Yarattıkları
içinde sadece insana Hakk’a vuslat / kavuşma fıtratını lütuf ve ihsan eden Allaha hamdolsun. Resulu Muhammed (sav)
ve ehli beyte selam olsun, Rabbim bizleri onların meclisinden mahrum etmesin.
Fitre
veya fıtır olarak ifade
olunan fitre sadakasını vermek, Fitre bayramını idrâk etmek vacip ibadetlerdendir. Fitre
sadakasını vermek ve fitre bayramı namazını kılıp bayramı kutlamayı beyanla Cenab-ı
Hak Kuran’da; “Nefsini/benliğini temizleyip/arındıran gerçekten kurtuluşa ermiştir.
Rabbini zikretmiş ve namazı kılmıştır o.” (Ala,14-15) buyurur. Ki, bu ayetler fitre sadakası ile temizlenen
kulun felâh ve kurtuluşa ulaşma sevinci ile neşelenerek, zikrullah mazhariyetiyle
bayram namazını kılmalarını ifade eder.
Fitre bayramı; Bu yeryüzü âlemine doğmakla
/ doğuşla alâkalı bir bayram olup, halk arasında şeker ya da Ramazan bayramı
olarak adlandırılır. Ki, bu bayramı şeker veya ramazan isimleriyle ifade etmek
yanlıştır. Çünkü oruç aylık ibadettir ve ramazan oruç ayıdır. Nasıl ki
günün beş vakti ile namaz kayıtlı ise, ömür vakti ile hac kayıtlı ise, yıl vakti
ile zekât kayıtlı ise, oruçta Ramazan ayı vakti ile kayıtlı bir ibadettir. Bu
sebepten ramazan ayı bayram ayı değil, oruç ayıdır.
Bu
itibarla hicri takvimin on iki ayından birisi olan ramazan ayının girmesi ile
gündüz, yani imsak ile iftar arasında özrü olmayan her mümin’in, ister o gün
niyet etsin isterse niyet etmesin oruç tutması farzdır. Çünkü ayla kayıtlı olan
bir ibadet, günlük niyetlerle sıhhat bulmaz. Yani günlük niyet aylık ibadet
olan orucu bağlamadığından, ramazan ayı içerisinde bir mümin eğer özrü olmadan
o gün oruç tutmaya niyet etmedim diye yiyip içerse haram işlemiş olur.
Hicri takvime göre ramazan ayı, arefe günü akşam namazının vaktinin girmesiyle biter. Ve akşam
namazıyla yeni ay olan şevval ayına girilir. Bu itibarla eğer bayram ay ismi
ile ifade edilecekse, şevval ismi ile ifade etmek icap eder.
Velhasıl,
fitre bayramını hemen oruç ayı ramazanın arkasından gelen ayın başında
olmasından dolayı Ramazan bayramı, bayramlarda tatlı yenilmesinden dolayı şeker
bayramı olarak ifade edilmesi çok ucuz, yüzeysel ve tefekkürden mahrum tutarsız
bir anlayıştır. Bu tutarsız anlayış, bayramların ledduni hikmetinden gaflet ve
cahil olunmasının beyanıdır.
Şeriata
göre Fitre bayramı, fitre sadakasını verdikten sonra kutlanılan bir bayram
olduğu için, fitre sadakasının muhakkak bayram namazından önce verilmesi
gerekir. Fitre / Fıtır, bu yeryüzü âlemine doğup ta hayatta
olmak anlamını ifade ettiğinden, fitre hayatta olup yaşayan bir insanın vücudunun
sadakasıdır. Bundan dolayı bu yeryüzü âlemine doğan bir günlük bebeğin dahi fitre
sadakası verilir. Yani fitre sadakası fakir veya zengin, bu âlemde hayatta olup
yaşayan herkesin vermekle yükümlü olduğu vücut varlığının sadakasıdır.
Bazıları,
yüzeysel basit ve tefekkürden mahrum bir mukayase ile fitre sadakasını,
zekattaki gibi zenginlik sınırına ulaşan zenginler tarafından verilmesi gerektiğini
söyleseler de bu doğru değildir. Çünkü bu âleme doğmuş ve bu yeryüzünde yaşayan
bir kimsenin, yaşamasının bedeli olan bir sadaka olduğu için fitre, zengin
olsun olmasın hayatta olup yaşayan herkes tarafından az veya çok yaşamasının
bedeli niyetiyle, nakit veya ayni olarak verilir. Bu sebepten çocukların
hatta yeni doğmuş bir günlük bebeğin dahi fitresi verilir. Bu itibarla
fitre sadakasının hesaplanması, zekâttaki zenginlik hesabı gibi olmayıp, Cenab-ı Hakk’ın bir kimseye verdiği vücudunun
hacmi ile eş değerdeki bir topraktan elde edilecek arpa, buğday veya üzüm hurma
vb. mahsul ile ölçülerek yapılır.
