10 Ocak 2012 Salı

Derbeyân-ı Sırr-ı tesbih-i âlâ meslek-i tahkik’ül Hilmi-6

yamdan hem nüzul eyler
Adın emre rücu eyler
Ve kıyamdan hem nüzul eyler, adın emre rücu eyler. Yani adı şanı mevki ve makamı ne olursa olsun her mümin, namazda kıyamdan yani ayakta elleri bağlı olarak durmaktan “Allahu Ekber” diyerek, Allahın emri ile eğilip rükûya rücû eyler. Ki bu aynı zamanda salikin, kıyamın remzettiği tevhidi Efal mertebesinden mürşidi kâmilin telkiniyle tevhidi Sıfat makamı irşadına terakki edip yükselmesidir.
Fena-fi’ Zat ki secdedir
Görünmez gayri cem'dedir
Fena- fi Zat ki secdedir, görünmez gayrı Cem’dedir demek ise, kulun Hakk’ın Zat tecellesiyle fenaya / yokluğa ulaşması, namazdaki secde sırrına mazhar olmasıdır. Ve kul eriştiği bu yokluk / fena mazhariyetiyle ona Zat-ı ilâhiden gayrı görünmez. Ve böyle bir kul, Hak zuhurunda batın müşahede ile makamı Cem sırrına ulaşır, demektir.
Ki ortancı salât budur
Vasat ümmet bunu kılar
Ortanca salât: orta namazı, Vasat: iki şeyin arası, orta, demektir. Orta namazı beyanla Kur’an’da; “koruyun namazları, hele salat-ı vustaya / orta namazına dikkat edin..” (Bakara-238) buyrulur. Bunu ifadeyle, kulun yokluğuyla eriştiği Hakk’ı zahirde halkı batında cem müşahedesi, ayette ifade olunan ortancı salâttır / namazdır. Ki bu namazı, vasat ümmet, yani fena ve beka makamlarının ortasındaki makamı cem irşadına mazhar olanlar kılar, demektir.
Dahi ruh-ı salât derler
Görünen cümlesin birler
Kur’an’daki “..Namaz müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.” (Nisa- 103) Ayet beyanı gereği günde beş vakit kılınan namazlar, kulun suret ve bedeniyle kıldığı namazlardır. Ortancı namaz ise ruh-u salâttır, yani ruh’un namazıdır. Her kim bu ruh-un namazını kılarsa Hakk’ın zuhurunda halkı batın, Hakk’ı zahir, müşahede gereği o, daima Hak vahdetine / bir’liğine nazar ederek cümle görünenleri bir’ler
Hakikat ka'beye gider
Salât mi'racını ider
Kâbe, Allahın emri gereği her vakit namazında müminlerin yönelmelerinin ve Hac’da etrafının tavaf edilmesinin farz olduğu Beytullah’tır. (Allahın evidir) Ve bir ev içinde barınan sahibi için ziyaret edilir. Ki Beytullah, yani Allah’ın evi olan Kâbe de Allah’a yakın olmak için ziyaret edilir.
Hadisi şerifte “Müminin namazı / salâtı miraçtır” buyrulur. Ki, kulun namazda beytullaha yönelip ‘Allahu ekber’ diyerek Allahı tekbir etmesi, Allaha kıyam rükû ve secde etmesi, Allahı zikir ve tesbih etmesi gibi namaz müddetince hep Allah’la meşgul olması, şeriata göre miraçtır. Hakikat miracı ise, sadece namaz müddetince değil, her yerde ve her zamanda zikri daim uyanıklığı ve meratibi ilâhi müşahedesiyle kulun Rabb’in katına yükselip, Rabb’ine kavuşarak her tecellide Rabb’ini müşahede etmesidir. Bu aynı zamanda Hakk’ın emri gereği namazda yönelinen, Hac’da dış etrafı tavaf edilen Beytullah’ın / Allah’ın evinin içine kulun girip, Allaha yakın olmasıdır.
