Derviş olan Hakk’ı bulur dediler
Gel gönül gel biz de derviş olalım
Dervişlik yolunda kurban olalım
Gel gönül gel biz de derviş olalım
Gel gönül gel biz de Hakk’ı bulalım
Daha evvel
ifade edildiği gibi, mektep / okul üçtür:
Birincisi, mekteb-i sübyan, yani ilköğretim ve ayarındaki
çocukların okuludur.
İkincisi mekteb-i medrese, yüksek okul, fakülte gibi meslek
okulları vb. dir.
Üçüncüsü ise, mekteb-i irfandır. Mekteb-i irfanda kendimizin ve
görünen varlık aleminin, eşyanın içyüzü öğretilir.
Evvelce
tekkelerde verilen eğitim mekteb-i irfan eğitimiydi, ki buraya mensup olanlara
derviş denilirdi. Sonra tekkeler bu fonksiyonlarını yitirdiler. Mekteb-i irfan
öğretiminden uzaklaşıp, birer fitne ve fesat üreten kurumlar haline geldiler.
Çok isabetli bir kararla, fitne ve fesat yuvaları haline gelen tekkeler resmen
kapatılarak, cahil şeyhlerin mürşit kisvesi ile halktan beşeri ve siyasi
menfaat temin etmelerine son verildi. Halbuki tekkeler fonksiyonlarını
yitirmeden evvel ilim ve irfan yuvası olup, halka hizmet üretmişlerdir.
Dervişler, Hz. Peygamberimizin ahlakı ile ahlaklanmayı gaye edinerek yaşamışlar
ve sosyal adaletle hizmetin, en güzel örneklerini sergilemişler ve yaşadıkları
toplumun örnek şahsiyetleri olmuşlardır. Verdikleri irfan eğitimiyle tekkelerin
bünyesinden Hacı Bektaş Veli, Yunus
Emre, Ahi Evran, Niyazi Mısri, Pir
seyyit Muhammed Nur vb. gibi daha nice kamil insan çıkmıştır. Bunlar ve
diğer cümle ehl-i kemalin hepsi de derviş idiler, vesselam.
Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerine, fonksiyonlarını yitirmiş fakat faal
olan tekke ehli: “Tekkelerin verdiği
eğitim tarzı olan perhiz, çile, erbain çıkarmak gibi yüzyıllardır devam eden
eğitim metotlarını neden tatbik ettirmiyorsunuz?” diye soruyorlar. Hz. Pir
onlara cevaben: “Askerin iki zamanı
vardır: Biri sulh zamanıdır, diğeri ise savaş zamanıdır. Sulh zamanında askere;
sağa dön, sola dön, selam dur, elbisen düzgün olsun gibi eğitimlerin verildiği
zamandır. Savaş zamanında ise, asker böyle şeylerle, yani sağa sola şöyle dön,
elbisen ütülü olsun gibi eğitim tarzıyla oyalanmaz. Askere silah verilir, nasıl
kullanılacağı öğretilir ve ona düşman gösterilerek cepheye sürülür. Bundan
sonrası askerin gayretine, beceri ve kabiliyetine kalmıştır. Ya düşmanı vurup
rahat eder ya da düşmanın elinde helak olur.” Demiştir ve devamla “Derviş olan ehl-i zikir ve ehl-i tevhid
manevi askerdir. Bu çağda ilimde ve fende çok hızlı gelişmeler olmaktadır ve
olacaktır. Hızlı gelişmelerin olduğu bu zaman, manevi asker olan dervişlerin
harp zamanı olup, öyle erbain çıkarmak, çile çekmek, post, taç, hırka gibi
şeyler ile uğraşılacak bir vakit olmadığı için bu türden uygulamaları iptal
edip kaldırdık. Onun için biz ihvanımızı, zikr-i daim ve makamat-ı tevhid
irşadıyla teçhiz edip silahlandırıyoruz.” Buyurmuştur. Ki Melami
dervişleri, daim zikir silahı ile silahlanıp, ilm-i tevhid irfanıyla teçhiz
olup, Hakk’a vuslat kemal ve neşesiyle yaşarlar.
