23 Ocak 2013 Çarşamba

Hz.MUHAMMED’İN (s.a.v) DOĞUMU/MEVLİDİ


        Cümle âlemleri aşkından yarattığı Hz. Muhammed’e (s.a.v) bizi ümmet yapan Allah’a hamdolsun. Hz. Muhammed’e ve her zaman mevcut olan evladı resule / ehli beyte selam olsun. Rabbim bizleri de onların zümresine dâhil etsin.    
        Hicri takvimin rebiul evvel ayının 12 sinde kutlanan mevlit kandili, isminden de açıkça anlaşıldığı gibi Hz. Muhammed’in bu yeryüzü âlemine unsur bedeni ile doğmasını ifade eder. Mevlit Arapça bir kelime olup Türkçe, doğum / doğuş demektir.
Peygamber Efendimizin babası Abdullah ve annesi Âmine validemizden beşer olarak unsur bedeniyle doğması, sıradan ve alâlâde bir doğum değildir. Çünkü bu doğumla beraber aleni olarak birçok harikulade (olağanüstü) hadiseler olmuştur. Ki o zaman İran’a bağlı bir yerleşim olan Mekke’de tahakkuk eden bu doğumla beraber, İran’da Mecusilerin (Ateşe tapanların) bin yıldır sönmeyen ateşi sönmüş, krallarının sarayı yıkılmıştır. Suriye’de Save nehrinin bin yıldır kuru olup su görmeyen yatağı sularla dolup taşarak akmıştır. Hz. Resulullah’ın doğumu esnasında doğuma yardımcı olan kadınlar da açıkça birçok harikuladeliklere (olağanüstü hadiselere) muhatap olmuşlardır. Resulullah efendimizin annesi Âmine validemiz ise, doğumla beraber “Biri doğuda, biri batıda, biri de Kâbe’nin damında olmak üzere üç bayrak dikildiğini gördüm” demiştir. Velhasıl, Hz. peygamber efendimizin doğumunda zahiren daha başka birçok olağanüstü hadiseler olmasına rağmen bunlar, ancak bazılarıdır.
        Hz. Muhammed’in (sav) doğumunun / mevlidinin leddun-i hikmet açısından ise önemi şöyledir: Hadisi şerifte; “Allah evvela benim nurumu yarattı.” Başka bir Hadiste ise “Âdem su ile toprak arasında iken ben nebi idim.” buyrulur. Bu ve benzer beyanlardan anlaşıldığı gibi Hz. Resulullah Efendimizin her bir varlıktan ve cümle âlemlerden önce yaratılmış olan “vücudu nur-u Muhammed” kimliği şahsiyeti vardır. Ve nur-u Muhammed Hz. Âdem’de ve cümle peygamberlerde hidayet davetçiliği olarak zahir olmuş. Tüm peygamberler nuru Muhammed mazhariyetiyle insanlara yol gösterip onları irşat etmişler. Ve her peygamber nur-u Muhammed’in, unsur yani beşeri bir bedenle bu yeryüzü âlemine doğup zahir olacağını ümmetlerine haber vermişlerdir.
        Bunu ifadeyle insanı kâmil zincirinin altın halkalarından olan Süleyman çelebi Hz. Mevlidi şerifinde;
Hak taalâ çün yarattı âdemi
Kıldı âdemle müzeyyen âlemi (âdemle bezeyip süsledi âlemi)
Âdeme kıldı ferişthler sücut (âdeme melekler secde etti)
Hem ona çok kıldı Lütfi ol ıssı cut (cömert olan Allah lütfetti)
Mustafa nur’un alnında kodu
Bil habibin nurudur bu nur dedi.
Kıldı ol nur anın ile nice ruzigar (devir, zaman)
Sonra Havva alnına nakletti bil
Durdu onda dahi nice ayu yıl (ay ve seneler)
Şit doğdu ona nakletti nur
Onun alnında tecelli kıldı nur
Erdi İbrahime İsmaile hem
