Hamt, Son peygamber Hz Muhammed’e (sav) vahiy ettiği İslam dinin zahiri ve batını ile
kullarına ihsanda bulunan Allah’a mahsustur. Selama layık olan, cümle
peygamberlerin imamı Hz. Muhammed ve evladı resuldür.
Kuran’da “Allah katında/indinde din İslam’dır…” (Ali İmran-19) buyrulur. Ki Âdem (as) den Hz Muhammed’e (sav) kadar, insanlığa tebliğ ve irşat da
bulunan peygamberlerin öğretip tebliğ ettiği din İslam’dır. İslam dininin ise, şeriatla ilgi zahir (dış) yönü, bir de hakikati ile ilgili batın (iç) yani ledduni
yönü vardır.
İslam’ın şeriatıyla ilgili zahiri ilimler; namazda kıyam şöyle
olacak, secde böyle olacak, zekât şu şartlarda oluşur, orucun bozulup
bozulmadığı durumlar gibi ibadetlerin dış yönünü ve insanlar arasındaki hak
hukuk ve sosyal münasebetleri düzenler. Her mümin, İslam’ın zahiri olan şeriata
uygun olarak ibadetlerini ifa eder ve sosyal ilişkilerini buna göre düzenler.
İslam’ın ledduni hakikati yönüne
ait ilimler ise, ibadetlerin batını yani içeriği ile alâkalı olan
ilimlerdir. Meselâ hadisi şerifte “Namaz müminin miracıdır” buyrulur. Ki
bu miracın nasıl olduğu ve kul tarafından nasıl yapılabileceğini, Hac ibadeti Allah’ın
evini ziyaret olduğundan, Haccın hakikatinin ne olduğunu, zekât oruç vb. diğer
ibadetlerin batını, yani içi içeriği ile münasebetlidir. Ki, dinin zahir ve
batını değerlerine riayetle ancak olgun hakiki bir mümin olunup insan-ı kamil makamına ulaşılır.
Bu itibarla İslam dininin müminleri,
dinin zahir yönü ile kulluk yapmakla beraber dinin batınına taallûk eden yani
içeriği ile ilgili olan ibadetleri yapmakla da mükelleftirler.
Bir kul dinin sadece zahiri ile
yetinir de batınını ihmal ederse o kimsenin kulluğu yetersiz ve eksik olur.
Eğer bir kul, ben dinin batını / içeriği ile alâkadarım benim kalbim temiz ve
niyetim iyidir gibi ahvâl ile dinin zahiri olan şeriatını ihmal ederse, o
kimsenin de kulluğu yetersiz ve eksik olur.
Bunu beyanla din’de kulluğun kemal
bulması ve bir kimsenin insanı kâmil makamına
ulaşabilmesi, İslam’ın hem zahir hem de batın irşadı ile (aydınlanmasıyla)
ancak mümkündür.
Buna göre; dinin ledduni
hakikatinden nasipli olan arif ve ehli kemâl, şeriata uygun kulluğa kesinlikle
riayet etmekle beraber İslam’ın, zahir ve batın yönüne vakıf bir kulluk ifa
ederek yaşarlar.
Bu sebeptendir ki İslam’ın
batını ile daha alâkalı ibadetlerden olan kandil
geceleri, dinin sadece zahiri ilimlerini tahsil etmiş olan hocalar ve âlimler
tarafından o gecelerin ledduni hakikatine uygun olarak değerlendirilemez. Ve
her kandil de gündüz oruç tutmak, gecesinde ise müminlere kaza namazı, nafile
namazı ve tespih namazı kılmak, o gece uyumamak gibi hep aynı şeyleri yapmalarını
söylerler. Ki bu aynı elinden rahatsız olana, başı ağrıyana, apandist ameliyatı
gereken vb. değişik dertleri olan hastaların hepsine aynı reçete ile şifa
dağıtmak gibi bir tuhaflıktır. Oysa bu
gecelerin her birisi diğerinden farklı manevi zenginliklerle doludur. Ve her
kandil gecesi ayrı ayrı ledduni anlam ve hikmetler içerir.
Kandil geceleri yıl içinde içerdiği hikmetlere uygun olarak mevlit, regaip, miraç, beraat ve kadir olarak isimlendirilmiş olup, hicri
takvime göre o yıl içindeki kandiller sırası ile mevlit kandili ile başlar,
sonra regaip, miraç ve berat kandilleri ile devam ederek, kadir kandili ile
tamamlanır vesselam.
