16 Ocak 2015 Cuma

KEVSER suresinin manası


       Övülüp methedilmek, cümle varlığın hakikati olup her bir şeyi zat-ı vahdet’inden açığa çıkaran Allah’a mahsustur. Selam, Allah’ın habibi / sevgilisi ve elçisi, Hz. Muhammed’e (sav) ve onun tüm zamanlarda var olup insanlığı aydınlatan ehli beytine olsun.   

      Kuran-ı oluşturan surelerden birisi Kevser suresidir. Kevser suresi üç ayetten oluşup mealen şöyledir;

 

                            Bismillahirrahmanirrahim

1-“Hiç kuşkusuz, biz verdik sana kevseri  

2- O halde sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

3- Kuşkun olmasın ki ebter olan sana dil uzatanın ta kendisidir.”

 

      Bu surenin nüzulüne / inişine bazı müşriklerin, Hz. peygamber efendimizin erkek çocuğunun olmamasını ifadeyle “ebter,” soyu devam etmeyecek olan kimse diye Hz. resulullahı vasıflandırmaları sebep olmuştur. Ki ayette ifade olunan “ebter,” kesiklik, sürekliliği ve devamlılığı olmayan anlamındadır. “Kevser” ise, süreklilik devamlılık demektir ve Hz. Muhammed (sav) bu Kevser sürekliliği devamlılığı mazhariyetiyle, tüm âlemler de her zaman mevcuttur.

     Bunu beyanla; Kuran’a göre mümin ve hakiki / gerçek mümin olmakla müminler iki kısımdır.

Mümin:“la ilahe illallah Muhammed en resulüllah / Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın kulu ve resulü dur.” diyerek, kalbi ile tasdik ettiği kelimeyi tevhit imanına mensup olandır. Bu müminler, şahadet âlemi olan yeryüzüne imtihan olmakla mükellef olarak yaratıldıklarına, bu dünyada geçici olup, ahiret âleminde ise ebediyen yaşayacakları imanına mensupturlar. Ve bu müminler ahirette kendilerini / nefislerini cehennemden koruyup, amel cennetinde huri, köşk, yiyecek içecek vb. nimetlere mazhar olmak için bu imtihan âleminde Allah’ın emir ve yasaklarına riayet anlayışıyla yaşayarak kulluk yaparlar.

Bu müminler; “la ilahe illallah / Allah’tan başka ilâh yok” dediklerinde Allah’ı, cümle âlemleri ve bizi imtihan etmek için yaratan olarak bilir ve Hakk’ı kendi varlıklarından ayrı / gayrı zannederler.

Yine bu müminler, “Muhammed en resulullah / Muhammed Allah’ın kulu ve resulü dur” dediklerinde ise, Hz. Peygamber efendimizi annesi Amine den doğup, babası Abdullah olan ve 63 yaşında vefat ederek bu dünyadan ayrılmış olarak tanıyıp, bu iman ve anlayış üzere kulluk yaparlar. 

Hakiki / gerçek mümin: Gerçek müminler hakkında ise Kur’an-ı Kerim’de; Gerçek / hakiki müminler ancak o kişilerdir ki; Allah’ı zikrettiklerinde kalpleri titrer ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onlarını îmanlarını arttırır ve onlar yalnız Rab’lerine güvenip / tevekkül ederler.” (Enfâl-2) beyan olunduğu gibi diğer bir ayette; “…İşte onlar Gerçek / hakiki müminlerdir. Onlar için bir bağışlanma ve bol bir rızık vardır. (Enfal-74) Buyrulur.

İşte bu ve benzer ayet beyanlarında ifade edilen gerçek / hakiki müminler,” Kuranın cümle emir ve yasaklarına kesinlikle riayet ettikleri gibi, Allah’ın emir ve yasaklarını ne eksik ne fazla muhakkak yerine getirirler. Bunların Allah’ın emir ve yasaklarına riayet amaçları, kendilerini / nefislerini ahirette cehennemden koruyup, amel cenneti nimetleri olan huri, Gilman, köşk, yiyecek içecek vb. nimetlere kavuşmak gaye ve maksadıyla asla olmayıp, ilâhi sevgili olan Allah’ın emri olmasındandır. Bunu ifadeyle gerçek müminlerden olan Yunus emre Hz.leri;

 

Cennet cennet dedikleri

Birkaç evle birkaç huri

İsteyene ver sen onu

Bana seni gerek seni demiştir.

