13 Şubat 2015 Cuma

HZ. ÖMER Ve yetimleri olan yaşlı Kadın arasında geçen ibretlik hadise


Okuyacağınız hadiseyi bize, müfessir sahabe diye anılan ve Hz.
peygamberin tebliğ ve irşatla görevlendirdiği manevi halifelerinden olup,
kendisine ilim bağışlaması için resulullah (sav) efendimizin Allah’a dua
ettiği sahabe ibn-i Abbas anlatmaktadır
Biz de günümüz insanlığına ve özellikle mevki makam sahibi olan
idarecilerimize ibret ve muhakkak faydalı olur niyazıyla, insanlığa mâl
olmuş bu hadiseyi gündeme taşıyoruz. İbn-i Abbas Şöyle diyor;
---- Karanlık bir geceydi; soğuk ve dondurucu bir kış gecesi Ayaz
insanın iliklerine işliyordu
Halife Hz Ömer'i görüp onunla biraz konuşmak sohbet etmek üzere
evden çıktım Her taraf ıssız ve sessiz, bütün şehir uykularının en derin
rüyalarında soluyor olmalı
Sokaklarda in cin top oynuyor, yolumun ortalarına doğru önümde insan
olduğunu tahmin ettiğim bir karartı belirdi
Biraz daha yaklaşınca gerçekten insan olduğunu gördüm Karşımdaki de
verdiğim selamı almak üzere başını kaldırıp yüzünü bana çevirince
hayretten şaşakaldım
Çünkü önümde benim ziyaretine koyulduğum Hz Ömer'den başkası
değildi
Gecenin bu saatinde herkes sıcak yatağında mışıl mışıl uyurken koca bir
Halifenin yapayalnız sokaklarda dolaşmasını bir sebebe
bağlayamıyordum Üstelik bu dondurucu kış gecesinde
Merakımı yenemeyerek, hemen söze başladım;
----"gecenin bu saatinde yapayalnız niçin dolaşıyorsun?"
Hz Ömer (r a) bana sokularak koluma girdi ve işin yoksa beraber
yürüyelim diye teklif etti;
----"hem sana yürürken niçin yalnız başıma gezintiye çıktığımı da
anlatırım" diye ilave etti Ben;
----"Zaten sana geliyordum; biraz görüşür, sohbet ederiz diye
düşünmüştüm Mademki böyle oldu; gezinirken konuşuruz " cevabını
verdim
İkimiz birlikte yola koyulmuştuk; benim içim içime sığmıyor, neredeyse
meraktan çatlıyordum
Bir aralık soru soran gözlerimi Halife'nin yüzüne diktim; haydi söze başla;
anlat bakalım niçin ayazlı bir gecenin bu saatinde tek başına sokaklarda
dolaştığını" demek istiyorum
Halife Hz Ömer'de zapt edilmez merakımı anlamıştı Ama başka
meselelerden konuşuyor, fakat bir türlü gecenin bu saatinde niçin
dolaşmakta olduğuna lafı getirmiyordu
Birlikte gezinirken her evin kapısı önünde epeyce bir müddet dikiliyor,
kulağını kapıya dayayarak içerisini dinliyordu
Evlerin kapılarında dikilip içerden bir ses geliyor mu, gelmiyor mu, diye
dinleye dinleye sokak sokak Mekke mahallelerini dolaştık Hiçbir tarafta
çıt yoktu, herkes bölünmez uykularının salıncağında soluyordu
Belki de şu koca şehirde gecenin bu saatinde Halife Hz Ömer (r a) ile
benden başka uyanık olan tek kişi yoktu
Yavaş yavaş Hz Ömer'in neden gezintiye çıktığını anlar gibi oluyordum
Anlaşılan şehir halkından herhangi birisinin bir derdi, bir sıkıntısı
yüzünden uykusuz kalıp kalmadığını yakalamak istiyordu
Bu yüzden sokak köpeklerine kadar şehrin bütün canlıları sıcak
yuvalarında uyurken, Müslümanların reisi sıfatı ile Hz Ömer onlara
bekçilik ediyor; onların rahatı için uykuyu kendine haram ederek sokak
sokak bu ayazda dolaşıyordu
Bütün mahalleleri kapı kapı dolaşarak şehrin dışına çıktık Sağda solda
tek tük çadırlar vardı Onların da kapıları önünde durup ağlama sızlama
var mı diye içeriyi dinledikten sonra yolun en ucundaki bir çadıra sıra
geldi
Diğerlerinde olduğu gibi bu çadırın kapısında da dikilerek içeriyi dinledik;
birbirine karışmış durumda ağlayan çocuk sesleri geliyordu
Epeyce dinledikten sonra Hz Ömer (r a) kapıyı vurup selamla birlikte
