23 Şubat 2016 Salı

Durma ağlayalım şeyh eşiğinde

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Durma ağlayalım şeyh eşiğinde
Dönmezem şeyhimden ya ne döneyim
Daim yalvarayım aşkla yanayım
Dönmezem azizden ya ne döneyim

      Şeyh eşiği: Mürşid-i kâmil’in meclisidir. Ve o meclisi Hakk’ın muhipleri, muridleri, salikleri, talipleri, âşıkları, arifleri, sadıkları, mukarribleri ve nübuvet (peygamberlerin) makamını ziyaret etmiş ehl-i kemâl oluşturur. Kamil’in meclisi mektebi irfan olup o meclisten tahsil edilen irfanla, kul “Kendini bilen rabbini bilir” hadisi şerif sırrına erişip, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan rabbine kavuşarak, yaratılışının yüce maksadına ulaşıp insan-ı kâmil olur. Ki zamanın mürşidi kâmil’ini ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de; “Dinde zorlama yoktur Gerçekten rüşd ğayy’dan / çirkinlik ve sapıklıktan apaçık ayrılmıştır. Artık her kim Tağut’u inkâr edip Allah’a iman ederse muhakkak o kopması / ayrılması olmayan sapasağlam bir kulpa yapışmış olur…”(Bakara, 256) buyrulur.
       Pir Seyyid Muhammed Nur Hz; “Bir kimse padişah (devlet) kapısından kovulursa, kişi oradan kaybettiği maişetini başka bir işyerinde bulabilir, fakat mürşidi kâmil’in kapısından kovulursa, oradan keybettiğini başka bir yerde bulması mümkün değildir”diyor. Ki Malik Efendi Hz.de mürşid-i kâmil’in meclisini ifadeyledurma ağlayalım şeyh eşiğinde diyor. Ve dönmezem (asla dönmem) şeyhimden zahir olan âli prensipler telkini irşadından, ya ne döneyim. O âli prensipler keşfi irfanına mazhar olmak için daim yalvarıp ilâh-i aşkla yanayım, buyuruyor.

Başka aramayam şeyhile olayım
İzine varayım feyzin alayım
Himmeti umayım sevgim bulayım
Dönmezem şeyhimden ya ne döneyim

      Himmet: Yardım demektir. Ki himmet, mürşidi kâmil’in telkin-i irşadıyla yaptığı yardımdır. Ve bu yardım, kâmil’den başka bir yerde aransa da bulunmaz. Bunu ifadeyle kâmil’in izi kâmilin âli prensipler telkini olup, kâmilin telkininden hâsıl olan irşadın feyzine idrâkına mazhar olalım, muhabbetullah ile / Allah sevgisiyle dolup taşalım deniliyor. 

Odur benim şahım güneşle mâhım
Sırr-ı hakikattedir kıblegâhım
Canıma penâhım ruh-ı revanim
Dönmezem azizden ya ne döneyim

      Mâh:Ay, Penâh:Sığınak,Ruh-u revânım: Yürüyen akıp giden ruhani,Aziz: İzzetli, nadir, sireti temiz, ermiş, manevi kudret / kuvvet sahibi manalarınadır.
      Buna göre, O’dur yani mürşidimdir benim manevi şahım / padişahım, o, güneşin gündüzü ay’ın geceyi aydınlatması gibi benim, Hakk’ın vahdet ve kesret tecellileri hakkındaki cehalet karanlığımı güneş ve ay gibi aydınlatandır. Cümle eşyada mevcut ve zahir iken, görünmemekle sırrı hakikat olan âlemlerin Rabbine kul’u kavuşturan kâmilin âli prensipler telkini, benim kıblegâhımdır. Manevi müşkül ve sıkıntıya düştüğümde ise penâhımdır. (sığınağımdır) Doğru yolu gösteren ruh-u Revanımdır. (yürüyen ruhanimdir.) Bunun için aziz mürşidimin âli prensipler telkini irşadından hiçbir zaman dönmezem / asla dönüp ayrılmam, deniliyor.

Hakk'a en karibdir sırr-ı habibdir
Ahlâk-ı necibdir arif lebibdir
Sahib-i tevhiddir dâd-ı muhibdir
Dönmezem şeyhimden ya ne döneyim

Karib: Çok yakın, uzak olmayan, Sırr-ı Habib:Sevgilinin gizliliği, esrarı, Necip:Soyu temiz, cömert aslı kerim, asilzade, Lebib: Sahralarda çayırlarda çok az olan yaş diri bitki, Dâd-ı muhib:İhsan olunan sevgi anlamlarındadır.
     Buna göre, Hakk’a en karib (Hakk’a en yakın) ve sırrı Habib (ilâh-i sevgilinin esrarına vakıf) olan. Hz.Resulullah’ın “ben güzel ahlakı tamamlamak üzere geldim”beyanındaki güzel ahlâk mazharıyetiyle Ahlâkı necip, yani ahlâk ve soyu tertemiz, cömert, ikram edici olan. Arif lebib ki, insanlığı Allah’la, yani bekabillâh marifetiyle diriltebilen ve benzeri çok az bulunan arifibillâh’tan olan. Sahib-i tevhid, yani makamatı tevhid seyri süluku ile tevhid-i Hakiki mazharı olan. Dad-ı muhib yani muhabbetulaha / Allah sevgisi ihsanına mazhar olmuş olan şeyhimden, / kâmil mürşidim’den, asla dönüp yüz çevirmem, buyruluyor.         

                            Hilmi yâ bu câne olmuş mestâne
                            Aşkına pervane yanar şamdâne
                            Teslimim sultana düştüm amana
                            Dönmezem azizden ya ne döneyim

      Mestâne:Kendinden geçmiş, sarhoş,Pervane: Kendini fütursuzca cesaretle ışığa, ateşe atan kelebek vb. Şamdan: Mumluk, mumun yerleştirilip yakıldığı seyyar tutacak demektir.         
Bunu beyanla Malik Efendi Hz; Hilmi lakâbıyla can / ruhani şahsiyet olan mürşid-i kâmil’in irşadıyla mestâne sarhoş olup, onun kemâlat-ı aydınlığının pervanesine dönmüşüm. Vücudum şamdanımda kendime nisbet ettiğim varlığım, fenafillâh keşfi irfanıyla mum gibi yanar erir. Telkini irşadına teslim olduğum menevi sultandan daima aman yardım alırım. Ve bu âlemde bulunması çok zor olan kâmil-i mürşid’in irşadı aydınlığından, hiçbir zaman dönüp yüz çevirmem diyor.

