Okuyacağınız hadiseyi bize, müfessir sahabe diye anılan ve
Hz.
peygamberin tebliğ ve irşatla görevlendirdiği manevi
halifelerinden olup,
kendisine ilim bağışlaması için resulullah (sav) efendimizin
Allah’a dua
ettiği sahabe ibn-i Abbas anlatmaktadır
Biz de günümüz insanlığına ve özellikle mevki makam sahibi
olan
idarecilerimize ibret ve muhakkak faydalı olur niyazıyla,
insanlığa mâl
olmuş bu hadiseyi gündeme taşıyoruz. İbn-i Abbas Şöyle
diyor;
---- Karanlık bir geceydi; soğuk ve dondurucu bir kış gecesi
Ayaz
insanın iliklerine işliyordu
Halife Hz Ömer'i görüp onunla biraz konuşmak sohbet etmek
üzere
evden çıktım Her taraf ıssız ve sessiz, bütün şehir
uykularının en derin
rüyalarında soluyor olmalı
Sokaklarda in cin top oynuyor, yolumun ortalarına doğru
önümde insan
olduğunu tahmin ettiğim bir karartı belirdi
Biraz daha yaklaşınca gerçekten insan olduğunu gördüm
Karşımdaki de
verdiğim selamı almak üzere başını kaldırıp yüzünü bana
çevirince
hayretten şaşakaldım
Çünkü önümde benim ziyaretine koyulduğum Hz Ömer'den başkası
değildi
Gecenin bu saatinde herkes sıcak yatağında mışıl mışıl
uyurken koca bir
Halifenin yapayalnız sokaklarda dolaşmasını bir sebebe
bağlayamıyordum Üstelik bu dondurucu kış gecesinde
Merakımı yenemeyerek, hemen söze başladım;
----"gecenin bu saatinde yapayalnız niçin
dolaşıyorsun?"
Hz Ömer (r a) bana sokularak koluma girdi ve işin yoksa
beraber
yürüyelim diye teklif etti;
----"hem sana yürürken niçin yalnız başıma gezintiye
çıktığımı da
anlatırım" diye ilave etti Ben;
----"Zaten sana geliyordum; biraz görüşür, sohbet
ederiz diye
düşünmüştüm Mademki böyle oldu; gezinirken konuşuruz "
cevabını
verdim
İkimiz birlikte yola koyulmuştuk; benim içim içime sığmıyor,
neredeyse
meraktan çatlıyordum
Bir aralık soru soran gözlerimi Halife'nin yüzüne diktim;
haydi söze başla;
anlat bakalım niçin ayazlı bir gecenin bu saatinde tek
başına sokaklarda
dolaştığını" demek istiyorum
Halife Hz Ömer'de zapt edilmez merakımı anlamıştı Ama başka
meselelerden konuşuyor, fakat bir türlü gecenin bu saatinde
niçin
dolaşmakta olduğuna lafı getirmiyordu
Birlikte gezinirken her evin kapısı önünde epeyce bir müddet
dikiliyor,
kulağını kapıya dayayarak içerisini dinliyordu
Evlerin kapılarında dikilip içerden bir ses geliyor mu,
gelmiyor mu, diye
dinleye dinleye sokak sokak Mekke mahallelerini dolaştık
Hiçbir tarafta
çıt yoktu, herkes bölünmez uykularının salıncağında
soluyordu
Belki de şu koca şehirde gecenin bu saatinde Halife Hz Ömer
(r a) ile
benden başka uyanık olan tek kişi yoktu
Yavaş yavaş Hz Ömer'in neden gezintiye çıktığını anlar gibi
oluyordum
Anlaşılan şehir halkından herhangi birisinin bir derdi, bir
sıkıntısı
yüzünden uykusuz kalıp kalmadığını yakalamak istiyordu
Bu yüzden sokak köpeklerine kadar şehrin bütün canlıları
sıcak
yuvalarında uyurken, Müslümanların reisi sıfatı ile Hz Ömer
onlara
bekçilik ediyor; onların rahatı için uykuyu kendine haram
ederek sokak
sokak bu ayazda dolaşıyordu
Bütün mahalleleri kapı kapı dolaşarak şehrin dışına çıktık
Sağda solda
tek tük çadırlar vardı Onların da kapıları önünde durup
ağlama sızlama