Bu itibarla, kulun kendinde ve her yerde Zat-ı vahdeti / bir’liği ile mevcut olan Hakk’a kavuşup Hakk’ı müşahade etmesi, hakikatta kulun Kâbeye yani Allahın evine girip evin sahibi olan Rabb’ine yakın olmasıdır. Ve namazın / salâtın hakikatı olan miraca yükselmesidir.
Tamam kâmil olur bu er
Habib mahbub nedir bilir
Böyle Beytullah girip miraç keşfi marifetine ulaşmış ruha mensub olan bir er, Hak âşıklarının ilâhi sevgilisi / mahbubu olan Hakk’a vasıl ve yakın olduğu gibi, Allahın habibi / sevgilisi olan Hz. Muhammedi bilip müşahede eden Kâmil bir insandır.
Bu itibarla, “Eşhedüenlailaheillallah ve eşhedü enne muhammeden abduhu ve resuluh / Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammedin Allah’ın kul’u ve elçisi olduğuna müşahade ederek şahitlik ederim” kelimeyi şahadet beyanı. Hakikatı yönüyle kulun İlâh-i sevgili olan Rabb’ini ve Hz. Muhammedi (s.a.v) görmek, işitmek, dokunmak, koklamak ve tatmak olan beşi zahir. Akıl, idrak, hayal, hafıza ve vehim olan beşi batın duyularıyla müşahede etmesidir.
Dahi cum'a vü bayramlar
Bu sır üzre gelirler
Şeriata göre, cuma namazının cemaat ile kılınması farz olduğu gibi,, bayram namazının da cemaatla kılınması vaciptir. Cuma ve bayram namazların sırrı mahiyetini ifadeyle cenab-ı Hak: “Ve kulum bana, kendisine farz kıldığım şeyden bana daha sevimli hiçbir şeyle yaklaşmaz. Kulum bana nevafille öyle yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle tutar, benimle yürür. (Hadisi kutsi) buyurur.
Bu kutsi beyanda, yüce Allahı farz yakınlığı ve nafile yakınlığı müşahadesine ulaşan kullarına muhabbet edip onları seveceğini söylüyor. Ki ledduni hikmeti açısından, tüm cemaatın bir vücut olarak Cuma ve bayram namazlarını kılması, Allaha “farz yakınlığı” remzeder. Cuma ve bayram hutbeleri ise, Allaha “nafile yakınlığı” remzeder.
Hz.Resulullah (sav.) İbni Abbas’a hitaben;“Vücudunu kayırma” Dediğinde İbn-i Abbas:“Ya Resulullah vücudum kusurmudur” deyince Hz.peygamber efendimiz: “Vücudun en büyük günahtır. Onunla hiçbir günah kıyas edilmez.” Buyurmuşlardır. Şeyh-ül Ekber ise; “vücut günahı günahların anasıdır” der.
Bu itibarla, bayramlar fıtır / fitre bayramı ve kurban bayramı olmakla ikidir. Fıtır bayramı kulun fıtır sadakasını vermesiyle üç gün yaptığı bayramdır. Ki hakikat ve hikmet yönüyle fıtır sadakasını vermek, kulun “vücud günahından” arınmasıdır. Ve kulun vücut günahından arınarak eriştiği bayramda üç gün olan Zat, Sıfat ve Efal tecellilerinde Rabb’ini müşahede edip ilâhi zevklerle zevklenmesidir.
Kurban, kelime olarak kurbiyyet, yakın olmak demektir. Ki hakikat ve hikmet yönüyle kurban bayramı, ulaştığı vahdet yani bir’le bir olma şuhudundan, vahdetin kesreti / çokluğu sırrına kulun terakki edip yükselmesidir. Böyle bir terakkiye mazhar olan bir kul ruh, nefs, kalp ve sır olan dört mertebe keyfiyetinden hâsıl olan ilâhi zevklerle, dört gün bayram eder.
Bunu beyanla, Habibullah yani Allahın sevgilisi olan Hz. Muhammed ve ilâh-i sevgili olan Hakk’ı müşahadeyle arif olan insanı kâmile, cuma ve bayram günlerinin içerdiği sırlar ayan, yani apaçık olur, buyruluyor.
