeler
Hilmiyâ tarihi Muhammed nurla da buldu fetihler.
                         --------------------------------------
                                      (1336)
               
               Muhammed      :                   92
               Nûr                   :                  256
               La                     :                    35
               Da                     :                      5
               Buldu                :                    52
               Fütühât              :                  896
                                                         ---------
                                                          1336

Prizren Melami dergahının doğru yol mürşitlerinden Hacı Ömer Lütfi efendi Hazretleri tarafından meth etme vadisinde söylediği ilahi varidatın tercüme tarihidir.

Varidat’ın hele bak hazreti Bedreddin’in
Anda envâr-ı hakayık saçıyor kalbe ziya

                     
                       Anı şerh etti mükemmel negüzel hazreti pir
                       Verdi esrar letâifle dile başka safa

Tercüme eyledi şeyh Malik o metin ve şerhi
Verdi bak kalbe fazlasıyla dile nur ve cilâ

                        Yadigâr oldu bize bu eseri kıymetdâr
                         İşte bir kenzi hakikat açtı can gözüm

Düştü bir tarihi aç can gözünü bak Lütfi
Oldu erbab kulûba bu eser kalbe nemâ
                                                               1336
Şu varidat kitabının kopyası recep ayının bin üç yüz kırk beş hicri senesinde Melamilerin hizmetkarı Muhammed Kamil fakirin elinden tamamlandı.Muhammed Kamil,Hacı Yakup Toska’nın oğludur.Hacı Yakup Toska ise molla Süleyman’ın oğludur.Molla Süleyman da  Prizrenli Şeyh seyfeddin’in öğrencisi olup Şeyh seyfeddin de Recep Hulusi efendinin öğrencisidir.Bu tercüme vesilesi ile peygamberlerin seyyidine ve ehli beytinin cümlesine selam olsun.Alemlerin rabbına hamd olsun…..               
                                                                                                                      1345











Bu eserin günümüz Türkçesine çevrilişi de  24/10/2010 tarihinde pazar günü tamamlanmıştır. Allah,bu kitabın günümüze kadar ulaşmasını sağlayan tüm kişilerden razı olsun,vefat edenlerin ruhu şad olsun..Bizlere de bu eserin mana ve hikmetinin doğuşunu ve anlayışını ihsan etsin..

                                                                   
                                    MEHMET NACİ GÜNEY                                                                           

46.BÖLÜM:KALB VE ZİKİR KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Kalp,zikrin şekli ile şekillenir,bu itibarla kalbe zikir ismi verilir.Oysa kalp hakikatta Hak’tır, her şey birdir ve tekdir.Hakikatte bütün her şey birdir.Mesela,su,rüzgar estiğinde kendine özel bir şekil alır ve bu şekle dalga adı verilir.Halbuki gerçekte yine sudur.İşte kalp de zikrin etkisi ile aynı su ve dalga durumundadır.Bütün kalpler zikri kabul eder.Su ateşe konduğunda ısınıp, ateşin hararetini aldığı gibi kendisi de ateş gibi yakar ve ısı verir hale gelir.İşin gerçeği budur, yani, su ateşe temas ettiğinde ateşin ısısını alıp ve ateş gibi yakıcı oluyorsa kalp de zikri kabul eder ve zikir bu kalbi kaplayarak kalp tümüyle zikir olur.Lisanla açığa çıkan zikirden önce bu zikrin sureti olur ki,o zikir bu şekil ile kalpdir.Yani zikir ile şekillenen kalbin sureti olur ve lisanda zahir olur.Zikirle şekillenen kalp yine de şekilden arınmıştır.Buradaki kalp den amaç,zan ile oluşan şekil değildir.Çünkü kalp kendi zannından oluşan şeklinden çıkmaz.Burada şu bilgiyi de vermekte yarar var,her şey ile şekillenen kalp den maksat ilahi latifliktir.Bir kalbe bir tecelli geldiğinde sana der:Bunu yap.Yine başka bir tecelliyle,eğer yapmazsan şöyle olur der. Oysa bir kalp de aynı anda iki tecelli olmaz,iki anda da bir tecelli olmaz.Ancak bir kalpde de tecelli hiçbir zaman eksik olmaz.Velev ki,uykuda bile olsa,yani eşya ile ilgisi kesilmiş olsa da o kalp de tecelli eksik olmaz.İşte bu latifeyi ilahiyedir.Bu latiflikten dolayı ehadiyette şekilden arınmıştır.Bunun için Bedreddin hazretleri buyurur:Kalbi beyan edenler,kalp mutlaktır,hiçbir tecelli ile kayıtlanmaz derler.Şöyle bir misaldir ki,herkes rabbisini bilmesi için,Hak onu halkın küllisinde açık etti. “nefsini bilen rabbisini bildi” ifadesi ile belirtilen hadisi şerif bu anlama gelir.Halkın var olabilmesi,Hak’kın her birisinde tecelli etmesi ile olur.
Füsus şerhinde Nablusi hazretleri der ki;Kimin kalbi varsa bilir ki,bu kalp Hak’kı,akıl ve duyularla çeşitli suretlere çevirebilir.Kalp sahibi Hak’kı bu suretlerle şekillendirir.Nablusi hz. Divanında ikinci cildin seksen üçüncü sahifesinde gelir ki;Bu devir fikrin meşguliyetidir, zahiri halk,batını emirdir.Muhyiddin Arabi hz.leri Fütühatta belirtir,Bekir bekirden doğar (oğul babanın sırrı gibi) sözünü bu şekilde anladık.Sözümüz onun ilim denizinden bir incidir.Ayn’ın Gayn’a çevrilişinin bir noktadan ibaret olduğunu biliriz.Bardağın içindeki şarap ilahi sırdır.Zahir ile batın ayn ile gayn gibidir.Batının zahir,zahirin batın olduğu gibi bunlar tek vücudun görüntüleridir.Yani kalpleri uyanık olup her bir anda hazır olanlar bilirler ki,Hak,bir vücuttur. Bu suretler her an değişmektedir,bekasızdır ve zatında yokluktadır.Vücuttan yokluğa, yokluktan vücuda her an değişmektedir.Suretlere ait olan vücut anlık zuhurdan ibarettir. Bunlar kalp suretlerinden his olarak tabir olunur.Yüce Allah buyurur:Kamer suresi 50.ayet:“Bir şeyin icadında bizim emrimiz tektir ve bir göz kırpma gibidir.” Kalp den başka güç ve iktidar yoktur demektir.
                                    