var mı diye içeriyi dinledikten sonra yolun en ucundaki bir
çadıra sıra
geldi
Diğerlerinde olduğu gibi bu çadırın kapısında da dikilerek
içeriyi dinledik;
birbirine karışmış durumda ağlayan çocuk sesleri geliyordu
Epeyce dinledikten sonra Hz Ömer (r a) kapıyı vurup selamla
birlikte
içeriye daldı
Evin içi karmakarışıktı Durmadan ağlayan çocukların gözleri
şişmiş;
yüzleri akan yaşların çizgileri ile benek benek kararmıştı
Yaşlıca bir kadın ocağın başına oturmuş hem ateşin üzerinde
kaynayan
tencereyi karıştırıyor hem de halsizlikten dizinin dibine
serilen minicik
yavruları susturmaya çalışıyordu
Kadın da bitkin ve halsiz görünüyordu
Bu haline rağmen Hz Ömer'in selamına gülümser olmasına
çalıştığı bir
çehre ile aldı Anlaşılan evine gelenin Halife Ömer olduğunu
bilmiyordu
Kim bilir Halife'yi tanımıyordu bile Zaten gecenin bu
ilerlemiş saatinde
şehir dışındaki bir çadırın kapısını Halife'nin çalacağını
kim düşünebilirdi
Hz Ömer kendini tanıtamadan tatlı bir dille kadına sordu;
---- "valide bu yavrular niye böyle durmadan
ağlıyor?"
Kadın içini çekerek kısaca;
----"iki günden beri açlar da ondan" diye cevap
verdi
Hz Ömer,
----"Peki niye önlerine yemek koymuyorsun?" diye
soracak oldu
hıçkırıklar birden kadının boğazına düğümlendi Durmadan
akmaya
başlayan gözyaşları arasında bize içini dökmek üzere söze
başladı
----"Oğlum" dedi Halife Ömer'e "sen şu ateşte
kaynayanı yemek mi
pişiyor sandın; ne gezer! Yavruları avutabilmek için çakıl koydum
tencereye; durmadan kaynatıyorum Pişirecek hiçbir şey yok Bu
gördüğün yavrular benim, anasız babasız yetim torunlarımdır
Oğlum,
kocam ve kardeşlerimin her biri bir muharebede şehit
düştüler Evin
geçimini temin edecek bir erkeğim yok Ben de hem yaşlı ve
hem de
kadın halimle halim kalmadı İşte böyle aç ve perişan kaldık
Soylu bir
aileden varlık içinde büyümüş ve yokluk nedir hiç bilmemiş
bir kızı
olduğum için kimseye gidip halimi anlatmaya, el açıp bir
şeyler
dilenmeye de yüzüm tutmuyor Her şeyi bilen yüce Allah (c c )
bir
sebebini yaratıp rızkımızı gönderinceye kadar böyle ağlayıp
beklemekten
başka çaremiz yok "
Hz Ömer (r a ) kadın dinlerken yanmakta olan bir mumu gibi
eriyor, yüzü
renkten renge giriyordu Kadının sözünü bölerek üzgün bir
sesle;
----"valide, şehirde oturan Müslümanların emirine,
(devlet başkanına)
Halife Ömer'e neden başvurup durumunu anlatmıyorsun?"
diyebildi
O ana kadar kesintisiz olarak gözyaşı döken kadının derin
üzüntüsü
yerini anlatılmaz bir kin ve kızgınlığa bıraktı Hiddetten
kararan
bakışlarını Halifeye dikerek şu sözleri söyledi
----"Dilerim ki o Halife Ömer daha dünyada iken bulsun,
Ahirette de elim
yakasından kopmasın "
Hz Ömer kekeleye kekeleye;
----"Niçin Ömer'e böyle beddua ediyorsun valide! Onun
bu işte günahı
nedir?" dedi
Kadın aynı kızgınlıkla bu sözlerin cevabını yetiştirdi:
----"evladım! Ben şu ihtiyar halimle iki günden beri
gece gündüz
demeyip yetim avuturken o nasıl rahat yatağında uyuyabilir?
O,
Müslümanların reisi, (önderi devlet başkanı) baş bekçisi
değil mi? Bizler
evvela Allah'a sonra do onun eline emanetiz Gelip de benim
halimi nasıl
sormaz Müslümanların reisi olmayı böyle kolay mı sanıyor!