Söz uzanır geri kalan der isem
İş bu resmile müselsel muttasıf (bu şekildeki silsile ile vasıflanmış olan)
Ta olunca Mustafa’ya muntakil (intikâl edince)
Geldi çün rahmetellil âlemin (âlemlerin rahmeti)
Vardı nur karar etti hemin
Tut kulak efsafına ey yâri din (kulak ver ey dinini seven)
Bilesin kimdir o fahrül mürselin. (bilesin iftihar edilen elçi Hz. Muhammed’in kim olduğunu) buyurmuştur.
        İşte mevlidi şerifteki bu beyanlardan da açıkça anlaşıldığı gibi, rebiul evvel ayının 12 sinde vukuu bulan doğum / mevlid nur-u Muhammed’in; unsur / beşeri bedeni ile buluşup, bu yeryüzü âlemini şereflendirmesini ifade eder. Ve bu doğum, İslam âleminde mevlit kandili olarak Müslümanlar tarafından çeşitli hidayete yönelik ibadetler ve etkinliklerle açıkça kutlanır.        İslam’ın ledduni hakikatine ulaşmış olan arifibillâh ve ehli kemâl ise, bu  kandili hem zahirine hem de batınına uygun olarak, nur-u Muhammed kulluğuna mazhariyet gayreti ile yaşayarak sadece bir gece değil, her zamanda ve her yerde kutlarlar.
        Cümle peygamberlerde zahir olup açığa çıkan nur-u Muhammed, “Âlimler peygamberlerin varisidir” Hadisi şerifindeki hikmet gereği, Resulullah Efendimizin unsur bedeniyle yeryüzünden ayrılmasıyla da, Resulullah’ın varisi olan âlim ve mürşidi kâmil’de devam etmiştir. Ki İmamı Azam, imamı Şafii, imamı Malik, İmamı Hanbel, İmamı Gazali, Muhiddini Arabî, Mevlana, Hacı Bektaşı Veli, Niyazi Mısri, Pir Seyyid Muhammed Nur vb. gibi peygamber varisi olan âlim ve ehli kemalin irşat ve tebliğinde Nur-u Muhammed açığa çıkarak insanlığı aydınlatmaya devam etmiş, günümüzde de devam etmektedir. Kıyamete kadar yeryüzünde hidayet davetçiliği olarak devam edecektir.
Her zaman da yeryüzü âleminde mevcut olan bu hidayet davetçisi veli ve âlimlerin irşat ve yol göstermeleriyle, İslam dininin zahir ve batın yönü kemâl bularak yeryüzünde insanlığı aydınlatmış, halen de aydınlatmakta ve kıyamete kadarda aydınlatacaktır. Bunu ifadeyle Hz. Resulullah Efendimiz; “Beni bulmak isterseniz, varisim olan âlimleri bulun, ben orada bulunurum.” buyurmuşlardır. İşte bu “peygamber varisi” olan velilerin ve âlimlerin bu yeryüzünde her zamanda var olmaları ve onların irşadıyla Hidayeti nuru Muhammed’in açığa çıkması, Muhammedi doğuşun, yani mevlid kandilinin leddun-i hikmetini ifade eder. Onların irşadından nasiplenmek ise; mevlid kandiline erişip kandilin ruhaniyetinden istifadeyle Muhammed-i kullukla yaşamayı ifade eder. 
        Her kim mevlit kandilinin ledduni hikmetine mazhar olursa o, sadece kandil gecesi değil, her zaman her yerde ebediyen mevlit kandili aydınlığıyla yaşar, Allahuâlem. Her zamanda mevcut olan Nur-u Muhammed doğuşuna erişip, o doğumun irşadı aydınlığına mazhar olmamızı hidayet verici olan Allah’tan niyaz ederiz.  
                                                        01 Ağustos 2009             