45.BÖLÜM:YAKÎN MERTEBELERİ KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Bilmelisin ki,gerçek ehli kamillerin Hak’kın,ilmel yakın,aynel yakın ve hakkel yakın mertebeleri üzerine birçok,farklı ve çeşitli açıklamaları ve tarifleri vardır.Ancak bu açıklamalardan şifa elde edilmez ve onlardan az veya çok bilgi kazanılmaz ve de burada onları yazmaya yer yoktur.Bu konuda fakire(Bedreddin hz.) keşf olan ve hatıra gelen şudur ki, yukarıda belirtilen yakin mertebeleri yani ilmel yakin,aynel yakin ve Hak’kel yakin sadece tevhide özgü değildir.Tevhidin dışında da bu yakin mertebeleri bulunur.Cömertlik ve yiğitlik gibi bazı konulara uygulanabilir.Örnek olarak:Yiğitliği veya cömertliği görmeyerek sadece ağızdan işitmek suretiyle bilirse bu ilmel yakin olur.Cömert bir insanın cömertliğini veya yiğit bir kişinin yiğitliğini görmüş ise bu aynel yakindir.Eğer cömertlik ve yiğitliği kendi nefsinde müşahede ederse bu da hak’kel yakindir.Tevhid de böyledir.Nefsini yüce sevgilisinin vücuduna delil kılarak misli ile bilmek ilmel yakinin birinci yoludur.Bu konuda Nebi (sav) bir hadisi şerifinde,Yüce Allah,Ademi kendi sureti üzerine yarattı.Bir rivayete göre de Rahman sureti üzerine halk etti buyurmaktadır.Misli ile delil yapmak budur.Bununla sen,hayat,ilim, irade,kudret,semi,basar ve kelam olan sıfatlarını Hak’kın sıfatlarına delil kılarsın.              İlmel yakinin ikinci yolu ise zıddıyla delil yaparak bilmektir.Kişi kendi nefsini fakir,muhtaç ve yok olucu,Hak’kı ise zengin,ihtiyaçsız ve kadim olduğunu bilmektir.Yani sen yok olucu Hak ise kadim,sen muhtaç,Hak ihtiyaçsız,sen fakir,Hak zengin gibi.Delille bilinen bu mertebenin sahibine alim denilir.
              Eğer Hak’kın sıfatlarını,makamı ruhta,makamı sırda,makamı kalbde ve kendi vücut aynanda müşahede ettinse bu da aynel yakındır.Bu mertebe sahibine arif denilir.Bu mertebe ve makam sahibine arifun denildiği gibi sıfatiyyun da denilir.
                Eğer sen,tam fena ile Hak’ta yok olduktan sonra yani fenayi ef’al,sıfat ve zat ki birincisi fiilinden yok olma ikincisi sıfatından yok olma üçüncüsü de tam yokluktur.İşte bu tam yokluktan sonra Hak ile var olup,ruh makamında,sır makamında ve kalp makamında yani cem,hazretül cem ve cemül cem makamlarında ‘senlik’ hitabı ile ‘ente’yi kaldırarak bekadan önce olan şuhudundan dönerek Hak ile var olman Hak’kel yakindir.Hakikat ilminde bu mertebe sahibine ‘muhakkik’(gerçek iman sahipleri) denilir.Gerçekçilere arif demek doğru değildir.Yukarıda bahsi geçen bir söz var ki,onu hiçbir makam örtemez ve kaplayamaz.Bu söz makamı sır olarak geçti fakat hazretül cem olarak ifade edildi.Ehadiyet makamına da makamı sır denilmektedir.Ehadiyet,Sallallahü aleyhi vesselleme özel bir makamdır.Kamiller bu makamın varisleri olsa da burada duramazlar.Bu tıpkı şuna benzer:Padişaha ait odaya vezirler ve vekiller girip odayı seyir ederler ancak padişah yeri olduğundan burada kalamazlar.Hz.Pir tevhid müşahedesi adlı risalesinde buyurur ki,Tevhid müşahedesi üç yolla olur.Bunlar İsevi, Musevi ve Muhammedi’dir.Birincisi fiilinden fena’dır ki,İsevi müşahedesi olup hazreti İseviyedir.Çünkü,fenayı ef’al,fenayı sıfat ve fenayı zat,ihtiyari ölümdür,yani kişinin kendi isteği ile ölmesidir.Şöyle ki,kul,fiilini Allah’ın fiilinde,sıfatını Allah’ın sıfatında ve zatını Allah’ın zatında yok etmesidir.Ali İmran suresi 55.ayetinde(3/55) Cenabı Hak buyurur: “Ey İsa seni vefat ettirip seni kendime yükselteceğim”ayeti buna delil olmaktadır.
İkincisi, bekabillahtır. Musevi müşahedesi olup hazreti Museviyedir. Kulun; efalinin, Hak’kın efali ile, sıfatının, Hak’kın sıfatı ile beka bulmasıdır. Kasas suresi 30.ayette cenabı hak buyurur: “Oraya vardığında o bereketli toprak parçasındaki vadinin sağ tarafından,bir ağaçtan şöyle seslenildi:“Ey Musa !alemlerin Rabbi Allah benim,ben” Müşahedesinde olmaktır.Üçüncüsü:Muhammedi müşahedesi olup hazreti Muhammediyedir.Bu müşahede Musevi müşahedesi olan cem,hazretül cem ve cemül cem makamları ile sırf tevhid olan ehadiyetül cem’dir.Bu makamda Cenabı Allah Muhammed (sav)’e Enfal suresi 17.ayetle seslenir:Siz öldürmediniz onları,Allah öldürdü onları.Attığın zaman da sen atmadın,Allah attı.”
     Mürşidül uşşak adlı eserin vahdet risalesi bölümünde işaret edilir ki, Bilmelisin ki, imanın üç mertebesi vardır.
Birinci mertebesi:Delilli imandır.Bunun tahsil yönü ilmel yakindir.Bunun da iki yönü vardır. Birincisi:Misli ile delildir.Yani kulun sıfatları olan hayat,ilim,irade,kudret,işitmek,görmek ve kelamını Hakkın sıfatlarına delil tutmaktır.Çünkü bu sıfatların kemal yönü Yüce yaratıcı Allah’a aittir.Allah,Ademi kendi sureti üzerine halk etti Kutsi hadisi buna işaret etmektedir. Yani Allah Ademi kendi sireti ile doldurdu.Burada siretten maksat sıfatlardır ki,hayat,ilim, irade ve diğerleridir.Kulun sıfatları cüz’iyedir ve tesir edici değildir,yaratılmıştır.Hak’kın sıfatları ise kadimdir,tesir edendir ve külliyedir.Birbirine nisbetlerinde farklılıklar vardır. Fakat gerçekte birdirler.Mesela:Kudret sıfatı Hak’ka ve halka nisbet olmayınca ona kadim ve hadis hükmü verilmez.Nisbet olunmasıyla tesir edici veya tesir olunan olur.Diğerleride bu örnek üzere kıyas edilebilir.
İlmel yakinin ikinci yolu:Zıddını delil ederek bilmektir.Şura suresinin 11.ayeti buna delildir. “ O’nun misli yoktur,hiçbir şeye benzemez.” Yani Hak’ka benzer bir şey yoktur.Örneğin: kul aciz,muhtaç,fani ve sonradan yaratılmş olup,Hak Teala ise,kadir,hiçbir şeye ihtiyacı olmayan,kadim ve bakidir.Delilli imanla inançlarını oluşturanların ibadet ettikleri mabud, hayallerinde icad ettikleri suretlerdir.Bu sebebden imanlarında kusurludurlar,ancak Hak Teala katında makbuldurlar çünkü aklın sonu budur.Yere ve göklere sığmadım mü’min kulumun kalbine sığdım.Kutsi hadisinde buraya işaret vardır.Çünkü kalbin aldığı şekil hayali suretlerdir.O hayal ise,Hak’kın tecelliyatındandır.Bu yüzden bunların tenzihleri teşbih oldu. Mutlak dedikleri de kayıtlandı.
Şeyh Resulan Dımeşki hz.leri şerhinde buyururlar:İlmel yakin bilmenin iki yolu vardır,ya mislini delil yapmak ya da zıddını delil yapmaktır.
Mislini delil yapmak:Kendi yok iken var edenin Hak olduğunu düşünerek,Hak’kın varlığını ispat etmek ve kendi sabit sıfatlarının yaratıcısının mutlak hazretlerinden olduğunu görmektir.
Zıddını delil yapmak:Hak’kın sıfatı selbiyesi olan,kıdem,beka,Yarattıklarına benzememek, vahdaniyet ve nefsi ile kaim olmasıdır.Şimdi,Hak kadimdir,kul ise hadis yani sonradan yaratılmıştır.Yüce Hak,mekana ihtiyaç duymaz kul ise nefsi ile kaim olmadığından mekana ihtiyacı vardır.Vahdaniyet,tekliğidir ortağı olmamaktır,kulun ise,benzeri ve ortağı vardır, kesretle iç içedir.Bundan dolayı ilmel yakın öyle bir mertebedir ki,Kulun zatı ve hakikati, Hak’kın sıfat ve isimlerine mazhar ve aynadır.Hak’kın esma ve sıfat tesirlerini kendinde görmek aynel yakindir.Zat,sonradan yaratılmışlarla müşahede edilmez.Kutsi hadisde Cenabı Hak, kulu için, O’nun işitmesine kulak, görmesine göz olurum buyurmaktadır.Oysa onun zatı olurum demedi. Hak’kın bu yolla bilinmesi Hakkel yakin keşfidir.Hakkel yakin, kul hakikatını, hulûl ve ittihad olmaksızın aynı Hak olarak müşahede etmesidir.Çünkü kulun hakikatı,bir hakikat olup çoğalan bir gerçek değildir.Bu sebepden hulûl ve ittihad gerekmez.Daha önceki örneklerde olduğu gibi.Tevhid ile kasd edilen zakir,zikir ve mezkur’un bir olduğunun vurgulanmasıdır. Çünkü vücud ancak Hak’ka aittir ve Hak’kındır.Bu durumda zakir,zikir ve mezkur gerçek vücut yönünden birdir.İşte bir salikin,zikir,mezkur ve zakirin vücut yönüyle bir olduğunu bilmesi ilmel yakindir.Gerçek vücut yönüyle demesi kayıt etmekten kaçınmasıdır. Yani zahir vücutla isimlenenlere vücut vermekten kaçınmaktır.Fakat aynel yakin, zikir, zakir ve mezkur’un bir olduğunu görmek ve bu şekilde müşahede etmektir.
Hakkel yakin ise;Salikin bunlarla geçekleşmesidir.Burada zikir,zakir ve mezkur salike hal olmaktan çıkar,makam olur ve bu makamda bulunur.Hakkel yakin makamında zahir olan zikrin lisanı,hakiki zikrin suretidir.Bu şekilde hakiki zikrin tarifinde bulunur.Vücuda gelmeyen şekilde bulunur.Salike bildirilirse bulur anlamındadır. 

