(ABDULMALİK HİLMİ Hz. divanı şerhinden/açıklamasından)
Meh
göründü oldu ilan "veftirû ya sa’imün"
Derk u teşbih ve teravih eyleyin ya kaimun
Meh; Ay. Kaimun; ayakta duranlar, vaktini
ibadetle geçirenler. Derk;
incelikleri iyice kavrama, anlama. “Ve veftirü ya sa’imün: Ey oruç tutanlar
iftar ediniz” (Hadisi şerif) teşbih; benzetme teravih; ramazan ayında gece yatsı namazından sonra kılınan namaz,
demektir.
Kuran’da “Ramazan o aydır ki;
insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an,
onda indirilmiştir. O halde bu aya ulaşanınız onu oruçlu geçirsin. Hasta olan
veya yolculuk halinde bulunan, tutamadığı gün sayısınca başka günlerde tutsun.
Allah sizin için kolaylık ister; O sizin için zorluk istemez. Tutulmamış olan
günleri tamamlamanızı, sizi doğru yola kılavuzladığı için Allah'ı yüceltmenizi
ister. Ve sizin şükretmeniz umulmaktadır.”
(Bakara- 185)
Buyrulur ki oruç ayı olan ramazan, hicri takvimi oluşturan on iki aydan
birisidir.
Hicri takvime göre bir ayın sona ermesi
ve yeni ayın girmesi, hilâlin (ayın) gözükmesiyle başlar. Teravih ise, ramazan
ayının girmesiyle geceleri yatsı namazından sonra kılınan namaz olup, teravih
kelime anlamı olarak rahatlamak demektir. Hakikate göre teravih, insanın mazhar
olduğu sekiz sıfatı subutiyenin fenası /
yokluğu ve tevhidi sıfat keşfi irfanıyla dâhil olunan, sıfat cenneti
irfanının zevk-i rahatlığını remzeder. Ki teravihin bu hakikat manasına binaen resulullah
efendimiz, teravih namazını sekiz rekât kılmıştır. Kemal zurnacı Hz; “Malik
ef. Tekkede teravih namazını kıldığında sekiz rekât olarak kılardı”
buyurmuştur.
Bunu ifadeyle meh göründü oldu ilan "veftirû ya sa’imün,"
buyruluyor. Yani, yeni meh / ay görünüp ramazan ayı girdiğinden, “ey
oruç tutanlar iftar ediniz” (Hadisi şerif) buyruğunca oruç tutarak
iftar edin demektir. Ve devamla; Derk u teşbih ve teravih eyleyin ya kaimun,
yani ramazan ayına mahsus olan teravih namazını kıldığınız gibi, teravihin
hakikat ve hikmetini araştırın. Ve teravihin hangi hikmet ve manayı teşbih ve
temsil ettiğini derk edin / inceliklerini kavrayın, ey ramazan ayında ibadete
kalkanlar, buyruluyor.
"Savmurru yetih ve İftirû" dedi habib
Gitti savm
u hem teravih zevk eden ya
'abidan
“Savmurru yetih ve
‘iftiru; Ayı gördüğünüzde oruç tutun
iftar edin,” (Hadisi
şerif) Savm; oruç, Abidan; İbadet edenler, demektir.
Buna göre; Allah’ın ve
cümle müminlerin habibi / sevgilisi,
Hz.resulullah efendimizin, “Ayı gördüğünüzde oruç tutun iftar edin”
beyanındaki hakikat ve hikmete erişebilen abidler
/kullar) ancak, savmın (orucun)
ve teravihin zevki ile zevklenmeye gidebilirler, buyruluyor.
Subh-ı kurbetde müezzin irci'ı hitab kılar
Döşeğinden
camiye iden rücu'
ya na'imun
Subh-ı kurbet; sabah
namazı yakınlığı, müezzin; ezan
okuyan, İrci’i; dön. Rücu; dönmek. Naimun; uyuyanlar, uykuda olanlar, anlamındadır.
