19 Ağustos 2016 Cuma

Tevhid Aydınlığı HASAN FEHMİ Divanı şerh’inden Seçmeler (2)

Edelim  Hakk’a hamdiyyet
Vücuda geldi hürriyet
Böyle bir gün gördü millet
Yaşasın Pir Melamiyyun Muhammed Nur

Kur’an ayetlerinin sırf batın anlamı olanları ve sırf zahir anlamı olanları olduğu gibi, hem zahir hem de batın anlamı olanları vardır. Hadis-i şeriflerin de aynı şekilde anlamı zahir / açık olanlar, anlamı batın / gizli olanlar ve anlamı hem açık hem de gizli olanları vardır. Velilerin kibar-ı kelamları da aynı şekilde; açık anlamlı, gizli anlamlı ve hem açık hem de  gizli anlamlı olur. İşte kamil bir mürşid olan Fehmi Efendinin, bu beyitlerdeki beyanları, hem zahire hem de batına hitap eden kibar-ı kelamdandır.
Bu itibarla, beyitlerin zahir anlamı şöyledir:
Allah’a hamd edelim ki, belli bir aşiretin, sülalenin yönetiminde olan millet, hürriyete, özgürlüğe kavuştu. Padişahlık idaresi sona erdi, belli soydan, sülaleden olmakla imtiyaz sahibi olma dönemi bitti. Herkesi becerisine, liyakatine göre değerlendiren, herkese seçme seçilme hakkı tanıyıp, halkın ülke yönetimine katılmasını sağlayan cumhuriyet idaresini ve hürriyeti gördük. Millet cumhuriyet rejimine kavuştu, demektir.
Beyitlerin batın manası ise şöyledir:
Şeyhlerin ve nakıs mürşitlerin tasallutundan, onlara bağlanıp ruhbanlar gibi onları rabıta yapmaktan; samimi insanları oyalayıp, kulun yaradılışının yüce gayesine ulaşmasına engel olup, Hakk’a vuslata giden yollarını kesen, aşk ehlini soyup, onlardan beşeri menfaat elde eden şeyhlerin ve tarikatçıların hakimiyet ve tasallud-u şerrinden, Hak aşıkları ve talipleri, Melamiliğin piri Seyyit  Muhammed Nur Hazretlerinin zuhurundaki kemalat ve irfanla kurtuldular. Aşıklar Hz. Pir’in meslek-i Resul-ü Melami telkini olan irşadıyla, kulluğun kemali hürriyetine, yani fenafillah ve bekabillah marifetine ulaşıp, rabıtasını Rabbine vuslatla yapıp, Rabbine kavuşma zevkine mazhar oldular. Demektir.





Yeni meclis meb’us oldu
Bütün alem memnun oldu
Eşkıyalar nabud oldu
Yaşasın Pir Melamiyyun Muhammed Nur