Mesela, yaklaşık bir insan bedeni kadar
topraktan elde edilecek arpa buğday, o zamanın fiyatları ile kaç para ederse o
fiyat, o yılın fitre bedeli olur. Ki, bu hesaplamaya göre bir insan vücudu
kadar topraktan, yaklaşık 2,9
kg arpa, 1.5
kg buğday, 2.9 kg üzüm ve hurma elde edilebilir kabul
edildiği için, bu miktarlardaki arpanın, buğdayın, üzümün, hurmanın vb. mahsulün
o zamanın fiyatlarıyla kaç para ederse, bu para arpaya buğdaya vb. mahsule göre
verilecek o yılki fitre bedelini oluşturur. Fakat her infakta olduğu gibi bu
hesaplamalarla sınırlı kalınmayıp, istenilen oranda daha kıymetli mahsuller ölçü
alınarak daha fazla da verilebilir.
Bu
itibarla fitre sadakası; yaşayan bir kulun vücut varlığının sadakası olup,
zenginler tarafından fazla fazla verilebildiği gibi, fakir muhtaç olan müminlerin de bir zeytin tanesi de olsa, bir
bardak su da olsa fitre niyeti ile muhakkak vermeleri gereken bir sadakadır.
Buna göre bu sadakayı bayram namazından
önce veren zengin veya fakir her mümin, bayram namazını kılarak herkesle
bayramlaşarak üç gün bayram neşesi ile tatlı yer tatlı konuşur. Büyüklerin
elini öperek onları ziyaret eder, küçüklere bahşişler verilerek büyük küçük
cümle müminler bayram sevincini paylaşırlar. Bu sevinci ifadeyle yeni elbiseler
giyilerek, şarkıların türkülerin neşeli olanları ve oyun havaları söylenerek
oyunlar oynanır. Hatta bazı Türk yurtlarında özellikle Türkistan ana
yurdundaki bayram kutlamalarında, cami’lerin mescit’lerin üstüne ve duvarlarına
davul zurnalar yerleştirilir. Ve bayram namazı kılındıktan hemen sonra bu davul
ve zurnalar eşliğinde tüm cemaat oyun oynayarak camiden çıkarlar. Ve cami
avlusunda herkes oyunlar oynayarak bayramın ruhaniyetine uygun kutlamalar
yaparak bayramlaşılır. Vesselam.
Buraya
kadar bahsettiklerimiz fitre sadakasının ve bayramının şeriat yönüne, yani zahirine
ait değerlendirmelerdir.
Fıtır sadakası ve bayramı, mana yönü ile değerlendirildiğinde
ise, birçok hikmetler ve ledduni sırlar içerir: Bunu beyanla Hz. Resulullah
(sav) Efendimiz’in İbni Abbas’a “Vücudunu kayırma” demesi üzerine,
İbn-i Abbas; “Ya Resûlullah, vücudum kusur mudur?” dedi. Resûlullah
Efendimiz de cevaben; “Vücut günahı hiçbir günahla mukayese
olunmayan bir günahtır.” buyurmuştur. Ki, bu hadisi şerifte ifade
edilen vücut, et ve kemikten ibaret olan insan bedeni değildir. Bu vücut; Kulun
cehaletle var olduğunu zannederek kendine nispet ettiği ve gizli şirk olan vücudu varlığıdır. Bunu ifade ile Hz. Resulullah Efendimiz; “Ben
ümmetimin açık şirkinden değil gizli şirkinden korkarım.” buyurmuştur.
Buna göre; leddun-i yönüyle fitre
sadakası, kulun “vücut günahı” olan “gizli şirk” ten temizlenmesini ve
arınmasını ifade eder. Bu sebepten fitre bayramı namazında imamlar Fatiha’dan
sonra, zammı süre olarak genellikle “Nefsini / benliğini temizleyip / arındıran
gerçekten kurtuluşa ermiştir.” (Ala,
14) ayeti veya benzeri ayetleri okurlar.