 

Gerçek müminler; “La ilahe illallah / Allah’tan başka ilâh yoktur” dediklerinde ise, onların anlayışı“Allah’tan gayrı mevcut yoktur” keşfi irfanıdır. Ki kâmil imana mensup olan bu gerçek müminler, böyle bir müşahede ile Allah’a kulluk yaparlar. Bunlar “Muhammed en resulüllah / Muhammed Allah’ın kulu ve resulü dur” dediklerinde ise; Hz resulullah’ı sadece bu yeryüzü olan imtihan âleminde 63 yıl unsur bedeniyle yaşamış olarak değil, bu şahadet âlemi ve cümle âlemlerde mevcut olan vücudu Nur-u Muhammed keşfi marifetiyle iman ederler. Ve Hz. Resulullah efendimizin ahlakı ve tabiatı üzere olan kulluk gayretiyle yaşarlar.

       Gerçek müminler için ayette, “... Allah’ı zikrettiklerinde kalpleri titrer ve onlara Allah’ın âyetleri okunduğunda bu onların îmanlarını arttırır...” Buyrulduğu gibi onların kulluğu; kalplerindeki zikri daim uyanıklığı ve her biri “ayet” olan tevhit makamları keşfi irfanıyla, kendilerinde ve cümle âlemdeki tecellilerde Hakk’a vuslat ve Nur-u Muhammed mazharı olan insanı kâmil kulluğudur.

İnsanı kâmil kulluğu, aynı zamanda cümle peygamberlerin ulaşıp eriştiği makamdır. Çünkü insanı kâmil makamına erişenler içinden yüce Allah, tüm zamanlarda kendine peygamberler seçmiştir. Ve insanlığa gelen cümle peygamberler, hidayeti Nur-u Muhammed mazhariyetiyle tebliğ ve irşat da bulunmuşlardır. Bunu ifadeyle, insanı kâmil zincirinin altın halkalarından olan Süleyman çelebi Hz. Mevlidi şerifinde;

 

Hak taalâ çün yarattı Âdemi

Kıldı Âdemle müzeyyen âlemi          (âdemle bezeyip süsledi âlemi)

Âdeme kıldı feriştehler sücut            (âdeme melekler secde etti)

Hem ona çok kıldı Lütfi ol ıssı cut    (cömert olan Allah lütfetti)

Mustafa nur’un alnında kodu

Bil habibin nuru’dur bu nur dedi.

Kıldı ol nur anın ile nice ruzigar        (devir, zaman)

Sonra Havva alnına nakletti bil

Durdu onda dahi nice ayu yıl           (ay ve seneler)

Şit doğdu ona nakletti nur

Onun alnında tecelli kıldı nur

Erdi İbrahim’e İsmail’e hem

Söz uzanır geri kalan der isem

İş bu resim ile müselsel muttasıf       (bu şekildeki silsile ile vasıflanmış olan)

Ta olunca Mustafa’ya muntakil         (intikal edince)

Geldi çün rahmetellil âlemin             (âlemlerin rahmeti)

Vardı nur karar etti hemin

Tut kulak efsafına ey yâri din           (Ey dinini seven kimse kulak ver dinle)

Bilesin kimdir o fahrül mürselin. (iftihar edilen elçi Hz. Muhammed’in kim olduğunu bil)  Demiştir.

 

       Hz. resulullah (sav) “Allah evvelâ benim nurumu yarattı,” buyurmuşlardır ki mevlitte ifade edildiği gibi cümle yaratılmışların evveli olan Nur-u Muhammed her peygamberde zahir olmuş. Ve tüm peygamberler nur- u Muhammed mazhariyetiyle insanlığa tebliğ ve irşatta bulunmuşlardır.

Cenabı Hak kendi zatı tekliğinden, ilk önce yarattığı Nur-u Muhammed kulluğuyla bilinmekliğine âşık olduğunu beyanla “…bilinmekliğime muhabbet ettim / âşık oldum halkı yarattım…”(hadisi kutsi) buyurdu. Çünkü Hakk’a ancak ve ancak, Muhammed-i bir kullukla arif ve vasıl olunur, bunun başkaca bir yolu olmaz. Bu itibarla cenabı Hakk’ın, Muhammed-i kulluk’la bilinip arif olunma muhabbet ve aşk’ı, cümle peygamberlerde zahir olduğu gibi, gelmiş ve gelecek olan cümle insanı kâmil olan velilerde de zahir olmuş, olmakta ve gelecekte de olacaktır. Çünkü Hz. resulullah efendimiz; “Ben Allah’ın nur’undan müminlerde benim nurumdan yaratıldı” demiştir.

