6 Mart 2019 Çarşamba

(Mevlid, Regaip, miraç, berat, kadir) KANDİL GECELERİNDEKİ HİKMETLER


      Hamt, Son peygamber Hz Muhammed’e (sav)  vahiy ettiği İslam dinin zahiri ve batını ile kullarına ihsanda bulunan Allah’a mahsustur. Selama layık olan, cümle peygamberlerin imamı Hz. Muhammed ve evladı resuldür.
     Kuran’da “Allah katında/indinde din İslam’dır…” (Ali İmran-19) buyrulur. Ki Âdem (as) den Hz Muhammed’e  (sav) kadar, insanlığa tebliğ ve irşat da bulunan peygamberlerin öğretip tebliğ ettiği din İslam’dır. İslam dininin ise, şeriatla ilgi zahir (dış) yönü, bir de hakikati ile ilgili batın (iç) yani ledduni yönü vardır.
      İslam’ın şeriatıyla ilgili zahiri ilimler; namazda kıyam şöyle olacak, secde böyle olacak, zekât şu şartlarda oluşur, orucun bozulup bozulmadığı durumlar gibi ibadetlerin dış yönünü ve insanlar arasındaki hak hukuk ve sosyal münasebetleri düzenler. Her mümin, İslam’ın zahiri olan şeriata uygun olarak ibadetlerini ifa eder ve sosyal ilişkilerini buna göre düzenler.
      İslam’ın ledduni hakikati yönüne ait ilimler ise, ibadetlerin batını yani içeriği ile alâkalı olan ilimlerdir. Meselâ hadisi şerifte “Namaz müminin miracıdır” buyrulur. Ki bu miracın nasıl olduğu ve kul tarafından nasıl yapılabileceğini, Hac ibadeti Allah’ın evini ziyaret olduğundan, Haccın hakikatinin ne olduğunu, zekât oruç vb. diğer ibadetlerin batını, yani içi içeriği ile münasebetlidir. Ki, dinin zahir ve batını değerlerine riayetle ancak olgun hakiki bir mümin olunup insan-ı kamil makamına ulaşılır.
Bu itibarla İslam dininin müminleri, dinin zahir yönü ile kulluk yapmakla beraber dinin batınına taallûk eden yani içeriği ile ilgili olan ibadetleri yapmakla da mükelleftirler.
Bir kul dinin sadece zahiri ile yetinir de batınını ihmal ederse o kimsenin kulluğu yetersiz ve eksik olur. Eğer bir kul, ben dinin batını / içeriği ile alâkadarım benim kalbim temiz ve niyetim iyidir gibi ahvâl ile dinin zahiri olan şeriatını ihmal ederse, o kimsenin de kulluğu yetersiz ve eksik olur.
Bunu beyanla din’de kulluğun kemal bulması ve bir kimsenin insanı kâmil makamına ulaşabilmesi, İslam’ın hem zahir hem de batın irşadı ile (aydınlanmasıyla) ancak mümkündür.
Buna göre; dinin ledduni hakikatinden nasipli olan arif ve ehli kemâl, şeriata uygun kulluğa kesinlikle riayet etmekle beraber İslam’ın, zahir ve batın yönüne vakıf bir kulluk ifa ederek yaşarlar.
      Bu sebeptendir ki İslam’ın batını ile daha alâkalı ibadetlerden olan kandil geceleri, dinin sadece zahiri ilimlerini tahsil etmiş olan hocalar ve âlimler tarafından o gecelerin ledduni hakikatine uygun olarak değerlendirilemez. Ve her kandil de gündüz oruç tutmak, gecesinde ise müminlere kaza namazı, nafile namazı ve tespih namazı kılmak, o gece uyumamak gibi hep aynı şeyleri yapmalarını söylerler. Ki bu aynı elinden rahatsız olana, başı ağrıyana, apandist ameliyatı gereken vb. değişik dertleri olan hastaların hepsine aynı reçete ile şifa dağıtmak gibi bir tuhaflıktır. Oysa bu gecelerin her birisi diğerinden farklı manevi zenginliklerle doludur. Ve her kandil gecesi ayrı ayrı ledduni anlam ve hikmetler içerir.
       Kandil geceleri yıl içinde içerdiği hikmetlere uygun olarak mevlit, regaip, miraç, beraat ve kadir olarak isimlendirilmiş olup, hicri takvime göre o yıl içindeki kandiller sırası ile mevlit kandili ile başlar, sonra regaip, miraç ve berat kandilleri ile devam ederek, kadir kandili ile tamamlanır vesselam.