içeriye daldı
Evin içi karmakarışıktı Durmadan ağlayan çocukların gözleri şişmiş;
yüzleri akan yaşların çizgileri ile benek benek kararmıştı
Yaşlıca bir kadın ocağın başına oturmuş hem ateşin üzerinde kaynayan
tencereyi karıştırıyor hem de halsizlikten dizinin dibine serilen minicik
yavruları susturmaya çalışıyordu
Kadın da bitkin ve halsiz görünüyordu
Bu haline rağmen Hz Ömer'in selamına gülümser olmasına çalıştığı bir
çehre ile aldı Anlaşılan evine gelenin Halife Ömer olduğunu bilmiyordu
Kim bilir Halife'yi tanımıyordu bile Zaten gecenin bu ilerlemiş saatinde
şehir dışındaki bir çadırın kapısını Halife'nin çalacağını kim düşünebilirdi
Hz Ömer kendini tanıtamadan tatlı bir dille kadına sordu;
---- "valide bu yavrular niye böyle durmadan ağlıyor?"
Kadın içini çekerek kısaca;
----"iki günden beri açlar da ondan" diye cevap verdi
Hz Ömer,
----"Peki niye önlerine yemek koymuyorsun?" diye soracak oldu
hıçkırıklar birden kadının boğazına düğümlendi Durmadan akmaya
başlayan gözyaşları arasında bize içini dökmek üzere söze başladı
----"Oğlum" dedi Halife Ömer'e "sen şu ateşte kaynayanı yemek mi
pişiyor sandın; ne gezer! Yavruları avutabilmek için çakıl koydum
tencereye; durmadan kaynatıyorum Pişirecek hiçbir şey yok Bu
gördüğün yavrular benim, anasız babasız yetim torunlarımdır Oğlum,
kocam ve kardeşlerimin her biri bir muharebede şehit düştüler Evin
geçimini temin edecek bir erkeğim yok Ben de hem yaşlı ve hem de
kadın halimle halim kalmadı İşte böyle aç ve perişan kaldık Soylu bir
aileden varlık içinde büyümüş ve yokluk nedir hiç bilmemiş bir kızı
olduğum için kimseye gidip halimi anlatmaya, el açıp bir şeyler
dilenmeye de yüzüm tutmuyor Her şeyi bilen yüce Allah (c c ) bir
sebebini yaratıp rızkımızı gönderinceye kadar böyle ağlayıp beklemekten
başka çaremiz yok "
Hz Ömer (r a ) kadın dinlerken yanmakta olan bir mumu gibi eriyor, yüzü
renkten renge giriyordu Kadının sözünü bölerek üzgün bir sesle;
----"valide, şehirde oturan Müslümanların emirine, (devlet başkanına)
Halife Ömer'e neden başvurup durumunu anlatmıyorsun?" diyebildi
O ana kadar kesintisiz olarak gözyaşı döken kadının derin üzüntüsü
yerini anlatılmaz bir kin ve kızgınlığa bıraktı Hiddetten kararan
bakışlarını Halifeye dikerek şu sözleri söyledi
----"Dilerim ki o Halife Ömer daha dünyada iken bulsun, Ahirette de elim
yakasından kopmasın "
Hz Ömer kekeleye kekeleye;
----"Niçin Ömer'e böyle beddua ediyorsun valide! Onun bu işte günahı
nedir?" dedi
Kadın aynı kızgınlıkla bu sözlerin cevabını yetiştirdi:
----"evladım! Ben şu ihtiyar halimle iki günden beri gece gündüz
demeyip yetim avuturken o nasıl rahat yatağında uyuyabilir? O,
Müslümanların reisi, (önderi devlet başkanı) baş bekçisi değil mi? Bizler
evvela Allah'a sonra do onun eline emanetiz Gelip de benim halimi nasıl
sormaz Müslümanların reisi olmayı böyle kolay mı sanıyor! "
Hz Ömer (r a ) yavaş yavaş dolmaya başlayan göz pınarlarını kadından
saklayarak
----"valide haklısın, doğru söylüyorsun; ama zavallı Halife'nin işi bir iki
değil ki Kim bilir başını kaşıyacak kadar bile boş zamanı yoktur Hem
sen gidip derdini anlatmadıktan sonra o senin halini bilmez ki, diye
kadının öfkesini dindirmeye çalıştı Fakat kadın aynı kızgınlıkla sözlerine
devam etti
----"Madem ki dertlilerin derdini zamanında haber alıp çaresine
koşmayacaktı, zamanında niye Halife olmayı, Müslümanların başına
geçmeyi kabul etti? Böyle çürük bir mazereti hiç dinler miyim ben?
