Bismillâhirrahmanirrahim
Şehitlik ve gazilik
mertebesini müminlere ikram eden Allah, övülmeye lâyık olandır. Selam, Hz. Muhammed
(sav) ve şehitlikle şereflenen başta Hz. Ali, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve cümle
evladı Resul’e ve şehitlerin gazilerin her an diri olan ruhaniyetlerine olsun.
Yüce
yaratıcı olan Allah Kur’anı Kerim’de; “Allah yolunda öldürülenler için << ölüler
>> demeyin. Tam aksine onlar diridirler ama siz farkında olmazsınız.” (Bakara-54) buyurduğu gibi başka bir beyanında ise; “Allah yolunda öldürülmüş olanları ölüler sanma sakın. Hayır! Onlar
diridirler. Rablerinin katında rızıklandırılıyorlar – Allah’ın lütfundan
kendilerine verdiğiyle sevinçlidirler: Ve arkada kalıp kendilerine katılmamış
olanlara şunu müjdeliyorlar: Onlar için korku yoktur; tasalanmayacaklardır
onlar.” (Ali İmran-169,170) buyurur.
İnsanlığa gelen tüm peygamberler, insanı kâmil olan veliler ve âlimler tebliğ
ve irşatlarıyla insanın ana karnında 9 ay geçici bir müddet kalıp yaşaması gibi,
bu yeryüzü olan dünya yaşantısının da aynen geçici olduğunu, gerçek yaşantının ise
öldükten sonra dirilerek intikâl edeceğimiz ahiretteki ebedi hayat olduğunu haber
vermişlerdir. Ve bu tebliğ imanın temel şartlarından ahiret imanı olmuştur.
Ölümle bu âlemden ayrılanlar, ahirette
ya cehennemin sıkıntısı ve azabı içinde veya amel cennetinde nefsini lezzetlendirerek,
cennet zevki sefası içinde ebediyen hudutsuz bir yaşantıyla var olurlar. İnsan
için ahiretteki cehennem ve amel cenneti yaşantısının haricinde bir yaşantı
daha vardır ki o yaşantı, Allah katında olan bir kulluk hayatıdır. Bunu
ifadeyle Kur’an’da; “..Kim güzel davranışlar sergileyerek yüzünü
Allah’a teslim ederse, Rabb’i katında ödülü vardır onun. Korku yoktur böyleleri
için; tasalanmayacaklardır onlar.”
(Bakara-112) Buyrulur. Ki bu yaşantıya ulaşan kimseler, bu yeryüzü olan
imtihan aleminde Rabbine kavuşmuş olup, her tecellide mevcut olan Rabbin müşahedesiyle
cümle âlemlerde zevki ilâhiyle, yani Hakk’a vuslat zevkiyle var olurlar. Bunların
Allah katındaki kulluk ahvâli, ahiretteki amel cenneti yaşantısından daha yüce
ve efdâldir. Bunu ifadeyle Yunus emre Hz.leri:
Cennet cennet
dedikleri
Birkaç evle
birkaç huri
İsteyene ver
sen onu
Bana seni
gerek seni der.
Yine milletimizin yetiştirdiği insanı kâmil veli ulularından
olan Hasan Fehmi (tezdoğan) Hz.leri:
Vaslına
muhabbet nimettir bana
Birliğe ulaşmak
izzettir bana
Hicabı cenneti
set çekme bana
Huri gılman
ile beni kandırma buyurur.
Ki amel cenneti yaşantısından daha ulvi ve efdâl olan bu kulluğa
ancak peygamberler, mukarribler, sıddıklar
ve şehitler mazhar olurlar. Çünkü peygamberler, mukarribler ve sıddıklar bu
alemde Allah aşkı ve Hz.
Resulullah’ın; “Ölmeden evvel ölünüz...” beyanı hikmetince “Ölmeden evvel ölerek” şehidlik
mertebesine yükselip ebedi diriliğe ulaşırlar. Bu şehitlik mertebesiyle ebedi
diriliğe mazhar olanlardan olan Yunus emre Hz. leri, bu mazharıyetini beyanla:
Aşık yunus öldü diye salâ verirler
Ölenler hayvandır aşıklar ölmez diyor.