Bu raz hem arş-i ekberdir
Ki “er-Rahman ale'l-arşi's tiva”dır
Raz: gizli sır, saklı şey, anlamında olup Kur’an’da, “Er Rahmanu alel arşistiva / Rahman arşı istiva etti / kuşattı” (Taha- 5,) buyrulur. Ki böyle insanı Kâmilin şahsında gizli saklı olan raz / sır, ayette beyan olunan arşı ekberin (büyük arşın) sırrıdır.
Ne kim tesbihe mahirdir
Namaz içre o dâimdir
Kur’an’da daim namazı ifadeyle,“Onlar ki salâtlarında / namazlarında daimdirler” (Meariç- 23) buyrulduğu gibi, Yunus emre Hz.leri;
Aşk oldu imam bize gönül cemaat
Kıblemiz dost yüzüdür daimdir salât. Der.
Bunu bayanla, her kim tesbihin taşıdığı sır ve mahiyetleri mahir olup anlamayı becerirse, o kişi, daim salâta (namaza) duranların içine / arasına dâhil olur, buyruluyor.
Hem abdest buna dairdir
Hakikatle taharetde şamildir
Hem abdest buna dairdir hakikatle taharetde şamildir demek, anlatılan hikmet ve mana yüklü bu sırlar abdeste ait olup, bu sırları abdest içerdiği gibi, Hakikat’te cehalet, gaflet, şirk, vücut günahı vb. kir ve manevi pisliklerden tahareti (temizlenmeyi) de abdest kapsar, demektir.
Gusül bu sırra mebnadır
Taharet böyle kübradır
Gusül: büyük abdest, boy abdesti, Mebna: temel, asıl, esas, Kübra: büyük, en büyük demek olup, Gusül abdesti de abdestin içerdiği temel esasları, değerleri ve sırları kendinde toplayan, hem zahiri yönden hem de hakikat üzere kübra (büyük) taharettir. (temizliktir)
Dahi savm ü güzârdır
Ki perhiz masivadır
Savm: oruç, güzar: geçiş, beceren, yapan anlamında olup, savmı / orucu her kim hakikatına uygun olarak tutmayı becerirse, o anlar ki oruç masivadan yani Allahtan gayrı olan her şeyden perhiz edip kesilmektir.
Hakikat menbaı budur
Şeri'at mercii budur
Menba: kaynak, merci: dönülecek yer, makam, demektir. Ki masivadan yani Allahtan gayrı olan her şeyden arınıp kesilerek, fenafillâh irfanı ile Hakk’a kavuşmak ehl-i hakikatın var oluş menbaı / kaynağı olduğu gibi. Aynı zamanda ehl-i şeriatın, ancak âlemi ahirette amel cennetindeki müminlerin ulaşacaklarını zannettikleri merciidir / makamdır. Çünkü şeriat ehilinin anlayışına göre, bu âlemde Hakk’a kavuşulamaz, ancak amel cennetindeki müminler Rabb’in cemalini görebilirler.
Tarikat menzili budur
Hem ilm-i marifet budur
Tarikat yol demektir ki, Hakk’a kavuşma tarikine yani yoluna giren Hak yolcusunun, varmak istediği menzil rabbine kavuşup vasıl olmaktır. Marifet ehlinin bir birinin aynısı olmayan cümle tecellileri bir birinden ayırd ederek, müşahede etmesi onu Rabb’inden asla ayırmaz. Bu itibarla, tarikat ilmine mensub olanların da varıp ulaşacağı menzil olduğu gibi, hem de ilmi marifet dahi budur buyrulmakla, ehli tarikatın ve ehli marifetin Rabb’in müşahedesi amaç ve gayesi ile var olduğu ifade ediliyor.
, Rical-i kâmilin bilir
Bu telkini nice olur
Ve bu Hakk’a kavuşup Hak’tan ayrı uzak kalmamak menzil keyfiyetine nasıl erişileceğini, bu telkinin nasıl / nice olduğunu ancak rical, yani ruha mensup olan seçkin insanı Kâmil bilir.