Sabah kurbeti /
yakınlığı; zikri daim ile kalbi gaflet uykusundan uyanmış olan bir kulun,
mürşidi kâmilin makamatı tevhid telkin-i irşadına mazhar olmasıyla, kendinde ve
cümle eşyada mevcut olan rabbini müşahede etmesinin yakınlığıdır. Müezzin
ise, ezan okuyarak cümle müminleri namaza, insanlığı felâha / kurtuluşa davet
eden kimsedir. Ki müezzinler iki kısım olup birincisi; Genel / umumi davetçi
olan ve minareden ezan okuyandır. İkincisi ise tevhidi hakiki davetçisi olan
zamanın kâmil mürşididir. Ve zamanın mürşidi kâmili hususi / özel davetçi olup
Hakk’a talip olanlara, zikri daim ve tevhit mertebeleri olan Allah’ın
makamlarını telkin eder.
İşte kalbi zikri daim ile uyanmış olan
salike, kâmilin meratibi tevhit olan Allah’ın makamlarını telkin etmesiyle o
salik, mevhum, bilinmez ve görünmez zannetiği rabbini enfusunda (kendinde) ve
afakında (kendinin haricinde) müşahede eder. Ki, kâmilin bu telkini ile salikin
rabbine vasıl olup kavuşması onun, “irci’i - rabbine dön” hitabına
mazhar olarak rabbine rücu edip dönmesidir. Bunu ifadeyle kuranda; “Ya eyyetühen nefsül Mutmainneh, İrcı’i
ila Rabbiki razıyeten marzıyyeten; Fedhuliy fiy ibadiy; Fedhuliy cennetiy / Ey
mutmain olmuş Nefs. Sen O’ndan razı O da senden razı olarak Rabbine dön.
Gir / Dâhil ol Kullarımın arasına. Gir / Dâhil ol cennetim’e.
(Fecr- 27…30) Buyrulur.
Bu itibarla; Subh-ı kurbetde
müezzin irci'ı hitab kılar, döşeğinden camiye iden rücu' ya na'imun, beyanından maksat, zikri
daimle kalbi gaflet uykusundan uyanmış olan kulun, kâmilin tevhit makamı telkiniyle
rabbin müşahedesine erişmesi o kul’un, “irci’i / rabbine dön” hitabı ile
rabbine rücu etmesidir. Bu aynı müezzinin sabah ezanı
davetiyle uyuduğu döşekten / yataktan kalkan bir müminin, camiye yönelip rücu
etmesi gibidir, deniliyor.
Hammama
girin bu varlık
pisliğini yıkanın
İzdivâc-ı
zât u evsaf birlenin yâ vâsılûn
Hamam;
yıkanıp temizlenilen ve kirlerden arınılan yer, mekân, varlık pisliği; şirk pisliği, izdvac;
evlilik, erkek ve kadının yasal meşru şekilde evlenerek aile birliğini
oluşturmalarıdır.
Cenabı Hak kuranda; “ey inananlar Müşrikler bir pisliktir...” (Tevbe- 28) buyurur ki şirk, nispet varlık pisliği olup
yüce Allah’ın, “Şirkten
başka olan günahı affedebilirim, şirki affetmem.”
(Nisa- 48,116)
dediği affedilmeyen günahtır. Ve şirk, aynı zamanda peygamber
efendimizin “ümmetimin gizli şirkinden korkarım” buyurduğu ve ümmeti için
korktuğu günahtır.
Bu itibarla; Mana yönüyle hamam mürşidi
kâmilin meclisidir. Ve bir insan, kâmilin meclisine girip dâhil olursa o
meclisten hâsıl olan irşat aydınlığıyla o kişi, menevi kirlerden, manevi
pisliklerden ve günahlardan arınıp temizlenir. Ki bir kimse kâmilin tevhidi
efal, tevhidi sıfat ve tevhidi zat telkin-i irşadına mazhar olmakla ancak,
kendine ve cümle âleme cehaletle nispet ettiği varlık pisliği olan gizli
şirkten arınıp tertemiz olur. Ve böyle bir kul, Hakk’ın vahdet-i zatına / zat
birliğine kavuşmakla birlenir. Yani bir- ile bir olur.