      İşte hidayet-i nur-u Muhammed’in (sav) cümle peygamber ve gerçek müminlerde tüm zamanlarda sürekli ve devamlı olarak zuhur edip açığa çıkması, “Kevser” dir, Ve Kevser; vücudu nuru Muhammed’in (sav) tüm zamanlardaki bitmez tükenmez olan sürekliliği ve devamlılığıdır.

Bu itibarla; zamanın kâmil mürşidinin meslek-i resul irşadı olan zikri daim ve tevhit makamları keşfi irfanıyla gerçek müminler, “Kevser” mazhariyeti olan hidayeti nur-u Muhammed kulluğunu, her zamanda açığa çıkardıklarından manevi evladı Resul, yani ehli beyt-i manevi’dirler. ‘Çünkü gerçek müminler; “ashabı suffa” gibi nur-u Muhammed örtüsüne / abasına bürünürler.’

 

Bu beyanlar ışığında;

“1- Hiç kuşkusuz, biz verdik sana kevseri.

2- O halde sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes.

3-  Kuşkun olmasın ki ebter olan sana dil uzatanın ta kendisidir.” Ayetlerinden oluşan kevser suresinin ledduni anlam şöyledir:

        ‘Ey bu ayetleri okuyan mümin kişi! Hidayeti nur-u Muhammed mazharı olan ve her zamanda bu yeryüzü âleminde mevcudiyeti devam eden manevi evladı Resul u arayıp bul. Ve evladı Resul un “Kevser” irşadı olan zikri daim ve tevhit makamları keşfi irfanıyla gerçek / hakiki mümin’ liğe yüksel. Sen de Nur-u Muhammed örtüsüne bürünerek manevi evladı Resul arasına girip ehli beyt-i manevi ye dâhil olmakla “kevsere” mazhar ol demektir.

Ayetteki “Rabbin için namaz kıl” beyanı ise; mazhar olduğun “kevser” marifetiyle Rabbin makamlarını müşahede ettiğinde, kendinin ve cümle âlemin her andaki fenasında, (yokluğunda) Baki (ebedi) olan güzelliğiyle gözüken âlemlerin Rabbi için namaz kıl. İyi bil ki, “...Namaz müminler üzerine vakti belirlenmiş bir farz olmuştur.” (Nisa -103) Ve namazı vakitlerle kılmak Kuran’ın açık emri olduğundan sakın terk etme. Fakat vakit namazlarını kılmakla beraber namazın hakikatine ulaş, çünkü Hz. Peygamber efendimiz “Namaz müminin miracıdır” buyurur ki miraç, Kul’un Rabbine vuslatıdır. (kavuşmasıdır)  Agâh ol ki Hakikatte miraç; kendinin ve cümle âlemin yokluğunda zahir ve baki olan Hak’tan gayrı görmeyip, daima Hak’la var olmaktır. İşte beş vakit hiç terk etmeden kıldığın namazın bu hakikat ve marifetine ulaş. Gafiller gibi amel cennetinin nimeti olan huri, gilman, köşk vb. nimetlerle nefsini lezzetlendirmek için Allah’a kulluk yapma Demektir.

      Ayetteki “Kurban kes” beyanındaki mana ise şöyledir. Kurban, kurbiyet, yani yakınlık demektir. Bu kurbiyet / yakınlık ise, kulun cümle varlıkta mevcut olan Hakk’ın, kendi vahdetinden açığa çıkarıp yarattığı kesret / çokluk tecellilerini vahdetin kesreti olarak müşahede etmesinin yakınlığıdır. Bunu ifadeyle kutsi beyanında cenabı Hak; “Kulum bana nevafille öyle yakın olur / yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle tutar, benimle yürür.(Kutsi hadis) Buyurur ki bu Hakk’a yakınlık / kurbiyet, aynı zamanda, hidayeti Nur-u Muhammed mazhariyetiyle kulun marifetullaha erişmesidir.