Taleb iden ledün budur
Bedel canın veren bulur
Ki ancak taleb edilmekle bulunabilinen bu menzil ve keyfiyetin sırlarını içeren ilmi ledün, yani meratibi tevhid keşfi irfaniyeti budur. Bunu taleb eden bir kimse eğer bedel olarak, yani bu talebine karşılık canını verirse, ilmi leddun olan tevhid makamlarının keşfi irfanını bulur.
Mafsal hem de esrar var
Bu telkini sen al ey yar
Mafsal, eklem manasına olup, şimdiye kadar bu şiir de beyitlerin bir birine mafsal gibi eklenerek anlatılanlarda, hem de ne esrar, yani nice sırlar var. Ey yar / ey dost, bu sırları aydınlatacak olan zamanın kâmil mürşidini bul, onun teveccühüne mazhar olup bu sırları sana apaçık ayan edecek olan telkini, kâmilden alıp elde etmeye bak.
Benim şeyhim Hulusi'dir
inde ata ulusudur
Ki benim telkin-i irşadına mazhar olduğum şeyhim, mürşidim Brot’lu Recep Hulusi Hz.dir. Ki benim indim de / benim nezdimde mürşidim Recep Hulusi Hz.nin telkin-i irşadı, mazhar olduğum en yüce ve değerdeki ata ulu’sudur. Yani mazhar olduğum lütuf ve ihsan hediyelerinin en yücesi ve âlâsıdır.
Hem ol müra hümasıdır
Hep ulviyyet gıdasıdır
Hem o müra, yani Recep Hulusi Hz. riayet edilip uyulacak öyle bir hüma / devlet kuşudur ki o, insanı hep ulviyet ile yani ruhani yüceliklerle gıdalandırıp insanı irşadıyla aydınlatarak, besler.
Muvahid’in rehnümasıdır
Kulûba müşgan ifasıdır
Ve muvahid’in, yani ehl-i tevhidi hakikinin rehnuması (yol göstericisi) ve kulûba müjdegân, yani kalplere müjde verme faaliyetini yapıp ifa edendir.
Bu Hilmi ya o hadidir
Hakikatde reşadidir
Pir seyyid Muhammed nur Hz. “Hidayetin baş mazharı Hz. Muhammed (s.a.v) olup onun temsilcileri âlimler ve mürşidi kâmil’dir” diyor. Bunu beyanla, Ey Abdülmalik Hilmi, iyi bil ki zamanındaki zuhuruyla o Recep Hulusi Hz. hidayet tecellisinin temsilcisi olduğu gibi, Allahın Hadi isminin yeryüzündeki mazharıdır. Ve hakikat’ta reşad’dır, yani hidayetin kemali mazhariyetle, ilmi hakikat irşadı yapan ve her zaman yeryüzünde var olan mürşidi kâmil’dir. Buyruluyor.
Sülukum hem Melamidir
Târiklerin imamıdır
Melamilik, Hz. Âdem (as.) den kıyamete kadar gelmiş geçmiş cümle peygamberlerin, velayet tebliğ ve irşadı yapan tüm zamanlardaki kâmil mürşidin mazhar olduğu Muhammedi kulluk neşesidir. Fenafillâh olup Hz. Muhammed ahlâkı ile ahlâklanmak olan Melamilik, her nefeste zikri daim ve yedi tevhid makamından ibaret meslek-i resul seyri sülükudur. Ve Mevlana, Bahaeddin Nakşibend, hacı Bektaşı Veli, Abdülkadir Geylâni, Niyazi Mısri gibi her zamandaki Kâmil mürşid tarafından bu meslek-i resul telkin-i irşadı yapılarak, yaşadıkları zamanda Muhammedi kulluk olan melâmet neşesiyle etraflarını aydınlatmışlardır.