Bunu beyanla; Hammama girin bu varlık
pisliğini yıkanın,
İzdivâc-ı zât u evsaf" birlenin yâ vâsılûn buyruluyor.
Yani kendine ve cümle âleme nispet ettiğin varlığın pisliği olan gizli şirki,
kâmilin telkin-i irşadıyla fena / yok ederek yıkanın, temizlenin. Ve rabbin
zat-ı vahdetine / bir’liğine vasıl olup, bir- ile bir olun, demektir.
Varlığın postunu herkes omuza bugün alın
Mescid'ül-fenaya onu döşetin ya ferraşiyyûn
Varlık postu; kulun
kendine nispet ettiği vücut varlığıdır. Mescid’ül
fena; fena mescidi, yoklukla secde edilen mescit, Ferraşiyyun; Cami, mescit gibi mekânların temizliğini sağlamak,
kilim halı hasır gibi mefruşatını yayma hizmetleriyle vazifeli kişiler,
döşeyiciler, demektir.
Bu itibarla; Varlık postu, kulun nisbet-i
vücudu olup bunu ifadeyle resulullah efendimiz, “vücut günahı hiçbir günahla
mukayese edilmeyen büyük günahtır” demiştir. Ki bu vücut günahından bir
kimse, ancak mahvı vücut ederek, yani fenafillâh keşfi irfanı ile fenaya /
yokluğa ulaşmakla soyunup kurtulabilir. Ki böyle bir kul, mescidül fenada, yani
yokluk mescidinde soyunduğu nispet vücudunu ayaklar altına döşeyip, yokluk /
fena secdesini yapar.
Bunu bayanla, varlığın postunu
herkes omuza bugün alın, mescid'ül-fenaya onu döşetin ya ferraşiyyûn buyruluyor.
Yani fenafillâh keşfi irfanıyla kendine nispet ettiğin varlığından soyunarak,
yokluk kulluğuna arif ol da, mescidül fenada nispet vücudunu post gibi ayaklar
altına döşeyerek, yokluk / fena secdesini yap, demektir.
Hane'-i
varlıktan 'avdet eylemek 'iyd’le murad
Mal ile
evladı bırakmak cami'den murad
ya maşiyyun
Hane-i varlık; nispeti varlık
evi, avdet; geri gelme, dönme, İyd; bayram, maşiyyun;
yürüyenler, demektir.
Bu itibarla; Cümle âlemin
ve kulun varlığının hakikati cenabı Hak iken kul, bu imtihan âleminin tesiri
ile gaflete düşerek cehaletle cümle âleme ve kendine varlık nispet eder. Bu
nispet varlıklar mal sevgisi, evladı ıyâl / aile sevgisi ve can sevgisi olmakla
üç esas olarak kulun gönlünde tezahür eder. Ehli kemal, “gönülde zahir olan bu üç sevgiden
malın karşılığı fiil, evladı iyâl / ailenin karşılığı sıfat, canın karşılığı
ise zat’tır” demişlerdir. Ki bir kimse, gaflet ve cehaletle Hakk’ın
fiil sıfat ve zat tecellilerini kendine nispet etmekle, kendinin varlık
hanesini oluşturduğunu zanneder.
Cümle peygamberlerin ve mürşidi kâmilin
irşat ve tebliğinden maksat, insanın kendine nispet ettiği fiil, sıfat ve vücut
varlığının Hakk’a ait olduğunu bildirip, Hakk’ın fiil, sıfat ve zat mertebeleri
müşahedesine kulun erişmesini sağlamaktır. Bunun için Kâmil mürşidin irşadı;
kulun cehaletle kendinin zannettiği varlığın aslı hakikatinin cenabı Hak olması
müşahedesine saliki eriştirmekten başka bir şey değildir.
Bu itibarla, Hane'-i varlıktan
'avdet eylemek 'iyd’le
murad Mal ile evladı bırakmak
cami'den murad ya maşiyyun beyan olunuyor. Ki kul’un bayramı, hanei
varlığını cehaletle kendine nispet etmekten avdet edip dönmesidir. Teravih
namazı için camiye gitmenin hakikati muradı ise, insanın gönlündeki mal ve
evladı ıyâl sevgisini terk edip, fiilullah ve sıfatulluh müşahadesine ulaşma
yolunda yürümesidir, deniliyor.
