4 Ekim 2012 Perşembe

HAC İbadetinin şeriata ve hakikata göre açıklanması


Vahdetinden /Bir’liğinden cümle âlemleri ve âlemlerdeki her şeyi yaratan ve yarattıkları içinde, insanın kendisine kulluk yapmasına muhabbet edip âşık olan âlemlerin rabbi olan Alah’a hamdolsun. Resul’u Muhammed’e (s.a.v) ve ehlibeyte selam olsun. Onların meclisinden ayrı olmaktan rabbim bizleri muhafaza etsin.


       Hac; lügat anlamı itibarıyla hürmete ve tazime layık yerleri ziyaret demektir. Bu ziyaret esas itibarıyla yani farzıyet açısından değerlendirildiğinde hac; vakti içerisinde Arafat ismindeki alanda bulunmak ve beytullahı yani Allah’ın evini ziyeretle tavaf etmekten (kabenin etrafını yedi defa dolaşmaktan) ibarettir. Bu itibarla haccın farzı ikidir; Birincisi vakti içerisinde arafat’ta vakfe yapmak, ikincisi ise kabeyi tavaf etmektir. Hac hem bedenle hem de mal ile kulun ömründe bir defa yapması farz olan bir ibadet olup, yapılması kurandaki “Hac, malum / bilinen aylardadır. Kim o aylarda haccı kendisine farz kılarsa hacda kadına yaklaşmak, kötülüğe sapmak, kavga ve çekişmeye girmek yoktur…” (Bakara-197) ayet beyanı ile sabittir. Hac ibadetini ifa edebilmek için kulun beden sağlığının yerinde olması gerekli olduğu gibi mali, yani ekonomik açıdan zengin olması gerekir. Sağlığı ve ekonomik durumu elverişli olmayan kimselerin Hacca gitmeleri farz değildir.

   Haccı farz kılan yukarıdaki ayet beyanından açıkça anlaşıldığı gibi, hac ibadetinin vakti “malum / bilinen aylardadır.” İfadesi ile belirtilmiştir. Ki, bu malumunuz olup sizce bilinen hicri takvimin şevval, zilkade ve zilhicce aylarıdır demektir. Çünkü hac farz olmadan önce o toplum, şevval zilkade ve zilhicce aylarını haccın vakti zamanı olarak kabul edip bu üç ayda hac ibadetini yaptıkları için ayette, Haccın zamanı sizin malumunuz olan, yani sizce bilinen aylardadır, buyruluyor. 

    Bir çok âlimler bu ayların hac ayı olması hususunda görüş birliği içinde olup aralarında hiç bir ihtilafları yoktur. Ancak bazı mezhep âlimlerinin, bu hac aylarının şevval ayı ile başlayıp zilkade ayı ile devam ederek zilhicce ayı ile son bulmasında hem fikir olmalarına rağmen, hac vakti, hangi günde biter mevzusunda ihtilaf etmişlerdir. Yani haccın farzı olan Arafat vakfesini yapmanın, zilhiccenin hangi günü ile son bulduğu konusunda aralarında görüş farklılığı vardır. Buna göre, Hanefi mezhebi alimleri; Şevval, zilkade ayları ile en son zilhicce ayının onuncu gününe kadar, yani kurban bayramının birinci gününe kadar Arafat vakfesi yapılır demişlerdir. Şafi mezhebi âlimleri ise; şevval zilkade ayları ile en son zilhiccenin dokuzuncu gününe, yani kurban bayramının arefe gününe kadar Arafat vakfesi yapılabilir demişlerdir. Maliki mezhebindekiler; şevval zilkade ve zilhicce ayının sonuna kadar, yani kurban bayramından sonra da Arafat vakfesi yapılabilir buyurmuşladır.

Görüldüğü gibi şevval, zilkade ve zilhicce aylarının hac ibadetinin vakti olmasında mezhepler arasında hiçbir ihtilaf yoktur. Ancak vaktin sonu, bitimi konusunda görüş ayrılığı vardır.