                                                           Nejdet ŞAHİN

15 Ocak 2013 Salı

FENAFİŞEYH FENAFİLLÂH FENAFİRESUL olmak


Kullarına nübüvvet ve velayet elçileri gönderen yüce Allah’a hamd, nur-u zuhuruyla nübüvvet makamını şereflendirmekle cümle peygamberlere imam olan Muhammed Mustafa ya ve evladı resule selam olsun. Rabbim bizleri evladı resule mazhar kılıp onlardan ayrı komasın.

Malum ola ki Fena, yokluk yok olmak anlamındadır. Şeyh ise; bir toplumun ileri gelenlerine şeyh denilmesi gibi, âlim ve arif kimseler de “Şeyhülislam, Şeyh edebâli, Şeyhül Ekber, Arap şeyh” vb. Şekilde şeyh olarak isimlendirilir. Ki genel kabul olarak velayet irşadı yapan zamanın kâmil mürşidi şeyh olarak isimlendirilmiştir. Buna göre Fena fi şeyh; şeyhte fena yok olmak anlamındadır. Ki bunu ifadeyle Abdul Malik Hilmi Hz;

Fena fiş şeyh fenafillah dahi                                           

Bu yolda emri hak telkin-i kâmil. Buyuruyor.

Fena fi şeyh, yani şeyhte fena/yok olmak; maalesef bazı nakıs/eksik kâmil olmayan şeyhler / mürşitler tarafından aslından saptırılıp çarpıtılarak, mürşidin suretini resmini veya hayalini rabıta yapmak olarak tatbik ettirilmektedir. Ki böyle mürşidini rabıta yaparak şeyhin nazarıyla müridin kötülüklerden korunup iyiliklere mazhar olacağını beklemesi, açık şirk olduğu gibi; mürşidinin beşeri işlerini görmek, mürşidine veya mürşidin işaret ettiği oluşumlara, kurum veya şahıslara maddi yardım yaparak maddiyat sağlayıcı faaliyetlerde bulunmakta fena fi şeyh olmak değildir. Bu ve benzeri faaliyetler nakıs/eksik kâmil olmayan mürşitlerin taraftarlarına yaptırdığı kuran kaynaklı olmayan ve vahiyle çelişen faaliyetlerdir. Bu gibi faaliyetler Hak yolcusunu Hak yolundan/tarikatından uzaklaştırarak, kulu rabbine vasıl etmez/kavuşturmaz.

 Fena fi şeyh yani şeyhte fena/yok olmanın aslı hakikati ise; zamanın kâmil mürşidini bulan Hak yolcusunun, yanlış eksik bilgi ve anlayışlarını yok/fena ederek, kâmil mürşidin vahiy kaynaklı olan âli prensipler telkininin galibiyet-i hâkimiyetine, teslim olmasıdır. Çünkü kâmil olan bir şeyh, Allah’ın emri dışında asla Kat a hiçbir şey telkin etmez. Kâmil’in telkin ettiği değerler, kesinlikle muhakkak kuran kaynaklı olur. Ve kâmil mürşidin âli prensipler telkinini, Allah’ın emir ve yasakları ile zikri daim ve Allah’ın makamlarının (meratibi ilâhi) tarifi oluşturur.                   

Buna göre Kâmil mürşit; ‘ne eksik ne fazla beş vakit namaz kıl’ dediğinde bu emir kimin emridir? Elbette Allah’ın vahiyle olan emridir. Kâmil mürşit ‘daim zikir ile Allah’ı zikir et’ diyorsa, bu kimin emridir? Elbette Allah’ın vahiyle olan emridir. Kâmil mürşit ‘her fiilin faili Allah’tır’ diyorsa, bu kimin beyanıdır? Elbette kuran beyanıdır.                                                      

Bu itibarla bir şeyh eğer kâmil ise, onun Allah’ın emir ve yasaklarına ters düşen, kurana uymayan, vahiyle çelişen hiçbir buyruğu ve tavsiyesi olmaz. Bir şeyh, Allah’ın emir ve yasaklarına ters düşen, kuran dışı, vahiyle örtüşmeyen bir şey emreder veya tavsiyede bulunursa, o emir ve tavsiyeye kesinlikle asla uyulmaz, itaat edilmez. Ve o mürşidin nakıs / eksik kâmil olmayan bir mürşit olduğuna hükmedilir.