Geçmişte böyle velayet irşadı yapan kâmil zatlara hürmet iltifat edildiğinden çok kimseler, kendileri gittiği gibi çocuklarının da irşad olmaları için bu kâmil zatların bulunduğu tekke ve zaviyelere gönderirlerdi. Bu kâmil zatlar, irşad olmak için tekkeye gelenlerin sadakat ve kabiliyetlerini ölçmek, hem de elemeyle sayılarını azaltmak için onlara yüz, beşyüz, bin, on bin vb. sayılarla esmalar, salâvatlar, dualar vb. virdler yaptırdıkları gibi, gece veya gündüz fazla olarak ibadetler, çeşitli çile ve riyazetlar yaptırırlardı. Ki bu yaptırılan elemelerin zorluğuna dayanamayanlar o tekke ve zaviyeden ayrılıp memleketlerine geri dönerlerdi. Ki bu şekildeki dönüş ve azalmalar neticesinde tekkede kalan sadık öğrencilere, cümle peygamberlerin ve her zamandaki mürşidi kâmilin asıl ve esas eğitimi olan Melamilik hedefi verilir, her nefeste zikri daim ve yedi tevhid makamı telkin edilerek mesleki resul seyri süluku gösterilirdi.
Elemlere takılıp, Melamiliğe ulaştıracak olan meslek-i resul telkin-i zikri daim ve meratibi tevhid irfanıyla irşad olamayanlar memleketlerine döndüklerinde; ‘Ben falanca büyüğün mesela Mevlânanın, Yunusun, Hacı Bayramı Velinin, Niyazi Mısrinin, hacı Bayramın tekkesinde eğitim aldım, onların eğitimi şu şu esmaları çekip, şu şu virdleri yapmaktır.’ Diyerek gördüğü eleme eğitimini anlatmakla etraflarında cazibe oluşturarak tarikat ve cemaat yapılanmalarını meydana getirmişlerdir. Bu cemaat ve tarikat yapılanmaları yüz yıllardır İslam dünyasında varlığını devam ettirdiği gibi, günümüzde de irili ufaklı olarak geçmişte etrafına rahmet saçmış meşhur büyüklerimizin popüler olan isim ve ünvânları kullanılarak, falanca büyüğün fişmanca büyüğün yolu diye içeriğinde meslek-i resul seyri sülüku ve Melâmet neşesi olmadan halen devam etmektedir.
Bu itibarla, Abdülmalik Hilmi Hz. sülukum, yani kâmil bir insan olabilmek için girdiğim yol Melamilerin yolu olup, melamilik tarikatların imamıdır, buyuruyor. Yani Melamilik neşesi, cümle cemaat ve tarikat yapılanmalarının esasen varıp ulaşmayı amaçladıkları menzil olmakla tüm tarikatların imamıdır, demektir.
Muhammed Nur ki pirimdir
Ki Emri emirimdir
Melamilik olan mesleki resul telkin ve âli prensipleri, beşeri müdahalelerle aslından saptırıldığı için, her yüzyılda gelen müceddidler / yenileyiciler tarafından yenilenip düzenlenerek, yapılan müdahalelerden arındırılıp o mücedidin şahsında asıl ve esas üzere meslek-i resul telkin ve âli prensip ve değerleri tasnif edilerek düzenlenir. Bunu ifadeyle bazı sahabelerin, “Mesleki resul seyri süluk telkinini, âli prensiplerini yazalım eğer yazmazsak ilavelerle eksiltmelerle bozulacak ya resulallah” dediklerinde Hz. Resulullah efendimiz: “Hayır yazmayın her asırda / yüzyılda onun müceddidi / yenileyicisi gelir ve yeniler” buyurmuşlardır. Ki her yüzyılın müceddidi o yüzyıldaki cümle Kâmil mürşidin imamı olup, o yüzyıldaki cümle ehl-i kemal o müceddidin şahsında zahir olan telkin ve âli prensiplere sadakat gösteriler. Ki sadakat gösterdikleri o telkin ve âli prensipler telkin-i irşadıyla marifetullaha ve kemalata mazhar olurlar. Ve mazhar oldukları marifet ve kemalatın irşadını da yaparak etraflarını aydınlatırlar.