Yanmaktır karım

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Yanmaktır karım
Ruz-ı şeb zârım
Hakk'a yalvarım
Daim ağlarım

      Ruz-ı şeb:Gündüz, gece demektir. İlâh-i aşkın harareti Hakk’ın gayrısı olan masivayı yakarak aşığı ilâh-i sevgiliye ulaştırdığından, ilâh-i aşk ateşiyle yanması aşığın Kâr’ı, istifadesi olduğu ifade olunuyor. Ve gündüz gece ilâh-i aşk ve ilâh-i derd ile zar edip inlemem, yalvarıp dua ederek daim ağlamam, Hakk’a vasıl olup kavuşmam içindir, buyruluyor. 

Aşk durur yârim
Yandı hep varım
Derttir pazarım
Daim ağlarım

      Mevlidi şerifteki miraç bahsinde Süleyman Çelebi Hz; Sidreye varışlarında Hz. Peygamber Efendimiz’e Cebrail’in; (özetle) “Ben buradan ileri gidersem baştan aşağı yanarım” demesine karşılık Hz. Resulullah; “Çün ezelden aşk oluptur bana delil, yanar isem ben yanayım ey Halil” buyurur. Bu itibarla Hakk’a vuslat yolunda ilâh-i aşk, kulun en hayırlı yâr’dir dost’tur. Ve daha evvel ifade edildiği gibi ilâh-i aşk ateşi, kul’un nisbet varlığını yakarak aşığı yokluk / fena kemaline eriştirir.
Derd’in Pazar olması ise, aşığın ilâh-i sevgiliye ulaşma derdi ile araştırıp sorular sorarak, kâmil’in meclisinde ehl-i aşk ve ehl-i irfan ile sohbet ederek irşad olmasıdır.  

Candaki nar’ım
Yaktı yanarım
Yoktur amanım
Daim ağlarım

      Nar:Ateş, Can’daki nar: Aşığın mazhar olduğu ilâh-i aşk ateşi’dir. Aşk ateşi, ilâh-i sevgiliden ayıran nisbet varlıklarını yakıp fena ederek aşığı ilâhi sevgiliye kavuşturup vasıl eder. Ki ilâh-i sevgiliye kavuşmak, ilâh-i aşk’la mümkün olduğundan, aşk’tan başka hiçbir şey benim ilâh-i sevgiliye kavuşma derdime aman / çare olmaz, deniliyor.

Cümleten varım
Kaptı ol yârim
Zili u hayâlim
Daim ağlarım

      Zill-u hayâl:Gölge ve hayâl demektir. Ki, İlâh-i aşk’ın tesiriyle âleme ve kendime cehaletle nisbet ederek var olduğunu zannettiğim cümle varlığım, ilâh-i sevgilinin vahdet (bir’lik) zuhuruyla fenaya / yokluğa eriştiğinden yârim, (ilâh-i sevgilim) cümlevarlığımıkaptı deniyor.Yani, cümle âleme ve kendime nisbet ettiğim varlığım, ilâh-i sevgilinin vahdet / birlik tecellisiyle yokluğa ulaştı demektir.Ve devamla; nisbet varlığımın yokluğa erişmesiyle anladım ki, cümle âlemin ve benim varlığım zill-u (gölge) hayâl’den ibarettir buyruluyor. Çünkü görünen hayâl ve gölgenin, kendine ait bir varlığı olmaz. Gerek hayâl gerek gölge sadece görüntü olup, görüntüleriyle tesir ederler. Ki gölgenin ve hayalıin görüntüsü, asıl olan vücudun zuhurundan gayrı bir şey değildir. Meselâ; bina asıldır. Ve asıl olan binanın vücudundan zahir olan karartının gölge olarak tesir etmesi gibi, hayâlde; insandan zahir olur ve vücudu olmayan görüntüsüyle tesir eden bir tecellidir. 
      Bu itibarla cümle âlemin ve insanın varlığı, asıl olan vahdet-i ilâhi’nin (Allah’ın bir’liğinin) zuhuru olmakla hayâl ve gölge gibidir. Fakat insan, cehaletle gölge olan cümle âleme ve kendine müstakil vücut nisbet ederek, vahdet-i ilâhi’den başkalarının da varlığının olduğunu zanneder. Ve Hakk’ın vahdet / bir olan varlığını, ikileştirip çoğaltır. Oysa Hak aşığının müşahadesinde ilâh- i sevgiliden gayrı hiç bir şey olmaz.
      Bunu beyanla, cehaletle var olduğu zannedilen insanın nisbeti varlığını aşk ateşi yakıp aşığı ilâh-i sevgiliye yönelttiğinden, cümleten varım kaptı yârim buyruluyor. Ve devamla, ilâh-i aşk’la cümle âlemin ve kendi vücudu varlığımın zill-u hayalden ibaret olduğunu müşahade ettim, deniliyor.

Sittü cihatım
Virdi berâtim
Gitti hayatım
Daim ağlarım

      Sitti cihet:Altı taraf, yön,Vird:Devamlı yapılan, Berat:Rütbe, taltif, diploma vb. anlamındadır. Buna göre sağım, solum, önüm, arkam, altım, üstüm olan sitti / altı cihetten (yönden) görünen hayatı varlığım gitti deniliyor. Yani her taraf ve her yerdeki cümle varlıklarla beraber kendi varlığı hayatım, Hakk’ın hayatı tecellisine gark olup gitti, demektir. Ki böyle cehaletle cümle varlığa ve kendine nisbetle var olduğu zannadilen hayat, tevhidi sıfat keşfi irfanıyla Hakk’ın hayat tecellisine gark olursa, o kul’a ancak ve ancak bir ceset gibi ölü olmak kalır. Bunu ifadeyle Resulullah Efendimiz, “Ölmeden evvel ölün, ben size sizin gibi yer içer gezer fakat ölmeden ölmüşlerden birini göstereyim mi? Ebu Bekir’e bakın onlardandır” buyurmuştur.
      Bunu beyanla Malik Efendi,benim kulluk virdi beratim yani benim daimi kulluk gayretim, hayatımı Hakk’ın hayatı tecellisine gark ederek, “Ölmeden evvel ölmek” sırrına mazhar olmaktır, diyor.

Hakk'a yalvarım
Aşkla pazarım
Birdir hep yârim
Daim ağlarım

      Cenab-ı Hak’tan gayrısına, başkasına yönelip yalvarıp yakarmam, çünkü O’nun ilâh-i aşkı benim kulluk faaliyetlerimin pazarıdır. VeO benim vahdet / bir olan ilâh-i sevgilimdir yârimdir, buyruluyor.