44.BÖLÜM:TASAVVUF KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Tasavvuf üç şey için kullanılan bir isimdir.Sırrı Sakatî hazretlerinin de beyanı bu yönde olup açıklaması aşağıdaki gibidir.Tasavvuf ismi,yünden dokunmuş giysiden çıkarılmıştır.Yün giyen anlamındadır.Çünkü yünlü giysi,koyun ahlakını,yumuşaklığı,teslimiyeti ve boyun eğmeyi belirtir ki,bu ahlak sülûkun (yolun) aslıdır.Avârifi Maarif adlı eserde,işe başlama ve teslim olma anlamında kullanılarak,kişinin şeyhinin elinden hırka giyilmesi şeklinde belirtilir. Bu da,Allah’ın ve resulünün getirmiş olduğu hükümler olan şeyhinin hüküm ve kaidelerine dahil olmaktır.Resulü Ekrem (sav)’e olan bağlılığın hayat bulmasını işaret eder. Zeynüddin Hâfi’nin hâşiye adlı eserinde şu açıklama yer alır:Bu açıklama meşhur ve gerçektir.Bu konu büyüklerden büyüklere aktarılmış olup,şeyhlerin icazetleri adlı eserde yazıldığı gibidir. Resulullâh,hırkayı şerifini İmamı Aliye giydirmiştir.Ali(kv)’de bu hırkayı Hasan Basri hz.leri ve Kümeyl Bin Ziyad(ra) giydirmişlerdir.Bu konu Şifayı şerif tercümesinde de vardır.Hasan olarak bahsedilen kişi,seçkin ariflerden ve tabiinden olan Hasan Basri hz.leridir ki,sevgili annesi,müminlerin anası olan Ümmü Seleme (ra)’nin hizmetçisiydi.Hasan,çocuksu davranışlarda bulundukça,Ümmü Seleme hz.leri,gönül bahçelerinin cennetlerini O’na verip beslemiş,bereketli ve yüce manaya ulaşmasına vesile olmuş,ilimde ve amelde büyük olgunluk kazanmasını sağlayarak ibret alınacak mükemmel ve kamil bir insan olmasına katkıda bulunmuştur.Hadislerin senedi ve müfessirlerin imamı olduğu,Hilafeti Faruki adlı eserde bu isimle kesin olarak yer almış ve kayıtlanmıştır.Ümmü Seleme Hz.leri Sened 114 tarihinde seksen sekiz yaşında kutlu hayatı,Hak’ka yürümekle sona ermiş ve Basra’da cennet bahçesine defn edilmiştir.Hazreti şeyhin,Allah’ın arslanı (kv) ile buluşup sohbet ettiğini ve meşhur yün hırkayı giydiğini belirten sözler,hadis alimlerinin bazıları tarafından inkar edilmiştir.Fakat Celâlettin Suyuti hz.leri yukarıda belirtilen kıssayı risaleyi münif adlı eserinde doğruluğu kesin olan ve Ali (kv) ‘nin kendi ifadesi olan güzel topluluklar dediği sözüyle iddiayı isbat etmiştir.Ayrıca Hafız İbni Hacer (ra) inkarcıların inkarına itibar yoktur ve Sünnül Hasan bu durumun ihtimal dahilinde olduğu sözüyle doğrulamış,olumlu olan olumsuzdan önce gelir şeklinde ifade etmiştir.Bunlar şehab’dan hikaye edildiği gibidir. Doğrusunu Allah bilir. Hazreti Şeyhül Ekber (ks) buyurur ki,dış giysiden amaç,zorunlu olarak giyilen örtüdür demiştir.Bundan daha iyi giysi ise fakirlerin süsü olan elbisedir.Bu örtü korunması gereken takva giysisidir.Mutlaka haram olandan sakınmaktır.Saidlerin yani iyilerin iç örtüsü budur.İç olan bu süsler ve örtü, peygamber (sav) efendimizin yüksek ahlakıdır ve onunla ahlaklanmaktır.Bu da nevafil ibadetle meşgul olan iyi ve saf kimselerin halidir. Buradan hareketle,ehlullah bu iki elbiseyi de giymişler,hem zahiren ve hem de batınen bu süsleri kendilerinde toplamışlardır.İki güzellik olarak ifade edilen bu giysileri kendileri giydikleri gibi başkalarına da giydirmişlerdir.İç giysi ile murad ettikleri kişinin gaflete düşmemesi ve daim zikirle uyanık kalmaları kast edilmiştir.Fakat Şeyhül Ekber burada şunu da ilave eder:Bu elbiseden anladığı ve kalbine gelen ilhama göre gerçek olan,hadisi kutside söylenendir.Kutsi hadisde Cenabı hak:“Yer ve göklere sığmadım mü’min kulumun kalbine sığdım.” Kâmus’da der ki,sûf ‘sad’ın zammıyla yüne denir.Yün ve hırka örneğinde olduğu gibi:Uyuz karının biri yün bulur,yünü işleme ve örmedeki marifet ve becerisi tam olmadığından onu bozar ve karıştırır yani telef eder.Bu misal,eline bir miktar mal geçip o malı değerlendiremeyip heba eden yani boşa harcayan kimse için verilir.Bu söz buraya uyan anlam taşımamaktadır.Ancak tasavvufun lugat karşılığı belirtilirken tesadüf olarak yer almıştır.
Konuya dönecek olursak,sûf,yukarıda da belirtildiği gibi koyun ahlakı olan yumuşaklık ve teslimiyeti belirtir ki,bu ahlak sulukun aslıdır.Bedreddin hazretlerinin sözü:Tasavvuf tamam olunca asıl nifak olan iki yüzlülük başlar.Gerçek sûfi;gözlerin görmediği,kulakların işitmediği ve hiçbir insanın gönlüne düşmeyen şeylere ve bilgiye sahip olur.İnsanlara,anlayışlarına uygun olarak konuşur.Bazı bilgileri gönlünde saklar ve onları açık etmez.Eğer insanlar O’nun gönlünden geçenleri bilse onu katlederlerdi.Çünkü onun sözlerini kendi inanış ve davranışlarına uygun bulmazlar.Nitekim İmamı Ali (kv) bu konuda şöyle buyururlar:“Ya Rabbi bilgi cevherinin ve ilahi esrarın halka açıklanmasını isteseydim,bana sen puta tapanlardansın derlerdi.Müslümanların ileri gelenleri kanımı dökmeyi uygun görürler ve helal sayarlardı.İşledikleri en çirkin işi güzel görüp beğenirlerdi.”Bu şiir için Şeyhül Ekber, Fütühat’ın baş taraflarında buyurur:İlahi esrar gizli olmasa İmamı Ali(ra) hazretlerinin torununun aktardığı bu şiirin manası olmazdı.Aynı konu üzerinde Ebu Hüreyre (ra)’da şöyle buyurur:“Resulullah (sav)’den iki ilim öğrendim. Birisini size açıyorum.Diğerini açıklarsam bu boynum kesilir.”Talak suresinin son ayetinin manası İbni Abbas’dan açıklanması istenir. İbni Abbas cevabında,bu ayetin manasını Resulullah’dan işittiğim gibi açıklamış olsaydım beni taşlar ve boğazımı keserdiniz.Dediği rivayet edilir.Talak suresi 12.ayeti:“Allah O’dur ki,yedi göğü ve yerden de onların benzerini yaratmıştır.Emir/iş ve oluş onlar arasında sürekli iner ki,Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın bilgi bakımından her şeyi kuşattığını bilesiniz.”
Şimdi,sufi nasıl münafık olmaz ki,gönlündekini ve bilgisini avama söyleyemez ve olduğu gibi görünemez.Sırrı Sakati (ra) şu sözleri ile buna işaret ederek buyurur:Tasavvuf üç manalı bir isimdir.
Birinci anlamı:Marifet nurudur.Vera ve takvasının nurunu söndürmemektir.Yani,İnsanın manevi veya bedeni yapısını ayakta tutan şeylerde şeriata göre bir sapmanın veya zarar ve kuşkunun bulunduğu her şeyden sakınarak bu bilgi nurunu söndürmemektir.
Şeyh Üftade (ks) hazretleri buyurur:İrfan sahibi,insanı kamil öyle bir kimsedir ki,O’nda Rububiyet ve kemal kokusu kalmaz ve benlik davasında bulunmaz.Saf ve kalender bir meşreple görünür.
İkinci anlamı:Tasavvufu tam öğrenen bir kimse kitabın zahirine yani dışına ters gelecek batın ilmi ile konuşmaz ve söz söylemez.Çünkü kur’anı kerime muhalif olan batıldır,boştur.
Tasavvufun üçüncü anlamı:Kerâmetini yüklenmez.Buradaki kerametten maksad ise ilmin hakikatına dair olan keramettir.Kerameti kevniye ise onu temsil edemez.Çünkü kerameti kevniye olağan üstü olayların ortaya çıkmasıdır bu ise zahidlerden meydana gelir.Zühdü terk ettiği anda kerameti kevniyesi de kaybolur.Fakat kerameti ilmiyenin yok olması söz konusu değildir,asla son bulmaz.Allah’ın yasaklarını unutmak veya çiğnemek gibi durumları yüklenmez ve kimseyi de çiğnemeye teşvik etmez.Sofi,Allah’ın sırları olan tasavvuf ilmini daima örter,ulu orta konuşmaz.Çünkü bu ilmin ehli olmayandan gizlenmesi gerekir.Şayet kim bu sırları açık eder ve ehli olmayana açarsa bu kişinin kanını dökmek helal olur.
Şeyh Müslihiddin şerhinde der ki:Tasavvufdan amaç,kalbini şirk,kusur ve ayıplardan temizlemek,ilim ve irfan gibi yüksek meziyetlerle bezemektir.Tasavvuf bu iki manayı işaret eder.Ayrıca,tasavvuf kelimesindeki “ta”tövbeden ibaret olup,Allah sevgisinden başka bütün sevgilerden uzaklaşmaktır,yani kişi,kalbini Allah sevgisi ile donatmasıdır. “sad”kalbin saf olmasıdır. “vav ve fa”ezeli sözleşmedir.“Elestü birabbüküm”(Rabbiniz değilmiyim?) sözüdür.Cenabı Allah Araf suresi 172.ayette şöyle buyurur: “Hani Rabbin, ademoğullarından,bellerinden zürriyetlerini alıp onları öz benliklerine şahit tutarak sormuştu:“Rabbiniz değilmiyim?”Onlar;Rabbimizsin,buna tanıklık ederiz demişlerdi. Kıyamet günü biz bundan habersizdik demeyesiniz.”İşte ezeli sözleşme budur.
fa”fenadan ibarettir.Nokta dahi kalmamak üzere benliğinden kurtulmaktır.Zerre miktarı dahi şirk bırakmamaktır ve de Allah ile donanmak,bezenmek ve süslenmekten ibarettir.Büyükler katında tasavvufun tamam olması, insani kederlerden uzaklaştıktan sonra Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmak sureti ile olur.Buradan hareketle sofi olan kimse karşısındaki kişinin anlayışına uygun gelecek söz söyleyip ilahi sırlara ait bilgisini kalbinde tutarak gizler bu ise nifaktır.
Nifak:İki yüzlülüktür,Kalbde olanı söylemeyip muhatabın anlayışına göre konuşmaktır.Sırrı Sakati (ra)’da gördüğü lüzum üzerine tasavvuf için,nifaka işaret eder sözünü kullanmıştır.
Bundan dolayı tasavvufun üç manalı bir isim olduğunu telaffuz eder.Bu üç mana da onun müsemması olduğunu belirtir.Eğer bir şahısta bu üç mana bulunmadığı taktirde tasavvuf kelimesi,adı geçen şahısla ilişkilendirilemez.  
Birinci mana:Marifet ve takva nurunu söndürmemek.Söndürmemekten kasıt,onları giyinmektir.Nurdan amaç ise zuhurdur.Bunun için şeyhül Ekber hazretleri buyurur,marifetten murad ilahi esrardır.Vera ve takvadan amaç ise,zühd ve bu uğurda gayret ve benzeri uğraşlardır.
Öz olarak tasavvuf:Şeri edep ve davranışları tüm azalarda gösterme gayreti içinde olarak bu nurun sönmemesini sağlamaktır.İlahi sırları içine alan batın ilmi ile amel etmemektir.Bu ifadeden de anlaşılan şudur ki,ilahi esrarı kalbinde saklayıp,şeri hükümleri anlamına uygun yaşamak ve uygulamaktır.
İkinci mana:Batın ilmi ile konuşmamak,batın (iç) ilminden murad:İlmin cevheri ve ruhu olan ilahi sırlardır.zahir ilmi;ruhu olan batın ilminin suretidir.Oysa ruh,surete zıttır.Bu sözden hareketle şunu söyleyebiliriz:Sûfi için,zahir ilmine ters gelecek,ilahi sırlar olan batın ilmi ile konuşmak doğru olmaz.Anlayışı kısır ve akılları noksan olanlar söylenenleri anlamadıklarından yanlışa düşerler ve kişiyi öldürmeye kalkarlar.
Üçüncü mana:Kerametini yüklenmez.Açık keramet göstermek sufi için doğru olmaz çünkü toplumu karışıklığa ve isyana sürükler.Yine bu konu ile ilgili Sırrı Sakati (ra) hazretleri buyurur:Avamın yanında ilahi sırları açık edip konuşmak sufi için doğru değildir.Onların anlayışlarına uygun konuşmak gerekir vesselam..Bunun nedeni ise,ilahi sırlar ehli olmayana gizlidir,açık edilmesi doğru değildir.Eğer bir kimse seyri süluk görüp makamları seyir eder ve keşfine vakıf olursa bu gibi kişilerle bunları konuşmak doğru olur.Seyri sülukun öncesi olan zahir ilmini avama açmak ve ahkam üzere konuşmak daha uygundur.Seyri süluk kapısına ulaşmak ancak ahkamı şeri ile olur.Ayrıca bu yola ve batın ilmine iman gerekir.Bu ilimde yol almak samimi bir kalp ile mümkün olur.Amaca ulaşmak için de şiddetli arzu ve istek duymak gerekir.Eğer dinin dış yönünü inkar edip sadece iç yönünü kabul ederek bu sırları açık eden için asla maksad oluşmaz,batın ilimden mahrum olur ve hz.pirin dediği gibi tevhidden eli kesilir.Onun için avamla dinin zahir konularını konuşmak ve batın yönünü yani ilahi sırları  onlardan gizlemek gerekir.Çünkü batın konuları açık etmek onların arasında gıybete hatta düşmanlığa sebep olur.Avamın anlayışı kısır olduğundan düşmanlık ortaya çıkar,bundan sakınmak gerekir.
                    