    
                            MEVLİD KANDİLİNDEKİ HİKMETLER
    
      Hicri takvimin Rebiul evvel ayının 12 sinde kutlanan mevlit kandili, isminden de açıkça anlaşıldığı gibi, Hz. Muhammed’in (sav) bu yeryüzü âlemine unsur bedeni ile doğmasını ifade eder. Ki mevlit Arapça bir kelime olup Türkçe doğum / doğuş demektir.
      Bu doğuş, peygamber efendimizin babası Abdullah ve annesi Âmine validemizden beşer yani unsur bedeni ile doğması olup, sıradan ve alâlâde bir doğuş değildir. Ve bu doğuşla beraber zahiren, yani aleni olarak birçok harikulade (olağanüstü) hadiseler olmuştur. Ki o zaman, İran’a bağlı bir yerleşim olan Mekke’de tahakkuk eden bu doğumla beraber, İran’da Mecusilerin (Ateşe tapanların) bin yıldır sönmeyen ateşi sönmüş, krallarının sarayı yıkılmıştır. Suriye’de Save nehrinin bin yıldır kuru olup su görmeyen yatağı sularla dolup taşarak akmıştır. Hz. Resulullah’ın doğumu esnasında doğuma yardımcı olan kadınlar da açıkça birçok harikuladeliklere (olağanüstü hadiselere) muhatap olmuşlardır. Âmine validemiz ise, doğumla beraber “Biri doğuda biri batıda biride Kabe’nin damında olmak üzere üç bayrak dikildiğini gördüm” demiştir. Velhasıl, Hz. peygamber efendimizin doğumunda daha başka birçok açıkça olağanüstü hadiseler olmasına rağmen, bazıları bunlardır.
      Mevlidin ledduni hikmetler açısından önemi ise şöyledir: Hadisi şerifte “Allah evvela benim nurumu yarattı” Başka bir Hadiste ise “Âdem su ile toprak arasında iken ben nebi idim” buyrulur. Bu ve benzer beyanlardan anlaşıldığı gibi Hz. Resulullah Efendimizin her bir varlıktan ve cümle âlemlerden önce yaratılmış olan vücudu nur-u Muhammed kimliği ve şahsiyeti vardır. Ve nuru Muhammed Hz. âdem’le beraber cümle peygamberlerde hidayet davetçiliği olarak zahir olmuştur. Bütün peygamberler nuru Muhammed mazhariyeti ile insanlara yol gösterip onları irşat etmişlerdir. Ve her peygamber nuru Muhammed’in unsur, yani beşer / insan bedeniyle bu yeryüzü âlemine doğacağını haber vermişlerdir.
      İşte rebiul evvel ayının 12 sinde vukuu bulan mevlit / doğum Nur-u Muhammed’in, unsur yani insani bedeniyle buluşup, bu yeryüzü alemini şereflendirmesini ifade eder. Ve bu doğum İslam âleminde mevlit kandili olarak Müslümanlar tarafından çeşitli hidayete yönelik ibadet ve etkinliklerle zahiren açıkça kutlanır.
İslam’ın ledduni hakikatine ulaşmış olan arif ve ehli kemal ise, bu kandili hem zahirine hem de batınına uygun bir kullukla, Ruh-u Muhammed kulluğuna mazhariyet gayreti ile yaşayarak sadece bir gece değil, her zamanda ve her yerde kutlarlar.
      Cümle peygamberlerde zahir olan nur-u Muhammed, Hz. Resulullahın unsur bedeniyle bu yeryüzünden ayrılmasından sonra da devam etmiştir. “Âlimler peygamberlerin varisidir.” Hadisi şerifindeki hikmet gereği İmamı azam, imamı Şafii, imamı malik, imamı hanbel, İmamı gazali, Muhiddini Arabî, Mevlana, Hacı Bektaşi Veli, Niyazi Mısri, Pir Seyyid Muhammed Nur vb. gibi peygamber varisi olan âlim ve ehli kemalin tebliğ ve irşadında. Ve bunların vekili olan zamanın kâmil mürşidinin irşat ve tebliğinde Nur-u Muhammed açığa çıkarak devam etmiş, günümüzde de devam etmektedir. Ve kıyamete kadar yeryüzünde hidayet davetçiliği olarak devam edecektir.