Cismile canım
Atmarla kanım
Gitli o şan’ım
Daim ağlarım

      Atmar: Paçavra, yıkık, yıpranık,Kân: Menba, dükkân anlamlarındadır. Cism-i suretimin ve can-ı ruhumunoluşturduğu vücudu varlığım, tevhidi zat keşfi irfanıylayıkıklığa yokluğa ulaşıp gittiğinden, kendime nisbet ettiğim şan ve ünvanlarım kalmadı, demektir. Bunu beyanla, miraçta, Rabbimiz’in “Bana ne hediye getirdin” buyurmasına karşılık Hz. Resulullah Efendimiz; “Ya Rabbi senin hazinen varlık hazinesidir, senin hazinen de her şey vardır. Senin hazinen de olmayan sadece yokluktur. Ve ben hazinen de olmayan yokluğumla sana geldim” demiştir.    

Hilmi divanım
Yoktur mizanım
Hu dur cevlânım
Daim ağlarım

Bir kul’un faaliyetleri Hakk’ın emir ve yasaklarına uygun olduğu müddetçe o faaliyetlerde, kulun iradesi / isteği olmaz. Çünkü kul’un namaz, oruç gibi ibadetleri hayır ve hasenatları yapması, haramdan günahtan sakınması, kendi istek ve iradesiylemidir? Hayır, çünkü bütün bu yapılan emir ve yasaklar, ata mirası veya kul’un kendi icadı değildir. Bütün bu vb. emir ve yasaklara, Allah’ın emri ve isteği olduğu için riayet edilir. Ve bu faaliyetler yapıldığında Hak iradesi ve isteğiyle yapılmış olur. Eğer bir insan Allah’ın emirlerine ve yasaklarına riayet etmezse, o kişinin kulluk faaliyetlerinde Allah’ın emri isteği ve rızası olmadığından, o faaliyetleri insan kendi iradesi ve isteğiyle yapmış olur. Bunu beyanla Kur’an’da;“Sana ne iyilik gelirse Allah’tandır. Sana ne kötülük gelirse nefsimizdendir / kendimizdendir…” (Nisa, 79 ) buyrulur.
Bu itibarlaMalik Efendi Hz. Hilmi mahlası ile benim Allah’ın emir ve yasaklarına itaat ve riayet olan kulluk ahvâlim, halkı âlem tarafından divanelik olarak görülebilir. Çünkü benim kulluk faaliyetlerim, kendi irade ve isteğimle değil de Hakk’ın istek ve iradesiyle olduğu için, kulluğumda benim mizanım (ölçü, tartı) kararım yoktur, diyor. Ve devamla, Hu dur cevlânım buyuruyor. Yani Hu, Cenab-ı Hakk’ın zat-ı ehadiyetini / tekliğini ifade ettiğinden, faaliyetlerimde benim mizan ve kararım olmadığı gibi, yokluğumda tecelli eden Hakk’ın zatı benim cevlânımdır, daima yönelip yüz çevirdiğim makamdır, demektir.     

Ol muharrem mahidir varlık siva onda haram

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Ol muharrem mahidir varlık siva onda haram
Mahv-ı varlık ânıdır hesti fena tecrid-i tâm

      Mah:Ay, Hesti:Varlık, var olma,Tecrid-i tam:Tam soyunmak demektir. Daha evvelki beyitlerin açıklamasında ifade olunduğu gibi, Kerbelâ katliamının yapıldığı hicri takvimin muharrem ayında arifibillâh ve ehl-i kemâl, oruçla perhizle kendine eziyetler etmek gibi etkinliklerle ehl-i beyti yâd ederek anmaz. Onlar muharrem ayını velâyet makamı olarak değerlendirerek,  makamı velâyet muharremine ulaşıp manevi ehl-i beyt olmaya gayret ederler.
      İşte yaşadığı zamanda, böyle arifibillâh ve insanı kâmil bir mürşid olan Malik Efendi Hz; Ol muharrem mahidir varlık siva onda haram yani makamı velayet muharremi irfanına erişenlere, nisbet varlık ve Hakk’ın gayrısı olan masiva haramdır yasaktır diyor. Ve devamla, mahv-ı varlık ânıdır hesti fena tecrid-i tâm buyuruyor. Yani muharrem ayı ile teşbih olunan velâyet makamı, kulun kendinin ve cümle âlemin varlığını fenafillâh keşfi irfanıyla tecrid edip soyarak, Hak’tan gayrısı olan masivayı mahvederek tamamen yok eder, demektir.

Terk-i câmla vatandır hubb-ı abâdan meram
“Matem fî hubbi ı' bag "dır sırr-ı mütû ey hümam

      Terk-i câm:Kul’un nisbet varlığını fenaya / yokluğa eriştiren aşk şarabının kadehi, Hubb-ı aba: Sevgi, aşk abası / örtüsü,Matem fi hubbı bağ: Sevgiyle bağlanarak yapılan matem, yas,Sırrı mütû:Ölüm sırrı,Hümam:İşine sıkı sıkıya sarılıp o işi bitiren demektir.
      Buna göre; Ey ehl-i beyt için kendine eziyet etmek vb. etkinliklere sıkıca sarılıp matem yapan kişi, iyi bil ki matem yapmaktan meram (maksat),câm’dan yani ilâhi aşk kadehinden içerek, velâyet marifetiyle nisbet varlığını terk edip, asıl vatan olan Hakk’a kavuşarak vasıl olmaktır, buyruluyor.         



Tabi-i Hüseyin rızadır her ki gördü bu makam
Cism-i kâmil Kerbelâdır aşıkına hem imâm

Ey Hz.Hüseyin’in matemini yapan kişi; iyi bil ki Hz. Hüseyin’i razı etmek, Hz. Hüseyinin tabiatı ahvâline bürünerek, velâyet makamı keşfi irfanına ulaşmakla olur. Bu da ancak cismi vücudu sureti varlığı, kerbelâ mevki-i olan zamanın kâmil mürşidi’ne intisab ederek, onunâli prensipler telkinini imam yapıp âl-i prensiplere uymakla mümkündür, deniliyor. 

Âl-i rasul-i rehnümadır sırr-ı tevhide şeham
Matem içre daima ehl-i fenadır ey babam

      Âl-i rasul:Evlad-ı Resul / ehl-i beyti,Rehnüma: Yol gösteren, rehber anlamındadır. Buna göre, mürşid-i kâmil’de zahir olan âli prensipler irşadı, evlad-ı Resul rehnumalığı / yol göstericiliğidir. Ve manevi evlad-ı Resul olan zamanın kâmil mürşidi’nin rehberliği ile bir insan zikri daim uyanıklığına, tevhid-i hakiki sırrına ve matem olan velâyet makamı irfanına ulaşarak, fenafillâhehilleri arasına dâhil olur, demektir.  
 Bunu ifadeyle ey kendine eziyet ve perhiz yapmakla matem yaptığını zanneden kimse, sende zamanın manevi evlad-ı Resul’u olan mürşidi kâmil’in rehberliğiyle, tevhid-i hakiki sırrı ile matem olan velâyet keşfi irfanına ulaşarak, ehl-i fena ol, buyruluyor.