"
Hz Ömer (r a ) yavaş yavaş dolmaya başlayan göz pınarlarını
kadından
saklayarak
----"valide haklısın, doğru söylüyorsun; ama zavallı
Halife'nin işi bir iki
değil ki Kim bilir başını kaşıyacak kadar bile boş zamanı
yoktur Hem
sen gidip derdini anlatmadıktan sonra o senin halini bilmez
ki, diye
kadının öfkesini dindirmeye çalıştı Fakat kadın aynı
kızgınlıkla sözlerine
devam etti
----"Madem ki dertlilerin derdini zamanında haber alıp
çaresine
koşmayacaktı, zamanında niye Halife olmayı, Müslümanların
başına
geçmeyi kabul etti? Böyle çürük bir mazereti hiç dinler
miyim ben?
Zavallının işi çokmuş! Nedir işi yine savaş mı? Yanında
inleyenlerin
sesine kulak vermez Şehrinde açlıkla pençeleşen yavrular
yaşıyor
Halife bunlara göz yumarak uzak diyarlardaki şehirlere gaza,
gaza
diyerek asker yürütmekle; gencecik delikanlılarımızın kanını
yabancı
topraklara akıtarak kadınları dul bırakmayı marifet mi
sanıyor? Benim
babam, amcam, dayım ve gencecik oğlum hep onun ordularında
şehit
düşmedi mi? Şimdi kim bilir yine nice kadın ve çocukları
kocasız ve
babasız bırakıp, aç ve çıplak bir sefaletin kucağına atacak
Böyle
dertlerimize yeni dertler eklesin diye mi biz onu başımıza
geçirdik?"
Tam bu sırada çocuklar sözleşmişler gibi hep bir ağızdan
yanık sesleri ile
ağlaşmaya başladılar
Çocukların bastıran çığlıkları kadının öfkesini bir kat daha
arttırdı
Ellerini havaya kaldırarak ve sesinin çıktığı kadar
bağırarak sözlerine
şöyle devam etti:
----"Bu evdeki canlıların göğüslerinden boşalarak
yükselen inilti ve
çığlıkları şimşek ve yıldırım eyleyerek Ömer kulunun başına
yağdırmasını dilerim
O varsın dul bir kadınla yetim yavruların beddualarını
yağmur sansın
Tez elden ona gönlümün dilediği bir bela ver de kıvranırken
bizim neler
çektiğimizi anlasın
Sen işini bilirsin, yüce Yaratanımız "
Hz Ömer artık dayanamadı Dolu dolu olan pınarlarından yaşlar
damlamaya başladı Herkesin durmadan gözyaşı döktüğü bu
kederli
evde, gözyaşlarını görmelerini istemediği için yüzünü
herkesten
saklamaya çalışıyordu Artık orada oturamazdı Hemencecik
yerinden
doğruldu Bitkin bir sesle;
----"valide haklısın sen yine avut çocuklarını ben
hemen dönerim" diyerek
kapıya doğruldu Arkasından ben de yürüdüm
Dışarıya çıkınca derin bir soluk çekti ciğerlerine Kelimenin
en geniş
manası ile üzgün ve bitkin idi Yol boyunca ağzından tek
kelime çıkmadı
Var gücünü kullanarak hızla yol almaya çalışıyordu
Ona yetişmekte güçlük çekiyordum Doğruca devlet hazinesine
vardık
Halife, bir un çuvalı seçerek bir yana koydu Benim elime de
bir yağ kabı
tutuşturdu Vakit geçirmeden koca un çuvalını sırtlanmaya
koyuldu
Gözlerime inanamıyordum Evet bu İslam Devletinin koca reisi
un
çuvalını sırtına almak üzere idi Hemen yanına sokuldum;
---- "aman ey müminlerin emiri! Ne yapıyorsun? Bari
müsaade ver de
çuvalı ben sırtıma alayım "
Hz Ömer (r a ) hemen sözümü keserek belki bir saatten beri
ilk defa
ağzını açıp şu sözleri söyledi
---"hayır, ey İbn-i Abbas, sevgili dostum! Değil
yorgunluktan yere
yığılsam, ölsem bile bırak; yükünü de kendi sırtında
götürsün Bu
dünyada yüküne yardım etmek isteyecek öz dostlar bulabilir,
fakat her
koyunun kendi bacağından asılacağı Ahiret gününde kimse
O'nun