Zavallının işi çokmuş! Nedir işi yine savaş mı? Yanında inleyenlerin
sesine kulak vermez Şehrinde açlıkla pençeleşen yavrular yaşıyor
Halife bunlara göz yumarak uzak diyarlardaki şehirlere gaza, gaza
diyerek asker yürütmekle; gencecik delikanlılarımızın kanını yabancı
topraklara akıtarak kadınları dul bırakmayı marifet mi sanıyor? Benim
babam, amcam, dayım ve gencecik oğlum hep onun ordularında şehit
düşmedi mi? Şimdi kim bilir yine nice kadın ve çocukları kocasız ve
babasız bırakıp, aç ve çıplak bir sefaletin kucağına atacak Böyle
dertlerimize yeni dertler eklesin diye mi biz onu başımıza geçirdik?"
Tam bu sırada çocuklar sözleşmişler gibi hep bir ağızdan yanık sesleri ile
ağlaşmaya başladılar
Çocukların bastıran çığlıkları kadının öfkesini bir kat daha arttırdı
Ellerini havaya kaldırarak ve sesinin çıktığı kadar bağırarak sözlerine
şöyle devam etti:
----"Bu evdeki canlıların göğüslerinden boşalarak yükselen inilti ve
çığlıkları şimşek ve yıldırım eyleyerek Ömer kulunun başına
yağdırmasını dilerim
O varsın dul bir kadınla yetim yavruların beddualarını yağmur sansın
Tez elden ona gönlümün dilediği bir bela ver de kıvranırken bizim neler
çektiğimizi anlasın
Sen işini bilirsin, yüce Yaratanımız "
Hz Ömer artık dayanamadı Dolu dolu olan pınarlarından yaşlar
damlamaya başladı Herkesin durmadan gözyaşı döktüğü bu kederli
evde, gözyaşlarını görmelerini istemediği için yüzünü herkesten
saklamaya çalışıyordu Artık orada oturamazdı Hemencecik yerinden
doğruldu Bitkin bir sesle;
----"valide haklısın sen yine avut çocuklarını ben hemen dönerim" diyerek
kapıya doğruldu Arkasından ben de yürüdüm
Dışarıya çıkınca derin bir soluk çekti ciğerlerine Kelimenin en geniş
manası ile üzgün ve bitkin idi Yol boyunca ağzından tek kelime çıkmadı
Var gücünü kullanarak hızla yol almaya çalışıyordu
Ona yetişmekte güçlük çekiyordum Doğruca devlet hazinesine vardık
Halife, bir un çuvalı seçerek bir yana koydu Benim elime de bir yağ kabı
tutuşturdu Vakit geçirmeden koca un çuvalını sırtlanmaya koyuldu
Gözlerime inanamıyordum Evet bu İslam Devletinin koca reisi un
çuvalını sırtına almak üzere idi Hemen yanına sokuldum;
---- "aman ey müminlerin emiri! Ne yapıyorsun? Bari müsaade ver de
çuvalı ben sırtıma alayım "
Hz Ömer (r a ) hemen sözümü keserek belki bir saatten beri ilk defa
ağzını açıp şu sözleri söyledi
---"hayır, ey İbn-i Abbas, sevgili dostum! Değil yorgunluktan yere
yığılsam, ölsem bile bırak; yükünü de kendi sırtında götürsün Bu
dünyada yüküne yardım etmek isteyecek öz dostlar bulabilir, fakat her
koyunun kendi bacağından asılacağı Ahiret gününde kimse O'nun
cezasını paylaşmayacaktır
Kadın doğru söylemişti Ya vakti ile Hilafeti (devlet başkanlığını)
yüklenmemeliydim Yüklendiğime göre idarem altındaki tek tek her ferdin
huzur ve emniyetini düşünmek zorundayım " Sevgili dostum, Dicle
kenarında otlayan bir koyunu kurt kapsa ilahi adalet onu Ömer'den sorar
Şu yaşlı kadın kimsesiz ve avuttuğu yavrular kimsesiz kalır; sorumlusu