      Günümüzdeki uygulamada haccın vakti, bu üç ayların tamamında tatbik edilmeyip, bu ayların son gününe sarkıtılıp sıkıştırılarak uygulanıyor. Ki, bu uygulama geçmiş yıllarda o günün şartlarına göre doğru bir uygulama olmasına rağmen, bu günkü şartlara göre yanlış bir uygulamadır. Günümüzdeki bu yanlış uygulamanın geçmiş zamanlara göre doğruluğunun izahı şöyledir:

Eski zamanlarda modern ulaşım araçları olmadığından, hac yolculuğunun tamamı veya bazı bölümleri yaya veya at, deve, eşek ve katır gibi hayvanlarla yapılıyor ve aylarca sürüyordu. Bu sebeple dünyanın çeşitli yerlerinden hacca gelenlerin, Beytullah’ın/Allah’ın evi’nin olduğu Mekke şehrine intikallerindeki yolculuğun, yaya veya hayvanlarla yapılmasından veya doğal afet veya yol güvenlik sebeplerinden aksamalar yaşanıyordu. Bu sebeplerden dolayı o günkü amir ve idareciler, dünyanın çeşitli yerlerinden gelen hac kafilelerini Mekke de, hac vaktinin sonu kabul edilen zilhiccenin dokuzuna kadar yani kurban bayramının arefe gününe kadar bekletiyorlardı. Ve o, son güne kadar mekke’ye ulaşıp gelebilenleri toplayıp güvenlik tedbirlerini de alarak, Mekke den yaklaşık 25 km uzaklıkta olan arafata vakfe yapmaya götürüyordu. Ve bu en son günde güvenlik tedbirleriyle arafata giden kafileye yetişemeyenler, haccın vakti geçtiği için hacı olamayıp, genellikle gelecek yılda hac yapmak üzere Mekke de bekliyor veya bekletiliyorlardı. Ve gelen yılda yine emniyet tedbirleri alınmış kafile ile hac ibadetini yapıp hacı oluyorlardı. Çünkü, eşkiyalar hac kervan ve kafilelerini basıp canlarına ve mallarına kast ettiklerinden, çöl şartlarında açık bir arazi olan Arafat mevkiine bir kimsenin yalnız veya gurup olarak asayiş tedbiri olmadan gitmesi, o günlerde çok tehlikeli olduğu için böyle bir uygulama o zamanlar için doğru ve isabetli bir uygulama idi.

   Tarihi gerçek olarak herkes bilir ki, yüce Türk milleti yüz yıllarca hac kervan ve kafilelerinin emniyetini sağlayıp hacılara zarar vermemeleri için, arap aşiret ve kabilelerine altını ve parayı hediye adı altında haraç olarak dağıtmıştır. Onbeşinci yüzyılın başından itibaran 1915 yılına kadar, 500 yıl düzenli bir şekilde her yıl hac mevsiminde, Edirne ve İstanbul dan altın ve değerli eşyalardan oluşan hediye ismi altındaki haracı götüren “sürre alayları” tertip edilerek, törenlerle uğurlanıp bu arap kabilelerine gönderilmiştir. Buna rağmen yine de bazen hac kervanları ve kafileleri baskına uğrayıp zarara görmüştür. Ki bu gün dahi Mekkeden 25 km uzak ve çölde açık arazi olan Arafat mevkiine bir kimsenin yalnız gitmesi, tehlikelidir. İşte bu ve benzer tarihi ve sosyal sebeplerden dolayı bu günkü haccın tatbik edilişi, geçmiş zamanlarda isabetli doğru bir uygulama olmasına rağmen bu günkü şartlarda da aynen cehaletle devam ettirildiği için, hac ibadeti insanların ölümü ve yaralanıp sakatlanması zulmüne dönüşmüştür. Bu yanlış ve doğru olamayan uygulama yüzünden zamanımızda, her hac döneminde ezilerek, çiğnenerek yüzlerce mümin hayatını kaybediyor. Bu ölümler ancak kitlesel boyutta olduğu zaman dünya kamuoyuna yansıdığından, her hac döneminde haccın yanlış tatbik edilmesi sebebiyle ölen yüzlerce kişinin ölümleri bilinmiyor ve duyulmuyor. Halbuki haccın tatbiki, kuranın açık beyanı olup, mezheplerin ve âlimlerin sadece son günü için ihtilafa düştükleri üç aya yayılarak uygulansa, hac’da her yıl yüzlerce mümin ezilerek ölmediği gibi, ülkemizde ve İslam ülkelerindeki hac kontenjan meselesi kökten hal olup, sağlığı ve ekonomisi düzgün olan her mümin Allah’ın farz kıldığı hac ibadetini rahatlıkla yerine getirir. Bu yanlış uygulamada ısrar edilmesi nedendir bilemem, fakat kuran dışı ve islamın ruhuna ters bir uygılama olduğu apaçıktır.