MEVLİD KANDİLİNDEKİ
HİKMETLER
Hicri takvimin Rebiul evvel ayının 12 sinde kutlanan mevlit kandili, isminden
de açıkça anlaşıldığı gibi, Hz. Muhammed’in (sav) bu yeryüzü âlemine unsur bedeni ile doğmasını ifade eder.
Ki mevlit Arapça bir kelime olup Türkçe doğum
/ doğuş demektir.
Bu doğuş, peygamber efendimizin babası Abdullah ve annesi Âmine
validemizden beşer yani unsur bedeni ile doğması olup, sıradan ve alâlâde bir
doğuş değildir. Ve bu doğuşla beraber zahiren, yani aleni olarak birçok harikulade
(olağanüstü) hadiseler olmuştur. Ki o zaman, İran’a bağlı bir yerleşim olan Mekke’de
tahakkuk eden bu doğumla beraber, İran’da Mecusilerin (Ateşe tapanların) bin yıldır
sönmeyen ateşi sönmüş, krallarının sarayı yıkılmıştır. Suriye’de Save nehrinin
bin yıldır kuru olup su görmeyen yatağı sularla dolup taşarak akmıştır. Hz. Resulullah’ın
doğumu esnasında doğuma yardımcı olan kadınlar da açıkça birçok harikuladeliklere
(olağanüstü hadiselere) muhatap olmuşlardır. Âmine validemiz ise, doğumla
beraber “Biri doğuda biri batıda biride Kabe’nin damında olmak üzere üç bayrak
dikildiğini gördüm” demiştir. Velhasıl, Hz. peygamber efendimizin doğumunda
daha başka birçok açıkça olağanüstü hadiseler olmasına rağmen, bazıları
bunlardır.
Mevlidin ledduni hikmetler
açısından önemi ise şöyledir: Hadisi şerifte “Allah evvela benim nurumu
yarattı” Başka bir Hadiste ise “Âdem su ile toprak arasında iken ben nebi
idim” buyrulur. Bu ve benzer beyanlardan anlaşıldığı gibi Hz. Resulullah
Efendimizin her bir varlıktan ve cümle âlemlerden önce yaratılmış olan vücudu nur-u Muhammed kimliği ve
şahsiyeti vardır. Ve nuru Muhammed Hz. âdem’le beraber cümle peygamberlerde
hidayet davetçiliği olarak zahir olmuştur. Bütün peygamberler nuru Muhammed
mazhariyeti ile insanlara yol gösterip onları irşat etmişlerdir. Ve her
peygamber nuru Muhammed’in unsur, yani
beşer / insan bedeniyle bu yeryüzü âlemine
doğacağını haber vermişlerdir.
İşte rebiul evvel ayının 12 sinde vukuu bulan
mevlit / doğum Nur-u Muhammed’in, unsur
yani insani bedeniyle buluşup, bu yeryüzü alemini şereflendirmesini ifade eder.
Ve bu doğum İslam âleminde mevlit kandili olarak Müslümanlar tarafından çeşitli
hidayete yönelik ibadet ve etkinliklerle zahiren açıkça kutlanır.
İslam’ın ledduni hakikatine ulaşmış
olan arif ve ehli kemal ise, bu kandili hem zahirine hem de batınına uygun bir
kullukla, Ruh-u Muhammed kulluğuna mazhariyet gayreti ile yaşayarak sadece bir
gece değil, her zamanda ve her yerde kutlarlar.
Cümle peygamberlerde zahir olan
nur-u Muhammed, Hz. Resulullahın unsur bedeniyle bu yeryüzünden ayrılmasından
sonra da devam etmiştir. “Âlimler peygamberlerin varisidir.” Hadisi
şerifindeki hikmet gereği İmamı azam,
imamı Şafii, imamı malik, imamı hanbel, İmamı gazali, Muhiddini Arabî, Mevlana,
Hacı Bektaşi Veli, Niyazi Mısri, Pir Seyyid Muhammed Nur vb. gibi peygamber
varisi olan âlim ve ehli kemalin tebliğ ve irşadında. Ve bunların vekili olan
zamanın kâmil mürşidinin irşat ve tebliğinde Nur-u Muhammed açığa çıkarak devam
etmiş, günümüzde de devam etmektedir. Ve kıyamete kadar yeryüzünde hidayet
davetçiliği olarak devam edecektir.