Bunu beyanla, kâmil mürşidin vahiy kaynaklı olan emir ve tavsiyeleri, Allah’ın buyruğunu tebliğden başka bir şey olmadığından, Kâmil mürşidin Allah’ın emri olan âli prensipler telkininin galibiyeti hâkimiyetine, eksik yanlış bilgi ve anlayışlarını fena / yok ederek tenezzül ile teslim olmak, fena fi şeyh olmaktır. Vesselam. 

Fenafillah olmak ise; kelime olarak Allah’ta yok olmak demektir. Ki zamanın kâmil mürşidin de zahir olan kuran kaynaklı mesleki resul telkini irşadına mazhar olan bir Hak yolcusu; Âli prensiplere itaat ve zikri daim uyanıklığıyla, cenabı Hakk’ın tevhidi efal tevhidi sıfat ve tevhidi zat makamlarının keşfi irfanına mazhar olursa. O Hak yolcusunun cümle âleme ve kendine gaflet ve cehaletle nispet ettiği fiil, sıfat ve vücudu varlığı fenafillâh, yani Allah’ta yok / fena olur.  Ve fenafillah keşfi irfanına erişen bir kul; yokluğunda tecelli eden rabbine kavuşarak rabbinden gayrı hiç bir şey müşahede etmez. Ve rabbine vuslat (kavuşma) zevki ile tüm âlemlerde ebediyen zevki safa sürer.

Bunu beyanla Hacı Bayramı Veli Hz;
 Kim bildi efalini / O bildi sıfatını / Anda gördü zatını / senseni bil sen seni. Dediği gibi, diğer bir beytinde rabbine kavuşma / vuslat zevki ile zevklenmesini ifadeyle ise; Bayramım imdi bayramım imdi / Bayram ederler yâr ile şimdi / Hamdü senalar hamdü senalar / Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm. Buyurmuştur.

Fena fi resul olmak; Kelime olarak resulde yok olmak anlamında olup, Allah’ın resulü Hz. Muhammed’de (sav) yok olmak demektir.Bunu bayanla pir seyyid Muhammed nur Hz; “Resulullah efendimizin vücudu unsuru, (beşeri vücudu) misali vücudu ve Nur-u vücudu vardır. Buyurmuşlardır ki resulullah efendimizin unsur / beşer bedeni, bu yeryüzü âlemine annesi Amine den doğan, babası Abdullah tan olan ve 63 yaşında vefat ederek bu âlemden ayrılan beşeri varlığıdır. Ve resulullahın beşer/unsuru vücudunu ifadeyle kuranda, “ De ki: Ben sizin gibi beşerim...” (Fussulet- 6, Kehf- 110) buyrulur.                               

Resulullah efendimizin Misal vücudunu ifadeyle hadisi şerifte; “Kim beni rüyasında görürse beni görmüş olur, çünkü iblis benim suretimde görünemez” buyrulmuş olduğundan, resulullah efendimizin misal vücudu, rüyada görünen vücududur.                                                           

Peygamber efendimizin nur-u vücudu ise; cümle yaratılanların evveli olan varlığıdır. Bunu ifadeyle Hadisi şerifte; “Allah evvela bir cevher yarattı o cevherden cümle âlemleri yarattı” beyan olunur. Ki ehli kemâl ilk yaratılan “cevherin” hakikati Muhammed olduğunu beyan etmişlerdir. Diğer bir hadisi şerifte ise; “Allah evvela benim nurumu yarattı” buyrulur. Ki vücudu nur-u Muhammed’e ancak mürşidi kâmilden mesleki resul seyri süluku gören bazı seçkin nasipliler erişebilir. Ki bu seçkinler, bıraktıkları eserlerinde mazhar oldukları nur-u Muhammedi apaçık ifade etmişlerdir.