    Şeriat yönü ile hac ibadeti, İslam dünyası açısından sosyal, ekonomik, siyasi vb. zahiri çok faydalı toplumsal bir ibadet olması ile beraber, bu ibadeti ifa edenlere de sayısız olumlu tesir ve fayda sağlar. Ki bu hac ibadetinin zahiri yararları, konunun uzmanları tarafından her vesile ile çeşitli açılardan dile getirilmektedir.

        Ledduni hikmet yönü ile Hacc’ın değerlendirilmesi ise şöyledir: Hac, hürmete ve tazime layık olanı ziyaret olması itibarıyla Beytullahı, yani Allah’ın evini ziyarettir. Ki, bir eve ziyaret evin kendisi için yapılmaz, ancak o evin sahibine yapılır. Hakikata göre Allah’ın evini yani beytullahı ziyaret etmekten maksat, o evin sahibi olan Hakk’ın kendindeki ve cümle eşyadaki mevcudiyetini kulun müşahede etmesidir. Ki bu ziyaret Hakk’ın kendi vahdetinden yarattığı halk kesreti zuhurunu/açığa çıkışını müşahede yakınlığıdır. İşte böyle bir müşahede yakınlığıyla marifetullah zenginliğine mazhar olabilen bir kul ancak, Haccın ledduni hakikatına erişir. Ve Hakk’ın kesret/çokluk zuhuru evin’de, evin sahibi olan Hakk’ı müşahade tavafıyla, ledduni hakikat üzere haccı ifa eder.  

  Cenabı Hak Kuranı kerimde kullarını Hac ibadetini yapmaya davet ederek; İnsanlar içinde haccı ilan et ki, gerek yaya olarak gerekse derin vadilerden gelerek, yorgunluktan incelmiş binitler üzerinde sana ulaşsınlar. (Hac-27)Buyurur. Ki bir kulun, Hakk’ın bu davetine icabet ederek hacı olabilmesi için, mikat mahalli denilen sınırda ihram giyerek “Lebbeyk Allahümme lebbeyk, lebbeyke la şerike leke lebbeyk, innel hamde ve niğmete leke vel mülk, la şerike lek.”/ Allahım çağrına icabetle geldim emrine amadeyim, senin şerikin/ortağın yoktur, emrine amadeyim emret, hamd/öğünmek ancak sana mahsustur, nimeti veren sensin mülk senindir, senin şerikin, benzerin ve ortağın yoktur .” Diye telbiye getirerek, Hakk’ın hac davetine icabet irfanı ile Arafat vakfesine ulaşması, yani arifler arasına karışması icab eder.