Canı teslim eyleyenler ana kıldılar devam
Varlığını nefy edenler zevk u didare bekam

Manevi evlad-ı Resul olan mürşidi kâmil’in âli prensipler telkini irşadına teslimiyette ve sadakatta devamlı olanlar ancak, nisbet varlığını nefy ederek yokluğa / fenaya ulaşıp, zevk udidare bekam (nail) olurlar. Yani ilâh-i sevgilinin güzel yüzüne kavuşma zevki meramı maksadına erişip nail olurlar, demektir.




Cümle evsafdan biridir aç susuzdur hem müdâm
Matem-i Hüseyn iledir gece gündüz vesselam

Belli zamanlarda,Hz. Hüseyin ve kerbelâ şehidlerini yâdedip anmak adına yapılan çeşitli faaliyetlerden biri de, aç ve susuz kalmak perhiziyle yapılır. Fakat hakikatta Hz.Hüseyin matemi, velâyet irşadı aydınlığıyla gece gündüz her zaman ve mekânda devamlı olarak ilâh-i sevgiliyi müşahade etmektir. Ve böyle bir matemin dâhili olmanın selamet ve esenliğine erişmeye bak, buyruluyor.  

Ah azizim şeyh Hulûsî'dir şarab-ı aşka can
Hilmi' yâ matem nedir bildirdi şeyhin bi't-tamam

Şeyh Hulusi Hazretleri, Malik Efendi’nin mürşididir. Bunu ifadeyle Malik Efendi; mürşidimin içirdiği ilâh-i aşk şarabı bana can oldu diyor. Ve devamla, kerbelâ şehidleri için yapılan matemin hakikatı mahiyetiyle beraber, makamı velâyet keşfinin tamamı’nı mürşidim şeyh Hulusi, mesleki Resul âli prensipler telkini irşadıyla bana bildirdi diyor. Allahuâlem.  

Mahbubun zülfüne muallâk oldum

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Mahbubun zülfüne muallâk oldum
Lâhut deryasına müstağrak oldum

      Mahbub:Sevgili,Zülüf: Sevgilinin yüzüne sarkarak görünen saçı,Muallâk:Askıda, hakkında karar verilmemiş olan, Lâhut deryası: Ruhaniyet, maneviyat denizi, Müstağrak:Gark olmak, batmak demektir.
      Bir kimse zamanın kâmil mürşidinden zikri daim ve meratibi ilâhi irşadı ile aydınlamaz ise o, cümle eşyada mevcut olan rabbini görünmez mevhum zanneder ve rabbin eşyadaki tecellisi hakkında muallâk yani kararsız olur. Böylelerine sorsan Allah nerdedir? Her yerdedir der, peki eşyada Allah mevcut mudur? diye sorsan ne mevcuttur, ne de değildir anlayışıyla karasızlık gösterip muallâk olur. 
      Bir insan, ancak ilâh-i sevgili olan mahbubun kendindeki ve cümle eşyadaki mevcudiyetine kavuşup vasıl olmakla, lâhut ve mana deryasına gark olur. Ki bu lâhut deryasına gark olmak, hidayet elçisi olan zamanın kâmil mürşidinin, zikri daim ve meratibi ilâhi telkini irşadı ile mümkündür.
Bunu beyanla Malik Efendi; kâmilin irşadına mazhar olmadan evvel mahbubun zülfüne muallâk oldum. Fakat kâmil mürşidin daim zikir ve meratibi ilâhi irşadıyla lâhut deryasına müstağark oldum, buyuruyor. Ki kâmilin irşadı beni, ruhaniyet ve maneviyat deryasına daldırıp gark etti, demektir.

Şafakın ziyasıyla devran iderken
Yalımlar içine püryâne oldum

      Şafak ziyası:seher vaktindeki aydınlıktır. Ki mana yönüyle şafak ziyası, kalbin daim zikirle uyanıp muhabbetullaha mazhar olmasıdır. Çünkü daim zikir, kalpteki Hakk’ın gayrısı olan tüm sevgileri mağlup ederek, Allah sevgisini yani muhabbetullahı galip kılar. Ve kalbinde muhabettulahın galip olduğu bir insan, her nereye dönse daima Allah’ı zikredip devran ederken, tevhid makamlarının keşfi irfanıyla Hak aşkı’na mazhar olur. Ve mazhar olduğu ilâh-i aşk ateşiyle o aşığın nisbet varlığı püryan, yani pişerek yanıp fenaya / yokluğa ulaşır. Bunu ifadeyle; Şafakın ziyasıyla devran iderken, yalımlar içine püryane oldum buyruluyor.

Kenz-i muhabbetle dalarken baktım
Kendi kendime pür cevher oldum

      Kenz-i muhabbet:Muhabbet / sevgi hazinesi demektir. Ki kâmil’den ve onun meclisindeki sohbetlerden hâsıl olan irşad, daima ayet hadis ve kibarı kelâmların oluşturduğu kıymetli cevherle dolu hazinedir. Bunu beyanla, Rabb’in hüsnü cemalini yani güzel yüzünü açıp gösterdiği kâmilin meclisindeki sohbetlere, tenezzül ve tavâzu yokluğuyla dalıp dâhil olmamla, ayetler hadisler ve kibar kelamların oluşturduğu irfan mücevherleriyle dolarak pür cevher oldum, demektir.

Ah yedi define açıldı bugün
Beşin takririnde men gâib oldum

      Takrir: Anlatma, anlatım, Yedi define:Yedi tevhid makamı,Beşin takriri: Beşin anlatımı demek olup, tevhid makamlarının beşincisinin irşadı ikrarına mazhar olmaktır. Ki bu irşad, yani tevhidin beşinci mertebesinin müşahadesinin ikrarı ile sureti varlığım, Hakk’ın kesret / çokluk tecellisinde gaip oldu / kayboldu buyruluyor. Çünkü bir kul, zikri daim uyanıklığı ve tevhid mertebelirinin keşfi irfanıyla aslı Hakikatı olan Hakk’a kavuşup, “farz yakınlığı” ile Rabbine yakın olur. Ki bunu ifadeyle Cenab-ı Hak;“Ve kulum bana, kendisine farz kıldığım şeyden daha sevimli hiçbir şeyle yaklaşmaz” (Hadisi kutsi) buyurur. Böyle farz yakınlığa erişen kulun’da yüce Allah, halk kesretiyle / çokluğuyla tecelli ederek onu, hidayeti nur-u Muhammed kulluğuyla donatır. Ve o kul, nur-u Muhammed kulluğuyla yaşayıp var olur. Ki bunu ifadeyle Resulullah Efendimiz;“Ben Allah’ın nurundan, müminler de benim nurumdandır.” buyurur. 
      Bu itibarlayedi meratibi tevhid definesi’ninbeşincisinin takriri yani telkin-i irşadıyla, hidayat-i nur-u Muhammed kulluk zuhurunda bengaip oldum / kayboldum buyruluyor. 