Her zaman bu yeryüzü âleminde mevcut
olan bu hidayet davetçisi âlim ve kâmil mürşidlerin irşat ve yol
göstermeleriyle, İslam dininin zahiri ve batını parlayıp yeryüzünde insanlığı
aydınlatmış, halen de aydınlatmakta ve kıyamete kadarda aydınlatacaktır.
İşte yeryüzü olan bu imtihan aleminde “peygamber varisi” velilerin ve
kâmil mürşidin her zamanda var olup, onların irşadıyla Hidayeti nuru Muhammed’in
açığa çıkması Muhammedi doğuşun,
yani mevlid kandilinin ledduni hikmetini ifade eder. Kâmilin irşadından
istifadelenmek ise; mevlid kandiline
erişip kandilin ruhaniyetine dahil olmayı ve Muhammedi kulluğa ulaşma arzusunu ifade
eder.
Bunu ifadeyle Hz. Resulullah Efendimiz:
“Beni
ararsanız varisim olan âlimleri bulun ben orada bulunurum,”
buyurmuşlardır. Allahu âlem.
REGAİP KANDİLİNDEKİ HİKMETLER
Regaip
kandili hicri takvime göre recep ayının ilk haftasında kutlanır. Regaip rağbet
manasına gelen bir kelime olup, zahiren Hz. Muhammed’in (sav) ana rahmine
düşmesini, yani annesi Amine validemizin Hz. Muhammed’e hamile kalmasını ifade
eder.
Kuran’ın “Ve Rabbine rağbet et” (İnşirah suresi-8) beyanı gereği Regaip;
mana yönüyle kulun cenabı Hakk’a yönelerek, Allah’a rağbet etmesi demektir.
Ki Akıl baliğ olan her insan, bu
yeryüzü olan imtihan âleminde Rabbini bulup rabbine rağbet ederek rabbine kavuşmaya
müsait bir potansiyel ve kabiliyette yaratılmıştır. Ve her insan yaratıcısı
olan Rabbini tanıyıp ona yakın olduğu nispette felaha, yani kurtuluşa erer ve
yaradılış yüce gayesine uygun bir kulluk ifa etmiş olur.
Fakat her insan bu tabiat âleminden
tattığı lezzet ve hoşnutluklara yönelerek onu Rabbinden ayıran dünyasını
oluşturur. Bunu beyanla Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.leri; “Dünya ehli olmak mal mülk
zengini olmak değildir, Karun gibi nice zenginler vardır dünya ehli değildir,
kapı kapı dolaşan nice fakir vardır dünya ehlidir. Çünkü kulu Rabbinden
ayıran her ne ise, o dünyadır.” buyurmuştur.
Bu itibarla, kulun bu yeryüzünde
tattığı ve onu Rabbinden ayıran dünya muhabbetlerini terk ederek, mürşidi kâmilin
telkin ettiği her nefeste zikri daimle kalbinin Allah’a yönelmesi o kulun, Allah’a rağbeti ve regaip kandilinin
hakikati ruhaniyetine ulaşmasıdır.
Kalbi zikrin aynı zamanda mayayı Muhammed olması itibarıyla kalbin
Allah zikri ile buluşması, o kulun kalbinin
mayayı Muhammed’le mayalanmasıdır. Ki, Muhammed mayası olan Allah
zikrinin kalpte kabararak o kulu vücudu
nuru Muhammed mazhariyetine kadar yükseltir, Allahu âlem.
Hz. Resulullah Efendimiz; “Recep
Allah’ın ayı, Şaban benim ayım, Ramazan ise ümmetimin ayıdır.”
buyurmuştur. Ki bu ayların bu değerlerle ifade edilmesi, o ayların içindeki kandil
gecelerindendir. Yani recep ayının Allah’ın ayı olması, Şaban ayının Hz. Resulullah’ın
ayı olması, Ramazanın ise ümmetin ayı olması, bu aylarda kutlanan kandil
gecelerindeki hikmetleri icabındandır.