İşte bu seçkinlerden olup, mesleki resulü Melâmiyenin çift kanatlı hizmetkârı, velayet irşadı yapan en ulu ve ziyalı şahsiyetlerinden mürşidi kâmil Hasan Fehmi (Tez doğan) Hz.leri; Nur-u Muhammed’in cümle yaratılanların nasıl evveli / başlangıcı, nasıl zahir / apaçık olduğunu ifadeyle;

Bu âlem mebde-i sensin(mebde; başlangıç)
Evvelsin ya resulallah
Nübüvethatemi sensin
Ahirsin ya resulallah

Cemi kurbuferaiz de
Batınsın Hak olur zahir
Nevafilkurbu hazrette
Zahirsin ya resulallah diyor. (zahir; görünen, apaçık olan)

Yine vücudu nur-u Muhammed’i beyanla Seyyit Nizamoğlu Hz;

Muhammed diridir ölmez
Taze güldür hergiz solmaz(hergiz; asla)
Anı seven gafil olmaz
Gel Muhammedi bulalım

Muhammed âlemden gitmez 
Bir güneştir batmaz
İsteyenler gafil olmaz
Gel Muhammedi bulalım

Seyyid Nizamoğlu yürü
İnleyu ben zarı zarı
Hangi kandildeyse nuru 
Gel Muhammedi bulalım.  Buyurur. Ki böyle vücudu nur-u Muhammed’i beyan eden, seçkin velilerin sayısız kibarı kelam vardır
Ey mümin kardeşim, malûm olduğu üzere İslam dininin giriş kapısı “Eşehedüenlâ ilâhe illallah ve eşhedüenneMuhammedenabduhu ve resuluhu / Müşahede ederek şahidim ki Allah’tan gayrı ilâh (varlık) yoktur. Ve müşahede ederek şahidim ki Muhammed Allah’ın kulu ve elçisidir” kelimeyi şahadetidir. Ve kelimeyi şahadet iki kısım olup bir kısmı Allah’a şahit olmanın ikrarı, ikinci kısmı Hz. Muhammed’e şahit olmanın ikrarıdır. Ki ehli kemal, kelimeyi şahadetin birinci kısmını “cemiyeti ilâhi” olarak; ikinci kısmını ise,“cemiyeti Muhammed” olarak isimlendirmişlerdir.Hakikati yönüyle kelimeyi şahadet; fenafillah olan bir kulun, cemiyeti ilâhi’deHakk’a nazar edip Hakk’ı müşahede etmesidir; ve nur-u Muhammed mazhariyetiyle Cemiyeti Muhammed’de hakikati Muhammed’in açığa çıkışını ve tafsilatı Muhammed’i müşahede etmesidir.İşte her kim hakikati yönüyle kelimeyi şahadeti böyle ikrar ederse o kimse,fenafillah ve fena fi resul keşfi marifetine ulaşan arif ve ehli kemâlin seçkinleri arasına girer.
Bu konuyu biraz daha açmayı ifadeyle; Fenafillah keşfi irfanıyla dahil olunan cemiyeti ilâhi’de, cümle eşyanın fenasında/yokluğunda cenabı Hak zatından zatına tecelli eder. Ki zatından zatına tecelli eden Hakk’ın zat tekliğindenilk yaratılış/halkıyet olan hakikati Muhammed’i,hakikatiMıuhammed ten tafsilatı Muhammedi zuhura getirmesi ilecemiyeti Muhammed hâsıl olur. Ve cemiyeti Muhammed’e her kim dâhil olursa onun nazarında nur-u Muhammed’den başka bir şey olmadığı için, o kul cemiyeti Muhammed’e kavuşup gark olmakla,fena fi resul olur. Vesselam.
Bunu ifadeyle, Mürşidim Kemal zurnacı Hz; “cemiyeti Muhammed’e mesleki resul seyri süluku gören arifler arasından, ancak seçkin olanlar dâhil olabilir.” Buyurmuştur.
Fenafi resul olan böyle seçkin velilerden bazıları ise,“Biz resulullah’tan bir an ayrı kalsak, kendimizi mürted(dinden çıkmış) sayarız” demişlerdir.  
Resulullah(sav) efendimiz unsur yani beşeri vücuduyla vefat ettiğinde“Muhammed öldü” denildiği zaman; cemiyeti Muhammed müşahedesiyle Hz. Ömer (ra);“Her kim Muhammed öldü derse onun başını keserim” buyurmuştur.
Ümmi Sinan Hz. defena fi resul olmakla dâhil olduğu cemiyeti Muhammedi ifadeyle;

Seyrimde bir şehre vardım
Gördüm sarayı güldür gül
Sultanının tacı tahtı
Bağı duvarı güldür gül

Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar 

Çarşı pazarı güldür gül.