Her zaman bu yeryüzü âleminde mevcut olan bu hidayet davetçisi âlim ve kâmil mürşidlerin irşat ve yol göstermeleriyle, İslam dininin zahiri ve batını parlayıp yeryüzünde insanlığı aydınlatmış, halen de aydınlatmakta ve kıyamete kadarda aydınlatacaktır.
      İşte yeryüzü olan bu imtihan aleminde “peygamber varisi” velilerin ve kâmil mürşidin her zamanda var olup, onların irşadıyla Hidayeti nuru Muhammed’in açığa çıkması Muhammedi doğuşun, yani mevlid kandilinin ledduni hikmetini ifade eder. Kâmilin irşadından istifadelenmek ise; mevlid kandiline erişip kandilin ruhaniyetine dahil olmayı ve Muhammedi kulluğa ulaşma arzusunu ifade eder.
Bunu ifadeyle Hz. Resulullah Efendimiz: “Beni ararsanız varisim olan âlimleri bulun ben orada bulunurum,” buyurmuşlardır. Allahu âlem.
   
                          REGAİP KANDİLİNDEKİ HİKMETLER
    
     Regaip kandili hicri takvime göre recep ayının ilk haftasında kutlanır. Regaip rağbet manasına gelen bir kelime olup, zahiren Hz. Muhammed’in (sav) ana rahmine düşmesini, yani annesi Amine validemizin Hz. Muhammed’e hamile kalmasını ifade eder.
    Kuran’ın “Ve Rabbine rağbet et” (İnşirah suresi-8) beyanı gereği Regaip; mana yönüyle kulun cenabı Hakk’a yönelerek, Allah’a rağbet etmesi demektir.
Ki Akıl baliğ olan her insan, bu yeryüzü olan imtihan âleminde Rabbini bulup rabbine rağbet ederek rabbine kavuşmaya müsait bir potansiyel ve kabiliyette yaratılmıştır. Ve her insan yaratıcısı olan Rabbini tanıyıp ona yakın olduğu nispette felaha, yani kurtuluşa erer ve yaradılış yüce gayesine uygun bir kulluk ifa etmiş olur.
Fakat her insan bu tabiat âleminden tattığı lezzet ve hoşnutluklara yönelerek onu Rabbinden ayıran dünyasını oluşturur. Bunu beyanla Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.leri; “Dünya ehli olmak mal mülk zengini olmak değildir, Karun gibi nice zenginler vardır dünya ehli değildir, kapı kapı dolaşan nice fakir vardır dünya ehlidir. Çünkü kulu Rabbinden ayıran her ne ise, o dünyadır.” buyurmuştur.
      Bu itibarla, kulun bu yeryüzünde tattığı ve onu Rabbinden ayıran dünya muhabbetlerini terk ederek, mürşidi kâmilin telkin ettiği her nefeste zikri daimle kalbinin Allah’a yönelmesi o kulun, Allah’a rağbeti ve regaip kandilinin hakikati ruhaniyetine ulaşmasıdır.
Kalbi zikrin aynı zamanda mayayı Muhammed olması itibarıyla kalbin Allah zikri ile buluşması, o kulun kalbinin mayayı Muhammed’le mayalanmasıdır. Ki, Muhammed mayası olan Allah zikrinin kalpte kabararak o kulu vücudu nuru Muhammed mazhariyetine kadar yükseltir, Allahu âlem.
      Hz. Resulullah Efendimiz; “Recep Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.” buyurmuştur. Ki bu ayların bu değerlerle ifade edilmesi, o ayların içindeki kandil gecelerindendir. Yani recep ayının Allah’ın ayı olması, Şaban ayının Hz. Resulullah’ın ayı olması, Ramazanın ise ümmetin ayı olması, bu aylarda kutlanan kandil gecelerindeki hikmetleri icabındandır.
      Bu itibarla Regaip Kandili’nin Recep ayının ilk haftasında olmasının hikmeti gereğince, regaip’in hakikati manasına ulaşan bir kul, kalbindeki zikri daim mazhariyetiyle her nerede ve ne zamanda olursa olsun Allah’la beraber olur. Bunu beyanla Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.leri: Zikir salikinin kıblesi  “seme vechullahtır (nereye dönerseniz dönün Allah’ın yüzü ordadır) Bakara-115) Çünkü o her nereye yönelse ve nerede olursa olsun daima Allah der” demiştir.