Zahir / açık anlamı:
Padişahlık rejimlerinde, padişahın mutlak hakimiyeti vardır. O, ne derse yanlış da doğru da olsa, herkes padişahın söylediğine uymak zorunda olup, fikir beyan edemezdi. Türkiye Büyük Millet Meclisi kuruldu, milletin hür iradesi ile kendi içinden seçerek gönderdiği milletin gerçek temsilcileri, milletin meclisinde toplandı. Fakat Millet Meclisinin oluşmaması, cumhuriyetin kurulmaması için, eski padişahlık rejiminden beşeri, siyasi menfaat sağlayan, kimi din adına, kimi halifelik adına; kimi ülkeye tasallutta bulunup işgal eden Hıristiyan haçlı emperyalistlerin beslemeleri olup, haçlılar adına, kimi şahsi ekonomik çıkarı adına hareket eden tüm eşkıyalar, tesirsiz hale getirilip nabud (yok) oldular. Millet ise, kendi meclisinin açılmasından memnun oldu demektir.
Batın manası ise:
İnsan-ı kamil olmayan ve makam-ı insandan gafil şeyhlerin, mürşidlerin ve önderlerin bulunduğu meclislerde kimseler konuşamaz ve fikrini beyan edemez. Onların olduğu yerde konuşmak, eksiklik, teslimiyetsizlik ve edepsizlik olarak değerlendirilir. O meclistekilerin kalblerine şeyhin nazar edip baktığını ve her ne lazımsa onu söylediği telkin edildiği gibi, müride;  mürşidinden zuhur eden her sözü, fiili ve davranışı tereddütsüz kabul etmesi telkin edilir. Şeyhinin iyi veya kötü her ne yaparsa yapsın, bir hikmeti olduğu söylenip, müridden kabul etmesi istenir, vesselam.
Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin zuhuruyla hasıl olan kemalat ve marifet mazhariyetiyle ehl-i aşk ve hak yolcuları; böyle sahtekar, nakıs / eksik, kemalat ve irfaniyetten mahrum mürşit kılığındaki eşkıya şeyhlerin zulmünden kurtuldular. Meslek-i Resul’e dahil olmakla, Nur-u Muhammed’in zuhuruna mazhar olup, evlad-ı Resule karıştılar ve onlar da evlad-ı Resul-ü manevi oldular. Hak yolcuları ve aşıklar, yaradılışın yüce gayesine uygun kulluğa ulaşabilmek için, ehl-i kemal ve ariflerin meclisinde makamat-ı tevhid irfaniyetine mazhar oldular. Her türlü müşkül ve dertlerini o mecliste açıkça, defalarca ve serbestçe sordular, cevaplandılar, böylece deva bulup makam-ı insana terakki ettiler, kamil bir insan oldular, demektir.
Asr-ı saadette ashab, Hz. Peygamber Efendimize hep müşküllerini serbestçe sorardı ve sorması teşvik edilirdi. Kadınlar da gelir soru sorarlardı ve cevap alırlardı. Bazen vahyin zuhuruna sebep olurlar, vahiyle aydınlanırlardı. Hz. Peygamber Efendimizin meclisi, karşılıklı soru-cevap şeklinde olup, onun meclisinde öyle uzun uzun saatlerce vaaz, konferans verilmezdi. Hadis-i şeriflere baktığımızda en uzun hadisin bir sayfa kadar olduğu görülür. Mesela, Veda Hutbesi gibi. Velhasıl Hz. Resulullah’ın huzur-u meclisi, herkesin hürriyet içerisinde soru ve cevap ortamının olduğu ve herkesin fikrini serbestçe  beyan ettiği bir meclisti.
Bugün dahi, Mesleki Resul-ü Melami’de Hz. Pir’in halifesi olan kamil mürşidin huzurunda, herkesin hür iradesiyle fikirlerini beyan edebildiği meclisler mevcuttur. Melamilerin meclisleri, her türlü sualin, derdin, müşkülün serbestçe beyan edilip, serbestçe cevaplanabildiği meclisler olması gereklidir. Çünkü Hz.  Pir vasiyetinde “Mefküre (fikredilen, düşünülen gaye) katili olmayın.” buyurmuştur.
Velhasıl hidayet-i Nur-u Muhammed’in zahir olduğu ehl-i kemalin meclisinde, Hak talipleri ve ehl-i aşk rahat ve memnun olup zevk-i ilahi ile zevklenirler. Bu mecliste nakıs şeyhler, sahte mürşidler barınamaz. Çünkü onlar, o meclisteki ehl-i zikrin, ehl-i kemalin ve ariflerin suallerinden, her ihvanın serbestçe fikir beyanından rahatsız olurlar ve o meclisten uzak durup kaçarlar. Bu itibarla nakıs şeyhler ve mürşitlik yaparak siyasi ve beşeri menfaat sağlayan eşkıyalar, ehl-i kemalin meclisinde barınamayıp nabud (yok) olurlar. Demektir. 

Niceler kasdına vardı
Çare yoktur ilan oldu
Bunu ihvan ayan gördü
Yaşasın Pir Melamiyyun Muhammed Nur