Buyurmuştur ki gül, Hz. Muhammed’i (sav)remz eder, çünkü resulullah efendimizin teri gül koktuğundan gül koklamak sünnet kabul edilmiştir.
Cemiyeti Muhammed’e dâhil, fena fi resul seçkinliğini ifadeyle Yunus Emre Hz. ise;
ilham ile dün gece seyrettim Muhammedi
Ayine-i kalbimde seyrettim Muhammedi
Yunus murada erdi zevk ile sefa buldu
Âşık maşuku buldu seyrettim Muhammedi.  Buyuruyor.

Hidayet verici olan yüce Allah’tan,bizleride zamanın kâmil şeyhinin / mürşidinin kuran emri olan mesleki resul seyri süluku âli prensiplerinin hâkimiyetinde,eksik yanlış bilgilerini yok/fena tenezzül ve teslimiyetiyle fena fi şeyh olan. Fenafillâh keşfi irfanıyla cemiyeti ilâhiye dâhil olan. Vecemiyeti Muhammed de nur-u Muhammed mazhariyetiyle fena fi resul keşfi marifetine ulaşan seçkinlerden kılmasınıniyaz ederiz.
Fenafişeyh, fenafillâh ve fenafiresul olmanın aslı hakikati ile ilgili açıklamalar burada hatalarıyla beraber tamamlanmıştır. Her şeyi en iyi bilen ancak Allah’tır.
Nejdet Şahin
05- 01-2013 cumartesi
 

2 Ocak 2013 Çarşamba

İHLAS SURESİ

  Her bir varlığı ve cümle âlemleri zatı tekliğinden zuhura getirerek yaratan Allaha hamdolsun. Zuhuru ile yarattığı kullarından Hz. Muhammede, ehlibeytine ve onların yürüdüğü sıratı müstakimde yürüyenlere selam olsun.

Kureyşliler, Hz. Resulullah Efendimize ‘Senin bizi davet ettiğin ilah nasıldır?’ Diyerek sual sordular. Bunun üzerine “1-Kul hüvallahü ehad. 2- Allahüssamed. 3- Lem yelid, ve lem yuled. 4- Ve lem yekün lehü küfüven ehad. 1- De ki; o Allah’tır, Ahad’dır tektir. 2- Allah’tır, sameddir. 3-  Doğurmamıştır, doğurulmamıştır O. 4- Hiç bir şey O’nun dengi / benzeri değildir” (İhlas suresi) inzal olmuştur. Bu dört ayetten ibaret olan ihlâs suresinde Cenabı Hakk Ehad, Allah ve samed isminden bahsederek varlığını ilan ederek bizlere kendini tanıtır.

Bunu beyanla, Ehli kemal “Zat-ı ilahiye ehad’dır. Sıfat-ı sübutiye ulûhiyet’tir. (Allah’tır) Ef’al-i ilahiye ise samedaniyet’tir.” demişlerdir. Ki, Hakk’ın zatı mevcudiyeti ehad’dır yani sayıyla, rakamla ifade edilemeyen tekliktir, tekliğidir. Hakk’ın ehad olan zat’ı tekliğinden zuhuru ise, Allah’lığıdır, yani Hakk’ın uluhuyet tecellisidir.