Bu itibarla Şehit; cenab-ı Hakk’ın güzel
isimlerinden (esma-i hüsnasından)
olup, en yüce şahit / tanık, her şeyi en iyi görüp gözetleyen. Ve insana
tanıklık / şahitlik etme gücünü veren anlamlarını ifade eder. Allah hangi
kul’unda şehit ismi ile tecelli ederse, o kimse şehit olarak Hak katına
yükselip daima Rabbin müşahedesi ile şereflenir. Ki Bu şeref, kulun bu yeryüzü
âleminde yaratılmasının yüce gayesidir. Çünkü amel cennetinde nefsini cennet
nimetleriyle gıdalandırmaktan daha yüce efdâl bir kulluğa, yani Hakk’a vuslat
ederek Hakk’ın bekâsı ile daimi, sonsuz, hudutsuz bir dirilikle hayat bulmak,
ancak şehitlik makamına erişmekle mümkün olduğundan, hiçbir ölüm şehitlik ile mukayese edilemez.
Bunu
ifadeyle Kur’an’da; “Andolsun eğer Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah’ın
bağışlaması ve rahmeti onların tapladıklarından daha hayırlıdır.” (Ali imran -157) buyrulduğu gibi Hz.
Resulullah (sav); “Ruhumu kudret elinde tutan Allah’a yemin ederim ki, Allah yolunda
savaşıp öldürülmemi, sonra tekrar dirilip savaşarak tekrar öldürülmemi, yine
dirilip savaşta öldürülmemi arzu ederim.” Demiş, başka bir şerefli
sözünde ise Hz. Resulullah efendimiz; “Hiç kimse cennete girdikten sonra bütün
dünya’ya sahip olsa bile tekrar dünya’ya dönmek istemez. Yalnız şehitler,
mazhar oldukları keramet sebebiyle dünyaya dönüp on defa şehit olmayı arzu
ederler” buyurmuştur.
Gazi ise; şehit olmayı göze alarak, vatan millet uğruna gayret, mücadele
eden demektir. Ki şehitliğe ait tüm şerefli değerlere gaziler de mazhardır. Ve
şehitlik mertebesi hiç şüphesiz gazilerin de mertebesidir. Bunu ifadeyle hadisi
şerifte; “Bir kimse Allah yolunda olmayı canı gönülden isterse yatağında ölse
dahi Allah onu şehitler derecesine ulaştırır.” Buyrulur.
Velhasıl yüceliğini ifade etmekten aciz kaldığımız şehitlik
ve gazilik, milli kültür ve örfümüzde vahye ve Muhammedi tebliğe uygun olarak, her
türlü ibadetin ve kulluk faaliyetinin üzerinde sevap günah sorgusuna muhatap
olmayan, cenab-ı Hak’la vuslat diriliği olarak kabul görmüştür. Bu sebeple
şehitlere yapılan her türlü muamale diğer ölümlerdekinden farklı yapılmıştır.
Mesela diğer ölüler gasl edilerek (gusul abdesti aldırılarak) defn edilmelerine
rağmen, şehitler kanlı elbiseleriyle beraber gasledilmeden defnedilmiştir. Diğer ölülere yapılan günahlarının
affedilmesi ve cennete kavuşması vb. dualar şehitlere yapılmayıp, bu dualar yerine
şehit olup şehitler makamına yükselme niyazı yapılmıştır. Ve şehitlerin şefaati
istenmiştir.
Fakat günümüzde milletimizin
sinesindeki şehitliğe ve gaziliğe olan böyle bir bakış açısı, bazı dini
guruplar tarafından ve çağdaş olduklarını ifade eden bazı kimseler tarafından tahrip
edilmektedir.
Mesela
din adına konuşanlar; sakal bırakmak veya falanca kıyafeti giymek gibi bir
faaliyeti yapmanın 40 şehitlikle, 100 şehitlikle mükâfatlanacığını ifade ederek.
Allah’ın ve Resulü’nün çok açık ve net bir şekilde kulluğun zirve mertebesi
olarak methedip vasıflandırdığı şehitliği, tıraş şekli veya kıyafet şekli veya
bir faaliyet ile mukayese ederek, bu
faaliyetlerin şehitlikten 40 veya 100 kat üstün olduğunu söylemekle şehitliği
hafife alıp, adeta şehitlikle alay ediyorlar. Ve bu anlayışa göre vatan
uğrunda bir kere şehitlik kazanacağına, sakal bırakmak veya hicaz fistanı
giymekle 100 kat şehitlik sevabı kazanılır. Böyle şehitlik ve gaziliği başka
ibadet ve kullukla mukayese edenleri ifadeyle yüce Allah; “Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ı imar edip
bayındır hale getirmeyi, Allah’a ve ahiret gününe imân edip Allah yolunda
cihâd eden gibi mi tuttunuz? Bunlar Allah yanında eş değerde değildirler..” (Tevbe- 19) Buyurur.