Yirminci yüzyıl müceddidi / yenileyicisi pir seyyid Muhammed nur Hz. olduğu için, Hz. Pir bu asır ve bu zamandaki cümle mürşidi kâmil ve ehl-i kemalin pir’idir. Ve zamanımızda hiçbir mürşid Hz. Pir’in (pir seyyid Muhammed nur Hz.nin) şahsında tasnif olan mesleki resul telkin ve âli prensiplerine tabi ve teslim olmadan kemal bulamaz. Ve mürşidi kâmil olamaz. Çünkü Muhammed-i kulluk tarifinden ibaret olan mesleki resul âli prensipleri, Hz. Pir’in şahsında meslek-i resulu Ahmediyeyi melâmiye olarak, tasnif ve düzenlemesi zahir olmuştur. Ve Hz. Pir’in kendisi ve halifeleri tarafından bu âli prensiplerin telkin-i irşadı yapılmıştır. Ki Hz.pir’in halife ve vekilleri tarafından halen yapılmaktadır.
Abdülmalik Hilmi Hz. de Hz. Pir’in Halifelerinden olduğu için Muhammed Nur ki pirim’dir, piri’min mesleki resul-u Melami âli prensipleri olan telkini emri ne ise, benim telkin ettiğim de aynı olmakla onun emri benim emrimdir, diyor.
Ki ol Hakk'dan hidayettir
Umum piran o gerdana meratibdir
Ki o Hak’tan hidayettir, yani müceddid / yenileyici olan Hz.Pir, cenab-ı Hakk’ın hadi ismi tecellisi olan hidayet mazharıdır. Umum piran o gerdana meratibdir, yani zamanımızdaki umum / tüm kâmil olan mürşid ve piran (pirler) onun şahsında tasnifi zahir olan mesleki resul âli prensip ve meratibi tevhide boyun eğip teslim olurlar. Ve kâmil olan cümle mürşid ve pirler, teslim olup boyun eğdikleri âli prensip ve tevhid mertebeleri irşadıyla etraflarını aydınlatırlar, demektir.
Risale bunda hatm olur
Bu muhtasar hediyyedir
Risale: Küçük kitap, mektup, hatm: bitirme, muhtasar: kısa, demektir. Ki risale bunda hatm olur, yani tesbihin sırlarını anlattığımız bu küçük kitabı burada biter. Ve bu muhtasar hediyedir, yani bitirip sonuna geldiğimiz bu kitap, muhtasar / kısa bir hediyedir, buyruluyor.
Hep ihvana yâdigârdır
Avamlara ziyankârdır
Aynı zamanda bu kitap hep ihvana, cümle iman kardeşlerime yadigâr (hediye, hatıra) olup avama, yani mesleki resul seyri sülüku görmemiş olanlara ziyankârdır. Ki bu ziyan böyle hikmetli sırları anlayamayanların, bu ve benzeri ledduni manalar içeren hikmetli sözleri cehaletle gâh inkâr ederek, gâh peşin hüküm ve inatla reddetmeleri ile hâsıl olup meydana gelen ziyan ve zararlardır.
Ki nâ-ehle münâfidir
Okur yine kuyud eder
Na ehil: ehil olmayanlar, münafi: zıd, aykırı kuyud: bağlar, kayıtlar, demektir. Ki mesleki resul seyri sülukundan gafil kimseler, bu ve benzeri Kur’an ve Hadis kaynaklı hikmetli sözleri okuduklarında bu sözler, onların anlayışlarına münafi / aykırı geldiğinden hiç araştırıp tefekkür etmeden bu hikmet ve ledduni mana içeren sözleri sapkınlıkla, yanlışlıkla vasfedip kayıt ederler.