   Ledduni hikmet yönü ile mikat mahalli, zamanın Mürşidi Kamil’ini bulup onun irşadına mazhar olmaktır. İhram giymek ise, kamilin irşadı ile kulun kendinin ve cümle eşyanın yokluğu/fenası keşfine ulaşmasıdır. İşte böyle yokluk keşfi irfaniyeti ihramını giyen kul, “Lebbeyk Allahümme lebbeyk” / çağrına icabet ederek geldim Allah’ım, yokluğa/fenafillaha ulaşmış kulluğumla ve cümle emrine ve yasaklarına riayetle emrine amadeyim.“lebbeyke la şerike leke lebbeyk” / tevhidi efal, tevhidi sıfat ve tevhidi zat keşfi irfanı ile vakıf oldum. Ki senin ortağın yoktur ve senden başka varlık olmaz şuuru ile sana amade geldim. “İnnel hamde ve niğmete leke vel mülk la şerike lek” / Senin ortağın ve senden gayrı bir varlık olmadığı için, medhedilip övülmeye ancak sen layıksın. Mazhar olduğumuz maddi ve manevi nimetler senden olup, hepsi senin tecellilerindir, diyerek. Böyle bir anlayış ve şuur telbiyesi ile kul, ariflerin Hakk’ın zuhurunda cem oldukları arafatı yani arifler otağını ziyaret ederek, o da ariflere karışıp hep Hakk’ı müşahade vakfesini yapar.

   Şeriata göre Arafat vakfesinin Cuma gününe denk geldiğinde yapılması Haccül ekberdir. (Büyük hac’dır) Ve Cuma günü vakfe yapanlara haccül ekber denir. Ki, Cuma kelime olarak toplanma yani cem olma demektir. Hakikat ta haccül ekber, kendinin ve cümle âlemin yokluğunda zahir olan hakkın tecellisinde kulun batın olmasıdır. Yani Arafat olan arifler otağını bulan kulun, Hakk’ın zuhurunda yokluğuyla batın olarak cem olması, haccül ekberdir.    

    Şeriata göre Zahiren yapılan hac’da, arafat vakfesini yapan bir kul, arafattan tekrar mekkeye gelir ve bu defa beytullahı örtüsü kalkmış olarak tavaf ederek, farz tavafını yapar ve hac ibadetini tamamlayıp hacı olur.

    Arafattan dönüşle beytullahı örtüsü kalkmış bir şekilde tavaf ederek haccı tamamlamanın ledduni hikmet yönü ile izahı şöyledir:

Zamanın mürşidi kamili’ni bulup, onun irşadıyla mikat mahalline ulaşarak, ihramın ve telbiyelerde ki yokluk/fena irfaniyetiyle Arafat vakfesine mazhar olan arif kuluna Rabbı, perdesini kaldırıp ona kesret alemindeki tecellilerle yüzünü göstermesidir. Ve bu müşahade ile o kul, cümle varlığın aslı olan yedi sıfatın cüz’üne mazharıyetle, kûl olan Hakk’ı yedi defa tavaf ederek haccül ekberi (büyük haccı) tamamlar.

       Tavafın yedi defa yapılmasının hikmeti ise, hakkın yedi sıfatı subitiyesine kulun kemal ile mazhar olması içindir. Çünkü Her insanda hayat, ilim, irade, kudret, görmek, işitmek, konuşmak ve kudret olan Allah’ın yedi sıfatı subutiyesi mevcuttur. Kul bilse de bilmese de bu sıfatlara mazhardır. Kulun bu mazharıyeti bilip arif olması için ondaki ilim sıfatının tevhidi hakiki ilmi ile şereflenmesi gerekir. Ki o zaman o kul sıfatların kemaline mazhar olur. İşte bu da mikat mahalli olan zamanın kamili mürşidinin irşadı ile mümkündür. Ve Kamil’in irşadıyla cümle varlığın aslı olan Hakk’ın sıfatlarının kemaline mazhar bir kul, cümle varlıktaki Rabbin zuhurunu, her yerde ve her zaman müşahade tavafını yaparak, Haccül ekber kulluğu ile her zamanda ve her âlemde var olur.

Haccın bazı zahiri uygulamalarına ve ledduni hikmetine yönelik değerlendirme noksanlarıyla beraber son bulmuştur. Her şeyi en iyi bilen yüce Allah’tır. Velhamdülillahirabbilalemin.


                                                                                       Nejdet Şahin

                                                                            20 Ramazan 2009 eylül

                                                                                            Salihli