           Şeyh İbrahim Efendinin tasavvufu beyan eden kasidesi
       
        Bidayette tasavvuf sûfinin kıvamında olmaya derler
        Nihayette gönül tahtında sultan olmaya derler
                 Tasavvuf ayıplı söz giysisinden arınmış olmaktır.
                 Tasavvuf,cismi sırf Cenabı hakkın nuruyla olmaya derler
        Tarikatta tasavvuf ,sureti mahv etmekten ibarettir
        Hakikatte serabı sırda mihman olmaya derler.
                 Tasavvuf mutlak nurun parlaklığı ile uyanmaktır.
                 Tasavvuf aşkın ateşi ile yanmaya derler.        

                                        Hazreti  Mevlana

Tasavvuf nedir? Diye sual ettiler.Şeyhlerden bir dedi ki,Vicdânı ferah tutmaktır,Kalbinde gam ve bulanıklıktan eser kalmamaktır.

                                       Hazreti Sünbül Sinan

Tasavvuf aramaktır Hak rızasın   Dahi etmektir herkes sezâsın

                                         Sivasi Efendi

Tasavvuf gönlü saf etmektir  Her işte kasd insaf eylemektir.

                                         Ömer Ruşeni

Tasavvuf geçici olan dünyayı terk eylemektir,bu sözü söyleyen Ruşenidir.

                                           Şeyh Ramazan

Tasavvuf kimsenin gönlünü yıkmamaktır/Haram ve yasak olana bakmamaktır.

                                          Sadreddin Safa

Tasavvuf dünya ve ukbayı terk eylemektir/kala irade sadece zatı Mevla.

                                         Vahdeddin Kirmani

Tasavvuf bütünü ile geçmektir özünden/Dahi incinmemektir el sözünden

                           Müstakim Zâde Süleyman Sadeddin

Tasavvuf zikru fikru Hak’tır bil/Bunu terk eyleyen ahmaktır bil
Tasavvuf vasıl olmaktır hüdâya/Habibi hem rasuli Mustafaya

                                           Tercüme için                                         
Tasavvuf terki terk eylemek ey can
Safasıyla edersin mesi kur’an
                                             Dahil olur melekuta her an
                                             Fena bulan bekasıyla kemâ kân
                                              
                                           Tercüme için

Tasavvuf “ta”sı tövbeye işarettir
Sivadan ki rücua hem delalettir.
                     
                     Safaya “sad” ki israya müjdedir
                     Uruc vahdet nüzülünde ki kesrettir

Ve “vav” geldim diyen halden ibarettir
Keramet cem ile zahir hilafettir
                   
                     Fena fakre,beka fahre alamettir
                     İki sırrı bilene ‘fa’bir tacı hayrettir


Tasavvuf üç harf bir isim sirettir
Bu da kendini hiç bildirmemektir.

Tasavvuf ilmi tamam olunca sır örtülür,bu sebepden dolayı iki yüzlü olursun.Sırrı Sakati hazretleri bu iki yüzlülüğe işaret ederek tasavvuf üç manalı bir isimdir demiştir.Bu üç mana da tasavvuf ilminin örtülmesinin gerekli olduğunu belirtir.
Bedreddin hazretleri;tasavvufun tamamlanması iki yüzlü olmayı gerektirmez demektedir. Çünkü gerçek ehillerinin ilim ve davranışları ile ortaya koydukları,inançları gereğidir.Bu halde iki yüzlülük olmaz.Tasavvuf ehlinin inandığı gibi yaşaması ve konuşması ile iki yüzlülük ortadan kalkar.Ancak elde ettikleri ilim ve iman, Hak’tan perdeli olanların inançlarına ters geldiğinden yine iki yüzlü sayılırlar.Bu ifade oldukça yumuşaktır. Bedreddin hazretleri,çok zayıf bir ifade kullanmakla beraber bunun acayip ve hayret verici bir durum olduğunu belirtmiştir.Acayiplik,inanışında iki zıddı toplamaktır.Burada acayip sözü zayıf ve yumuşak kalır.Oysa acayip bir durum yoktur.Çünkü her biri kendi halinde doğru ve gerçektir. Hak’tan perdeli olanlar gibi bu varlığa ‘halk’ dersen doğrusun çünkü söylemek istediğin bu suretler hakkındadır.Perdeli olanların düşündüğü gibi değildir.Eğer bu varlığa ‘Hak’ dersen yine doğrusun.Çünkü muradın mutlak olan vücuttur.İşte küfür ehlinin küfürleri bu kayıt yüzünden olmuştur.Vücudiye mezhebinde olanlar gibi.Bu görüşe sahip olanlar, Hak’kı bu alem ile kayıt ederler.Halbuki vücut,vücudullah’tır,yani Hak’tan başka vücut sahibi yoktur. Alemin ise kendilerine has müstakil vücutları yoktur.Yokluktadır.Bir de Nusayriye mensupları vardır ki,Hak’kı İmamı Ali (kv) ile kayıtlayarak Ali’yi Hak bilirler.Rafizi mezhebinde olanlar ise Hak’kı oniki imamla kayıtlarlar.Münavele mezhebi görüşünde olanlar da,Hak’kı Hakim biemrillah ile kaydederler.Bunlardan daha aşağı derecede olanlar da vardır, onlar,Güneş’e,Ay’a,yıldıza ve ateşe taparlar.Bunlar ve benzerleri kayıtlı olanlara ibadet ederler ve Hak’kı bir suret ile kayıtlarlar.İnanaçları gereği bunlar tanrımızdır derler.
Şeyhül Ekber (ks) Fütühat’ı Mekkiye’sinde buyurur:Yaratılanlardan her birinin uluhiyet hakkında ayrı ayrı inanışları oldu.Fakat benim inanışım,yaratılanların inançlarının tümüdür. 
Füsus şerhinde Nablusi hazretleri der ki:Kişiye ölümle perde açılır.Dünya aleminden çıkıp, mana alemine girdiğinde,Dünya aleminin hayal,vehim ve zandan ibaret olduğunu anlar. Gerçek hayatın ahiret aleminde olduğunu görür.