Bilemez o haramidir
Bu bir sırr-ı te'alidir
Te’al: yüce, yücelik, Harami: haydut, yol kesici, demektir. Cenab- Hak Kur’an’da, “Ben cinleri ve insanları; ancak bana ibâdet / kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) buyurur ki irşadla görevli sahâbenin büyüklerinden İbni Abbas, (ra) bu âyette beyan edilen ‘ibâdet / kulluktan’ maksadın ‘ârif ve ehl-i tevhîd olmaktır’ diye tefsir etmiştir. Hz. Pîr’in ikinci kuşak halifelerinden pirezerenli Hacı Kâmil Tosko Hazretleri, bu ayette geçen ibadeti kulluğu ifadeyle; Bu âyette ifade edilen kulluk ve ibâdette üç hikmet vardır: Birinci hikmet, amel-i salihtir. Yani Allah’ın emirler ve yasaklarına riayettir. İkinci hikmet, amel-i salih ile beraber yakaza hâlidir, yani zikrullah uyanıklığıdır. Üçüncü hikmet ise, amel-i salih ve zikrullah uyanıklığıyla beraber tevhîd-i mabuddur.” Demiştir ki bu üç hikmet olan ameli-salih, daim zikir uyanıklığı ve tevhidi mabut ancak, kul’u yaratılışının yüce maksadına ulaştırarak kendinde ve cümle âlemde mevcut olan Rabbi’ne vasıl edip kavuşturur.
Bu itibarla, zahiren dosdoğru yolda giden yolcuları soyup eziyet edenlere yol kesici, harami dendiği gibi, Hakk’a vuslat etmesi için yaratılmış olan insanı, Rabb’ine ulaştıracak olan zikri daim, meratibi tevhid irşadı ve kuran kaynaklı Muhammedi kulluğa ulaşma yolundan alıkoyan da yol kesicidir, Haramidir.
Bu yol kesici haramilarin başında, insanı Rabb’ine kavuşturacak olan zikri daim ve meratibi tevhid keşfi irfaniyetinden kendisi habersiz ve bu irşada kendisi muhtaç olduğu halde, etrafındaki Hak taliplerini çeşitli vird ve esma talimleriyle meşgul edip avutan nakıs (eksik) kâmil olmayan şeyhler, mürşidler gelir. Çünkü bunlar her insanın ezeli fıtratında (doğuşundan) var olan Rabb’ine vuslat yolunu engellemekle, yaratılış amacına ulaşıp Rabb’ine kavuşmaktan dünya ve ahiret ebediyen insanı mahrum ederler.
Bu itibarla, bu tesbih risalesindeki beyitlerde anlatılanlar vahiy kaynaklı olup, teal / yücelik ulviyet sırlarını içerdiğinden kulu yaratılış gayesine ve insanı kâmil makamına ulaştırır. Ve bir insan, bu risalede ifade olunan zikri daim ve maratibi tevhid seyri süluku olan manevi yolculuğu yapmadan, Muhammed-i kulluk kemaline erişemez. İşte bu yolculuğu engelleyip mani olanın mevki ve makamı ne olursa olsun, her kim ve hangi ilmin âlimi olursa olsun o, insanı kâmil yolculuğunun yol kesicisi, haramisidir.
Bu bir sırr-ı cünbüşe benzer
Oyuncu akça cem ider
Cünbüş: eğlence, akça: eski bir para, demektir. Bu risalede anlatılan sırlar öyle bir cünbüştür / eğlencedir ki, bu eğlenceye katılan bir oyuncunun manevi kâr ve kazancı çok olup o, bol bol manevi para / akça cem eder. (toplar)
Ki seyrana şaşa kılur
Düğün dahi temam olur
Ki seyrana, yani bu risalede anlatılanlarla yapılan ledduni mana yüklü gezintiden hâsıl olan zevk ve keyfiyet karşısında insan, ancak hayret edip şa şa kalır. Ve bu eğlenceli düğün de tamamlanmış olur.
Kocası arusı alur
Zifaf ider safalanur
Bu düğünün neticesinde kocası (damat) arusu (gelini) alıp evine götürür. Ve karı koca olarak bir ev çatısı altında birleşerek, karı koca birliğini oluşturarak safalanır, yani gönül şenliği ve ferahlık bulur.