Pir seyyid Muhammed nur Hz. leri “Ulûhiyet, mevcudat ve madumata şamildir.” diyor. Yani ulûhiyet, mevcut olup görüneni de görünmeyeni de kuşatır, demektir. Bu itibarla Zatı-ı ehadiyetin, sıfat-ı sübutiye zuhuruyla görünen ve görünmeyenlikteki tecellisi ulûhiyettir, yani Allah’tır. Ve her şey dediğimiz cümle âlemleri, varlıkları ve eşya olan halkı Allah yaratır. Yani bunlar ulûhiyetten yaratılıp, halk olunur ki “şey” eşyanın cem’i, yani toptan ismidir. Bir varlığın adı hatırlanmadığında o varlık, şey olarak ifade edilir. İşte ‘her şey’ dediğimiz de, isimlerden meydana gelen cümle varlık ve âlemleri ifade ederiz. Demek ki, görünen ve görünmeyen ve mazhar-ı esma olan cümle âlemleri ve varlıkları meydana getiren Hakk’ın eskimeyen değişmeyen ve yok olmayan sıfatı sübutiyesidir ve, cümle sıfatta mevsuf Allah’tır. Bu itibarla Birinci ayetteki “De ki; o Allah’tır, bir tektir.” beyanı, cümle sıfat-ı sübutiyenin mevsufu olan Allah’ın zatı ehad’dır yani tek’dir demektir.

Cenabı Hakk’ın Samed ismi yani samedaniyeti ise, cümle ihtiyaçların arz edildiği yer demektir. Ki samed olmak itibariyle, yani samedaniyeti yönüyle Hakk’ın ihtiyacı kendisinden yine kendisinedir. Bu Hak ihtiyacının kendisinden yine kendisine olmasının izahı ise şöyledir. Hakk’ın mutlak yönü sıfatı subutiyesidir, mukayyet yönü ise esma ve ef’alinden oluşan eserlerdir. Yani fiillerin isimlenmesiyle oluşan suretlerdir ki, bütün suretler mukayyettir, yani birer kayıttır. Hakk’ın, batın olan mutlakıyetinden zuhura getirdiği mukayyet olan suretlere, kul ve halk denildi. Cenab-ı Hak, mutlak yönüyle halka emretti ve mukayyet olan halktan kulluk istedi. Mukayyet olan ise, kul ve aciz olduğu için mutlakıyete yönelip ondan yardım ister ve ona sığınarak, ona kulluk eder. Bu itibarla Hak, batın yönüyle mutlak ve mabud’dur; (ibadet edilendir) zahir yönüyle ise mukayyet olup abid’dir, (ibadet edendir) yani kuldur. Böylece samed olan Allah’ın ihtiyacı kendi zahirinden kendi batınına olur. Ki, bunu beyanla ikinci ayette “Allah’tır sameddir.” Buyrulur.

Üçüncü ayetteki “Doğurmamıştır, doğurulmamıştır O.” Beyanındaki mana ise: Allah’ın varlığı, O’na başka bir yerden gelip intikal etmediği gibi, Allah’ın varlığı kendi varlığından başka bir yere de gidip intikal etmedi, demektir. Çünkü Her şey dediğimiz cümle varlıklar, Allah’ın tecellilerinden başka bir şey değildir.

Bu itibarla, dördüncü ayette “Hiç bir şey O’nun dengi / benzeri değildir” buyrulur. Ki, Allah zat-ı mevcudiyetiyle, eşi, benzeri ve dengi olmayan ehaddır/tekdir. Ki bu tekliğini cenabı Hak, cümle alemlerde ve yarattığı her varlıktaki tecellisini, birbirinin aynı olmayan teklik ile zuhura getirmesiyle gösterir. Bunu beyanla “…O her an yeni bir iş ve oluştadır.” (Rahman, 29) buyrulur. Ki, Hakk’ın her tecellideki tekliği, hiç kimsenin birbirine benzememesi, her kar tanesinin birbirinin aynı olmayan teklikle gökten inmesi, denizin her dalgasının birbirinin aynı olmadan teklikle vücut bulması vb. gibidir. Ki, deniz devamlı dalgalanır; fakat hiç bir dalga bir diğerine benzemez. Her gelen dalga tektir ve teklikle gözükür. Vesselam.

    Her şeyi en iyi bilen ve İhlâs suresini yorumlamayı bize lütfeden Allah’a şükürler olsun, Resulü Hz. Muhammede ve evlatlarına selam olsun, o evladı Resul’e hizmet ve sadakatte cenabı mevlam yardımcımız olsun.

                                                  
Nejdet Şahin
26 Haziran 2009
Salihli