      Velhasıl, Kalbi Muhammed mayası olan zikrullah (Allah zikri) ile şereflenen bir kul, rabbinden onu alıkoyan dünya sevgilerini terk edip gönlü muhabbetullah’la yani Allah sevgisi ile dolarsa ancak, regaip kandilinin ledduni hakikati manasına ulaşmış olur. Ve böyle bir kul her zamanda ve her yerde regaip ruhaniyeti ile yaşar. Vesselam.

                                   MİRAÇ KANDİLİN’DEKİ HİKMETLER

      Miraç kandili hicri takvime göre recep ayının son haftasında kutlanır. Çünkü “Recep Allah’ın ayıdır…” hadisi şerifinde beyan edilen recep ayında Hz. Resulullah Efendimizin miracı gerçekleşmiştir. Ki Miraç; kulu Rabbinden ayıran ve kulun dünyası olan cümle masivadan / gayriyetten kurtulup, kulun rabbin katına yükselerek rabbine vuslat edip kavuşmasıdır.
Hz. Peygamber Efendimizin miracı cismani ve ruhani olmak üzere ikidir:
       Cismani Miraç; Bu miraç kuran’da “Bütün varlıkların tespihi o kudretedir ki kulunu gecenin birinde mescidi haramdan çevresini bereketlendirdiğimiz mescidi aksaya yürütmüştür, bu ayetlerimizden bir kısmını o kulumuza göstermek/onu ayetlerimizden biri olarak göstermemiz içindir…”(İsra-1)Ayetiyle beyan edilir. Ki bu Mucize olarak gerçekleşen ve Hz Peygamber efendimizin âlemleri şereflendirmek için yaptığı miraçtır. Bu miraç sadece ve sadece, Hz. Resulullah Efendimize mahsustur. Çünkü Hz Peygamber efendimizin Nur-u vücudu âlemlerin aslı olduğu için, âlemler varlıklarını muhtaç olduğu o yüce şahsiyeti görüp onunla yani Hz. Muhammed (sav) ile şeref bulmak istediklerinden, bu cismani miraç mucize olarak vukua gelmiştir.
       Ruhani miraç: Hz. Resulullah Efendimizin bu miracı Necm Suresinde; “Sonra iyice yaklaştı ve sarktı. İki yayın beraberliği gibi belki ondan da yakın. Böylece vahiy etti kuluna vahiy ettiğini, kalp yalanlamadı gördüğünü”(Necm-8…11) “Ant olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü”(Necm-18) “ Ayetleriyle Beyan olunan Miraçtır.
Hz. Resulullah’ın bu Ruhani miracını tüm Peygamberler yaptığı gibi cümle İnsanı Kâmil olan Veliler de yaparlar. Çünkü bu Ruhani Miraç, kulun kendinin ve eşyanın hakikatine yönelip Rabbine vasıl olup kavuşmasıdır. Ki Her kim kendine ve cümle âleme nispet ettiği varlığın yokluğuna, yani eşyanın fenasına Allah’ın makamlarının müşahedesiyle arif olursa o kul, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbine kavuşarak miraç yapar.
      Her insanın miraca ulaşma potansiyel ve kabiliyeti olmasına rağmen bazı kullar, kendine ve cümle eşyaya vücut nispet ederek Rabbinden gaflet edip, cehaletiyle onu Rabbinden ayıran dünya perdesini oluşturarak dünya ehli olur. Böyle bir kimse kurandaki “…O zahirdir…”(Hadid-3) Hz. Peygamber Efendimizin ise, ”Rabbiniz apaçıktır. O’nu örtecek hiçbir şey yoktur”   Beyanlarına rağmen, Rabbini göremeyip onu müşahede edemez ve miracın hakikati hikmetine ulaşamaz.
Halbuki Hz. Resulullah Efendimiz, “Allah’ım bana bu eşyanın içyüzünü öğret” buyurmuştur. Ki, eşyanın mahiyetini bilmesine rağmen Hz. Resulullah bu beyanında, kinaye ile ümmetinin yani bizlerin eşyanın hakikatine arif olmamızı tembih ediyor. Çünkü kendisine Rabbini nasıl bildin diye sorulduğunda Hz. Peygamber Efendimiz; “Rabbimi eşya ile bildim” demiştir.