Beş dallı berdarı gördüm beni ben
Beşten mimi çaldım Mâlik okundum

      Beş dal:Hazeratı hamseyi ilâh-i (Allah’ın beş varlığı) olan zat, sıfat, esma, ef’al ve asar zuhuruyla hâsıl olan Allah’ın varlığı,Mim: Hz.Muhammedi (s.a.v) remzeder,Berdar: Yüksek yerde asılmak, asılı olmak demektir.   
      Bu itibarlaöyle her insana hazret veya hazretleri denilemez. Ancak ve ancak, hazeratı hamseyi ilâhi (Allah’ın beş varlığı) olan Hakk’ın zat, sıfat, esma, ef’al ve asar müşahadesine ulaşmış olan bir insan hazret’tir. Ve ancak böyle kişilere hazret veya hazretleri olarak hitab edilebilir. Bu itibarla cümle peygamberler ve insan-ı kâmil olan veliler, bu beş dal olarak ifade edilen hazeratı hamse tecellileri keşfi marifetiyle hazret’tirler. Ve bu cümle peygamber ve insanı kâmil velilerin hepsi de, nur-u Muhammed mazharıyetiyle hidayet yolunun tebliğ ve irşadında bulunurlar.
      İşte bu zümreden olan Malik Efendi Hz; Beş dallı berdar olan Zat, sıfat, esma, ef’al ve asar tecellilerini müşahede ederek gördüm. Hakk’ın beş varlık tecellisini müşahede marifetine erişmekle benim, bu marifetten mahrum ve uzak olan kulluğum berdar, yani idam oldu diyor. Ve devamla, berdar olan kulluğumda, fena / yokluk ile çalıp kazanarak ulaştığım Hidayeti nur-u Muhammed zahir olduğu halde, Malik olarak okundum, buyuruyor. Yani bende zahir olan hidayet-i nur-u Muhammed kulluğu olmasına rağmen, Malik olarak tanınıp bilinirim, demektir. Her şeyi en iyi bilen Allah’tır.

Bahr-i aşka daldım türlü gevher aldım

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

Bahr-i aşka daldım türlü gevher aldım
Melâmet deryada hayret içre kaldım

      Bahr-i aşk: Aşk denizi, Gevher: Mücevher,Melâmet deryası:Meslek-i Resul-u Melamiirşadı olan zikri daim, fenafillâh ve bekâbillâh mertebelerinin okyanus gibi marifet ve kemâlat zenginliği manasınadır.
      Buna göre ilâh-i aşk’ın denizine dalmakla nisbet varlığımı aşk denizinde gark ederek fena ettim. Ve fena’ya / yokluğa ulaşmış kulluğumla nice mücevher gibi kıymetli olan Hak tecellilerine mazhar oldum. Fakat bu tecelliler içinde, melâmet deryasının marifet ve kemâlat zenginliği beni hayrete eriştirdi, demektir.
      Bunu ifadeyle Hz. Resulullah Efendimiz; “Allah’ım benim hayretimi arttır” buyurmuşlardır. Çünkü kul’u hayrete eriştiren melâmilik, mesleki resul telkininde fenafillâh olmak ve Hz.Muhammed (s.a.v ) ahlâkıyla ahlâklanmak olarak tarif edilir. Ki bu tarifteki melâmet, cümle peygamberlerde ve insanı kâmil velilerde zahir olan müşterek kulluk neşesidir.  
      Bu itibarlainsanlığa tebliğ ve irşad’da bulunmuş tüm peygamberlerin ve insanı kâmil olan evliyanın tamamı Melamiliğe mazhar olup, hepsinin fenafillâha erişmiş kulluklarında nur-u Muhammed (s.a.v) zahir olmuştur. Bunu ifadeyle Prizrenli Hacı Ömer Lütfü Hz;

“Lütfü ihsanı hüdâdan olmasınmı müstefis
 Zübde-i fahri risalettir Melâmi zümresi” diyor.

Ki bu ifade, tüm insanığın iftiharı olan hidayeti nuru Muhammed tebliğ ve irşadı yapan gerek peygamber elçilerinin, gerek velâyet elçilerinin tebliğ ve irşadında zahir olan zübde’nin / öz’ün, melâmet olmasının beyanıdır.    
      Bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; Bahr-i aşka daldım türlü gevher aldım, melâmet deryada hayret içre kaldım, buyuruyor. Yani ilâh-i aşk’a mensub olmakla birçok kıymetli hikmete nail olduğum gibi, melâmet deryasındaki (denizindeki) fenafillâh ve bekâbillâh mertebeleri marifetiyle, velâyet ve nübüvet ruhaniyeti zenginliğinin hayretine daldım, demektir.