42.BÖLÜM TEVHİD İLMİ KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Şimdi şu belirtilen ve açıklananların hepsi tarikat üzerine bir öğüttür.Burada tevhidden amaç hal zevki olan tevhid değildir.Çünkü tevhid ehli,zikre devam etmek ve bu yolda çaba sarfetmekle sonuç aldılar ve zikri daim elde ettiler.Oysa hal zevki olan tevhid böyle değildir.
Daim zikir ile elde edilen haldir,makam değildir.Bu durum Mecnun ile Leylanın haline benzer,zamanın Melik’i,mecnunun haline acıyarak leylayı getirtip O’na gösterdiklerinde, Leyla,Ya Kays! Ben Leyla’yım bana bak dediğinde Mecnun;Benden başka Leyla varmıdır? deyip dağa kaçması gibidir.Zikir ehlide böyledir,ehli zikrin,zikri kendisine galip olduğu zamanda zakir,zikir ve mezkür bir olur.Zakir:zikr eden  Mezkür:Zikr edilen.Yani, zikr eden, zikir ve zikr edilen bir olur.Oysa makama mensub kişilerin durumu böyle değildir.Bu sebepledir ki Bedreddin Hz.leri tevhid makamı görenlerin durumu,hal olmayıp,onlar makam zevki sahipleridir demiştir.Varidat sahibi Bedreddin Hz.leri tevhid makamlarını daha önce geniş olarak açıklamıştı,burada ise tevhidi farklı bakış açısı ile vererek tevhidi üçe ayırmaktadır.Makam demek,O müşahedede durup zevk hasıl etmek demektir.Tevhid makamları,tarikat sahiplerinin bildiği tevhid gibi değildir.Tarikat sahiplerininin bildiği tevhidin çok üstünde olan bir şeydir.Tevhid yoluna girmiş bir salik bu duruma kendi zevki ile ulaşır.Bedreddin Hz.leri tevhid zikrini berrak ve parlak bir şekilde verdikten sonra tafsilatını şöyle açıklar:Sanki eşya Hak’ka bağlı O’na bitişiktir.Kayıtlı olanın mutlaka bağlanışı gibi eşyada Hak’ka bağlıdır demiştir.Bu durum Aynel yakîn makamına işaret eder.Bu makamda ikilik kalıntısı vardır. Fakat gerçekte ise,ikilik için subut bulma yani meydana gelme olmadığından bu durum şüphe ve zanna delalet eder.Akabinde bu halden yürüyüp uzaklaşmak gerektiğini söyler.Belki sözü ile Aynel yakînden,Hak’kal yakîne geçmeyi belirtmektedir.Belki O,O’dur,yani eşya Hak’tır.Fakat bu mertebe ve makamın özelliklerini verip açık etmek doğru olmaz.Çünkü bu makam zevk edilmezse bilinmez bu sebepten tatmayan bilmez demiştir.Yani Hak’kal yakin makamı sohbet ile tarif edilemez,belki kamil bir mürşidin yardımıyla hakikat olan makamları seyr etmek mümkün olabilir.Öyle bir kamil mürşit ki,O’nu bulan kesinlikle Hak’kı bulmuştur. Kamil olan mürşitlerin bazı delilleri vardır,bir delili şudur ki,eğer sen dünya ehli isen O’nunla yani kamil mürşitle beraber olduğunda senden tasa,kaygı ve keder kısaca dünya meşguliyetleri tamamen uzaklaşıyorsa O zat,mürşidi kamildir.Bundan başkaları sadece kamildir.Gece gündüz Allah’a ibadet etse de,hava da bile uçsa kamil değildir.Eğer sen Allah ehlinden biri isen O’na yani mürşidi kamile yöneldiğinde ve beraber olduğunda manevi  halinde çoşku artışı oluyorsa O da kamildir.Bir padişah Ebu Yezid Bestami Hz.lerinin türbeyi şeriflerini ziyaret ederken türbedara sorar;Şeyh hazretleri nasıl biriydi,kemalini nasıl bilirsin?
Türbedar cevabında der ki:O’nunla kim görüştüyse selamet bulmuştur.Padişah der ki,ileri vardın,Resulullah (sav) efendimizle Ebu Cehil de görüşmesine rağmen islamla şereflenemedi. Türbedar yine cevap verir:Ebu Cehil,Peygamber (sav) efendimizin peygamberliğine inanmadığından fayda göremedi.Ben böyle görmekten söz etmiyorum ki,belki görüpte O’nun büyük bir şahsiyet olduğuna iman edenler fayda gördü ve selamet buldu.Burası iyi anlaşılmalıdır.Sözün özü olarak insanı kamil ile buluşanın dünya derdleri yok olur,kişi ehlullahtan ise manevi halinde artış olur.Bağlanmanın faydası budur.Bağlanma dediğimiz hakiki bağlanma yani Hak’ka bağlanmadır,yoksa tarikat sahiplerinin şeyhini rabıta yapması anlamında değildir.
Yukarıda belirttiğimiz gibi tevhid üç kısımdır.Bunlar:Hal tevhidi,Âyâni tevhid ve hakiki tevhiddir.
Birincisi,ilmi tevhiddir,ilmen yâkin olarak isimlendirilir.Bu tevhid kitaplardan ve ağızlardan öğrenilen tevhiddir.Ancak bunların alimi de Nebi (sav)’in varisleridir.Bir hadisinde (sav) efendimiz,ulemâ,nebilerin varisidir ve ümmetimin ulemâsı, beni İsrail nebileri gibidir buyurmuşlardır.
İkncisi:ayani tevhid buna tenbihi tevhid de denir.Emirlere uymak ile meydana gelir.Bir kamil mürşide intisab ederek,O’nun nefesi ve seyri süluk görmekle elde edilir.Bu üflenen nefesle aşk meydana gelir bu da emre dahil olmaktır.Bazen uykuda,Allah saliki uyarır,bu ikaz ilâhi tenbihtir ve emre dahildir.Bu uyarma ile O’nun kalbi bir mürşidi kamile meyl eder.Bu uyarı bazen inkarcılara da olur.
Üçüncüsü:Zevki tevhid,yani hakiki tevhiddir.Hak’kel yâkin makamı olup hepsinden yücedir. Bundan sonra talep edilen,makamı vehbiyedir ki,makamı velâyet,makamı sıdkiyyet ve makamı kurbete tenezzül olur.

42.BÖLÜM:ALLAH’I GÖRME KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Eğer sen insan budur hayvan budur ağaçlar budur vesaireye hakikatte Hak’kın gayrısıdır dersen,şunu bil ki,biz Hak’kın aynıyız.Yani Hak’kın ayniyetiyiz.Sakın gayrıdır deme.Zira gayriyet;Tevhidi efal,tevhidi sıfat ve tevhidi zatta şirktir.Şirkin bu pislik ve kirinden nefsini hakikat yoluyla Yani tevhidi hakiki ile temizleyip arındır.
Hazreti Pir;Hicaplanma bu insanla atadır sana bürhana;Beyitinin anlamını şöyle vermektedir: Şimdi sen insanın beşer olan beden yönüne,hissiyatına,akliyesine ve alemin suretine bakarak, ondan görünen ve açığa çıkan bir vücud sahibi Hak’tan perdelenme.Çünkü insan Hak’kın vücuduna delildir.Hak,bu suretle sana birçok ihsanlarda bulunmaktadır.Hak’kın zatı,şu gözle görülen,duyularla anlaşılan ve akla dayanan bütün delillerde tecelli etmiştir.Çünkü maşuk için perde yoktur.O’nun yüzünde örtü de yoktur.Eğer O’nu görmekten yoksun isen, bil ki,bu senin cehaletindendir.Bu cahillik sana körlük vermiştir.Şibli (ks) hz.leri buyurmuşlardır:Önceki halimde sevdiğimi örtüye bürünmüş ve görünmesine bu örtü engel olmaktadır zannederdim. Bir zaman sonra cehaletimi giderdim. Zatına meyl ettiğimde gözlerimi açarak cemalini gösterdi.Bundan sonra benim gibi kör ve cahil olanları nasihat yoluyla uyandırmak istedim. Dedim ki,sevgilinin yüzünde örtü ve perde yoktur,apaçık zahirdir.O’nu görmeyen yoktur. Herkes O’nun yüzünü görür.Ancak gayriyet onun cemaline perde olur.Yani bizdeki körlük ve cehalet O’nu görmeye engeldir. Mesela, sultan kıyafetini değiştirsede onu bilen yine tanır, bilmeyen tanımaz.Şeyh Rasulan Hikemiyatında buyurur:O’nu görmekten sana perde olan cehaletindir.Cahilliğinden dolayı fark edemiyorsun.Yoksa sende ariflerin gördüğü gibi görmektesin.Ancak Hak’kı dünyada ve ahrette görmek Rububiyet mertebesi ile olur.Yani gören ve görülen hepsi açıktadır, mevcuttadır.Rububiyetten başka mertebede görme gerçekleşmez.Cenabı Hak bir kutsi hadisinde buyurur:Nurun güzelliği ile güzellik bulan ve nurlanan,imanı ise tevhidle parlayan kimseler ancak O’nu görebilir,Onlar daima O’nun huzurunda bulunurlar.Yine bir kutsi hadisde cenabı Hak şöyle buyurur:Hak her şeyin aynı olduğundan mahcup olmazlar.Bu makamda Şeyh Ebubekir Şibli (ks) söylediği sözü,Hz.pir Şeyh,Rüsulanı Dimeşki hz.lerinin tercümesini yaptığı eserinde şöyle tercüme etmiştir. Kudret,irade,ilim,hayat,semi,basar ve kelam gibi Allah’ın sıfatları sende zahirdir,oysa sen bilmiyorsun.Bilmediğin için onları senin kendi cüzi sıfatların olduğunu zan edersin.Bu sıfatları kendine nisbet ettiğinden dolayı inancında Allah’a ortaklık koşmuş olursun. Halbuki,yüce Allah onları sana kat’i ve açık birer delil olarak ihsan etmiştir.Aşikare ve kat’i olan bu delillerde ve açık olan her şeyde zahir olan hâlık ismidir.Sen,“ene’l Hak” demekle Hâlık ismini kendine nisbet etmeye muktedir değilsin.Kadir benim,mürid benim ve âlim benim vb.dediğin gibi‘ene’l Hak’ demeği kadir olamazsın. İşte Hak’kı halktan ayıran bu isimdir.Konuşmak da insanı diğer yaratılmışlardan ayıran özelliktir.Bunun için Firavun,Musa (as)’a sordu:Rabbül âlemin nedir?Musa (as) bu soruya şöyle cevap verdi:Hâlık ismi ile halktan ayrılandır.Musa (as) devam ederek;Alemlerin Rabbi öyle bir zatı uluhiyettir ki,sizi ve sizden evvelki babalarınızı halk edendir.Buradan da anlaşılıyor ki,eğer bu delilerle şuhud edersen senin için bir şey kalmaz.Sıfat,ef’al ve eserlerin hepsini Hak’ka nisbet edersen ve kendinden tamamen fani olursan yani kendi varlığının ve bütün mevcudatın yokluğunu anlarsan vücudundan gerçek olarak ölürsün ve sen bu makamda Hak aşıkı olursun.Bu manada aşıkların sultanı olan Ömer Fâriz haz.leri Tâiye adlı eserinin doksan sekizinci beytinde şöyle buyurur:“Ey insan bende tamamıyla yok olmadıkça bana aşık olamazsın,Ben sende zahir ve tecelli etmedikçe de,sen bende yok olamazsın.”Bu sözü Şeyh Rasulânı Dimeşki tercümesinde Hz.pir efendimiz şöyle ifade eder:Senin efalin benim efalim,senin sıfatın benim sıfatım ve zatım olmayınca bana aşık olamazsın.Senin zatın benim zatım,senin sıfatın ve efalin,benim sıfatım ve efalim olmayınca bende yok olamazsın.Şeyh Rasulan el Muhibbu Bir eserinde şöyle der:Gerçek ve sadık aşık,kalbi masiva ile meşgul olmayandır. Çünkü bir kişinin masivaya sevgisi olduğu sürece Allah’a muhabbeti noksan olur.
Fergâni’de şöyle bir ifade vardır;Allah’tan başkasına sevgiler galip olduğu sürece gerçek sevgi ve eseri olan vuslat yani kavuşma gerçekleşmez.Hastalık yapan sevgiler terk  edilip, gayriyet sebepleri ortadan kaldırıldığında ancak vuslat yani kavuşma gerçekleşebilir. Görünenlerin yokluğu,mecaz olan vücutların izole edilmesi ve sendeki varlık nisbetlerin ortadan kaldırılması ve de kendinden tamamen yok olman ile gerçek sevgi ve vuslat doğar.
Hâfızu şöyle der:“Ey sâki(içki sunan) kadehi devir ve bana da sun.”Burada sâkiden murad; Müşahede ile kayıtlı olan Hak’kın güzelliğidir.Kadehden amaç ise:Hak’kın yüzüdür.Görünen ve kayıtlı olan güzelliği suretlerde açığa çıktığından,Yüce Hak mutlakiyetiyle bunlardan temizdir.Şimdi şöyle mana gelir ki:hem baş gözünle hem de kalp gözünle Hak’kın yüzüne  yönel çünkü bütün yaratılanlarda zahir olan O’nun güzelliğidir.Gerek zahirde gerekse batında çeşitlenen ve kategorilerle ifade edilen Hak’tır.Hak’ka ulaşmaya vesile olan şu dolu kadehi iç.
İç ki,Cenabı Hak,kutsi hadisinde söylediği manada sana tecelli etsin.Bu kutsi hadis;bana nevafil ile yaklaşan kulumu severim,sevdiğim kulumun kulağı olurum ki onunla işitir,gözü olurum onunla görür,eli olurum onunla tutar,ayağı olurum onunla yürür,sonuç olarak, kulumun bütün azaları ben olurum.Bundan dolayı aşıkların sultanı İbni Fariz hz.leri Tâiyesinin baş kısmında buyurur:Şiddetli hararetle vasıflanmış sevgi içkisini içimdeki gören içirtti.Kadehimdeki,kâmilin cemalidir.Güzelliği ve yüzü zahirde apaçık tecelli etmiştir.Yani  insanı kamil yüzüdür.
                                  