Bu itibarla Regaip Kandili’nin Recep ayının ilk haftasında olmasının
hikmeti gereğince, regaip’in hakikati manasına ulaşan bir kul, kalbindeki zikri
daim mazhariyetiyle her nerede ve ne zamanda olursa olsun Allah’la beraber
olur. Bunu beyanla Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.leri: “Zikir salikinin kıblesi “seme vechullahtır (nereye dönerseniz
dönün Allah’ın yüzü ordadır)” Bakara-115)
Çünkü o her nereye yönelse ve nerede
olursa olsun daima Allah der” demiştir.
Velhasıl,
Kalbi Muhammed mayası olan zikrullah (Allah
zikri) ile şereflenen bir kul,
rabbinden onu alıkoyan dünya sevgilerini terk edip gönlü muhabbetullah’la yani
Allah sevgisi ile dolarsa ancak, regaip kandilinin ledduni hakikati manasına
ulaşmış olur. Ve böyle bir kul her zamanda
ve her yerde regaip ruhaniyeti ile yaşar. Vesselam.
MİRAÇ KANDİLİN’DEKİ
HİKMETLER
Miraç
kandili hicri takvime göre recep ayının son haftasında kutlanır. Çünkü “Recep
Allah’ın ayıdır…” hadisi şerifinde beyan edilen recep ayında Hz.
Resulullah Efendimizin miracı gerçekleşmiştir. Ki Miraç; kulu Rabbinden ayıran ve kulun dünyası olan cümle masivadan
/ gayriyetten kurtulup, kulun rabbin katına yükselerek rabbine vuslat edip kavuşmasıdır.
Hz. Peygamber Efendimizin miracı cismani ve ruhani olmak üzere ikidir:
Cismani Miraç; Bu miraç kuran’da “Bütün
varlıkların tespihi o kudretedir ki kulunu gecenin birinde mescidi haramdan
çevresini bereketlendirdiğimiz mescidi aksaya yürütmüştür, bu ayetlerimizden
bir kısmını o kulumuza göstermek/onu ayetlerimizden biri olarak göstermemiz
içindir…”(İsra-1)Ayetiyle
beyan edilir. Ki bu Mucize olarak gerçekleşen ve Hz Peygamber efendimizin âlemleri
şereflendirmek için yaptığı miraçtır. Bu miraç sadece ve sadece, Hz. Resulullah
Efendimize mahsustur. Çünkü Hz Peygamber efendimizin Nur-u vücudu âlemlerin aslı olduğu için, âlemler varlıklarını
muhtaç olduğu o yüce şahsiyeti görüp onunla yani Hz. Muhammed (sav) ile şeref
bulmak istediklerinden, bu cismani miraç mucize olarak vukua gelmiştir.
Ruhani miraç: Hz. Resulullah Efendimizin bu miracı Necm
Suresinde; “Sonra iyice yaklaştı ve sarktı. İki yayın beraberliği gibi belki ondan
da yakın. Böylece vahiy etti kuluna vahiy ettiğini, kalp yalanlamadı gördüğünü”(Necm-8…11) “Ant olsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü”(Necm-18)
“ Ayetleriyle Beyan olunan Miraçtır.
Hz. Resulullah’ın bu Ruhani miracını tüm
Peygamberler yaptığı gibi cümle İnsanı Kâmil olan Veliler de yaparlar. Çünkü
bu Ruhani Miraç, kulun kendinin ve eşyanın hakikatine yönelip Rabbine vasıl olup
kavuşmasıdır. Ki Her kim kendine ve cümle âleme nispet ettiği varlığın
yokluğuna, yani eşyanın fenasına Allah’ın makamlarının müşahedesiyle arif
olursa o kul, kendinde ve cümle eşyada
mevcut olan Rabbine kavuşarak miraç yapar.
Her insanın miraca ulaşma potansiyel ve
kabiliyeti olmasına rağmen bazı kullar, kendine ve cümle eşyaya vücut nispet
ederek Rabbinden gaflet edip, cehaletiyle onu Rabbinden ayıran dünya perdesini
oluşturarak dünya ehli olur. Böyle bir kimse kurandaki “…O zahirdir…”(Hadid-3) Hz. Peygamber Efendimizin ise,
”Rabbiniz
apaçıktır. O’nu örtecek hiçbir şey yoktur” Beyanlarına
rağmen, Rabbini göremeyip onu müşahede edemez ve miracın hakikati hikmetine
ulaşamaz.