Nikâh sırrına kim irer
Bu ezvaki temam alur
Ezvak: zevkler, Nikâh sırrı ise, kulun Rabb’ine kavuşarak Rabb’in bir’liği ile bir olmasıdır. Bunu beyanla bir kulun nefsi ile tabiattan aldığı lezzetlerin en üstünü, nikâhlısıyla bir çatı altında aile birliğini, halvetini oluşturma keyfiyeti olması gibi. Bir kulun ruhen tadabileceği en âlâ / yüce zevk, Rabb’ine kavuşup vuslat etme zevki keyfiyetidir. Ve nikâh sırrı bu zevk ile zevklenmektir.
Kalem divatda konulur
Çocuk dünyada yetişdirir
Divit: Yazı yazmak için kullanılan hokka ve kalemi bir arada tutan muhafaza, demektir. Buna göre kalem divite konur demek, zahiri yönden bu sırları yazarak risaleyi oluşturup zuhura getiren kalemin görevi risale tamamlandığı için bittiğinden, kalem, muhafazası olan divite kondu demektir. Ki ledduni hikmet yönüyle Kalem, Hakk’a ait sırları tevhid makamları olan meratibi ilâhi marifet ve kemalatıyla yerli yerinde açığa çıkaran insanı kâmildir. Kamil mazhar olduğu ilham ve doğuşlarla ilâhi sırları açıklayarak etrafını aydınlatır. Ki bu aydınlatma aynı Malik efendi Hz.nin, bu tesbih risalesinde meydana çıkardığı ilâh-i sırlarla insanı aydınlatması gibidir. Bunu ifadeyle Kur’an’da: “Odur kalemle öğreten. İnsana bilmediğini öğretti.” (Alak- 4,5) Buyrulur.
Bu itibarla ledduni mana yönüyle kalemin divite konması, bu risaledeki sırlarla ilgili doğuş ve ilhamın gelişi tamam olup kesildiği için Malik efendi Hz; tesbihin sırlarının beyanına kalem gibi mazhar olan kulluğum, yokluğuyla vahdet-i Zat divitine dalıp gark oldu, diyor. Ve devamında, cenab-ı Hak’tan gelen bu doğuş ve ilham marifetiyle meydana gelen çocuk dünyada yetişir, buyuruyor. Ki Hakk’ın ilham ve doğuşuna mazhar olan kâmil bir kulluk, ancak bu imtihan âlemi olan dünyada zikri daim ve meratibi tevhid keşfi irfanıyla oluşur, böyle bir kulluğa ancak bu dünyada ulaşılır, demektir.
Nihayet rumi ayıdır
Şubat onyedi mahidir
Bu risalenin nihayet yani son bulup tamamlanma tarihi, rûmi senenin şubat ayının on yedinci günüdür.
Bin üçyüz tarihidir
Gelen giden bu vazıhdır
Vazıh açık, belli anlamında olup, rûmi takvimin bin üçyüz (milâdi 1894) yılında bu tesbihin sırları vazıh açıkça belirtilerek yazıldı.
Ki her bir fatihin hâtimi var
Ki her varın fenası var
Fatih: fetheden, açan, açıklayan manasına olup her fethediciliğin, açıklamanın hatimi (sonu-bitişi) olması gibi, her varlığın fenası vardır. Yani cehaletle Hak’tan gayrı olduğu zannedilen her bir varlık, fena / yokluk üzeredir demektir. Bunu ifadeyle Kur’an’da “...Her şey fanidir / yoktur, var olan ancak O’nun vechidir / yüzüdür...” (Kasas, 88) buyrulur.
Abdülmalik Hilmi Hz.nin derin ledduni manalar içeren tesbih risalesine, meslek-i resul hizmetkârı Nejdet Şahin mazhariyetiyle yapılan şerh / açıklama, hata ve kusurlarıyla beraber burada tamamlandı. Tesbih risalesinin şerhine bizi mazhar kılan Allaha Hamd, resulu Muhammed (s.a.v) evlatlarına / ehl-i beytine selam olsun, Rabb’im tesbih risalesinde bahsedilen hikmet ve ledduni manalara bizleri de mazhar edip meslek-i resule sadakattan, hizmetten mahrum etmesin  
                                              27 temmuz 2011 izmir