                                     İçki tutkunluğu daim olan ayrılmaz
                                     Heran her bakışta o ayılmaz
                                     Sevgi şarabından içmekte doyulmaz
                                     Kadeh ve tasla asla kanılmaz.

Hak ile halk görün,olursun zatla Rahman sözünün manasını Hz.pir şöyle verir;Allah ile seyrinde,Hâlık isminin sende zuhuru ve seninle mevcud olması yönüyle Hak ol.Çünkü hakikatte isim müsemmanın (isimlenen) aynıdır.Yaratıcının eseri olma yönüyle de halk ol.
Allah’taki bu seyrinle Rahman olursun,yani zamanın kutbu olursun.Çünkü kutup Rahman ile tabir olundu.Bu beyitte belirtilen kutbun rahman ile tabir edilmesi zahir işaret edilerek amaç mazhariyettir.Yani Rahmanın mazharı olursun denmektedir.Zamanın kutbu,Rahmanın mazharıdır.Bunu bir hadisi şerifi ile Nebi (sav) şöyle ifade eder:“Ben Rahman kokusunu yemen yönünden almaktayım”Bu sözüyle Nebi (sav) zamanındaki kutba işaret etmiştir.O zamanın kutbu Sahvâni’l Karâni’l Yemâni Hz.leri idi.Yüce Allah’ta,Rahmanı Yüce kitabında şöyle tarif eder: Tâhâ suresi 5.ayet:O Rahman arşı kaplamıştır.Yani ismi Rahmandır ki, O’nun sureti kutuptur,arştadır.Arş ile murad edilen arşı azimdir ki,ulvi ve süfli alemleri içine alır.Kapladı(istevâ);Tasarruf ve hükmetti demektir.Buradan da anlaşılıyor ki,Rahman isminin mazharı ve sureti olan kutup,ulvi ve süfli alemde tasarruf ve hükm eder.Yani Rububiyetin hükmü,uluhiyetin tasarrufu ve cüzi varlıkların icadı,Rahman isminin yönelmesiyle olur.Arş üçtür:
1.cisi arşı kerimdir:Hak’kın zuhur ettiği yerdir ve her şeyi kaplayan arşı uluhiyettir.
2.cisi arşı azimi meciddir:Bu halifedir.Çünkü bu arş,esmayı kendinde toplamış ve bütün isimleri kuşatmıştır.
3.cüsü arşı’l azimdir:Feleki âzamdır.Cümle emir,irade ve dünya düzeni Onun tasarrufundadır.
Gıda ver halka Hak’tan,olunsun ruhu reyhana:Hz Pir bu beytin manasında der:Halkın gıdasını ver demek,halkın yardım ve gıdaları Hak’kın vücududur.Çünkü fitile zeytin yağı gıda verir ve yardımda bulunur.Bundan dolayı bütün kainat ve içindekilerin vücutları Hak’kın vücudundan ayrı değildir.Bu kainat O’nun vücudu ile ayakta durmaktadır.Böyle bir müşahedenin zevkiyle rahat olursun.Bütün alemler senden yardım ve irşad görürler,bundan dolayı reyhan yani rahmet olursun ve senden hiçbir kimseye nefsani itirazlar olmaz.Miskü esfer misali kokulu  olursun.
                 Hüve ile biz bulunmasa                 Olan olmazdı hem kat’a
                 İbâdız kullarız hak’ka                    Hem Allah’tır da mevlanâ
                 Onun aynı dahi biz bil                    Dediğimde biz insana
                 Hicablanma bu insanla                   Atâdır sana bürhana
                 Dahi Hak ile halk görün                 Olursun zatla rahman
                 Gıda ver halkına Hak’tan               Olunsun ruhu reyhana.