cezasını paylaşmayacaktır
Kadın doğru söylemişti Ya vakti ile Hilafeti (devlet
başkanlığını)
yüklenmemeliydim Yüklendiğime göre idarem altındaki tek tek
her ferdin
huzur ve emniyetini düşünmek zorundayım " Sevgili
dostum, Dicle
kenarında otlayan bir koyunu kurt kapsa ilahi adalet onu
Ömer'den sorar
Şu yaşlı kadın kimsesiz ve avuttuğu yavrular kimsesiz kalır;
sorumlusu
Ömer'dir Bakımsızlık ve sefaletten bir ev çökse vebali
Ömer'in
omuzlarındadır Talihsizlik neticesinde yere bir tek damla
kan aksa o kan
damlası coşkun bir derya olup dalgaları ile Ömer'i yutar
Kırgın gönüllerin
öfke şimşekleri Ömer'in başına boşalır Bütün matemlerin gözü
göze
göstermez dumanlarında boğulacak olan da Ömer'den başkası
değildir
Ömer her derdin devası, her dileğin büyük kapısı ve her
lanetin ana
hedefidir Yüce Allah'ım aciz bir kul bu kadar ağır ve
çeşitli mesuliyet
yükünün altından nasıl kalkabilir? Ey Ömer, bu kadar yükün
altına
girmeyi nasıl kabul edebildin vakti ile
Sözünü bölüp bir parça kederini dindirmek istedim ve dedim
ki;
---"O kadar da üzme kendini, ey müminlerin emiri.
Halifelik yükünü sen
üzerine almasan kim bu vazifeyi senin kadar titizlikle
yüklenebilirdi
Sen de bütün üstün meziyet ve kabiliyetlerine rağmen nihayet
bir
insansın
Her yerde vakit geçirmeden kendini gösteren ve yanılmaksızın
kılı kırk
yaran ilahi adalete ulaşamazsın
Kullara verilen bütün merhametler bir araya getirilerek
temiz gönlüne
dolsa bile bütün varlıkları kanatları altına alan yaygın
ilahi esirgeyicilikle
yarışamazsın
Ey iyi yürekli Halife! Sen şüphesiz ki bir melek değilsin,
ama adalet ve
merhamet kervanının ön safında elinde bayrak tutanlardansın
Senin bu erişilmez adaletine kıyamet günü, hem yer, hem gök
hem de şu
sırtındaki un çuvalı aynı zamanda da ben şahitlik edeceğiz
Şüphesiz ki en büyük şahidin de karanlık gecede kara taş
üzerindeki
siyah karıncaya kadar her şeyi bilen yüce Allah'ın bizzat
kendisidir.
Ne mutlu sana ki fani hayatını böylesine ölmez değerlerin
sahibi olmakuğruna harcıyorsun
Ne mutlu biz Müslümanlara ki dünyanın başka milletlerini,
padişah diye
kan içen canavarlar idare ederken. Senin gibi ipek yürekli
ve geniş
görüşlü bir reisin şanlı adalet bayrağı altında
gölgelenmenin tükenmez
zevkini tadıyor ve bütün dünyaya karşı seninle haklı bir
iftihar ediyoruz
Bu sözlerim galiba Halife'nin üzgün gönlüne biraz neşe
vermişti
Ağır çuval yükü altında iki büklüm olmuş bedenine rağmen son
gücünü
kullanarak yokuşu soluk soluğa çıkıyordu
Damarlarındaki kanı bile donduracak kadar keskin ayaza
rağmen
alnından ve yüzünden akıp heybetli göğsüne süzülen terlere
aldırmıyordu bile Nihayet koca karının çadırına vardı ki
nefes nefese
içeri girip çuvalı yere bıraktı ve aynı zamanda kendisi de
yere serildi;
iyice bitmiş, takatinin son damlalarını kullanarak çadıra
girebilmişti
Kısa bir dinlenmeden sonra aslanlar gibi silkinerek yerinden
doğruldu;
tencerede kaynamakta olan çakılları boşalttı
Yerine benim taşıdığım kaptan yağ koydu Sonra eriyen yağa
sırtında
getirdiği çuvaldan kendi eli ile un koyarak pişirmeye
koyuldu
Sönen ateşi kadından çalı çırpı isteyerek kendisi tutuşturdu
Böylece pişirdiği yemeği ayazda çabucak soğutarak yine kendi
eli ile