Kalb-i mü'min beyt-i Hakk'dır şah-ı kevneyn dedi hem
Kalb-ü
nakl etmek varından
biliniz ya zahibun
Beyti Hak;
Cenabı Hakk’ın evi. Şahı kevneyn; dünya
ve ahiret iki âlemin padişahı Hz. Muhammed. (sav) Zahibun; zanna kapılanlar, zan ehilleri, demektir.
Ki bu beyitte, Hz. resulullah efendimizin Hakk’ın evi Müminin kalbidir buyurduğu beyan ediliyor. Cenabı Hak
ise hadisi kutside; “Ben göklere ve yere sığmam ancak mümin kulumun kalbine sığarım.” Diyor.
Buna göre, her kalpte Allah’tan gayrı
türlü varlıkların sevgisi olur. Ve insan, kalbinde sevgisini taşıdığı bu
masiva, yani Allah’tan gayrı olan tüm eşyanın ve kendinin müstakil
varlıklarının olduğunu zannetmekle, zan ehli olup zanna tabi olur. Bunu
ifadeyle Kur’an-ı
Kerim’de “…ve gerçekten zan, Hak’tan yana hiç bir fayda vermez.” (Necm-28) Başka bir ayette ise “Onlar
zandan başka hiç bir şeye uymuyorlar. Doğrusu da şu ki; zan, Hak’tan hiç bir
şey ifade etmez…” (Yunus-36)
buyrulur. İşte bu zanlardan ve zan ehli olmaktan kurtuluşun
çaresi, mesleki resulde Kâmilin zikri daim ve makamatı tevhit irşadıyla gerçek
/ hakiki müminliğe ulaşıp, Allah’ın evi olan kalpte Allah sevgisinden ve Allah’tan
gayrı hiçbir şey bırakmamaktır. Bunu ifadeyle kuranda; “Gerçek / hakiki müminler ancak o
kişilerdir ki; Allah’ı zikrettiklerinde kalpleri titrer ve onlara Allah’ın
ayetleri okunduğunda bu onların imanlarını arttırır ve onlar yalnız Rab’lerine
güvenip / tevekkül ederler.” (Enfâl-2) buyrulur.
Bunu ifadeyle;
Kalb-i mü'min beyt-i Hakk'dır şah-ı kevneyn dedi hem, kalb-ü nakl etmek varından biliniz ya zahibun deniliyor.
Yani, dünya ve ahiretin sultanı olan Hz. Muhammed, (sav) “Hakk’ın evi Müminin kalbidir”
buyurdu. Ki bir kalbin masiva, yani Hak’tan gayrı olan varlıklardan arınmakla
ancak Allah’ın evi olacağını bilin, ey zan ehilleri, demektir.
Da'vet-i
cami'de üç nida ile olur heman
Biri
temcid-i es-sela ezan dahi ya câiyyun
Temcid; sabah
namazının vaktinden evvel minarelerde okunan ilahi, dua ve niyaz, essela; Hz. Muhammedi (sav) selamlamak
için minareden okunan salâvat / selamlama,
ezan; Müminleri namaza, insanlığı felaha / kurtuluşa davet için müezzin
tarafından minareden okunur, Caiyyun; makam
ehli olanlar, anlamındadır.
Bunu beyanla; camiden yapılan davet üç türlüdür; biri
minarelerden okunan temcid, ikincisi sela,
üçüncüsü ezan nidası / sesi ile
yapılır ey caiyun, (ey makam
ehilleri) buyruluyor. Yani ey tevhit makamları keşfi irfanına mazhar olmuş
arifler, gerek temcid, gerek selâ, gerek ezan okunmasındaki ledduni hikmetleri
araştırıp, bunların hakikatine erişmeye çalışın, deniliyor.