Gemiler yürürler envâ-ı metâ ilen
Nerden geliyorlar ben de soramazdım

      Enva-ı metâ:Türlü çeşitli kıymetli mallar demektir. Gemi’den maksat ise manevi ehl-i beyt / evlad-ı Resul olan tevhidi hakiki ehilleridir. Bunu ifadeyle Resulullah Efendimiz; “Benim ehl-i beytim Nuh’un gemisi gibidir, her kim onlara sığınırsa tufandan kurtulur” buyurmuştur. Zamanın mürşidi kâmilinden meslek-i Resul’u Melami seyri süluku olan zikri daim ve makamatı tevhid irşadına mazhar olan her salik, “gizli şirk” tufanından kurtularak Hz. Resulullah’ın, Nuh’un gemisi dediği manevi ehl-i beyt’e mensub olur. Ki her kim manevi ehl-i beyt ile yakınlık kurar arkadaş olursa o kimse, Resulullah’ın ümmeti için korktuğu “gizli şirk” “tufanından kurtulur.”
Bu itibarla gemilerin denizde çeşitli kıymetli mallarla yürüyüp yüzmesi demek; Manevi ehl-i beyt olan ehl-i aşkın ve arifi billâh’ın zikrullah uyanıklığı ve tevhid (bir’lik) keşfi irfanı gibi kıymetli cevher mazhariyetiyle, ilâhi sevgilinin güzelliğini sergilediği kâmilin meclisine yürüyüp, o mecliste zahir olan ilâh-i sevgilinin güzelliğini müşahede ahengiyle keyiflenmeleridir.   
      Bunu beyanla, arif-i billâh kâmil-i mürşid Süleyman Kolari Hz. şöyle bir misâl verdi; “Topraktan kendiliğince kayanayıp çıkan su vardır ki, bunlara bazı yörelerde kaynak veya ayazma denir. O kaynaktan su içmek için çok eğilmek gerektiğinden kaynak suyunu içmek zahmetli olduğu gibi, su içerken üst başın, yani elbiselerin çamura bulaşması ihtimâli de vardır. Kim ki, çiftçlik tarım vb. iş ile uğraşıyorsa onun elbisesinin çamurlanması önemli olmadığından o kimse, bu kaynaktan hiç zahmet çekmeden eğilip suyu kana kana içerek susuzluğunu giderir. Fakat kıymetli beyaz renkli elbiseleri olan ve at üstünde yolculuk yapan bir kimse kaynağı görmesine rağmen, attan inip atı bir yere bağlama zahmetini ve kıymetli beyaz elbisesinin çamura bulaşma ihtimalini düşünerek, attan inmez ve kaynaktan su içemeden suya ihtiyacı olmasına rağmen, susuz olarak yolculuğuna devam eder.” dedi. Ve devamla, “zamanın kâmil mürşidi susuzluğun giderildiği kaynak gibidir. Ki namı, yüksek mevki ve makamı olmayan ünvansız kimseler, mürşidi kâmili bulduklarında hemen tevazuyla tenezzül edip onun irşadına kolaylıkla teslim olurlar. Fakat bazı ünvanı mevki ve makamı yüksek olanlar ve âlimler, kâmil’in marifet ve kemâlatını görmelerine rağmen ünvanları, makamları, şan ve şöhretleri engel olduğundan mürşidi kâmile tevazu gösteremez tenezzül edip eğilemezler. Ve kâmilin irşadından mahrum olarak ömür yolculuğunu yaparlar.” buyurdular.
      Bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; Gemiler yürürler envâ-ı metâ ilen, nerden geliyorlar ben de soramazdım diyor. Yani manevi ehlibeyt olan zamanın mürşidi kâmilinin ehl-i aşk ve ehl-i irfandan oluşan meclisini. Ve o meclisteki tevhid (bir’lik) deryası gibi zengin ve çok kıymetli marifet ve kemâlat kaynağını gördüğüm halde, gururum ve cehlim engel olduğu için kâmil’e yanaşıp müşküllerimi soramazdım diyerek Malik Efendi Hz; mürşidi kâmile intisab etmeden önceki ahvâlini beyan ediyor.

Çıktı aklım baştan yedi eflâk geçti
Beni benden sorsan haber veremezdim

     Eflâk: Felekler, âlemler anlamındadır. Ehl-i kemal; “Aklı maaş, aklı mead ve aklı kül / kâmil olmakla aklın üç mertebesi vardır.” demişlerdir.
Aklı maaş; nefsin yani kişinin dünya maişet ve geçimine yöneliktir.
Aklı mead; ahirette nefsin cehennem azabından korunup, amel cenneti nimetleriyle lezzetlenmesine yöneliktir.
Aklı kül / kâmil ise; Cenab-ı Hak’tan gayrıya yönelmeyen ve Rabbin vuslatına ermiş olan akıldır. Ki gerek aklı maaş gerekse aklı mead mazharı olan bir insan, Hak’tan gafletle kendine nisbetle varlığının olduğunu zanneder.
      Buna göre, beyitte yedi eflâk olarak ifade edilen yedi felekler, her insanın yaratılışından mazhar olduğu; hayat, ilim, irade, kudret, işitmek, görmek ve kelâm olan yedi sıfatlardır. Ve her insanda var olan bu sıfatların mefsufunun, yani bu sıfatlarla sıfatlananın Allah olduğunu Kur’an-ı Kerim’deki birçok ayet beyan etmesine rağmen, aklı maaş ve mead olan insan, cehaletle bu sıfatları kendinin zannederek mefsufluğu kendine nisbet eder. Fakat her kim zamanın kâmili mürşidinin irşadı olan zikri daim ve tevhidi sıfat makamı keşfi irfanıyla aklı kâmile yükselip terakki ederse o, cehaletle kendine nisbet ettiği yedi sıfatı fena ederek, yedi sıfatta mefsufun Allah olmasını müşahade eder.
      İnsanın kendine nisbetle yedi sıfatı fena ederek bunları Allah’a nisbet etmesi, aklı maaş ve aklı mead anlayışlarını terk etmesiyle mümkün olduğu için, çıktı aklım başımdan deniliyor. Yani maaş ve meada yönelik olan akıl ve anlayışım başımdan gitti demektir. Ve devamla, yedi eflâk geçtim buyruluyor. Ki insanın tevhidi sıfat makamı keşfi irfanıyla, yedi sıfatı kendine nisbet etmeyi terk edip Allah’a nisbet etmesi, yedi eflâk’tan geçmesidir.
      Bu itibarla tevhid-i sıfat keşfi irfanına erişen bir kul, musalla taşında yatan bir ceset mesabesinde olur. Ki cesette göz var görmez, kulak var işitmez, el var tutmaz, ayak var yürümez vs. neden? Çünkü cesette olan yedi sıfatı subutiye artık cesetten ayrıldığı için cesede bir şey sorsan duymaz, bir cevap bir haber veremez. 
      Bunu beyanla Malik Efendi; Çıktı aklım baştan yedi eflâk geçti, beni benden sorsan haber veremezdim diyor. Yani kâmil’in tevhidi sıfat telkini irşadıyla yedi sıfatı subutiyenin mefsunun yüce Allah olduğunu keşfettiğimden, cehalet ve gafletle sıfatları kendime nisbet eden aklı anlayışım başımdan gitti. Ve ben bir cesed gibi kaldığımdan kendimi dahi ifade edemem, demektir. Bunu ifadeyle Kur’an’da;“…şüphesiz / kuşkusuz Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Nahl, 74) buyrulur.

Mevc-i derya çoşdu melâhiler saldı
Yalnız, bir kaldı ehad dedi âdem

      Mevc-i derya:Deniz’in dalgaları, Melâhiler: Cünbüşler, eğlenceler anlamındadır. Ki Niyazi Mısri Hz;

“Saldın şikâre (Av’a) çün beni
Âdem olup bulam seni” buyurur.

Bu beyan bize insanın yeryüzü olan bu imtihan âlemde yaratılmasındaki yüce gayenin, âdem-i yokluk ile Cenab-ı Hakk’ı bulup Hakk’a kavuşmak olduğunu ifade ediyor. Ki bunu beyanla Malik Efendi Hz; melâmet denizi dalgalandı, tevhid-i zat keşfi irfanıyla âdem (yokluk) olan kulluğum, ehad / tek olan zat’a kavuşup vasıl oldu, buyuruyor.     