kurduğu sofraya koydu
Daha sonra anne ve baba şefkatini bile gölgede bırakacak
gülümseyen
bir yüz ve bal gibi bir sesle iki günden beri boğazlarından
aşağıya tek
lokma geçirmemiş olan öksüz yavruları yemeğe oturttu; eli
tutmayanlara
kendi eli ile yemek verdi
Günlerden beri kara yaslara gömülmüş olan çadırı bir anda
sıcak bir
sevincin ışıkları aydınlatmıştı
Ağlamalar susmuş, yaşlar kurumuş; öfke dinmişti Öksüz
yavruların
gözleri sevinçten ışıl ışıl parlıyordu Yaşlı kadıncağız Hz
Ömer (r a )
sırtında un çuvalı ile içeriye girdiği andan beri
şaşkınlıktan sanki dilini
yutmuştu, ağzından tek bir kelime bile çıkmadı
Fakat karnı doyan öksüz torunlarının neşesi odayı sarınca
ağır bir
uykudan uyanır gibi silkindi; toplandı ve sevinç gözyaşları
içinde kim
olduğunu hala bilmediği Halifeye şu sözleri söyledi
---"Dilerim ki yüce Allah (c c ) tez elden seni Hz
Ömer'in Halifelik
makamına oturtsun Oraya Ömer'den çok sen yakışırsın "
Yaşlı kadının o karşısındakini tanımadığı için söylediği bu
sözlere içinden
güldüm; yan gözle Ulu Halife'yi aradım; bu akşam belki ilk
defa bu sözler
üzerine O da aydınlık bir çehre ile gülüyordu
Bana yaklaşıp gidelim artık diye işaret ettikten sonra
kadına döndü;
----"Valideciğim Sen yarın erkenden Halifelik makamına
gel; beni orada
bul da sana emekli ve yetim maaşı bağlatayım Şimdilik hoşça
kal"
dedikten sonra birlikte dışarı çıktık gün ağarmıştı
Müezzinin bütün müminleri sabah namazına çağıracak olan gür
sesi
nerdeyse ortalığı çınlatacaktı Ulu halife uykusuz kalarak ve
terler
dökerek vazifesini yapmış insanların gönül huzuru içinde
rahattı
Bana gelince uykusuz gecemden fazlası ile memnundum Çok
şeyler
görmüş, çok şeyler işitmiştim ve çok şeyleri öğrenmiştim
Gördüklerim,
işittiklerim ve öğrendiklerim bende ömür boyunca tazelik ve
canlılığını
yitirmeyecek izler bırakmıştı
Ümit dolu sevinçler içinde Allah Resulü'nün şu sözlerini
hatırladım
"Sahabilerimin her biri tek tek gökteki yıldızlar
gibidir Hangisinin
peşinden giderseniz hidayetin yolunu bulursunuz "
"Ey yüce Allah
Resulü! dedim içimden" "senin Halifen Ömer'i
gördün de mi söyledin bu
altın sözleri!
O gün kadın, öğleye doğru Halifelik makamına geldi Ulu
Halife zaten
daha önce işini maaşa bağlanması için gereken kimselere
derhal emir
vermişti Kadın Hz Ömer'i tanımıştı ama şaşkınlıktan dona
kaldığı için
dilini döndürüp hiçbir şey söylemiyordu Ulu Halife onu saygı
ile
karşılayıp bir yere oturttuktan sonra şöyle dedi:
----"Valideciğim! İşin oldu bundan sonra hem kendi
adına ve hem de
şehit yavrusu öksüz torunlarının her ay emekli maaşını alacaksın
Al
bakalım şu ilk maaşın" diyerek bir gümüş kesesini
kadına uzattı ve "Artık
Ömer'i affediyor O'na ettiğin bedduaları geri alıp hakkını
bağışlıyorsun
değil mi" diye sözlerini bağladı
Akşamdan beri olup bitenleri tümünü iyice anlayan kadın
gayet ciddi bir
ifade ile Halife'ye şu son cevabı verdi;
-----"işte böyle göster adaletini eline bakan bütün
Müslümanlara karşı "
Tüm zamanlarda insan olan herkesin gözyaşlarını akıtırken
ibretle ders
alacağı, ibni Abbas Hz.lerinin anlattığı bu hadise,
cümlemize, özellikle
idarecilerimize amirlerimize ibret olması dileği ile
sevgiler selamlar.
Nejdet Şahin
09- 08-2010