Ömer'dir Bakımsızlık ve sefaletten bir ev çökse vebali Ömer'in
omuzlarındadır Talihsizlik neticesinde yere bir tek damla kan aksa o kan
damlası coşkun bir derya olup dalgaları ile Ömer'i yutar Kırgın gönüllerin
öfke şimşekleri Ömer'in başına boşalır Bütün matemlerin gözü göze
göstermez dumanlarında boğulacak olan da Ömer'den başkası değildir
Ömer her derdin devası, her dileğin büyük kapısı ve her lanetin ana
hedefidir Yüce Allah'ım aciz bir kul bu kadar ağır ve çeşitli mesuliyet
yükünün altından nasıl kalkabilir? Ey Ömer, bu kadar yükün altına
girmeyi nasıl kabul edebildin vakti ile
Sözünü bölüp bir parça kederini dindirmek istedim ve dedim ki;
---"O kadar da üzme kendini, ey müminlerin emiri. Halifelik yükünü sen
üzerine almasan kim bu vazifeyi senin kadar titizlikle yüklenebilirdi
Sen de bütün üstün meziyet ve kabiliyetlerine rağmen nihayet bir
insansın
Her yerde vakit geçirmeden kendini gösteren ve yanılmaksızın kılı kırk
yaran ilahi adalete ulaşamazsın
Kullara verilen bütün merhametler bir araya getirilerek temiz gönlüne
dolsa bile bütün varlıkları kanatları altına alan yaygın ilahi esirgeyicilikle
yarışamazsın
Ey iyi yürekli Halife! Sen şüphesiz ki bir melek değilsin, ama adalet ve
merhamet kervanının ön safında elinde bayrak tutanlardansın
Senin bu erişilmez adaletine kıyamet günü, hem yer, hem gök hem de şu
sırtındaki un çuvalı aynı zamanda da ben şahitlik edeceğiz
Şüphesiz ki en büyük şahidin de karanlık gecede kara taş üzerindeki
siyah karıncaya kadar her şeyi bilen yüce Allah'ın bizzat kendisidir.
Ne mutlu sana ki fani hayatını böylesine ölmez değerlerin sahibi olmakuğruna harcıyorsun
Ne mutlu biz Müslümanlara ki dünyanın başka milletlerini, padişah diye
kan içen canavarlar idare ederken. Senin gibi ipek yürekli ve geniş
görüşlü bir reisin şanlı adalet bayrağı altında gölgelenmenin tükenmez
zevkini tadıyor ve bütün dünyaya karşı seninle haklı bir iftihar ediyoruz
Bu sözlerim galiba Halife'nin üzgün gönlüne biraz neşe vermişti
Ağır çuval yükü altında iki büklüm olmuş bedenine rağmen son gücünü
kullanarak yokuşu soluk soluğa çıkıyordu
Damarlarındaki kanı bile donduracak kadar keskin ayaza rağmen
alnından ve yüzünden akıp heybetli göğsüne süzülen terlere
aldırmıyordu bile Nihayet koca karının çadırına vardı ki nefes nefese
içeri girip çuvalı yere bıraktı ve aynı zamanda kendisi de yere serildi;
iyice bitmiş, takatinin son damlalarını kullanarak çadıra girebilmişti
Kısa bir dinlenmeden sonra aslanlar gibi silkinerek yerinden doğruldu;
tencerede kaynamakta olan çakılları boşalttı
Yerine benim taşıdığım kaptan yağ koydu Sonra eriyen yağa sırtında
getirdiği çuvaldan kendi eli ile un koyarak pişirmeye koyuldu
Sönen ateşi kadından çalı çırpı isteyerek kendisi tutuşturdu
Böylece pişirdiği yemeği ayazda çabucak soğutarak yine kendi eli ile
kurduğu sofraya koydu
Daha sonra anne ve baba şefkatini bile gölgede bırakacak gülümseyen
bir yüz ve bal gibi bir sesle iki günden beri boğazlarından aşağıya tek
lokma geçirmemiş olan öksüz yavruları yemeğe oturttu; eli tutmayanlara
