Hakikat mürşide eyle intisab
Bulasın dermanı derdin içinde
Ehl-i kemal; “Her köşede mürşidim diyen
çoktur, lâkin binde birinin irfanı yoktur.” demişlerdir. Hz. Mevlana
ise “Her
beyaz elbise giyeni doktor sanma, kasaplar da beyaz elbise giyer.”
buyurmuştur. Hz. Pir Efendimiz “Hakk’ı bulmak kolaydır, lakin bulduranı
bulmak zordur.” diyor. Hakiki / gerçek mürşit hususunda Bahaeddin
Nakşibend Hazretleri “Hakiki mürşit ile nakıs / eksik mürşit
arasındaki fark şudur ki; eksik / nakıs mürşit müridini kendine bağlar, kamil
mürşit ise müridi Allah’a bağlar.” buyurmuştur. Bu itibarla eksik /
nakıs mürşit pek çoktur. Çeşitli nam ve isimlerle anılırlar. Bunların
faaliyetleri ise müritlerine esma çektirip, fazla ibadet yaptırmak, rüyalarını
tabir ederek kendisini rabıta yaptırmak. Yani müridin, fotoğrafıyla veya
hayalen mürşidinin suretini gözünün önüne getirmesidir. Müridinin beşeri işleri
dahil, başarılarının kendisinden olduğunu ima edip söylemek veya bazılarına söyletmek
yoluyla onu inandırırlar. Müridin başarısızlıklarının ise kendi
sadakatsızlığından olduğunu, mürşidine sadık olsa idi bu başarısızlığın
olmayacağını, mürşidinin nazar edip müridi her zaman her yerde gördüğünü ve onu
kötülüklerden koruduğunu telkin ederek; siyasi, ekonomik, beşeri mevki ve makam
menfaati sağlar.
Bazısı da şekil, suret düzüp, sakal
bırakıp sarık sararak, cübbe, Hicaz fistanı giyerek, kendilerini yaşadıkları
toplumdan farklı gösterirler. Özellikle ekonomik ve siyasi menfaat sağlayanları
ise, Cumhuriyete, laikliğe, Atatürk’ün devrim ve ilkelerine olan
düşmanlıklarını, kinlerini din haline getirmiş olup, cumhuriyet ve kurucusu ile
uğraşıp, ona düşmanlığı dava, cihat, hizmet vb. isimlerle vasıflandırarak yüce
bir gaye edinirler. Bu uğurda gayrimüslimlerle dahi ittifak etmekten
çekinmezler. İslam dinine en fazla hizmet etmiş ve evrensel / cihanşümul din
haline gelmesinde en büyük etken olup, Hz. Peygamber Efendimizin “Mehmet
(Muhammed)” ismi ile anılan ve ordusu Mehmetçik (Muhammedçik) olan, Kur’an’ın
ve Hz. Peygamber Efendimizin methine, övgüsüne mazhar olmuş Türk milletinin
evlatlarını kendi devletlerine hasım ve düşman ederler.
Bunlar çeşitli ünvan ve isimlerle
faaliyet gösterip; hizmet, dava, burs,
kurs deyip fakirliği öne sürerek halkı soyarlar. Fakirin, yoksulun, garibin
zengindeki hakkı olan zekat, kurban, sadakalar vb. yardımları kendi
organizasyonlarına kanalize edip aktararak, zekat ve yardımın fakire, yoksula
gitmesini engelleyip fukaraya zulüm ederler. Kur’an’da “Gördün mü o dini yalan sayanı,
işte odur yetimi itip kakan. Yoksulu doyurmayı özendirmez o, vay haline o namaz
kılanların ki namazlarında gaflet içindedir onlar. Onlar riyaya sapandır, onlar
gösteriş yaparlar ve onlar yardıma, zekata engel olurlar.” (Maun, 1…7) buyrulmuştur. İşte Maun
suresinin bu ayetleri bunların tarifini en güzel bir şekilde yaparak bize
bildiriyor. Bu saymış olduğum ahvâl ve vasıfların hepsi veya bazıları eksik /
nakıs mürşitlerin, tarikat ve cemaat önderlerinin faaliyet ve vasıflarıdır.
Vesselam.
Bazıları da, Ehl-i Beyt sevgisi ile dolu
olduklarını söyleyip, abdestsizliği, Kur’an’ın açık emrine rağmen namazsızlığı,
oruçsuzluğu vb. Allah’ın açık emirlerine riayet etmemeyi, bir marifet, kemalat
gibi teşhir ederler. Muaviye’nin kurmuş olduğu babadan oğula geçen saltanatı,
şeyhlik, post sahipliği, dedelik, babalık, çelebilik vb. isimler altında
soyundan gelene intikal ettirerek; Ehl-i Beyt’i şehit eden lain ve zalimlerin
geleneğini yüz yıllardır devam ettirirler. Hz. Mevlana’ya Şemsi tebriziyi
şehid edenlerin içinde olan oğlu Alaeddin için, “Alaeddin senin oğlun değil mi?”
diye sorduklarında Hz. Mevlana “Benim oğlum soyumdan gelen değil, yolumdan
gelendir.” buyurmuştur. Eğer soya itibar edilmiş olsaydı, Kur’an’ın
Tebbet suresinde cehennem ehli olduğu açıkça beyan edilen Ebu Leheb, Hz.
Peygamberin amcası olup; Ebu Leheb’in utbe
ve uteybe adındaki iki oğlu da
Peygamber efendimizin damatları idiler ki, bunlara itibar edilirdi. Hz. Ali
(kv) Şah-ı Velayet ünvanını, Hz.