Zahir mana:
Evvelki beytin açıklamasında beyan edildi ki, Türkiye Büyük Millet Meclisinin açılmasına engel olmak için, ülke içinden ve dışından pek çok gayret gösterildi. Mustafa Kemal Atatürk’e ve Kuva-yı Milliye’ye engeller çıkarıldı. Haçlı İşgalcilerin tayyareleri ile millete bildiriler dağıtılıp, Türk milleti Atatürk ve Kuva-yı Milliye aleyhinde kışkırtıldı. Bu ve benzeri birçok faaliyetler yapıldı. Fakat bütün bu gayretlere rağmen şer güçler başarılı olamadılar ve Allah’a hamd olsun TBMM açıldı, cumhuriyet kuruldu, Türk milleti bunu açıkça görüp şahit oldu.
Batın manası ise:
Bu asrın yenileyicisi olan Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin ve onun varisi olan ehl-i kemalin irşad faaliyetlerinden, ehl-i tarikat ve özellikle tekke, tarikat, cemaat yapılanmalarıyla beşeri, şahsi menfaat temin edenler çok rahatsız oldular ve halen olmaktadırlar. Çünkü onlar, insan-ı kamilin taklitçileri olup, mürşid-i kamilin irfan ve kemalatla olan irşadından kendileri gafil olup, o irşaddan nasiplenmemiş nakıs / eksik kimseler olduğu için, Hz. Pir’in varislerinden ve ehl-i kemalden çok rahatsız olurlar ve onları sevmezler. Prizren Rahoves’teki Hz. Pir’in halifelerinden Malik Hilmi Hazretlerinin tekkesi, tarikatçılar tarafından kurşunlanmıştır. Kurşun izleri yakın zamana kadar mevcuttu.
Tarikat ve cemaatlerden beşeri menfaat sağlayanlar, Pir Seyyit  Muhammed Nur Hazretlerinin şahsında tasnif olan meslek-i Resul-ü Melami irşad ve irfanına mazhar olan ehl-i kemali sevmezler. Her ne isim ve ünvanla olursa olsun, mesela olgun mürşid, veliyullah, zamanın gavsı vb. isim ve ünvanlarla ortaya çıkan ve çeşitli enformasyonla halka takdim edilen önderler, şeyhler ve sahte, nakıs mürşitler; nakıslığını / eksikliklerini ortaya çıkarır endişesiyle, ehl-i kemalden rahatsız olup çekinirler. Falanca geçmiş büyüğün bugünkü temsilcisiyim, fişmanca büyüğün yolu budur deyip, bu tür faaliyetlerle ehl-i aşkın ve samimi müminlerin gönlünü iğfal ederek onları kendine bağlayıp, açık şirke gark ederek, iman özürlü hale getiren ve onlardan beşeri, siyasi her türlü menfaat sağlayanlar, Hz.Pir’in irşadına mazhar olmuş kamil insanı sevmezler.
Çünkü insan-ı kamil olan mürşidin, hiç bir beşeri, siyasi beklentisi ve menfaati olmadığı gibi o, irfanı ile halka musallat olan sahte şeyhlerin, toplulukların, cemaatlerin iç yüzünü açığa çıkarır. Bu itibarla ehl-i kemal, sahtekar, nakıs mürşid ve cemaatçilerin, tarikatçıların tepkisine, kastına muhatap olurlar, vesselam. Fakat Hakk’ın talibi ve aşk ehli olan müminler, insan-ı kamilin zuhurundan memnun olurlar. Onun ilim ve irfan yüklü sohbet ve irşadından istifade ederler. Onun kadrini kıymetini bilip, ehl-i kemalin varlığından keyif alırlar. Demektir Allahualem.

Bize pir eyledi himmet
Kalmadı ucb ile zulmet
Kamu işler Hakk’a nisbet
Yaşasın Pir Melamiyyun Muhammed Nur

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin zuhurundaki irşad himmetiyle (yardımıyla) ucb ile zulmetten, yani kendimizi büyük görüp beğenmekten, başkalarını ise hor ve küçük görmek cehalet ve zulmünden kurtulduk. Kendi nisbet faaliyetimizin yokluğunu / fenasını anlayıp, Kur’an’daki “Bütün işler Allah’ındır…” (Ra’d, 31) “Sizi de fiilinizi de yaratan Allah’tır.” (Saffat, 96) ayetlerinin sırr-ı mahiyetine tevhid-i ef’al müşahedesiyle, ef’al-i ibadiyi ef’al-i ilahide ifna ederek (kulun fiillerini Allah’ın fiillerinde fena / yok ederek), cümle işlerin failinin Allah’ın olduğu irfana ulaştım ve kamu işleri Hakk’a nispet ettim, demektir.