Velhasıl
her kim ki, zikr-i daim silahı ile silahlanır da, tevhid-i hakiki marifetine
mazhar olursa, o kimse nefs düşmanını yener ve büyük harbi kazanır. Çünkü
hadis-i şerifte “Nefisle savaş cihadı ekberdir / büyük harptir.” Buyrulur.
Zikr-i daime ve makamat-ı tevhid irfanına aşina olan bir derviş, ilim ve fennin
bu kadar geliştiği zamanımızda kendi nefsiyle olan harpte asla şaşırmaz ve
yaradılışının yüce gayesine ulaşarak, Hakk’a kavuşur ve kamil bir insan olur.
Bu itibarla
zamanımızda artık tekkelerin ve zaviyelerin fonksiyonları kalmamıştır. ‘Eski
tekke geleneğini devam ettiriyoruz’ diyen ve ‘Biz şucuyuz - bucuyuz, filanca
geçmiş mürşid-i kamilin yoludur yolumuz.’ diyerek, geçmişteki ehl-i kemalin
isimlerini kullanıp, onların adlarının itibar ve şöhretinin arkasına
saklanarak, mevcudiyetlerini devam ettiren tarikat ve cemaatlerdeki eğitim ve
öğretim; kişiyi, insan-ı kamil mertebesine götürüp ulaştıracak olan daim zikir
ve makamat-ı tevhid irfan ve kemalatından mahrumdur. Müntesiplerinin kemale
ulaşmalarının önünde engeldirler. Yani kulun yaradılışının gayesine ulaşmasında
onu, eski tekke metotları olan tesbihat, kılık, şekil, suret vb. ile
oyaladıklarından, insan-ı kamil yolunun, yol kesicileridirler.
Kur’an-ı
Kerim’de “Öyle erler vardır ki, ne bir ticaret ne bir alışveriş, onları Allah’ın
zikrinden, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoymaz.” (Nur, 37) Buyrulduğu gibi Pir Seyyit
Muhammed Nur Hazretleri ise: “İki ayaklı bir tekke olunuz.”
diyor. Ki ayette de açıkça beyan edildiği gibi, ticaret, alışveriş vb. gibi
beşeri aktivitenizi aksatmadan, zikr-i daimle ve tevhid mertebelerinin
müşahedesiyle iki ayaklı tekke olarak yaşayın demektir.
Velhasıl
zamanımızda Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin şahsında zahir olan Meslek-i
Resul-ü Melami irfanından nasiplenmiş ve Melami dervişi olarak bilinen ehl-i
irfan ve ehl-i kemalden her biri, iki ayaklı bir tekkedirler. Bunlardan her
biri, daim zikir ve tevhidin hakikatinin keşfi ile aydınlanmış olup, içinde
yaşadıkları toplumun örfüne uygun hareket eden bir yaşantıya sahiptirler. Gerek
düğün-dernek vb. cemiyetleri, gerekse günlük yaşantıları, içinde yaşadıkları
toplumun meşru yaşantısının aynıdır. Giyim ve kuşamları ahlâka uygun,
Allah’ın emir ve yasaklarına ters düşmeden, bu gün içinde bulundukları toplumun
genel kabulleri olan giyim ve kıyafetlerdir.
Hz. Pir “İçerisinde
yaşadığınız toplumun aydınlarının kıyafeti ne ise, o kıyafet sizin
kıyafetinizdir, o kıyafeti tertemiz giyin.” buyurmuştur. İşte bugünkü
aydın insanların kıyafeti ne ise, Melami dervişlerinin kıyafeti de odur.
Melamiler,
devletine ve cumhuriyet sistemine bağlı olup, cumhuriyet sistemini, Kur’an’ın
emri ve Hz. Peygamber Efendimizin mirası olarak kabul ederler. Cumhuriyet rejimini
Hz. Resulullah’tan sonra Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali, Hz.
Hasan’ın uyguladığı ve Hz. Hüseyin’in ve Ehl-i Beyt’in uğrunda şehit olduğu
rejim olarak görürler. Kur’an’ın emri ve Hz. Peygamber’in mirası olan
cumhuriyeti Muaviye’nin yıkıp kaldırarak, yerine padişahlığı, saltanatı, yani cahiliye geleneği olan aşiret ve kabile
yönetiminin ihya edilmesi olarak kabul ederler.