İşte bu temizlik ve arınma, zahiri olarak
yani şeriata göre sadaka verilerek yapılır. Ve sadakalar kulun bedenini ve
malını temizler, fakat kul’un gizli şirk pisliğini temizleyemez. Bunu beyanla Kuran’da;
“…müşrikler pistir…” (Tevbe,
28) buyrulur. Ki Şirk
pisliği, aynı zamanda Kuranı Kerim’deki; “Allah kendisine ortak/şirk koşulmasını
affetmez” (Nisa-48-116) ifadesinde olduğu gibi, affedilmeyen
bir günahtır. Ve affedilmeyen günah olan şirk için yine kuranın “…Allah’a
şirk koşma, çünkü Allah’a şirk koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür.” (Lukman, 13) beyanından anlaşıldığı gibi
büyük zulümdür. İşte hiçbir günahla mukayese olunmayan vücut günahı, büyük
zulüm, affedilmeyen günah ve pislik olan şirk’ten kulun temizlenip arınmasının
çaresi tevhittir. Ve Hadisi şerifte buyrulduğu gibi, nasıl açık ve gizli
olmakla şirk iki kısım ise, tevhit te şeriat
tevhidi ve tevhidi hakiki olmak
üzere iki kısımdır.
Buna göre şeriat tevhidi, kelimeyi tevhidi kalbi ile tasdik edip dil ile
söylemekten ibarettir. Ki bir kimse, “La
ilahe illallah Muhammeden Resulullah /
Allah’tan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir.” kelimesini
kalbiyle tasdik edip dili ile söylemekle açık şirkten (müşriklikten) arınır. Ve
şeriat tevhidine girerek, gayrı Müslimlikten (İslam dışılıktan) kurtularak,
İslam dininin mümini olur. Bunu ifade ile Cenab-ı Hak, Şeriat tevhidinin
dışında kalmış olan ehli kitaba, yani Hırıstiyan ve Yahudilere hitaben; “De
ki ey ehli kitap sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze/kelimeye gelin. Allah’tan
başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah‘ı bırakıp
ta birbirimizi rab’ler edinmeye-lim”
(Ali İmran, 64) buyurur ki, bu ayetin muhtevası tevhittir. Çünkü ehli kitap
ve müşrikler Hz. Resulullah’a iman etmediklerinden, yani “Muhammeden Resulullah- Muhammed
Allah’ın elçisidir.” demedikleri için, hatem / son peygamber olan Hz Muhammed’in
(sav) tebliğindeki tevhit’ten mahrum kalıp, “la ilahe illallah–Allah’tan
başka ilâh yoktur.” diyemiyorlar. Ve onlar Allah’ı beşer’e yani insana
benzettiği için, Allah’a açıkça şirk koşuyor ve müşrik oluyorlar. Bunu ifade
ile Kuranda; “Yahudiler Üzeyir Allah’ın oğludur dediler, Hıristiyanlarda Mesih,
Allah’ın oğludur dediler…” (Tevbe,
30) buyrulur.
İşte
böyle açık şirk ehli olan gayrı Müslim (İslam dışı) müşrikler, “…Allah’tan
başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah‘ı bırakıp
ta birbirimizi Rabb’ler edinmeyelim…” (Ali İmran, 64) Kur’an-ı Kerim’in davetine uyarlarsa, onlarda Hz
Muhammed’in tebliğine uymuş olup “Lailahe illallah Muhammeden Resulullah”
ikrarı ile tevhit dininin mümini olurlar. Ve açık şirkten kurtulup, şeriat’ın
tevhidine dâhil olurlar.
Böyle
şeriat tevhidine dâhil olup ta açık şirkten arınan bir kul, gizli şirkten ise kurtulmuş
olmaz. Kul’un gizli şirkten kurtulması için, tevhidin hakikatine daim zikir uyanıklığı ve meratibi
ilahi olan tevhit makamları müşahedesi ile ulaşması gerekir. Ki, ancak o zaman
kul tevhidi hakiki irfanı ile gizli
şirk’ten arınıp kurtulur.