Mülk sahibi kimdir hitab etti kahhâr
Kendi cevab verir benîm Hayy u Kayyûm

Kur’an-ı Kerim’de; Bu gün mülk kimindir? Vahid ve kahhar olan Allah’ındır…” (Mü’min, 16) buyrulur ki;Vahid, bir, eşi, benzeri, cüz’ü, parçası olmayan.Kahhar, kahretmeye muktedir ve her an mutlak galip olan, demektir. Yine Kuran-ı Kerim’de, “Allahu lâ ilâhe illâ hu vel Hayy’ül Kayyum / Allah’tan başka ilah yok, Hayy’dır O, sürekli / daim diridir Kayyûm’dur…” (Bakara, 255) beyanı vardır. Ki “Hayy u kayyum” demek, Allah’ın “Hay” oluşu, yani Allah’ın diriliğinin / hayatının sürekli ve kesintisiz olması gibi Allah’ın “Kayyum,” yani Allah’ın mevcudatta ezelden ebede daima var olmaklıkla tecelli etmesidir.
      Dikkat edilirse bu ilâhinin şah / son beyitinde Malik EfendiMalik, ya da Hilmi ismini / lâkabını kullanmıyor. Çünkü kulun bekâbillâh’a ulaşıp bekâ mertebelerinin marifetine erişmesi, kulun Hakk’ın bekâsıyla bekâ bularak Hak’la var olmasıdır.
      Bu itibarla bekâbillah’ın Cem mertebesi, kesreti halkı / halk çokluğunu batın, Hakk’ı zahir müşahede olduğu için, Hakk’ın “Bu gün mülk kimindir?” sorusuna, yine “Vahid ve Kahhar” ismiyle Cenab-ı Hak kendi cevaplıyarak “benim” demesi beyan ediliyor. Ve devamla, bekabillâhın Hazretül-cem mertebesi müşahede-siyle Hak batın, kesreti halk zuhurunda ise kesintisiz sürekli olarak Hakk’ın “Hay” / diri olduğu ifade ediliyor. Yine bekabillâhın Cemmül-cem mertebesi müşahadesiyle de gerek evvel, gerek ahir, gerek batın, gerekse zahir tecellisiyle Allah’ın Kayyûm, yani cümle varlık ve mevcudatta ezelden ebede daim olmaklıkla, Allah’ın varlığı kaimdir deniliyor. Çünkü bekâbillâh mertebelerinin tamamının mahiyeti, Allah’ın ebedi sonu olmayan baki tecellilerini müşahede marifet ve kemalatıdır.
      Bunu ifadeyle Malik Efendi, bu beytin son iki satırında kendi isim ve lâkabından hiç bahsetmeden, mülk sahibi kimdir hitab etti kahhâr, kendi cevab verir benîm Hayy u Kayyûm diyerek, Mümin suresinin 16. veBakara suresinin 255. ayetlerinin leddûni hikmetleriyle, bekâbillâh mertebelerini beyan ediyor. Allahuâlem.

"Lahmüke Lahmi" hakikat bilmişim

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

"Lahmüke Lahmi" hakikat bilmişim
Mürşidim hırkası içre girmişim

      Lahmüke lahmi: ‘Eti etimdir’ veya ‘Teni tenimdir’ anlamlarında olup, Hz. Resulullah Efendimiz Gadr-ı Hum vadisindeHz. Ali hakkında; Âlemlerin Rabbı olan Allah benim mevlâmdır. Ben her kimin mevlâsı isem ebu talib’in oğlu Ali onun mevlâsıdır. Ali’yi seven beni sevmiş olur. Ali’ye düşman olanın düşmanlığı bana olur. Ruh’u ruhumdur, cismi cismimdir, kanı kanımdır, eti etimdir / teni tenimdir. Ey insanlar size iki emanet bırakıyorum bu emanetlere sarılın, bu emanetler cennetin Kevser havuzunda birleşirler. Emanetlerimin biri Kur’an diğeri ehl-i beyt’imdir.”buyurmuşlardır. Ki bu hadisi şerif’teki “eti etimdir / teni tenimdir” beyanı, Arapça “lahmüke lahmi” olarak ifade olunur.Daha evvel açıklandığı gibi ehl-i beyt üç kısımdır.
1-Suret, soy itibarıyla olanlardır ki bunlar, Hz. Resulullah’ın eşleri ev halkı ve amcaları gibi sadece suret ve soy yönü ile ev halkı ve yakın akrabalık bağı olanlardır.
2- Manevi yönden ehl-i beyt ise, Hz. Resulullah ile kan soy ve suret bağı olmaksızın, ruh-u Muhammed (s.a.v) mazharı olanlardır.
3- Hem suret hemde manevi yönden ehl-i beyt olanlar; Başta pençe-i âli aba (âli yüce aba’nın örttüğü beş kişi) olan, Hz. Resulullah ile beraber Hz.Ali, Hz.Fatma, Hz.Hasan ve Hz.Hüseyin olup, bunların hem soy hem de ruh-u Muhammed mazharı olan evlatlarıdır.
Bunlar hem suret yönüyle hemde manevi ehl-i beyt / evlad-ı Resul olduklarından, Resulullah Efendimiz “Ruh’u ruhumdurbuyurmakla Hz. Ali’nin ruh-u Muhammed mazharı olduğunu. “Cismi cismimdir, kanı kanımdır, eti etimdir / teni tenimdir” buyurmakla ise, Hz.Ali’nin soyca suret yakınlığını ifade etmişlerdir.
      Kur’an-ı Kerim’deki; ”Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulu ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab, 40) beyan gereği peygamberliğin sona ermesiyle, yeryüzünde kıyamete kadar devam edecek olan velâyet irşad ve tebliğciliği, Hz.Ali’nin şahsında açığa çıkıp zahir olmuştur. Bu itibarla Hz.Ali, gelmiş geçmiş ve gelecek tüm velâyet mürşidlerinin imamı’dır. Ve her zamanın kâmil mürşidi Hz.Ali’nin imam olduğu velâyet irşad ve tebliğine mazhardır. Yani zamanın mürşid-i Kâmiln’de zahir olan irşad, Hz.Ali’de zahir olan velâyet irşadının ta kendisidir. Ki bunu ifadeyle Hasan Fehmi (Tezdoğan) Hz;

Fehmi ol şahın yolunda kurban
Ondandır elimde bulunan ferman
Dertli olan canlar buldular derman
Canımın içinde cananım Ali
Her dem gönlümdeki mihmanım Ali,diyor.