Mustafa
Kemal Atatürk ve arkadaşlarını; Muaviye’nin isyan ederek yıktığı cumhuriyet
rejimini, Peygamber Efendimiz’den 1300 yıl sonra tekrar ihya edenler (diriltenler) olarak görürler.
Velhasıl
vasıflarını ifadede aciz kaldığımız bu günkü zikr-i daim ve tevhid-i hakiki
irfanına mazhar olan Melami dervişleri; Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin
şahsında zahir olan mekteb-i irfana dahil olup, daim zikir ve makamat-ı tevhid
keşfiyle Hakk’ı bulmuş ve Hakk’a kavuşmuşlardır.
Bunu
beyanla Fehmi Efendi Hazretleri, kendi gönlünü muhatap ederek bizlere, herkim
ki böyle mesleki resulü Melami dervişi
olursa, o Hakk’ı bulur diyor ve
devamla “Gel gönül, biz de derviş
olalım, yani zikr-i daim ve ehl-i tevhid-i hakiki olalım ve böyle bir
dervişliğe mazhar olmak için eski cahiliye anlayışlarımızı terk ve kurban edelim.” buyuruyor.
Talibi’yim bunda söylerim diraz
Gelsin o fasıklar etsin itiraz
Bu meclise dahil olamaz kallaş
Gel gönül gel biz de derviş olalım
Gel gönül gel biz de Hakk’ı bulalım
Fasık; bozuk, bozulmuş demektir. Bir kimse
hayvaniyet yönü ile yaşayıp da, makam-ı insanı bulmadığı halde arif, kamil bir
insan olduğunu söyleyip, böyle bir kimliğe bürünmesi fasıklıktır/bozukluktur.
Bunlar, makam-ı insan olan tevhid mertebelerinin irfan ve kemalatına mazhar
olmadıkları halde, takliden insan-ı kamil gibi görünürler.
Bazıları da
mürşid-i kamilin telkinine muhatap olduğu halde, telkine riayet etmez ve
telkini kendi hevasına göre tevil ve tahrib edip, ehl-i kemali taklit ederek,
etrafına kamil bir insanmış gibi görüntü vererek halkı irşad edip, mürşitlik
yapmaya kalkar. İşte bunların bu hali de, kamilin telkinine ihanet olup,
Meslek-i Resul’e kalleşliktir.
Halbuki arif ve ehl-i kemal olmak, bilmediğini bilmek ve bilmediğini öğrenmek
icap eder. Ehl-i kemalin meclisinden, ancak bilmediğini bilenler
istifadelenirler ve terakki edip irfan ve kemalata mazhar olurlar. Ehl-i
kemalden olmadığı halde bilgiçlik iddia edenler, kamilin irşadından ve
ariflerin meclisinden istifade edemezler. O meclisin ruhaniyetine asla
yaklaşamazlar. Bu konuda Hz. Mevlana “Ya olduğun gibi görün, ya da göründüğün
gibi ol.” Buyurmuştur.
Allah, her
şeyi en iyi bilendir.
------------------------------------------------------------
Dervişlik
yolu pek hoştur
İki
kanatlı bir kuştur
Dahil
olmayanlar boştur
Biz
değiliz saçlı derviş
Biz değiliz gafil derviş
Tekkeler
açık iken, orada İslam’ın batını ve ilm-i tevhid eğitimi yapılır ve tekkede
eğitim görenlere, derviş denirdi. Tekkelerden Hz. Mevlana, Hacı Bektaş, Yunus
Emre, Hacı Bayram Veli, Niyazi Mısri, Pir seyyit Muhammed Nur vb. gibi bir çok
büyük veliler yetişmiş ve halka hizmet ederek, irşadda bulunmuşlardır. Fakat
sonradan tekkeler, ehil olmayan kimselerin eline geçti ve zulüm üreten cehalet
yuvaları haline geldiler. Halka ve devlete zarar veren, pislik üreten, ilim ve
irfandan uzak hurafe yuvaları oldular ve devlet tarafından haklı olarak
isabetli bir kararla kapatıldılar.