Peygamber Efendimize damat olup, soyca akrabası olduğu için almadı. Hz.
Peygamber Efendimize ilk iman edenlerden olduğu ve Hz. Peygamber’in yolunda
yürüyüp, kendisinde Ruh-u Muhammed kemaliyle zahir olduğu için velilerin şahı,
imamı oldu ve Hz. Peygamber’in alenen bir çok methine ve takdirine mazhar oldu.
Velhasıl Ehlibeyt yolunda olduğunu iddia edip faaliyet gösteren eksik, nakıs
mürşitler ve önderler, cehaletle yoldan gelene değil soydan gelene itibar
ederek; dedelik, babalık, çelebilik, şeyhlik vb. ünvanlarla saltanatını devam
ettirerek, beşeri olarak menfaatlenirler. İmam-ı Ali Keremullahu Veche’nin
sabah namazında mescitte şehit edildiğini görmezden gelip, mescitlerin
varlığına karşı olup muhalefet ederler.
Velhasıl yetersiz, nakıs mürşidin
vasıfları o kadar çok ki, saymakla bitmez. Hakiki mürşit ise Hakk’ın emrini,
vahyin ışığında ve denetiminde telkin eder. Her şeyin ve müridin asli cevheri
olan Cenab-ı Hakk’a vuslat yolunu gösterir. Kamil mürşidin siyasi, ekonomik,
beşeri hiç bir menfaati olmaz, vesselam.
İşte
Fehmi Efendi Hazretleri bu beyitlerde bizlere hitaben, ‘Hakiki mürşide, yani kamil mürşide git, onu bul ve onun irşadına
mazhar ol. Rabbine kavuşma derdin, o
zaman sana derman olur.’ diyor.
Tac u tahttan geçelim keçe külah nidelim
Nurdan hırka giyelim Lailaheillallah
Tac u taht, keçe külah; bunlar
eskiden tekkelerdeki dervişlik ve mürşidliğin nişan ve alametleridir. Orada
mürşidler özel kıyafet giyer, özel oturaklarda, yani tahtta postta vb.
otururlardı. Halen günümüzde bu tekke geleneğini sürdürenler vardır. Bu
zevatın itibar ve kıymetleri, başındaki taç, takke, sarık ve oturdukları post,
minder, taht icazet vb. dir.
Bunların
mensupları ilme, irfana ve kemalata kıymet vermezler. Tacı kim giyip, başına
sarığı kim sarmışsa, tahtta / postta kim oturmuşsa ona biat ederler. O biat
ettikleri mürşitlerinden, şeyh ve liderlerinden yanlış işler, cehalet vb.
şeyler zahir olsa dahi itiraz etmezler. İtirazı taca, taht’a ve makama
saygısızlık veya sadakatsizlik olarak değerlendirirler. İlme ve irfana kıymet
vermediklerinden onların mürşitleri, kendine biat edenlerin bu körü körüne
teslimiyetlerini, biatlerini istismar ederek, maddi, siyasi ve ekonomik vb.
beşeri menfaat temin eder.
Bu tür
uygulamalar, İslam dininin hem zahirine, şeraitine, hem de hakikatine terstir. Dinimiz,
ilme değer verilmesini ister. Kur’an-ı Kerim’de Cenab-ı Hak “De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur
mu?...” (Zümer, 9)
buyurmuştur. Peygamber Efendimiz: “Dünyayı
isteyen ilme sarılsın. Ahireti isteyen, ilme sarılsın. Her ikisini isteyen yine
ilme sarılsın.” buyurmuşlardır. Yine Kur’an-ı Kerim’de emanetin ehline
verilmesi emredilir. (Nisa, 58) Bu emanet ilim emaneti de olur, başka emanetler
de. Bunu beyanla Hz. Pir Efendimiz “Tevhid
gibi emanet olmaz.” buyurmuştur.
Melamiler,
ehl-i hakikat olup, taç, külah, sarık, post, taht, diploma, icazet gibi şeylere
bakıp da insana değer vermezler. Melamiler, ancak insandaki ilim ve irfana
değer verirler. Onlar “Hikmet, müminin
kaybolmuş kendi malıdır.” Hadisi şerifi doğrultusunda hareket edip ilim
ve irfanı nerede bulurlarsa, o kemalat ve irfaniyete hürmet ederler. Kişinin
adı, ünvanı ne olursa olsun. Hz. Ali’nin dediği gibi ‘Söyleyene değil, söylenene bakarlar.’
Ehl-i
tevhid-i hakiki olan Melamiler, surete yani özel kıyafete, post’a, taht’a
itibar etmedikleri gibi, bunlardan bir medet de beklemezler. Sohbet ve zikir
etmek için tekke, zaviye gibi özel mekan aramazlar. Çünkü, onlar daim zikir
ehli olduklarından, her nefeste ve her yerde zikrederler. Sohbet ve
muhabbetlerini ise gerek kahvehanede, gerek işyerinde, gerek kaldırımda yapıp,
ilim ve irfaniyetin var olduğu herkesle ve her yerde sohbet ederler.
Melamilerin amaçları ilim, irfan, hikmet ve Muhammedi kulluk mazhariyetidir.
Bunu ifadeyle “Şekil ve surete, yani keçeye,
külaha, taca, tahta, posta, iltifat etmeyelim. Nurdan hırka olan tevhid-i
hakiki irfan ve kemalat elbisesini giyelim.” buyruluyor.
-----------------------------------------------------------------------