      Velhasıl her insanda var olan Rabbine kavuşma potansiyelinin açığa çıkıp o kulu miraç keyfiyetine eriştirmesi mümkündür. Ancak bunun için o kulun evvela mevlit kandilinin ledduni manası olan nur-u Muhammed mazharı zamanın kâmil mürşidinin irşat aydınlığına kavuşup, “Allah’ın ayı” olan recep ayındaki regaip kandilinin ledduni manası gereğince, kâmilin telkiniyle kalbi mayayı Muhammed olan zikri daimle şereflenmesi gerekir. Ki, sonra yine recep ayında, miraç kandilinin ledduni anlamı gereğince o kul, ancak mürşidi kâmilin telkin ettiği tevhit mertebelerini (Allah’ın makamlarını) müşahedeyle masivadan (Allah’ın gayrısınden) kurtularak, rabbine vasıl olup kavuşarak Miraca mazhar olur.
      Bu ruhani miraç, kulun yokluğunda Hakk’ın varlığı ile var olmak olduğundan, miraca ulaşan kulun müşahedesinde Hak’tan gayrı bir şey olmaz. Bu itibarla Hz. Resulullah Efendimizin; “Recep Allah’ın ayıdır.” beyanındaki hikmet gereği miraç kandili recep ayında tüm İslam âleminde zahiren çeşitli etkinliklerle kutlanır. Fakat arif ve ehli kemal tarafından her zaman da, Ruhani miraç keyfiyeti olarak Rabbine vuslat zevki mazhariyetiyle yaşanarak kutlanır. Allah u âlem.   
                                BERAT KANDİLİNDEKİ HİKMETLER
   
      Hicri takvime göre Şaban ayının on beşindeki berat kandili, zahiren şeriat ehillerince günahlardan af olunarak berat etmek olarak değerlendirilerek kutlanır.
Ki berat kandilinin ledduni hakikatı ise şöyledir: Kurandaki “Ha mim o ayan beyan/apaçık gösteren kitaba yemin olsun ki biz onu mübarek/kutlu/bereketli bir gecede indirdik hikmetlerle dolu her iş ve oluş o gece de ayırt edilir katımızdan bir emir olarak hiç kuşkusuz biz Resuller göndeririz senin Rabbinden bir rahmet olarak Hiç kuşkusuz o gereğince duyan gereğince bilendir” (Duhan suresi-1..6) Beyanlarında geçen “mübarek/kutlu gece”den maksadın, berat gecesi olduğunu ehli kemal belirtmiş ve Mübarek gecede inen den maksadın ise, Nur-u Muhammed (sav) olduğunu ifade etmişlerdir.
Ve birinci ayetteki “Ha” ve “Mim” harflerinden “Ha”nın Cenabı Hakk’ı, “Mim” in ise, Muhammed’i remiz ettiği ifade edilerek, Hak tecelli ederek Muhammedi zuhura getirdi veya Hak, Muhammed yüzü ile göründü diyerek, bu ayetlere mana vermişlerdir.
      Bizim de aynen katıldığımız bu arif ve ehli kemal beyanları ışığında değerlendirildiğinde berat gecesi; Mevlit kandilinde Nuru Muhammed aydınlığı zuhurunu bulan kulun, Regaip’te kalbine telkin olunan zikrullah Muhammed mayasının kabarıp, onun zahir ve batın bütün duyularını / hislerini kaplayarak, kulluğunda Nur-u Muhammed’in hakim ve galip olmasının berat’ını ifade eder. Çünkü Berat bir rüşt olgunluk erişimidir. Bu rüşt yani kemâlât; kulun Nur-u Muhammed mazhariyetine ulaşıp Muhammedi bir kullukla yani Muhammed’çe yaşamasıdır. Ki bu aynı zamanda “Şaban benim ayımdır,” hadisi şerifindeki hikmetin, Muhammedi kulluk marifetinde açığa çıkıp etrafını aydınlatışıdır.
      Berat gecesinde Hz. Peygamber Efendimiz secdede iken, yüksek ve duyulacak bir sesle “Azabından affına, gazabından rızana, senden yine sana sığınıyorum, ben seni layıkıyla övemem sen kendini övdüğün gibi yücesin” buyurarak, bu duayı Hz. Ayşe validemizden etrafına yayıp duyurmasını istemiştir. Ehli kemal olan arifler, bu duası ile Hz. Resulullah’ın “azabından affına” dediğinde ilmi şeriat’a göre, “gazabından rızana” dediğinde ilmi tarikat gereğince, “senden yine sana” dediğinde ilmi hakikat, “ben seni lâyıkıyla övemem sen kendini övdüğün gibi yücesin” dediğinde ise ilmi marifet hikmetince Allah’a sığındığını beyan etmişlerdir.