Bu itibarla ayetteki “Kurban kes” emrinden maksat, mazhar olduğun marifetullahı, bu marifetin cahillerine, mahrum ve muhtaçlarına aktarıp dağıtarak “Kevser” sürekliliğini ve devamlılığını sağla demektir. Çünkü ayette Arapça olarak geçen “venhar” kelimesi, aynı zamanda akıtmak anlamında olduğundan, Nur-u Muhammed kulluğu ile hasıl olan kurban / yakınlık marifetini, bu marifetin mahrum ve yoksullarına irşat ile akıtıp dağıtarak, “Kevser” sürekliliği ve evladı Resul kulluğunun devamlılığını sağlayıp, sende manevi evladı Resul / ehl-i beyti manevi arasına dâhil ol  demektir.

 

       Ayetteki “Kuşkun olmasın ki ebter olan sana dil uzatanın ta kendisidir.” beyanının manası ise, şöyledir; “Ebter,”kesiklik sürekliliği ve devamlılığı olmayan, sınırlı hudutlu ve sonu olan demektir. Ki “ebter” olanlar iki kısımdır:

      Birincisi, aklı maaş olanlardır; Bunlar yeryüzünde nefsinin tattığı tabiat zevk ve lezzetlerinin esiri olup, bu yeryüzü âleminde tabiat nimetleri ile lezzetlenmekten başka bir tefekkür ve gayesi olmayan dünya ehilleridir. Ki dünyanın devamlılığı ve sürekliliği olmayıp sınırlı, hudutlu ve kesik, yani sonu olduğundan dünya ve tabiat lezzetleri “ebter” olduğu gibi, aklı maaş ve dünya ehli olmak ebterliktir. Çünkü kıyametin kopması dünyayı sona erdirip, insanın ölmesi ise onu dünyadan ve aldığı dünya lezzetlerinden ayırıp kestiği için, aklı maaş olan ehli dünya “ebterdir.”

       İkinci olarak “Ebter”liğe mazhar olanlar ise, ehli dünya gibi olmayıp, akl-ı mead olanlardır. Ki bunlar, ahiret gününe iman eder ve yaptığı tüm faaliyetlerde harama günaha dikkat ederek yaşarlar. Bunlar, ahiret âleminde nefsini cehennemden koruyup huri, gılman, köşk, yiyecek, içecek gibi amel cenneti nimetleriyle nefsini lezzetlendirmek için daima sevap olan işlerle meşgul olurlar. Bu itibarla, bunlar kulluklarını amel cenneti ve bu cennet nimetleriyle kayıtlamakla hudutlayıp, sınırlarlar. İşte bu sınırlar kulun rabbine vuslatını / kavuşmasını kesip insan-ı kâmil olmasını engellemesi açısından, o kul’un “ebter” liği olur.

      Kur’an da: “yeryüzündeki herkes/her şey fânidir, yokluktadır. Celâl ve ikram sahibi Rabbinin veçhi / yüzü bâkidir.” (Rahmân- 26, 27) Yine, “O’nun vechinden / yüzünden başka her şey helâktadır / yokluktadır…” (Kasas-88) buyrulmasına rağmen, rabbine vuslattan / kavuşmaktan  “ebter” olup kesilen bir kul, kendinin ve cümle âlemin varlığını Hak’tan ayrı zannetmekle, kendine ve eşyaya müstakil vücut nispet ederek kulluğunu sınırlayarak kayıtlar. Ve kulluğunu rabbinden gayrı şeylerle kayıtlama kesikliği, yani “ebter” liği yüzünden kişi, insan-ı kâmil makamına erişemez ve Rabbine kavuşmaktan mahrum olur.

      Bu ebter ler, aynı zamanda Hz Resulullah efendimizi yalnızca unsur beden varlığıyla bilip, ölümle bu âlemden ayrıldığına inandıklarından. Vücud-u Nuru Muhammed’in cümle âlemlerde ve her zamandaki “Kevser” zuhuru olan devamlılığından ve sürekliliğinden perdeli / mahcup bir kullukla yaşarlar. Ve “Kevser” mazharı olan evladı Resul irşadından gafletle “ebter” olanlar, nur- u Muhammed aba’sı (örtüsü) ile örtünemediklerinden manevi evladı Resul / manevi ehl-i beyt arasına dâhil olamazlar. Ve “Kevser” den mahrum “ebter” olan kulluklarıyla cenabı Hak’tan ebediyen mahcup olup perdelenirler. Bunu beyanla Kur’an’da; “Bu dünyada ama / kör olan ahirette de kördür” (İsra-72) buyrulur.

        Kevser süresinin yorumu hatalarıyla beraber tamamlandı, her şeyi en iyi bilen Allah’tır.                       

                                                                                     Nejdet Şahin