20. yüzyıl
müceddidi Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri; tekkelerin fonksiyonlarını
yitirmesinden sonra, çile çekmek, riyazat (perhiz yapmak), post ve taç
mevcudiyetiyle ancak zikrullah yapılabilirliği, posta, taca mutlak bağlılık vb.
gibi tekke eğitim sistemini kaldırmıştır. Hz. Pir’in telkininde, daim zikir ve
makamat-ı tevhidin müşahedesi vardır. Yani hayatın akışını, kulun beşeri
aktivitesini engellemeden, her nefeste zikrullah uyanıklığıyla Rabbin
mevcuttaki müşahedesidir. Onun için Hz. Pir Efendimiz “İki ayaklı tekke olun.”
diye vasiyet etmiştir.
Melami
dervişleri, özel kılık ve kıyafet giymedikleri gibi, saç ve sakalla
uğraşmazlar. İçinde yaşadıkları toplumun, o zamanki kılık ve kıyafetinden başka
kıyafet giymezler. Hz. Pir “İçerisinde yaşadığınız toplumdaki
aydınların kıyafeti her ne ise, sizin kıyafetiniz odur.” buyurmuştur
ki, bugünkü aydının kıyafeti erkek ise takım elbise, kravat veya spor kıyafet
vb. dir. Kadın ise, medeni toplumun çoğunluk olarak kabul ettiği, ahlâk ve örfe
uyan kıyafetidir. Başındaki örtü yok şöyle bağlanacak, yok böyle saçın
görünmeyecek, yok kara çarşaf vb. ile örtünmezler, sıradan herhangi bir kadının
başını örtmesi veya giyinmesi ne ise onların kıyafetleri odur.
Velhasıl
Melami dervişleri, iman ve itikatta fenafillaha ulaşmayı, muamelat ve ahlakta
ise Kur’an’ın emir ve yasaklarına kesinlikle riayetle beraber, ahkam-ı şeriata
uymayı ve Hz. Peygamber Efendimizin ahlakı ile ahlaklanmayı gaye edinmiş olan,
ehl-i hakikat ve ehl-i kemaldir.
Bu itibarla
Fehmi Efendi Hazretleri ‘Biz öyle saçla, sakalla, kılık ve kıyafet düzmekle uğraşıp
adı derviş olanlar gibi değiliz. Batınımız zikr-i daim ve
tevhid-i hakiki irfanı olup, zahirimiz ise Kur'an emir ve yasağı olan ahlak-ı
Resuldür. Biz zikr-i daim ve ahlakı resul iki
kanatlarıyla ruh göğünde uçan bir
kuşuz diyor. Ve böyle bir irfana mazhar olmadıkları halde kendini derviş
zannedenler gibi gafil derviş değiliz’,
buyuruyor.
Dervişin hırkası ulu
Hep cepleri irfan dolu
Onlardır cennetin gülü
Biz değiliz saçlı derviş
Biz değiliz gafil derviş
Dervişlik, Hz. Ademden beri her zamanda
ilm-i şeriat, ilm-i tarikat, ilm-i hakikat ve ilm-i marifet kemalatıyla, her
peygamber ve insan-ı kamil ile var olmuştur. Ki, dervişlerin irfaniyeti bu
ilimlere arif olmalarıyla hasıl olur. Yoksa ben falanca geçmiş büyüğün adı ile
anılan yoldayım, fişmanca büyüğün dediği sakal, cüppe, kılık ve kıyafeti
giyiyorum demekle derviş olunmadığı gibi; ben soydan atadan, dededen aleviyim,
melamiyim, nakşiyim, mevleviyim, bektaşiyim, halvetiyim vb. gibiyim demekle de
derviş olunmaz.
Ahkam-ı şeriata riayetle beraber ilm-i
tarikatın, ilm-i hakikatin ve ilm-i marifetin kemalatı her kimde varsa, adı
sanı, soyu sopu ne olursa olsun o kimse, derviştir. Böyle bir kul, her zamanda
var olan dervişlik marifet ve kemalatının o günkü mazharıdır ve onun gönül cebi, bu mazhariyetle ilim ve irfanla
doludur, vesselam. ‘Dervişler
cennetin gülüdür’ sözü ise; dervişler manen evlad-ı Resul olduklarından,
onlarda hasıl olan Muhammedi kulluk ile irfan cennetleri onların mekanı olup,
orada zevklenirler, demektir. Allahualem.
----------------------------------------------------------