41.BÖLÜM:HÜVİYYET VE ENİYYET KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Bazı ehlullah,arifler için iki hal vardır demişlerdir.Biri Cem halidir,bu halde arif aynı Hak’tır, lisanı,Hak’kın lisanıdır.Hak’kın lisanı ile konuşur.İkinci hali ise,fark’tır.Bu halinde arif halkın lisanı ile konuşur.Şimdi Cem,Hak’kın Hüviyetidir,fark ise Eniyyetidir.Hüviyyet Hak’kın batınıdır,eniyyet Hak’kın zahiridir.Hak’kın batını tenzihtir,zahiri teşbihtir.Allah’ı zikredenin anlayışı şu olmalıdır.Lisanıyla veya kalbiyle veyahut sırrıyla Allah dediği vakit,zikrinde duyularıyla teşbih ve kalbiyle tenzih ederek,teşbih ve tenzih arasını cem ederek zikrini bu tertib üzere yaparsa bu birliktelikten bir sonuç elde eder.Bunun için Şeyhül Ekber(ks) hüviyet ile eniyyetin birlikteliğini şu şekilde belirtir;Hüviyet ve eniyyetin birleşmesinden vücut ortaya çıkar demektedir.Bu bölümde verilen beyitlerin kısaca açıklaması şöyle yapılabilir.
1-Eğer bir olan zatı mutlak olmasaydı ve de bizim yoklukla sabit olan görüntümüz olmasaydı hazreti vahidiyette sıfat ve isimlerin açığa çıkması mümkün olmazdı.Keza halkı icad etmek için,eğer Hak’kın vacipliği(gerekliliği) olan vücudu,sıfatı,fiiliyesi ve Rabbani isimlerle tesir etmesi olmasaydı;Ayrıca,hakikatlerin bütün olarak onda açığa çıktığı olgun kulluk ve tesirlerle hareketlenmemiz ki,Hak’kın vücudunu kabul etme ve fiil tecellilerini kabul etme kabiliyetimiz olmasaydı,icad,ekvan ve zahirlik ortaya çıkmazdı.
2-Biz gerçekte Hak’kın kuluyuz.O,bütün ilahi isimleri toplayan suret olan,zat birliğinin cemiyetiyle bizim mevlamızdır.
3-Sen bizi,ilahi isimleri cem eden ve bunların sureti olan,ayrıca zatı birliğinin mazharı olan
İnsan ismiyle isimlendir ve bize insan de.Çünkü biz Hak’kın aynıyız.
4-Şimdi sen insanın beşer olan beden yönüne bakarak,ondan görünen ve açığa çıkan bir vücud sahibi Hak’tan perdelenme.Çünkü insan Hak’kın vücuduna delildir.Hak,bu suretle sana birçok ihsanlarda bulunmaktadır.
5-Sen,hakikatinle Hak ol.Beşer olan yaratılışınla da halk ol.
6-Hak’kın yarattıklarına Hak’tan gıda ver.
7-Çünkü sen halka gıda vermede Hak’kın vekilisin.Şimdi bu takdir üzere sen,keder ve ızdırabla zayıf yaratılışta olan insanlara,yaratılışın gerçeği olan ruh olursun ki,bu ruh ile onları irşad ederek onlara rahatlık verirsin.
Bu beyitlerin batın yönüyle zevk edilişini Hz.Pir şöyle izah eder.Felevlâhü sözü ile,evvel olanın vücudu olmasaydı ikinci varlık olmazdı anlamına gelmektedir.Kelimenin sonundaki gizli zamir olan vav harfinin benzeşmesiyle “hüve” okunur ki bu Hüviyyet’tir.Hüviyyet,zatın bütünlüğüdür.Velevlânâ’daki “nâ” ismin yerini tutmaktadır ve Hak’kın eniyyetidir. Eniyyet, zatın zuhurudur.Yani,zatın esma ve eserleriyle açığa çıkışıdır.Bu durumda beytin manası şöyle olur;Eğer bize nisbetle zat batın ve onun eserleri ile zuhuru olmasaydı bu yaratılmış olan kainat ve mahlukat da olmazdı.Çünkü halk,hüviyyet ve eniyyetin birlikteliğinden meydana geldi.Hz. Pir devam ederek,“feinnâ nağbüdühü”sözündeki feinnâ’daki ‘nâ’ zamiri daha önce geçtiği gibi enaniyetten ibarettir,nağbüdühü kelimesine bitişik olan ‘hüve’zamiri ise ismin yerine konulmuş olarak hüviyyet’ten ibarettir.Bu beytin manası da şöyle olur: ‘Feinnâ’ey eniyyet yani ey halk!‘nağbüdühü’yani biz eniyyetimiz yönüyle hüviyyete ibadet ederiz.Şimdi,abid olan halk,Hak’kın eniyyetidir.Mabud ise Hak’kın hüviyyetidir ki, mutlak olan zattır.Hüviyyet abid olma yönüyle suretle kayıtlıdır ve mabud olma yönüyle de mutlaktır. Bu ifadeden hareketle kayıtlı bir surete secde eden bir kişi kafir olmaz ancak yukarıda belirtilen bilinçle yapılması şartı ile.Bu durumda secde Allah’a yapılmış olur.
Melaikenin Âdem (as)’a secdeleri ve bizim Kâbe tarafına secdemiz gibi.Bakara suresi 115. ayette belirtildiği üzere:“Doğuda batı da Allah’ındır,nereye dönerseniz Allah’ın yüzü oradadır.”ifadesine göre,kayıtlı olanı kıble yapıp secde etmek mutlak olan yüce Hak’kadır, ancak bu hareket şer’i edebe aykırıdır.Kitabü’l evrad’da gelir ki,ilimle uğraşan,tasarruflarında (kadılar,hakimler,valiler vb,) adil olanlara,alimlere,beylere hürmet ve saygı yönünden elini göğsüne koymak ve alçak bir sesle onları övmede bir sakınca yoktur.Dürrü’l muhtarda ise bu konu şu şekilde verilir;Bir insan arkadaşı ile karşılaştığında onun elini öpmesi,fikirbirliği ile hoş görülmeyen davranış olarak belirtilir.İbni Abidin der ki:Hürmet ve saygının din ve diyanet adına yani ilim sahibi adil kimseler için yapılması gerektiğini belirtirken,ilim sahibi olmayan kişiler ve din adına yapılmayan övgü,hürmete dair saygının hoş olmayacağını belirtmektedir.Bu nedenle bir müminin elinin öpülmesinde sakınca yoktur.Çünkü peygamber (sav) hadisi şeriflerinde musahafayı (tokalaşma ve el öpme) meşru kılmıştır.Hürmet ederken biraz eğilmesinde de sakınca yoktur.Tarikatı Muhammediyenin birinci cildinde Abdül Gani hz.leri der ki;Bir kimse büyüklerden biriyle karşılaşırsa başını ve bedenini eğmesi,bu eğilme çok da olsa amacı selam ve hürmetse yani ibadet kastı yoksa mahsurlu değildir.Eşbah ve Nezâyırda der ki;Bir sultana secde etmek,selam ve hürmet kastı ile olursa küfre girmez,secde, namaz kastı ile olursa küfür olur.Çünkü Allah,melekleri Ademe secdeyi emretti.Birde Yusuf (as)’ın kardeşleri kendisine secde etti.Ayetleri delildir. 
Tabakatı Şaranide ikinci cildin yüz onbirinci sahifesinde şu ifade vardır:Meleklerin Âdem (as)’a secdesi küçüğün büyüğe olan hürmeti ve saygısı gibidir.Çünkü Âdem(as), Muhammed (as)’ın zuhuru olup O’ndan suret ve nişan taşımaktadır.Âdem(as)’ın sureti Muhammed (as)’ın sureti üzerine olması şu şekilde açıklanmaktadır.Âdem’in başı ‘mim’elleri ‘ha’ göbeği ‘mim’ ve ayakları ‘dal’ dır.Hat yazı ve resimleri bu şekilde yazılmakta idi.Bu konu ile ilgili olarak, üç yüz on üç peygamberin isimlerinin,Muhammed isminden çıktığı söylenebilir.Muhammed isminin evveli ‘mim’dir.söylenirken üç harf olur.‘mim-ye-mim’ve ‘ha’dır.‘ha’iki harfdir.He ve elif dir ki bu elif okunmayandır.İki ‘mim’ altı harftir. ‘dal’ da ise üç harf vardır. Muhammed isminin harflerini zahiren ve batınen çoğaltabilirsin.Üç yüz on üç Muhammed’ den birbirinden farklı çok sayıda elçi ortaya çıkar ki,bunlar nübüvveti toplarlar. Bu sayıdan bir tanesi geri kalır ki,makamı velayeti Muhammediyedir.Enbiyaların getirdiği vahye tabi birbirinden farklı bütün evliyanın mertebesi olan,velayet mertebesidir.Demek oluyor ki,enbiya ve evliya Muhammed’de toplanmıştır.Anlaşılması dikkate sunulur…
   Tekrar beyite dönülürse;Bu beyitte belirtilen ‘Hak’kan’Hz pirin sözüne göre ister istemez sabittir anlamındadır.Yani ister istemez ibadet sabittir.İsra suresi 23. ayetinde belirtildiği gibi Hak’dan başkasına ibadet edilmez.Bu ayetten anlaşılıyor ki,eniyyet abiddir ve hüviyyet’de mabuttur.yine Hz.ti pirin,‘İnnallâhe mevlâna’mısrasında,Allah’ın isimlerinden olan mevlâ ismine işaret vardır ki,Mevlâ;fail ve tasarruf eden anlamındadır.Bu durumda mana şöyle olur ki,bize iyilikte bulunduğunda veya bazı işlerden men ettiğinde veyahud bizimle bir iş yaparsa ve işlerse ve de bunlardan başka emirlerin tümü ancak eniyyet yönündendir.Yani bize ihsanda bulunan veya bazı şeyleri yasak kılan,bizde fiili ile açığa çıkan vesair bütün emirlerde ancak eniyyet yönüyle zuhur eden Allah’tır.Bunun üzerine biz hüviyyeti için ve hüviyyeti yönüyle O’na tevazu ile yalvarıp O’nun huzurunda alçalırız.Mesela,sen bir kimseden bir şey talep edip kalbin ile hüviyyeti kasd etsen sana yaptığı ihsan eniyyeti ile olur. Velhasıl bütün bu tariflerin hepsi hüviyet ve eniyyet arasındaki fark dili ile söylenmiştir.ama hüviyyet ve eniyyet arasını birbirinden ayırmaz ve fark etmezse bu durumda abid ve mabud, isteyen ve istenen hüviyettir başkası yoktur.Bu makamda hüviyyet aynı eniyyettir.Bu mertebeye makamı mahmud denir.Bu makam,efendimiz Muhammed(sav)’e mahsustur ve ümmetinin kamilleri içindir.Bunun için Beyazid Bestami(ks) hz.leri şu sözü söylemişlerdir; ‘Biz bir deryaya daldık enbiya(as) ise sahilindedir.’Derya,o makamdır yani makamı mahmuttur.Ancak bu söz ile biz kamiller olarak enbiya üzerine bir üstünlüğümüz vardır anlamı çıkarılmamalıdır.Çünkü bu makama ulaşmak ancak efendimiz Muhammed(sav) vasıtasıyla olur.Yani bu makama ulaşmak Muhammed (sav) efendimizin varislerine tabi olmakla gerçekleşir.Seyyidimiz Muhammed(sav)’in bu makamdan dolayı diğer enbiya üzerine bir üstünlüğü vardır.Bu makamın sahibi bizzat kendisi olup,O’na aittir.
Feraha’r Ruh’ta denir ki,Bu deryaya batmanın anlamı ve amacı beka makamlarının nihayetine varmaktır.Bu söze Resulallah(sav) efendimizin mekke’den Medine’ye hicreti şeklinde mana verilmiştir.Yani Mekke bir derya Medine’de onun sahili oldu.Fahri alem efendimizin bu deryadan sahile çıkışı tedbirli ve azar azar gerçekleşti.Velhasıl bu derya cemiyetinden insanların irşadı için öz olan farka çıktı.Bu makamda Beyazid bestami(ks) kendi durumunu açık edip şöyle der:“Biz derya ortasındayız ve enbiya (as) sahildedir.”Yani biz bu cemiyette gark olmuşuz ve kendimizden fena bulmuşuzdur.Bundan başka bir menfaatimiz yoktur. Enbiya (as) ise bu cemiyyet ve fenadan sonra bekabillah ile şeref bulmuşlar,hem genel hem de özel olarak avam ve havası şeriat ve hakikat ile irşad için bu deryadan taşraya gelmişlerdir. Şimdi onlar her yönden üfleyici,giderici ve faydalı (nafiğ) ismine mazhar olarak yüksek rütbe (rütbe-i ulyâ), ilim irfan yönünden şeref ve yücelik(fazilet-i uzmâ) bulmuşlar ve büyük cemiyet (cemiyet-i Kübra) elde etmişlerdir.