Bu itibarla, berat kandilinin ledduni manasına ulaşan bir kul şeriat, tarikat, hakikat ve marifetin sırlarına aşina olur. Ve o kul, Muhammed-i kulluk marifetiyle Cenabı Hakk’ın halk zuhurunu, yani vahdetinin kesreti olan tecellilerini müşahede eder. Ve ayetteki “Hikmetlerle dolu her iş ve oluş o gece ayıt edilir” beyan gereği, marifetiyle vahdetin kesretini oluşturan her tecelliyi yerli yerinde ayırt ederek tanır. İşte Böyle berat kandilinin hikmetine ulaşmış Muhammed’çe yaşayan bir kul’da Berat marifeti, ayın bedir yani ayın tam yuvarlak dolunay olarak açığa çıktığı zaman ki gibi parladığından, berat kandili Şaban ayının 15 inde kutlanır. (Hicri takvimdeki ayların 15 i bedir olarak ifade edilir) Allah her şeyi en iyi bilir.

                 KADİR GECESİ KANDİLİNDEKİ HİKMETLER

      Kuran-ı Kerim’in, Allah’ın zatından levhi mahfuza inzal olduğu (indirildiği) gece olarak kabul edilen Kadir kandili; hicri takvime göre Ramazan ayının yirmi yedinci gecesinde tüm İslam âleminde müminler tarafından, çeşitli hayra yönelik etkinlilerle kutlanır. Çünkü Kuran’ın, bu ayda indiği “Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kuran, onda indirilmiştir…” (Bakara-185) beyanıyla sabittir. Yine Kurandaki; “Biz onu kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin niteliğini sana gösteren nedir. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle o gece her iş için inerde iner. Bir esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, tan yeri ağarıncaya kadar. (Kadir suresi-1..5 ) beyanlarındaki hikmet gereği kuranın, Ramazan ayının kadir gecesinde Zatı ilahiden levhi mahfuza indiği genel bir kabuldür.
      Ehli kemal, Levhi mahfuz’un Hz. Muhammed’in (sav) gönlü olduğunu ifade ederek, kadir gecesi, Resulullah efendimizin gönlüne kuran’ın toptan indiği gece olduğunu beyan etmişlerdir.
      Hiç şüphesiz insanın, cenabı Hak tarafından yaradılışının bir gayesi vardır.  Ve kuranda insanın yaratılış gayesi; Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat-56) olarak beyan edilir. Bu ayette ifade edilen “ibadet,” kulluktur. Ve sahabe İbni Abbas (ra); Bu ayetteki ibadetten  / kulluktan maksat ehli tevhit ve Arif olmaktır.” diye yorumlamıştır. Yine bu ayet hakkında Pir Seyyid Muhammed Nur’un halifelerinden Prizrenli Hacı Kamil Tosko Hz.leri; “Bu ayetteki kullukta üç hikmet vardır, birinci hikmet ameli Salih’tir, ikinci hikmet yakaza ki, zikri daim uyanıklığıdır. Üçüncü hikmet ise tevhidi mabuttur.” demiştir. Ki bu üç hikmet şöyledir:
      Ameli Salih, Allah’ın Kur'an-ı Kerimde yapın ve yapmayın dediği, kulun yapmasından ve yapmamasından razı olduğu cümle emirleri ve yasaklarıdır.
      Yakaza ise, Cenabı Hakk’ın emirlerine ve yasaklarına riayetle beraber, kulun zikri daim uyanıklığıdır.
      Tevhidi mabut ise kulun, ibadet ettiği ve zikrettiği Allah’a, Tevhidi Hakiki irfanıyla bu âlemde vuslat edip kavuşmasıdır. Bu aynı zamanda insanın yaradılışının ideal amacı olup, şahadet âlemi olan bu yeryüzüne gelişimizin yüce gayesidir.
     Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.leri “Kuran şeriat, tarikat, hakikat ve marifet olan dört ilim ve yedi mertebe üzerine inzal olmuştur” buyurur. Bir kulun, yaratılışının yüce amacına ulaşıp Rabbine kavuşması, bu Kuran kaynaklı dört ilim ve yedi mertebe olan Allah’ın makamlarının irşadı ile mümkündür. Ki, bu irşatla aydınlanan kulun gönlüne kadir gecesinin ledduni hikmeti gereğince sırrı kuran inzâl olur. Ve o kulun gönlü kuran sırrı ile dolar. Böyle bir kimse aynı zamanda Kuranın sırrı ve Kuranın ikizi olur. Çünkü hadisi şerifte; “Kuranla insan ikiz kardeştir.” buyrulur. İkiz kardeşlik kardeşlerin ikisinin de aynı özellikleri taşımalarıdır. Kuran’la ikiz olma özelliklerine akıl baliğ olan her insan potansiyel olarak sahiptir. Fakat bu potansiyel özellikler insanı kâmil harici herkeste pasif olup ancak insanı kâmilde aktiftir. Bunun için kuranın ikizi ancak insanı kâmildir ve kuranın sırrı ondan zahir olur. Hz. Ali kv. sıffın isyanında “Ben konuşan Kuran’ım” demekle, işte bu gerçeğe işaret etmiştir.
      Bu itibarla kadir gecesinin ledduni hikmetleri, kadir suresinin ayetlerinin içinde mevcuttur. Ki buna göre ayette beyan olunan “bin aydan daha hayırlı kadir gecesi,”  gönlüne kuranın  sırrı inzal olan bir kulun, insanı kamil makamına ulaşmasını ifade eder.  
Çünkü, Ayette geçen “Bin ay” seksen üç yıl olup dolu dolu yaklaşık bir insanın yeryüzü âlemindeki ömrünün beyanıdır. Bir kimse ömrü müddetince hangi ibadet ve kullukları yaparsa yapsın, gönlüne açılan sırrı kuran mazhariyetiyle onun “kadir gecesini idrak etmesi” ve insanı kâmil makamına ulaşması, bir ömür boyu yaptığı ibadet ve kulluktan “daha hayırlıdır,” demektir.
Sonraki ayetlerde; “Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle o gece her iş için inerde iner. Bir esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, tan yeri ağarıncaya kadar.” Buyrulur. Ki insanı kâmilin marifetinden gizli hiçbir tecelli olmaz. Çünkü o her tecellinin Rabbinden geldiğine arif olduğu gibi, tecellinin Allah’ın hangi mertebesinden geldiğini de müşahede ederek tanır. Hakk’ın ikiliği olmayan tecellileri, Bir’lik mertebesinden geldiğinden bu tecelli ayette “Ruh” olarak, kulluğa ait tecelliler ise, “Melekler” olarak beyan edilmiştir. “Tan yerinin ağarması” ise, Kulun bu âlemden ölümle ayrılıp ahiret olan beka âlemine geçmesini ifade eder. Bu itibarla kadir gecesi mahiyetine haiz insanı kâmilin nazarında, istisnasız her bir iş ve oluş, Rabbin tecelli ederek açığa çıkmasıdır. O, yeryüzünde olduğu müddetçe yani, “Tan yeri ağarıncaya kadar” “Ruh ve Melek” tecellilerinin tesiri irfanıyla yaşar. Ve insanı kâmil, Allah’ın hangi mertebesinden olursa olsun o zuhur eden her bir tecellinin Rabbin hangi makamından olduğunu tanıyarak, Rabbinden başka bir şey müşahede etmez. Ve melekler gibi rabbin emir ve yasaklarına itaat eder, demektir.
      Velhasıl, böyle Kamil bir kul aynı zamanda peygamber efendimizin; “…Ramazan ümmetimin ayıdır” Sözündeki hikmet gereği, gönlüne dolan sırrı kuran idrakiyle Hz. Muhammed’in (sav) Has ümmeti olmakla da şereflenmiş olur.
      Her yıl İslam âleminde coşkuyla ve çeşitli hayra yönelik etkinliklerle kutlanan Mevlit, Regaip, Miraç, Berat ve Kadir gecesi kandillerinin ledduni hikmetlerine dair açıklama, hatalarıyla beraber tamam olmuştur. Her şeyi en iyi bilen ancak Allah’tır. Selam Hz. Muhammed’e (sav) ve ehli beyte/evladı resule olsun. Rabbim bizleri onların yürüdüğü yoldan ayrılmaktan muhafaza etsin. Velhamdülillahirabbilalemin.
                                                                                                     Nejdet ŞAHİN
                                                                                    Perşembe 13 ağustos 2009