Bugün oldu cumhuriyet
Kalmadı harice minnet
Oturdu tahtına millet
Yaşasın Pir Melamiyyun Muhammed Nur

Zahir manası:
Cumhuriyet; belli bir sınıfın, belli bir kabile ve aşiretin yönetimini reddeden halkın, kendi kendisini liyakatle, yani  ehil olanlar ile yönetmesidir. Kur’an-ı Kerim de “İş ve yönetim konusunda onlarla da şuraya git…” (Al-i İmran, 159) “işleri, yönetimleri aralarında bir şuradır…” (Şura, 38) ve “Şu bir gerçek ki, Allah size, emanetleri onlara ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 58) buyrulur. İşte bu ayetlerden de anlaşılacağı gibi Kur’an-ı Kerim “şura’yı / meclisi” emrederek, halka danışmayı, seçme ve seçilmeyi, yani ehil olanlar tarafından halkın idaresini öngörür.
Bu itibarla Kur’an’ın açık emri olan ve Hz. Peygamber Efendimizin uyguladığı idare sistemi cumhuriyet olup, halkın kendi meclisini kurarak ehil olanlar tarafından yönetilmesidir. Çünkü o zamana kadar aşiretler, kabileler ve onların reisleri toplumu yönetiyordu. Onlar ne derlerse o oluyordu, kendilerinden sonra oğulları emir, reis, padişah vb. oluyor ve bu şekilde halk idare ediliyordu. Hz. Resulullah Efendimiz, bu yönetim şeklini kaldırdı ve hiç bir kimsenin soyundan sopundan dolayı üstün olmayacağını söyledi, her türlü emanetin ehil / lâyık olanlar tarafından tasarruf edilmesini buyurdu ve uyguladı. Hz. Peygamber Efendimiz, bu uygulamalarıyla cahiliye Arap geleneği olan kabileciliği ve aşiretçiliği kaldırdı. Kendisinden sonra halkı yönetecek olan emir veya reisi işaret ederek, şu sahabe veya bu sahabe devletin reisi olsun, demedi. Şurayı / meclisi, yani halkın ehil / lâyık olanı seçerek ‘emir el mü’minin’, yani halkın başkanı olunmasını tavsiye ve işaret etti. Halbuki o zaman Hz. Peygamber her kimi işaret etse idi, tereddütsüz o kimse emir-el mü’minin, yani devletin başkanı olurdu.
Hz. Peygamber Efendimizden sonra, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, hatta Hz. Hasan’ın emirliği / başkanlığı, hep şura / meclis kararıyla, olmuştur. Bunlardan hiç birisi kendi oğlunu veya kardeşini, soyundan geleni tavsiye etmemiş ve emir yapmamıştır. Hatta Hz. Ali yaralı olup vefat etmeden önce kendisine “Oğlun Hz. Hasan’ı emir yapalım mı?” diye sorduklarında, Hz. Ali cevaben “Benim oğlum olduğu için yapmayın, ehil ve layıksa öyle yapın.” demiştir. Bu uygulama, ta Muaviye gelinceye kadar devam etmiştir. Muaviye, Hz. Peygamberin bıraktığı şurayı / meclisi, yani halka danışmayı kaldırarak, oğlu Yezid’i kendisinden sonra emir, padişah yaptı. Muaviye, Kur’an’ın emri ve Hz. Peygamber’in apaçık uyguladığı şura / meclis mirasını, cümle ehl-i kemal olan sahabelerin ve ehl-i irfanın itirazlarına rağmen, Hz. Hüseyin’in, Ehl-i Beytin şehit edilmeleri pahasına, şahsi ve kabilesinin menfaati için yıkıp iptal etti. Buna karşı gelenleri sürgün etti, şehit etti.
Emevilerden sonra kurulan İslam toplumlarındaki devletlerin yönetim ve idareleri, genellikle kabile ve aşireti esas olan bir yapı üzerine kuruldu. Bu uygulama, yaklaşık 1300 yıl, yani Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşuna kadar devam etti. Cumhuriyet kurulduğunda Atatürk’ün emri ile TBMM dışına büyük bir pankart ile “İşleri ve yönetimleri aralarında şura iledir.” Ve ‘Emanetin ehillere verilmesi...’ mahiyetindeki ayet ve hadisler asılmıştır. Böylece Muaviye’nin yıkıp kaldırdığı, Kur’an’ın emri ve Hz. Resulullah’ın mirası olan şura / meclis, yani halka danışarak, herkesin seçme ve seçilme hakkının olduğu cumhuriyet idaresi; tekrar Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile kurulmuş oldu.
Velhasıl cumhuriyet, Kur’an emridir. Cumhuriyet, Hz. Peygamberin mirasıdır. Cumhuriyet Ehl-i Beyt’in, Evlad-ı Resul’ün davasıdır. Cumhuriyet Atatürk ve arkadaşlarının Türk milletine hediyesidir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni kuran kadrolardan, başta Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere, cümlesinden Allah razı olsun, ruhları şad olsun.
 İşte Hasan Fehmi Hazretleri, bunu beyan ederek “Bugün oldu Cumhuriyet / Kalmadı harice minnet / Oturdu tahtına millet...” diyor.