40.BÖLÜM:TEVHİD VE İTTİHAD KONUSUNUN SADELEŞMESİ

Uyku,rüya ve zuhur eden ne varsa,açık,aşikar ve bütün görünen suretler,tevhide delil olup marifet derecelerini oluşturur.Tevhid marifetin atf tefsiridir yani aynı anlamda iki kelimedir.
Çünkü tevhid makamları aynı marifettir.Makamlar,hakikat birliğidir.İleride bunun açıklaması gelecektir.Yukarıda belirtilen uyku,rüya ve zuhur eden,açık,aşikar ve bütün görünen suretler, marifet ve tevhidi işaret etmektedirler.Bunlardan amaç,salikin çalışması ve gayret etmesi ile aslını bulmasıdır.Yani,yaratılışın yüce gayesi olan Hak ile buluşmasıdır.İşte bu yüce gaye tevhidin anlaşılması ve zevk edilmesidir.Tevhid ile elde edilen zevk,yukarıda işaret edilenlere zıttır.Yani zevke ait olan tevhid hali,uyku,gaflet,suretler ve benzeri saireye aykırıdır.Çünkü bir kişi rüyada gördüğü bir olay ve suretlerden anlam çıkarmak için rüyasını tabir eder.İşte tevhid de böyledir,yani uyanıkken görmüş olduğu eşya ve suretlerin tabir olması gerekir. Çünkü görünen suretlerden geçip amaca ulaşmak elzemdir.Bu kainatta bulunan ne varsa, kendilerine tutulup kalanlara her dakika ve an şöyle seslenirler;Biz fitneyiz,bize aldanmayın maksada geçiniz ve nimetlere karşı küfürde bulunmayınız.Zuhuratı gayrı gören ve gaflette olan kişiler tevhide uzak kalırlar.Bunu da ancak vasıllar bilir.Rüya gören kişinin uyanmasıyla birlikte yanında bir şey görüp bulamaz.Çünkü gördüğü hayaldir ki,hayalin vücudu ise rüya ile kayıtlıdır.Gerçek ise,uyanan insan kendinde Hak’kın vücudunu bulur ve görür.Bu öyle vücuddur ki,bâki olup ona yokluk yoktur.Bunun için Şeyhül Ekber Hz.buyurur:Bir kamilden telkin alıp,daim zikri tahsil eden bir salik,zakir olduğunda bir daha sakin olmaz,gözünden perde kalktığı zaman da artık bir daha mahcub olmaz.Çünkü kutsi hadisde Cenabı Hak buyurur:İki şeyi verdiğimde geri almak şanımdan değildir;Birincisi:Bir kulumun kalbinde zikri kurduğum zaman durdurmam.İkincisi:O kulumun gözünden perdeyi kaldırdığım zaman bir daha örtmem.Bir salik kendi varlığından geçip tam fenafillah olduğu zaman uykuda değildir,o zaman kendi nefsini genişlemiş olarak görür,o kadar geniş görür ki,bütün alemde ne varsa,dağlar,dereler,ağaçlar,bahçe,bostan vs.nin nefsine dolduğunu ve onları içine aldığını görür.Sonuç da,nefsinin bu külliyatın aynı olduğunu müşahede eder.Kendini aynı kül görür ve ben külüm der.Aynı kül olmakla,hangi şeyi görse ben o’yum der.Nefsinden gayrısını görmez, hangi eşyaya baksa görür ki,o baktığı şey kendisidir.Zerre ve güneşi birbirinin aynı müşahede eder,aralarında fark görmez.O’na göre zamanda evvellik ve ahirlik yoktur.Âdem(as)’ın ve Muhammed(as)’ın zamanı diyerek konu açıldığında,Âdem(as) zamanı şöyledir, Muhammed (as) zamanı böyledir şeklinde konuşanlara hayret eder ve şaşar.Çünkü o’na göre evvellik ve ahirlik ortadan kalkmış,evvel ve ahir kalmamıştır.O’nun nazarında zaman hiç değişmemiştir. Her şey o’na göre bir an’dır.Belirtilen bu hal ancak hakikat yoluyla açığa çıkar ve bulunur. İmamı Gazali ihya’yı ulum’da der ki;Tarikat yolu güçtür,neticesi ise yalnız haldir.Hakikat yolu ise kolaydır,neticesi de makamdır.Ancak hakikat yolunun mürşidini bulmak zordur. Bununla beraber hakikat,tarikatın neticesi değildir.Belki hakikat bizzat tektir.Salik,bu müşahededen çıkarak,son bir hale geçirilir.Bu halinde bazı kere alemin vücuduna meyl eder bazı kereler de halkın yokluğunu müşahede eder ve cümle eşyayı Hak’kın vücudu ile yokluk arasında görür.Bu müşahede de hayran kalır.Bazı kere kesreti görür halkdır der,Bazen de kesretten mahcub olur Hak’dır der,işte bununla hayran olur.Bu hayret beğenilmiş,meth edilmiş bir hayrettir.Çünkü bu,hayreti ilmiyedir.Hayretin kaynağı kişinin kendi bilgisine cahil olmasıdır.Bu sebepten dolayı Hz.Sıddık(ks) buyurdu:“Ya Allah’ım benim seninle ve sende olan hayretimi ziyade et” buyurdu ve hayreti ilmiyenin artmasını talep etti.Bu durum,Hak’kı zahir,cümle eşyayı batın gören için de böyledir.O kişiye kesretten soru sorulduğu zaman,o kesretten cevap veremez.Çünkü kesretten gerçek olarak mahcubdur.Bundan dolayı Bedreddin Hz.leri buyurur:Bütün eşyayı yok görüp kesret yönüyle perdelenir ki,kesret ile kayıtlanmaz. Bu makam Cem’dir ki,Ruh makamıdır.Bu makamda kesretten perdelenmek vardır.Amma bu perde kalktığı zaman kesreti müşahede eder.Kesretin göründüğü bu makama da Hazretül Cem denir.Bedreddin hz.leri bu makama işaret edip buyurur,mevcut olan alemde kesret müşahede edilir.Malik Hz.leri bu makam için salikin halk görmesi zorunludur demiştir.Bir zaman burada kalarak halk müşahedesini gerçekleştirir.Bundan sonra Cemül Cem makamına nakil olur. Cemül Cem makamı tam uyanıklığın hasıl olduğu makamdır.Salik bir zaman da bu kesret müşahedesinde kalarak anlayışını arttırır.Daha sonra bu kesretten de yok olarak kendi hissinin huzuruyla son makamı bulur.Resulü Ekrem(sav) efendimiz;“Bu hal benim ashâbımın bazı vakalarındandır” buyurmuştur.Bu makamın tertib ve müşahedesi,kendi hissinde zuhur eder ve hazır olur.Yukarıda halk dediğimiz bu eşyanın,sırf yokluğu keyfiyeti demektir.Yani bu mertebede eşya için vücud ve sabitlik yok demektir.Bu ifade ile Ehadiyet mertebesine işaret edilmiştir.Bu mertebede eşya için vücud olmadığı gibi isim ve resim de yoktur,bu makam sırf zattır.Belirtilen kesret ile tecelliye işaret edilir.Yani vahidiyetle ifade edilmiş esma tecellisidir. Çünkü bu esma tecellisinde kesret zahir olur.Kesretten murad,Hak’kın vücudunun aynı olan halkın suretleri zuhur eder.Gördüğü her şey de benim vücudum demesi tevhide işaret eder. Mansur’un enel Hak,Mevlana Celâleddini Rûmi’nin minallah,Ebu Said Harraz’ın cübbemde Allah’tan başka mevcud yoktur dediği gibi bazıları da arş,kürs benim,bulut benim, yağmur benim demişlerdir.Bu sözlerin aslı ve esası şudur ki;Arif için iki hal vardır.Biri Cem halidir, bu halde arif,aynı Hak’tır,sözü de Hak’kın sözüdür.Yani Hak’kın diliyle söyler. İkinci hal fark’tır.Bu halinde arif,halk lisanıyla konuşur.Şimdi Cem,Hak’kın Hüviyyeti,fark da Eniyyetidir.Hüviyyet Hak’kın batınıdır.Eniyyet Hak’kın zahiridir.Hak’kın batını tenzih, zahiri de teşbihtir.Allah’ı zikreden için şu anlayış olmalıdır:Diliyle veya kalbiyle veyahut sırrıyla Allah dediği zaman,zikrinde hissiyle teşbih ve kalbiyle tenzih ederek tenzih ve teşbih arasını cem etmelidir.Zikrini bu tertib üzere yaparsa bu birliktelikten fayda görür.vesselam……