27 Eylül 2016 Salı

Tevhid aydınlığı HASAN FEHMİ divanı şerhin’den seçmeler (3) -Kamil olmayan (nakıs) mürşidler ve cemaatlar hakkında

Hakikat mürşide eyle intisab
Bulasın dermanı derdin içinde
Ehl-i kemal; “Her köşede mürşidim diyen çoktur, lâkin binde birinin irfanı yoktur.” demişlerdir. Hz. Mevlana ise “Her beyaz elbise giyeni doktor sanma, kasaplar da beyaz elbise giyer.” buyurmuştur. Hz. Pir Efendimiz “Hakk’ı bulmak kolaydır, lakin bulduranı bulmak zordur.” diyor. Hakiki / gerçek mürşit hususunda Bahaeddin Nakşibend Hazretleri “Hakiki mürşit ile nakıs / eksik mürşit arasındaki fark şudur ki; eksik / nakıs mürşit müridini kendine bağlar, kamil mürşit ise müridi Allah’a bağlar.” buyurmuştur. Bu itibarla eksik / nakıs mürşit pek çoktur. Çeşitli nam ve isimlerle anılırlar. Bunların faaliyetleri ise müritlerine esma çektirip, fazla ibadet yaptırmak, rüyalarını tabir ederek kendisini rabıta yaptırmak. Yani müridin, fotoğrafıyla veya hayalen mürşidinin suretini gözünün önüne getirmesidir. Müridinin beşeri işleri dahil, başarılarının kendisinden olduğunu ima edip söylemek veya bazılarına söyletmek yoluyla onu inandırırlar. Müridin başarısızlıklarının ise kendi sadakatsızlığından olduğunu, mürşidine sadık olsa idi bu başarısızlığın olmayacağını, mürşidinin nazar edip müridi her zaman her yerde gördüğünü ve onu kötülüklerden koruduğunu telkin ederek; siyasi, ekonomik, beşeri mevki ve makam menfaati sağlar.
Bazısı da şekil, suret düzüp, sakal bırakıp sarık sararak, cübbe, Hicaz fistanı giyerek, kendilerini yaşadıkları toplumdan farklı gösterirler. Özellikle ekonomik ve siyasi menfaat sağlayanları ise, Cumhuriyete, laikliğe, Atatürk’ün devrim ve ilkelerine olan düşmanlıklarını, kinlerini din haline getirmiş olup, cumhuriyet ve kurucusu ile uğraşıp, ona düşmanlığı dava, cihat, hizmet vb. isimlerle vasıflandırarak yüce bir gaye edinirler. Bu uğurda gayrimüslimlerle dahi ittifak etmekten çekinmezler. İslam dinine en fazla hizmet etmiş ve evrensel / cihanşümul din haline gelmesinde en büyük etken olup, Hz. Peygamber Efendimizin “Mehmet (Muhammed)” ismi ile anılan ve ordusu Mehmetçik (Muhammedçik) olan, Kur’an’ın ve Hz. Peygamber Efendimizin methine, övgüsüne mazhar olmuş Türk milletinin evlatlarını kendi devletlerine hasım ve düşman ederler.
Bunlar çeşitli ünvan ve isimlerle faaliyet gösterip; hizmet, dava, burs, kurs deyip fakirliği öne sürerek halkı soyarlar. Fakirin, yoksulun, garibin zengindeki hakkı olan zekat, kurban, sadakalar vb. yardımları kendi organizasyonlarına kanalize edip aktararak, zekat ve yardımın fakire, yoksula gitmesini engelleyip fukaraya zulüm ederler. Kur’an’da “Gördün mü o dini yalan sayanı, işte odur yetimi itip kakan. Yoksulu doyurmayı özendirmez o, vay haline o namaz kılanların ki namazlarında gaflet içindedir onlar. Onlar riyaya sapandır, onlar gösteriş yaparlar ve onlar yardıma, zekata engel olurlar.” (Maun, 1…7) buyrulmuştur. İşte Maun suresinin bu ayetleri bunların tarifini en güzel bir şekilde yaparak bize bildiriyor. Bu saymış olduğum ahvâl ve vasıfların hepsi veya bazıları eksik / nakıs mürşitlerin, tarikat ve cemaat önderlerinin faaliyet ve vasıflarıdır. Vesselam.
 Bazıları da, Ehl-i Beyt sevgisi ile dolu olduklarını söyleyip, abdestsizliği, Kur’an’ın açık emrine rağmen namazsızlığı, oruçsuzluğu vb. Allah’ın açık emirlerine riayet etmemeyi, bir marifet, kemalat gibi teşhir ederler. Muaviye’nin kurmuş olduğu babadan oğula geçen saltanatı, şeyhlik, post sahipliği, dedelik, babalık, çelebilik vb. isimler altında soyundan gelene intikal ettirerek; Ehl-i Beyt’i şehit eden lain ve zalimlerin geleneğini yüz yıllardır devam ettirirler. Hz. Mevlana’ya Şemsi tebriziyi şehid edenlerin içinde olan oğlu Alaeddin için, “Alaeddin senin oğlun değil mi?” diye sorduklarında Hz. Mevlana “Benim oğlum soyumdan gelen değil, yolumdan gelendir.” buyurmuştur. Eğer soya itibar edilmiş olsaydı, Kur’an’ın Tebbet suresinde cehennem ehli olduğu açıkça beyan edilen Ebu Leheb, Hz. Peygamberin amcası olup; Ebu Leheb’in utbe ve uteybe adındaki iki oğlu da Peygamber efendimizin damatları idiler ki, bunlara itibar edilirdi. Hz. Ali (kv) Şah-ı Velayet ünvanını, Hz. Peygamber Efendimize damat olup, soyca akrabası olduğu için almadı. Hz. Peygamber Efendimize ilk iman edenlerden olduğu ve Hz. Peygamber’in yolunda yürüyüp, kendisinde Ruh-u Muhammed kemaliyle zahir olduğu için velilerin şahı, imamı oldu ve Hz. Peygamber’in alenen bir çok methine ve takdirine mazhar oldu. Velhasıl Ehlibeyt yolunda olduğunu iddia edip faaliyet gösteren eksik, nakıs mürşitler ve önderler, cehaletle yoldan gelene değil soydan gelene itibar ederek; dedelik, babalık, çelebilik, şeyhlik vb. ünvanlarla saltanatını devam ettirerek, beşeri olarak menfaatlenirler. İmam-ı Ali Keremullahu Veche’nin sabah namazında mescitte şehit edildiğini görmezden gelip, mescitlerin varlığına karşı olup muhalefet ederler.
Velhasıl yetersiz, nakıs mürşidin vasıfları o kadar çok ki, saymakla bitmez. Hakiki mürşit ise Hakk’ın emrini, vahyin ışığında ve denetiminde telkin eder. Her şeyin ve müridin asli cevheri olan Cenab-ı Hakk’a vuslat yolunu gösterir. Kamil mürşidin siyasi, ekonomik, beşeri hiç bir menfaati olmaz, vesselam. 
İşte Fehmi Efendi Hazretleri bu beyitlerde bizlere hitaben, ‘Hakiki mürşide, yani kamil mürşide git, onu bul ve onun irşadına mazhar ol. Rabbine kavuşma derdin, o zaman sana derman olur.’ diyor.