Vücut günahı olan gizli şirkten kul’u
temizleyerek kurtaran tevhidi hakikiyi ifadeyle Hz Peygamber Efendimiz; ''El
fakr’u fahri, el fakru fahri, el fakru fahri / fakirlik benim iftiharımdır, fakirlik benim
iftiharımdır, fakirlik benim iftiharımdır.” buyurmuştur ki, bu hadisi
şerifte beyan edilen fakirlik, mal mülk fakirliği değildir. Çünkü Hz. Resulullah
(sav) maddi yönden zengin bir kimse idi ve ticarat yapan bir tüccardı. Hiç
fakir kimse sermayesi olmadan tüccarlık yapabilir mi? Yapamaz. Ayrıca
Kuran’da; “Seni fakir buldu da zengin etmedi mi?” (Duha, 8) beyanı vardır. Pir Seyit Muhammed Nur Hz; “Resulullah
efendimiz için, bazı kimseler madden fakirdi, yok hasırda yatardı, ekmek bulur
katık bulamazdı derler. Bunların hepsi uydurma, yalan olup Hz. Peygambere
iftiradır.” diyor. Velhasıl Hz. Resulullah Efendimize madden fakirdi
demek, yukarıdaki ayeti inkar etmek olur ki, Hz. Peygamberin iftihar ettiği fakirlik,
tevhidi hakikinin fenafillah keşfi irfanıyla, gizli şirk ve vücut günahı olan
nispet varlığının fenası / yokluğu olan fakirliktir.
Bu fakirliği Hz. Resulullah’ın üç defa
tekrar etmesi ise, nisbet varlığın üç
tesir ile kulda gizli şirk oluşturmasındandır.
Bu
tesirin birincisi, kulun kendine ve
âleme nispet ettiği fiiller yönündendir. İkincisi,
kendine ve âleme nispet ettiği sıfatlar yönündendir. Üçüncüsü ise kendine ve âleme nispet ettiği vücut yönündendir.
Velhasıl Hz. Resulullah nispet fiilinin, sıfatlarının ve vücudunun olmaması
itibarıyla fakirdi ve bu fakirliği ile iftihar etti.
İşte bir kimse bu varlıklar Hakk’ın iken,
cehaletle bunlara sahip çıkıp cümle faaliyette Allah Fail iken ben Fail’im,
cümle sıfatta Mefsuf Allah iken, ben Mefsuf’um, cümle varlıkta cenabı Hak Mevcut
iken, cehaletle kendi nispetlerini var zannetmesi onun vücut günahıdır. Ve kul’un cehaletle var zannederek işlediği
vücut günahını, tevhid-i hakiki irfanı ile fena / yok etmesi, onun ledduni
yönden fitre vermesi olup, “gizli şirk” pisliğinden arınıp “Nefsini
/ benliğini temizleyip / arındıran gerçekten kurtuluşa ermiştir.” (Ala, 14) beyanındaki ledduni hikmet gereğince
temizlenmesidir. Ve ilmi hakikate göre fitre sadakasının verilmesidir.
İşte böyle hakikate göre fitre veren
bir kul ancak bayram namazının hakikatine ulaşıp, rabbine vuslat neşesi ve zevki ilahi ile zevklenerek bayram eder. Ki
böyle irfana mazhar olan arif ve kâmil bir kulun nazarında Hakk’ın hüsnü
cemalinden (güzel yüzünden) başka bir müşahede olmaz. Çünkü onun kendi nispet
varlığı fena / yok olduğundan o yokluğuyla Hakk’ın mevcuttaki zuhuru
müşahedesine erişir. Ve Kuran’ın; “…Siz yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin
Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara,
115) beyanı mazhariyetiyle o, her nereye baksa Hakk’ın veçhinden / yüzünden
başka bir şey görmez. Ve daima rabbin hüsnü cemali (güzel yüzü) müşahedesi ile bayram
yapar. Ki bunu ifadeyle Hacı Bayramı Veli Hz;
“El fakru fahri el fakru fahri”
Demedi mi âlemler fahri
Fahrinin zikrin fahrinin zikrin
Mahv u fena da buldu bu gönlüm
Bayramım imdi bayramım imdi
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm diyor.
Ayrıca
Bu bayramın üç gün olması Rabbin vechinin zat, sıfat ve ef’al tecellileriyle
kuluna gözükmesinden dolayıdır. Ki, bu üç tecelli müşahedesine ulaşan bir
kul, ebediyen cümle âlemlerde rabbini müşahede bayramının neşe ve zevki ile
yaşar. Allah her şeyi en iyi bilendir.
Fitre sadakasının ve bayramının ledduni
hikmetin dair açıklama burada hatalarıyla beraber tamamlanmıştır. Fitre sadakasının
ve bayramının hakikatine ulaşmayı ihsan etmesi niyazıyla âlemlerin Rabbine hamd,
Hz. Muhammed’e (sav) ve evladı resule selam olsun.
Nejdet Şahin