Yine bu zihniyet, Türkiye cumhuriyetinin laik devlet oluşunu
ima ederek veya açıkça söyleyerek, vatan millet uğruna ölenler acaba Allah
yolunda ölenlerden sayılır mı sayılmaz mı gibi ifadelerle, asırlardır milli
bünyemizdeki vahiy ve Muhammedi kulluğa uygun oluşmuş şehitlik anlayışını, şeytanca vesveseler şüpheler üreterek
sulandırmaya çalışıyorlar. Halbûki ehl-i kemâl’in “din insanı muhafaza eder, vatan
da dini muhafaza eder” buyurduğu gibi, din insanı, vatan dini ayakta
tutar. Bu itibarla, vatan
ve millet uğrunda öldürülen gerek asker, gerek sivil memur, gerek öğrenci veya sivil
vatandaş her kim olursa olsun, bunlar tepeden tırnağa kadar günahkâr da olsa
hiç şüphesiz hiçbir sorgu suale muhatap olmadan şehit’liğe yükselirler. Çünkü
o, dini muhafaza eden vatanı uğruna canını, kendini feda etmiştir. Bu itibarla
hiç kuşku yok ki, bu zihniyettekilerin değerlendirmeleri, milli kültürümüzdeki ve
milletimizin sinesindeki vahiy ve Muhammedi kulluğun oluşturduğu şehitlik
gazilik kabul ve anlayışını, dini söylemlerle sulandırarak bu kabul ve anlayışı
yok etmeye yönelik faaliyetlerden başka bir şey değildir.
Bir de çağdaşlık
adına şehitliğe ve gaziliğe saldıran kimseler vardır: Bunlar anaların gözyaşı dinsin, benim oğlum olsa askere
göndermem, vah yazık oluyor gençlere vb. söylemlerle her müminin özenip gıpta
etmesi gereken şehitlik makamı hakkındaki gafletlerini ifade ediyorlar. Halbûki
asırlardır beşikleri Muhammed (sav) kulluğuna erişmek, şehitler şahı Hz. Hüseyni
yâd etmek, ya şehit ya gazi olasın gibi ninnilerle büyüyüp askerliği peygamber
ocağı bilerek, kına yakılıp davul zurna eşliğinde askere giderek, Mehmetçik (Muhammed’çik) olma şerefi ile
şereflenmek, Türk milletinden başka bir hiç bir millette olmayan haslettir.
Bu haslet, milletimizin ve milli kültür varlığımızın
temelini oluşturan en temel olgudur. Çünkü dünyada Mehmet (Muhammed) ismi ile anılan yegâne millet Türk’lerdir. Ve
aynı Süleyman isminin sülo, İbrahim isminin ibram veya ibo olarak kısalıtılarak
söylenmesi gibi, Muhammed (s.a.v) isminin
kısaltılmışı da Mehmet ismidir. Bunu ifadeyle, avrupa’da bir kimse Müslüman
olduğunda, mehmet oldu (Muhammedileşti) Türk oldu demişlerdir. Yine yakın
tarihte Bosna’da katledilen her Müslümanın cesedi, Sırplar tarafından Türk
cesedi olarak ifade edilerek her Türk kellesi getirenlere mükâfat vaad
edilmiştir.
Velhasıl, milli kültürümüzde var olup yaşayan şehitlik ve
gazilik kabul ve anlayışını, aşağılayarak yok etmeye yönelik gerek din adına
gerekse çağdaşlık adına, cehaletle yapılan bu tür tahribatlara karşı her
Müslüman uyanık olduğu gibi, şehitlik ve gazilik mertebesine ulaşabilme heves
ve gayreti içinde olması yaradılışının gereğidir.
Bu yeryüzü âleminde nefse birçok şey tatlı gelir ve insan
bunları sever. Şeyhül ekber Muhiddin Arabi Hz.leri; “Bu alemde nefse tatlı gelen
değerler üç temel üzere olup bunlar mal sevgisi, aile efradı sevgisi ve can
sevgisidir” diyor ve devamla; “bu üç değerden en kıymetli olanı can
sevgisidir” buyuruyor. İşte bu imtihan âleminde kul’un canını feda
etmekle ulaştığı şehitlik mertebesine ulaşanların her an diri olan
ruhaniyetlerini selamlayıp, yüce yaratıcıdan bizlere de şehitlik makamına
erişmeyi ve şehitlerin şefaatine mazhar olmayı ihsan ve ikram etmesini niyaz
ederiz.
Nejdet Şahin
01 Temmuz 2010
SALİHLİ