Okunur
temcid döşekten
nâimun uyanmaya
Es-salâ ıslahı nefsi kılmaya ya yâkızun
Naimun; uyuyanlar, Yakizun; uyku ile uyanıklık
arasındakiler olup bunlar, zikri daimle gaflet uykusundan uyanmış olmalarına
rağmen, henüz tevhit makamı irşadıyla uyanmamış olan zikir salikleridir.
Buna göre, uyuyan bir kimsenin kendinde ve etrafında olan biten
gerçeklerden haberi olur mu? Olmaz. Uyuyan kimsenin etrafını ve gerçekleri
görebilmesi için önce uyanması gerekir ki, bir insan ancak uyandıktan sonra
kendinde ve etrafındaki olan biteni görebilir. İşte gaflet uykusu da, kulun
kendinde ve cümle eşyada mevcut olan rabbini müşahedesine ve rabbine
kavuşmasına mâni olur.
Cenabı Hak; “Rabbini içten yalvararak ve gizlice sesini yükseltmeden sabah akşam
zikret, gafillerden olma.” (Araf-205)
buyurur. Bu ve benzeri ayet beyanlarından anlaşıldığı gibi, zikr-i daimle
Hakk’ı zikretmeyenleri Kur’an, gafil olarak vasf ediyor. Ki, zikr-i daimle
gafletten uyanan bir insanın uyanıklığı ebedî olup bu uyanıklık, gerek bu
âlemde gerekse ahirette ve cümle âlemlerde devam eder. Bunu ifadeyle Hz.
Resulullah, “Allah bir kulun kalbini zikrullahla kurdu mu bir daha durdurmaz…”
demiştir. Bu itibarla minareden okunan temcidin, insanı döşeğindeki / yatağındaki uykudan
uyandırıp oruç tutmaya hazırlaması gibi zikri daim, gaflet uykusundaki kulu
gafletten uyandırıp rabbin huzur-u vuslatına hazırlar.
Essela ise; zikri daimle gaflet uykusundan
uyanmış olan saliki, fenafillâh keşfi irfanıyla nefsini / kendini islâh
(terbiye) ederek, Muhammedi ahlâkla ahlâklanma gayretine davettir.
Bunu beyanla, okunur
temcid döşekten
nâimun uyanmaya, essalâ
ıslahı nefsi kılmaya ya yâkızun ifadesinin anlamı
şöyledir; Ey zikir salikleri! Minareden okunan temcidin, yatağında uyuyan
kişiyi oruca hazırlanması için uyandırması gibi zikri daim, gaflet uykusundaki
rabbinden gafil olanları uyandırır. Selâ ise; Nefsini / kendini fenafillâh keşfi
irfanı ile ıslâh eden kulu, resulullah’ın (sav) ahlâkıyla yaşama gayretine
davettir.
Ezan olur
muştulukçı dost cemale koşuşun
"Kad
tecella" nuru zatı eyyühe'l-u'uşşâkıyyun
Muştulukçu; müjdeci, sevinçli
haber getiren,
"Kad tecella" tecelli eden, nuru zat; Hakk’ın zat nuru / aydınlığı,
eyyühel uşşakıyun; Ey âşık olan
kimseler, demektir.
Buna göre; ezan, namaza davettir ki
namaz kulun rabbi ile buluşup kavuşmasıdır. Bunu ifadeyle resulullah efendimiz;
“Namaz
müminin miracıdır” buyurmuşlardır. Çünkü namaz, beytullaha / Allah’ın evine
yönelerek “Allah u ekber” olan iftitah tekbiriyle başlar, Allaha kıyam rüku
secde edilerek, Allah zikir ve tespih edilerek devam eder ve selam verilmekle
namaz tamamlanır. Ki namaz müddetince hiç kimse ile veya hiçbir şeyle meşgul
olunmayıp daima Allah ile meşgul olunduğundan, vakitle kılınan namaz ilmi
şeriata göre miraçtır.
İlmi hakikate göre
miraç; namazın hakikat, gereğince iftitah tekbiriyle masivayı, yani Allah’tan
gayrı olan her şeyi terk etmekle Hakk’a vasıl olup, Hakk’a nazar ederek Hakk’ın
bekayı ebediyetine kavuşan kulun, Hak’la beka ebediyet bulmasıdır.