      Bunu beyanla zamanında kâmil mürşid’in irşadı ile aydınlanan Malik Efendi; Hz. Resulullah’ın;“Lahmüke Lahmi / teni tenimdir” buyurduğu Hz.Ali ile zahir olan velayet irşadının hakikatını bilmişim. Ruh-u Muhammed mazharı manevi ehl-i beyt olan, zamanın velayet tebliğ ve irşadı yapan kâmil mürşidin hırkası içre girmişim, diyor. Ve kâmilde zahir olan velâyet irşadı / aydınlığı hırkasına bürünmüşüm, buyuruyor.   

Heme yek vücud-ı can görmüşüm
Lâ mekân ilinde tayerân olmuşum

Yek vücud:Bir vücud, Lâ mekân: Mekânsızlık, Tayerân: Uçmak demektir. Velâyet irşadı olan zikri daim uyanıklığı ve tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat ve tevhid-i zat keşfi irfanı ile aydınlanan arif bir kişinin müşahadesinde zat-ı vahdetten, yani Hakk’ın zat bir’liğinden başka hiç birşey olmaz. Ve böyle arif bir kul’un gayrıyeti / masivası kalmadığından o, lâ mekân (mekânsızlık) olan yokluğa ulaşır.
Bunu beyanla Malik Efendi Hz; Kâmil’in velâyet irşadına mazhar olmak ile heme yek vücud-ı can görmüşüm, lâ mekân ilinde tayerân olmuşum diyor.Yani vahdet-i zat’a vasıl olmaklamekânsızlık olan bir yokluğa / yokluk şehrine, uçup yükselmişim, demektir.


Aslıma ettim rücu’ asl olmuşum
Sırr-ı mutlakla siva mahv etmişim

      Asıl:Temel, esas olan, Rücu:Dönüş, dönmek,Siva: Gayrı, gayrıyet, başka anlamlarındadır. Yaratılmış ve yaratılan herşeyin aslı hakikatı Cenab-ı Hak’tır. Bunu beyanla sahabelerin; “Ya Resulallah hiçbirşey yaratmadan önce Allah nerede idi”? Sormasına cevaben Resulullah Efendimiz;“Makam-ı âmâ’da idi, Allah vardı başka şey yoktu”buyurmuşlardır. Ve o mecliste bulunan Hz. Ali (kv);“El’an / halen öyledir, el’an / halen öyledir” demiştir.
      Bu itibarla yaratılan her şeyin evveli öncesi, her zamanda bu gün dahi Cenab-ı Hak’tır. Ve bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de; “O, evveldir…” (Hadid, 3) buyrulur. Ki herşey Hak’tan yaratılmış olduğundan, herşey gibi insanında aslı da Hak’tır. Bu mesele Kur’an’da;“ Hani Rabbin meleklere şöyle demişti; “Muhakkak ben çamurdan bir insan yaratacağım” Onu kıvama erdirip içine ruhumdan üflediğimde, önünde secde ederek eğilin.” (Sad, 71-72) ayetleri ve benzer ayetlerle beyan edilir. Ki insanın sureti, yani beden varlığı Allah’ın mülkü olan “çamurdan” yaratıldığı gibi insanın canı / “ruh’u Hakk’ın kendi ruhundan “üflenmedir.” Bu itibarla kulun gerek sureti, gerekse canı / ruhu Rabbin gayrısı değildir.
      Bir insanın, gerek suret / beden gerekse can / ruh varlığının aslı hakikatı olan Rabbine ulaşmasına engel, kendi cehlidir. Çünkü insan cehaletle kendinin ve cümle eşyanın müstakil vücudunun var olduğunu zanneder. Fakat kâmil’in irşadıyla aydınlan bir insan, bu cehaletten kurtulup kendine ve eşyaya müstakil vücut nisbet etmeyip cümle varlığı fenafillâh irfanıyla mahv ederek, kendinde ve cümle eşyada Rabbinden gayrı görmeyip Rabbi ile vuslata ulaşır.
      Bunu beyanla Malik Efendi Hz; kâmil’in irşadı olan zikri daim ve makamatı tevhid keşfi irfanıyla aslıma ettim rücu’ asl olmuşum, sırr-ı mutlakla siva mahv etmişim diyor. Ki, gayrıyet ve masivaya vücud nisbet etmek cehaletinden rücu ederek, (dönerek) mutlak olan Hakk’a kavuşup vasıl olmakla sivayı, yani Hakk’ın gayrısını mahv etmişim, demektir.

Âlemi suret giyip görünmüşüm
Ol arus zibâya bürünmüşüm

       Arus: Süslenmiş gelin, güveyi,Ziba: Güzel, süslü, yakışıklı, demektir. Bir insan cümle âlemin ve kendinin nisbet varlığını Hak’ta fena ederse o kul, Hak’la Hak olur. Böyle Hak’la Hak olan bir kul’un’da cenabı Hak, kesret-i zuhuruyla tecelli eder. Ve o kul, Hakk’ın kesret-i (çokluğu) mazharıyetiyle marifetullaha ulaşır. Bunu beyanla Allah’u Taalâ; “Kulum bana nevafille öyle yaklaşır ki, onu severim ve onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur, benimle tutar, benimle yürür.” (Hadisi kutsi) buyurur. Ki böyle bir Marifetullaha ulaşan kimsenin görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine ayak Cenab-ı Hak olunca, o kişide nur-u Muhammed (s.a.v) mazharı güzellikle süslenmiş kulluk açığa çıkar.
    İşte bunu ifadeyle Malik Efendi Hz; Âlemi suret giyip görünmüşüm. Ol arus zibâya bürünmüşüm diyor. Yani nisbet varlığımın mahv olmasıyla hâsıl olan yokluğumda, Hakk’ın kesret / çokluk tecellisine mazhar olmuşum. Ve bu mazharıyetle, en yakışıklı en güzel kulluk marifeti olan hidayet-i nur-u Muhammed kulluğuna bürünmüşüm, diyor. Ki bunu beyanla Pir Seyyid Muhammed Nur Hz; “Hidayetin baş mazharı Hz. Muhammed (s.a.v) Efendimizdir, onun temsilcileri ise âlimler ve kâmil-i mürşittir.”buyurur.

Hilmi yâ mahlâs takıp gelmişim
Bu cihanı seyr edip gayb olmuşam

        Mahlâs:Lakâb demektir. Ki Malik Efendi Hz; Halkı âlem beni Malik Hilmi diye tanıyıp bilirler. Halbûki ben bu cihanı, yani cümle âlemi Allah’ın tecellisi olarak seyredip müşahade eden, nisbet varlığı Hak tecellisine gark olmakla kendini gayb etmiş (kaybetmiş) bir kul’um, buyuruyor.