Tac u tahttan geçelim keçe külah nidelim
Nurdan hırka giyelim Lailaheillallah

Tac u taht, keçe külah; bunlar eskiden tekkelerdeki dervişlik ve mürşidliğin nişan ve alametleridir. Orada mürşidler özel kıyafet giyer, özel oturaklarda, yani tahtta postta vb. otururlardı. Halen günümüzde bu tekke geleneğini sürdürenler vardır. Bu zevatın itibar ve kıymetleri, başındaki taç, takke, sarık ve oturdukları post, minder, taht icazet vb. dir.
Bunların mensupları ilme, irfana ve kemalata kıymet vermezler. Tacı kim giyip, başına sarığı kim sarmışsa, tahtta / postta kim oturmuşsa ona biat ederler. O biat ettikleri mürşitlerinden, şeyh ve liderlerinden yanlış işler, cehalet vb. şeyler zahir olsa dahi itiraz etmezler. İtirazı taca, taht’a ve makama saygısızlık veya sadakatsizlik olarak değerlendirirler. İlme ve irfana kıymet vermediklerinden onların mürşitleri, kendine biat edenlerin bu körü körüne teslimiyetlerini, biatlerini istismar ederek, maddi, siyasi ve ekonomik vb. beşeri menfaat temin eder.
Bu tür uygulamalar, İslam dininin hem zahirine, şeraitine, hem de hakikatine terstir. Dinimiz, ilme değer verilmesini ister. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak “De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?...” (Zümer, 9) buyurmuştur. Peygamber Efendimiz: “Dünyayı isteyen ilme sarılsın. Ahireti isteyen, ilme sarılsın. Her ikisini isteyen yine ilme sarılsın.” buyurmuşlardır. Yine Kur’an-ı Kerim’de emanetin ehline verilmesi emredilir. (Nisa, 58) Bu emanet ilim emaneti de olur, başka emanetler de. Bunu beyanla Hz. Pir Efendimiz “Tevhid gibi emanet olmaz.” buyurmuştur.
Melamiler, ehl-i hakikat olup, taç, külah, sarık, post, taht, diploma, icazet gibi şeylere bakıp da insana değer vermezler. Melamiler, ancak insandaki ilim ve irfana değer verirler. Onlar “Hikmet, müminin kaybolmuş kendi malıdır.” Hadisi şerifi doğrultusunda hareket edip ilim ve irfanı nerede bulurlarsa, o kemalat ve irfaniyete hürmet ederler. Kişinin adı, ünvanı ne olursa olsun. Hz. Ali’nin dediği gibi ‘Söyleyene değil, söylenene bakarlar.’
Ehl-i tevhid-i hakiki olan Melamiler, surete yani özel kıyafete, post’a, taht’a itibar etmedikleri gibi, bunlardan bir medet de beklemezler. Sohbet ve zikir etmek için tekke, zaviye gibi özel mekan aramazlar. Çünkü, onlar daim zikir ehli olduklarından, her nefeste ve her yerde zikrederler. Sohbet ve muhabbetlerini ise gerek kahvehanede, gerek işyerinde, gerek kaldırımda yapıp, ilim ve irfaniyetin var olduğu herkesle ve her yerde sohbet ederler. Melamilerin amaçları ilim, irfan, hikmet ve Muhammedi kulluk mazhariyetidir. Bunu  ifadeyle “Şekil ve surete, yani keçeye, külaha, taca, tahta, posta, iltifat etmeyelim. Nurdan hırka olan tevhid-i hakiki irfan ve kemalat elbisesini giyelim.” buyruluyor.