Batın mana ise şöyledir:
 Hz. Pir’in zuhurundaki irşad ile tevhid-i hakiki keşfi irfanına mazhar oldum. Cehaletle kendime ve aleme nispet ettiğim cümle varlığın yokluğuna, fenafillah müşahedesiyle ulaştım. Bekabillah marifetiyle vahdetin kesreti olan halkı zahirinde, Hakk’ı batında müşahedeyle; Cenab-ı Hakk’ın halk yüzü zuhura gelip fena-yı ruh, beka-yı sır zahir oldu. Demektir.

Oldu bir bayram inde’n-nas
İttihad-ı mecmuu’n-nas
Yeni elbiseler libas
Yaşasın Pir Melamiyyun Muhammed Nur

Zahir anlamı:
 Türk Milletinin birlik ve beraberliği ile yepyeni bir anlayışla, asırlardır devam eden aşiret ve kabile yönetiminin yerine, cumhuriyet kabul ve ilan edildi. Bu tarih aynı zamanda hem milletin gönlünde, hem de kanunen Cumhuriyet Bayramı olarak kabul edildi. Cumhuriyet Bayramı o günden bu yana kutlanmaktadır ve kutlanacaktır, demektir.
Batın manası ise:
 Vahdetin kesret-i (çokluğu) zuhuru olan halk, Hakk’ın vahdaniyetiyle ‘bir’liğiyle  çelişmez, vahdet-i vücuda ters gelmez. Çünkü bu halk olan kesret, Hakk’ın kendi bedeninden zuhur etmesiyle meydana gelir, bu kesret gizli şirk değildir. Bu, tevhidle çelişmeyen ittihat mertebesidir ki “Bir’in kendi ikiliği olan bu keyfiyet, Bekabillah marifetidir. Her kim bu keşf-i marifete ulaşırsa, Cenab-ı Hakk’a nevafil yakınlığının neşesi olan bayramı idrak ederek, Bu bayramın idrakı olan yeni elbiseyle, kurb-u nevafil makamı müşahedesine ulaşır. Vesselam.
                             Kelam-ı Talibi billah
Bize ihda etti Mevla
Bunu bilmezdi şeyh u şah
Yaşasın Pir Melamiyyun Muhammed Nur

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin şahsında zahir olan irşadla, zikr-i daim ve makamat-ı tevhidin keşfi irfaniyetine mazhar oldum. Ki bu bize, Mevla (dost) olan Allah’ın hidayetiyle olan bir hediyesidir. Her kim, Hz. Pir’in irşadı olan meslek-i Resul-ü Melami marifetine ulaştı ise, bu hidayet hediyesine mazhar olarak makam-ı insana ulaşır ve insan-ı kamil olur.
Pir Seyyit Muhammed Nur’un zuhurunu dikkate almayan ve meslek-i Resul-ü Melami irşadından nasiplenmemiş ve Cumhuriyet’ten rahatsız olan şeyhler, sahte-nakıs mürşidler, halifelik ve padişahlık sevdasındakiler, bu hidayet ihsanı olan hediyeyi anlamadılar. Çünkü bunlar makam-ı insandan gafil olduklarından, Hakk’ın hidayetle zuhur-u ihsanı olan insan-ı kamilin kemalat ve marifetini bilemezler. Demektir.

                                                                          Nejdet ŞAHİN