kendi eli ile yemek verdi
Günlerden beri kara yaslara gömülmüş olan çadırı bir anda sıcak bir
sevincin ışıkları aydınlatmıştı
Ağlamalar susmuş, yaşlar kurumuş; öfke dinmişti Öksüz yavruların
gözleri sevinçten ışıl ışıl parlıyordu Yaşlı kadıncağız Hz Ömer (r a )
sırtında un çuvalı ile içeriye girdiği andan beri şaşkınlıktan sanki dilini
yutmuştu, ağzından tek bir kelime bile çıkmadı
Fakat karnı doyan öksüz torunlarının neşesi odayı sarınca ağır bir
uykudan uyanır gibi silkindi; toplandı ve sevinç gözyaşları içinde kim
olduğunu hala bilmediği Halifeye şu sözleri söyledi
---"Dilerim ki yüce Allah (c c ) tez elden seni Hz Ömer'in Halifelik
makamına oturtsun Oraya Ömer'den çok sen yakışırsın "
Yaşlı kadının o karşısındakini tanımadığı için söylediği bu sözlere içinden
güldüm; yan gözle Ulu Halife'yi aradım; bu akşam belki ilk defa bu sözler
üzerine O da aydınlık bir çehre ile gülüyordu
Bana yaklaşıp gidelim artık diye işaret ettikten sonra kadına döndü;
----"Valideciğim Sen yarın erkenden Halifelik makamına gel; beni orada
bul da sana emekli ve yetim maaşı bağlatayım Şimdilik hoşça kal"
dedikten sonra birlikte dışarı çıktık gün ağarmıştı
Müezzinin bütün müminleri sabah namazına çağıracak olan gür sesi
nerdeyse ortalığı çınlatacaktı Ulu halife uykusuz kalarak ve terler
dökerek vazifesini yapmış insanların gönül huzuru içinde rahattı
Bana gelince uykusuz gecemden fazlası ile memnundum Çok şeyler
görmüş, çok şeyler işitmiştim ve çok şeyleri öğrenmiştim Gördüklerim,
işittiklerim ve öğrendiklerim bende ömür boyunca tazelik ve canlılığını
yitirmeyecek izler bırakmıştı
Ümit dolu sevinçler içinde Allah Resulü'nün şu sözlerini hatırladım
"Sahabilerimin her biri tek tek gökteki yıldızlar gibidir Hangisinin
peşinden giderseniz hidayetin yolunu bulursunuz " "Ey yüce Allah
Resulü! dedim içimden" "senin Halifen Ömer'i gördün de mi söyledin bu
altın sözleri!
O gün kadın, öğleye doğru Halifelik makamına geldi Ulu Halife zaten
daha önce işini maaşa bağlanması için gereken kimselere derhal emir
vermişti Kadın Hz Ömer'i tanımıştı ama şaşkınlıktan dona kaldığı için
dilini döndürüp hiçbir şey söylemiyordu Ulu Halife onu saygı ile
karşılayıp bir yere oturttuktan sonra şöyle dedi:
----"Valideciğim! İşin oldu bundan sonra hem kendi adına ve hem de
şehit yavrusu öksüz torunlarının her ay emekli maaşını alacaksın Al
bakalım şu ilk maaşın" diyerek bir gümüş kesesini kadına uzattı ve "Artık
Ömer'i affediyor O'na ettiğin bedduaları geri alıp hakkını bağışlıyorsun
değil mi" diye sözlerini bağladı
Akşamdan beri olup bitenleri tümünü iyice anlayan kadın gayet ciddi bir
ifade ile Halife'ye şu son cevabı verdi;
-----"işte böyle göster adaletini eline bakan bütün Müslümanlara karşı "
Tüm zamanlarda insan olan herkesin gözyaşlarını akıtırken ibretle ders
alacağı, ibni Abbas Hz.lerinin anlattığı bu hadise, cümlemize, özellikle
idarecilerimize amirlerimize ibret olması dileği ile sevgiler selamlar.

Nejdet Şahin

09- 08-2010