Bunu ifadeyle ezan, müminlerin dostu, sığınağı, velisi olan rabbin cemal
tecellilerine koşup, bekabillâh marifetiyle ebediyet bularak zat-ı ehadiyet
nur-u tecellisini Hak âşıklarına muştulayan / müjdeleyen davettir, buyruluyor.
Üç düğüm oldu işaret çözmeye bayramın
Bu ukûdu
hallder yener şimdi ya zünnariyyun
Ukud; düğümler,
zünnar; papaz ve keşişlerin beline
bağladıkları ip olup, şirk alametidir,
zünnariyun; şirk ehilleri demektir.
Buna göre, halkın ramazan
bayramı olarak bildiği üç gün olan fitre bayramının hakikatine erişebilmek
için, tevhidi hakiki keşfi irfanı ile gizli şirkten kurtulup arınmak icap eder.
Çünkü gizli şirki, kulun kendine nispet ettiği fiil sıfat ve vücut varlığı olan
üç düğüm oluşturur. Ki bu üç düğüm, bir
tevhidi efal, iki tevhidi sıfat, üç tevhidi zat mertebeleri keşfi irfanına
ulaşmakla çözülür.
Bu
itibarla, bir kişi bu tevhit mertebeleri keşfi irfanına mazhar olduğu oranda, bu üç ukudu (düğümleri) halledip
gizli şirkten arınır. Ve böyle bir kul, fitre bayramının hakikatine ulaşmasına engel olan şirk alameti zünnarın
üç düğümünü çözmeyi başarmakla, gizli şirki yenerek zünnariyun
(gizli şirk ehli) olmaktan kurtulur. Allah u âlem.
Hamdulillah eyle Mâlik çünkü
çekdin zünnârın
Fıtri verdin 'abid kıldın Hak diye ya salimun
Elveda ya
şehr-i rahmet merhaba ya dost cemal
Salimun;
esenliğe, selamete çıkmış başarmış olanlara denir ki, salimleri ifadeyle kur’an’da: “Bir gündür ki o, ne mal, ne
oğullar fayda verir. Yalnız kalb-i selimle Allah’a varan kurtulur.” (Şuara- 88,89) buyrulur.
Girişi
ile müminlerin oruç tuttukları ramazan ayı, nasıl ki hicri takvime göre on iki
aydan bir ay ise şevval, ramazandan sonra giren ayın ismidir. Ve şevval ayının
girmesiyle üç gün devam eden fitre bayramı başlar.
Yüce
Allahın “Nefsini / benliğini temizleyip /
arındıran gerçekten kurtuluşa ermiştir. Rabbini zikretmiş ve namazı kılmıştır
o.” (Ala- 14,15)
beyanı hikmetince fıtır sadakasının hakikati, kulun nispet vücut varlığını fena etmesidir.
Fıtır bayramının hakikati ise, vücut şirkinden arınarak rabbine kavuşan kulun
rabbin cemalini zat, sıfat ve efal zuhurunda müşahedeyle cennetül zat, cennetül
sıfat ve cennetül efal olan irfan cennetleri ile zevklenmesidir. Ki bu üç irfan
cenneti keyfiyetini ifadeyle fıtre bayramı üç gün olarak kutlanır.
Bunu beyanla Malik ef. Hz. kendini
muhatap ederek bizlere; Hamd / övünmek Allaha mahsustur. Hakikate göre gizli
şirk zünnarını çekip çıkaranların ancak, fıtır sadakasını vereceklerini ve cenabı
Hak’tan gayrı müşahede etmeyen salim bir kulluğa erişmekle de bayram edeceklerini
beyan ediyor. Ve rahmetin, iyiliklerin, hayır ve hasenatların açığa çıktığı
ramazan ayının bitmesini ifadeyle de ramazana
elveda, şevval ayı ile başlayan, fıtır bayramına ve fıtır bayramının
hakikati olan Allah’ın dost cemalini (güzelliğini) müşahedeye de, merhaba diyor. Allah u âlem.
Şiir: Abdulmalik Hilmi Hz.
Şerh/açıklama: Nejdet Şahin