      -----------------------------------------------------------------------

10 Eylül 2016 Cumartesi

KURBAN BAYRAMIN’IN HİKMETİ

Cümle âlemleri ve âlemlerdeki her şeyi mutlak varlığından var edip yaratan yüce Allah’a hamdolsun. Resulü/elçisi Muhammed’e (S.A.V) ve ehl-i beytine selam olsun. Rabbim bizleri onlardan ayrı kalmaktan muhafaza etsin. Ey mümin kardeşim! “Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” (Kevser-2) ayet hükmünce bayram namazını kılmak ve kurban kesmekle dört gün kutladığımız kurban bayramı,ilmi şeriata göre vacip ve sünnet kabul edilerek kutlanır. Kurban bayramını zahiren kutlamak, hem şahsi hem de sosyal / toplumsal birçok faydalar içerir. Ki bu faydaları, ilmi şeriat âlimleri zahiri yönleriyle izah ederek bizleri aydınlatırlar. Fakat gerek fitre bayramı gerekse kurban bayramı sadece şeriata ait zahiri toplumsal yönü olan ibadetlerden ibaret olmayıp, bu bayramlar İslâm’ın batın/içyüzüyle ilgili olan sayısız leddun-i hikmetler içerir. Ki biz kurban bayramını, islâm’ın batın / iç yönü olan ilmi tarikat, ilmi hakikat ve ilmi marifet ışığında değerlendireceğiz. Buna döre; kurban bayramının ilk gününe “kurban günü,” (yevmi nahr) diğer üç gününe ise “teşrik/doğuş günleri” (eyyamitteşrik) denir. Bayramdan bir önceki güne de, “arefe günü” denir.       
Mümin kardeşim! Kurban; kelime olarak kurbiyet, yakınlık demektir. Ki bu kurbiyet/yakınlık, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan rabbin makamlarına erişen kul’un rabbi ile beka / ebediyet bulmasının yakınlığıdır. Ve bu yakınlığı beyanla; Arefe günü sabah namazı ile başlayıp bayram müddetince her namazla devam edilerek beş gün boyunca; “Allahuekber Allahuekber, lâilâheillallahuvallahuekber, Allahuekber velillâhilhamd” tekbiri getirilir. Ki beş gün getirilen bu tekbirlerin anlamı şöyledir: “Allahuekber Allahuekber;” Mevcut olup gözüken şahadet âleminde Allah ekberdir / büyüktür. Gözükmeyen âlemlerde de Allah, ekberdir/büyüktür. “Lâilâheillallahuvallahuekber; ”Görünen ve görünmeyen tüm âlemlerde ekber/büyük olan Allah’tan gayrı hiçbir varlık yoktur. “Allahuekber velillâhilhamd;” Büyük/ekber olup cümle âlemlerde kendisinden başka hiçbir varlık olmayan Allah, hamd edilip öğülmeye yegâne lâyık olandır.” Demektir.
Bu tekbirlerin beş gün müddetince getirilmesinin mana ve hikmeti ise;“Hafa, ruh, nefs, kalpve sır”olan beş manevi vücut mertebeleri zuhurunda rabbinden gayrı görmeyip rabbin bekasına/ebediyetine kavuşan kulun, rabbin müşahedesiyle hemhâlolmasını ifade eder.
Bunu beyanla bir insan, kendinin ve cümle âlemin nispet varlığının fenasına/yokluğuna arif olmakla, kurban bayramı öncesindeki manevi vücudun “Hafa” mertebesinin  remzettiğiarefe günü hakikatine ulaşır. Ve arefe gününün hakikatine erişmekle nispet varlığının oluşturduğu gizli şirkten arınan bir kul, manevi vücudun “ruh”tecellisine mazhar olmakla, vahdeti Hakk’ı zahir/apaçık müşahede ederek kurban bayramının birinci gününü ilmi hakikat idrakiyla kutlar. Sonra vahdetin kesretine/çokluğuna terekki edip yükselmekle, manevi vücudun “nefs” tecellisini müşahede marifetiyle bayramın ikinci gününü marifetullah üzere idrak eder. Ki marifetullah idrakine erişen bir kul’a, bayramın üçüncü gününü remzeden“kalp” mertebesinin kapıları açılır. Ve böyle bir kul Hakk’ı mutlak ve mukayyet tecellilerinde müşahede ederek, bayramın dördüncü gününü ifade eden sırf zat “sırrı”na erişir. Böylece,“hafa”nın remzettiği fena/yokluk “arefe’sine” ulaşan bir kul, Hakk’ın “ruh, nefs, kalp ve sır”olan dört beka tecellileri mazhariyetiyle yakınlık/kurban bayramını ebediyen kutlar.
Ey mümin kardeşim! Kurban kesmenin hakikati ise şöyledir; Kurban kesmek kelimesi, yakini / yakınlığı kesmek demektir. Ki bayramın birinci gününü remzeden vahdet-i “Ruh” müşahedesiyle zahirde hep Hakk’a nazar etmek, rabbimizin
“ve kulum bana kendisine farz kıldığım şeyden bana daha sevimli hiçbir şeyle yaklaşmaz,” (Hadisi kutsi) beyanı gereğince kulun, Hakk’ın farz yakınlığına erişmesidir. İşte kurban kesmenin ledduni hikmeti, kulun eriştiği “farz yakınlık” müşahedesinden kesilerek, bayramın ikinci gününün remzettiğ ivahdetin kesreti olan“Nefs” mertebesine yükselip, ilmi hakikatten ilmi marifet “doğuşlarına/teşrikine”(yevmi nahr’deneyyamitteşrike) terakki etmesidir. Ve böyle bir marifetullaha yükselip terakki eden kul, vahdetin kesreti/çokluğu olan halk’ı zahirde apaçık müşahedeyle mazhar olduğu marifet zenginliğini, insanlığa infak edip dağıtarak marifetullahın fakirlerini ve muhtaçlarını irşad edip aydınlatır.
Buna göre; İlmi şeriatta kesilen kurban etinin bir kısmı zenginin kendisi tüketip rızıklanması, bir kısmı zenginin yakınlarıyla birlikte tüketip rızıklanması, bir kısmı da muhtaç ve fakir olanların rızıklannması için üçe taksim olunması gibi; Hafa’ın remzettiği yokluk arefe’sinin ve kurban bayramının dört gününü remzeden ruh, nefs, kalp, sır mazhariyetiyle rabbin bekasına (ebediyetine) ulaşan insanı kâmilin, marifet ve kemalât zenginliğinden evvela kendi rızıklanır. İkinci olarak kâmilin yakın çevresi olan meclisi nasiplenip rızıklanır. Üçüncü olarak ise; Marifetullah irşadına muhtaç olan ilim irfan fakir ve fukarası nasiplenip rızıklanır.
Ey mümin kardeşim! Gafil olup ihmâl etme sakın, yeryüzü olan bu imtihan âleminde ne yap ne et, Hakk’a yakınlık/kurban bayramının hakikatinden rızıklanan nasiplilerden ol. Ki o zaman sende, her yerde ve her zamanda rabbin bekası ile zevklenip bayram edersin.Vesselam.
Kurban bayramının ledduni hikmeti yönüyle değerlendirilmesi hatalarıyla beraber tamamlandı. Allah her şeyi en iyi bilendir. Velhamdülillâhirrabbilâlemin.
Nejdet Şahin
11- Ekim 2012

Salihli