Halbuki Hz. Resulullah Efendimiz, “Allah’ım
bana bu eşyanın içyüzünü öğret” buyurmuştur. Ki, eşyanın mahiyetini
bilmesine rağmen Hz. Resulullah bu beyanında, kinaye ile ümmetinin yani
bizlerin eşyanın hakikatine arif olmamızı tembih ediyor. Çünkü kendisine Rabbini
nasıl bildin diye sorulduğunda Hz. Peygamber Efendimiz; “Rabbimi eşya ile bildim” demiştir.
Velhasıl
her insanda var olan Rabbine kavuşma potansiyelinin açığa çıkıp o kulu miraç keyfiyetine eriştirmesi mümkündür.
Ancak bunun için o kulun evvela mevlit kandilinin ledduni manası olan nur-u
Muhammed mazharı zamanın kâmil mürşidinin irşat aydınlığına kavuşup, “Allah’ın
ayı” olan recep ayındaki regaip kandilinin ledduni manası gereğince, kâmilin
telkiniyle kalbi mayayı Muhammed
olan zikri daimle şereflenmesi
gerekir. Ki, sonra yine recep ayında, miraç kandilinin ledduni anlamı gereğince
o kul, ancak mürşidi kâmilin telkin ettiği tevhit
mertebelerini (Allah’ın makamlarını)
müşahedeyle masivadan (Allah’ın gayrısınden) kurtularak, rabbine vasıl olup kavuşarak Miraca mazhar olur.
Bu
ruhani miraç, kulun yokluğunda Hakk’ın varlığı ile var olmak olduğundan, miraca
ulaşan kulun müşahedesinde Hak’tan gayrı bir şey olmaz. Bu itibarla Hz.
Resulullah Efendimizin; “Recep Allah’ın ayıdır.” beyanındaki
hikmet gereği miraç kandili recep
ayında tüm İslam âleminde zahiren çeşitli etkinliklerle kutlanır. Fakat arif ve ehli kemal tarafından her zaman da,
Ruhani miraç keyfiyeti olarak Rabbine vuslat zevki mazhariyetiyle yaşanarak kutlanır.
Allah u âlem.
BERAT KANDİLİNDEKİ
HİKMETLER
Hicri takvime
göre Şaban ayının on beşindeki berat kandili, zahiren şeriat ehillerince günahlardan
af olunarak berat etmek olarak değerlendirilerek kutlanır.
Ki
berat kandilinin ledduni hakikatı ise şöyledir: Kurandaki “Ha mim o ayan beyan/apaçık
gösteren kitaba yemin olsun ki biz onu mübarek/kutlu/bereketli bir gecede
indirdik hikmetlerle dolu her iş ve oluş o gece de ayırt edilir
katımızdan bir emir olarak hiç kuşkusuz biz Resuller göndeririz senin Rabbinden
bir rahmet olarak Hiç kuşkusuz o gereğince duyan gereğince bilendir” (Duhan suresi-1..6) Beyanlarında geçen “mübarek/kutlu
gece”den maksadın, berat gecesi olduğunu ehli kemal belirtmiş ve Mübarek gecede inen den maksadın ise,
Nur-u Muhammed (sav) olduğunu ifade etmişlerdir.
Ve
birinci ayetteki “Ha” ve “Mim” harflerinden “Ha”nın Cenabı Hakk’ı, “Mim” in ise, Muhammed’i remiz ettiği
ifade edilerek, Hak tecelli ederek
Muhammedi zuhura getirdi veya Hak,
Muhammed yüzü ile göründü diyerek, bu ayetlere mana vermişlerdir.
Bizim de aynen katıldığımız bu arif ve
ehli kemal beyanları ışığında değerlendirildiğinde berat gecesi; Mevlit
kandilinde Nuru Muhammed aydınlığı zuhurunu bulan kulun, Regaip’te kalbine telkin
olunan zikrullah Muhammed mayasının kabarıp,
onun zahir ve batın bütün duyularını / hislerini kaplayarak, kulluğunda Nur-u Muhammed’in hakim ve
galip olmasının berat’ını ifade eder. Çünkü Berat bir rüşt olgunluk
erişimidir. Bu rüşt yani kemâlât; kulun Nur-u Muhammed mazhariyetine ulaşıp Muhammedi
bir kullukla yani Muhammed’çe
yaşamasıdır. Ki bu aynı zamanda “Şaban benim ayımdır,” hadisi
şerifindeki hikmetin, Muhammedi kulluk marifetinde açığa çıkıp etrafını
aydınlatışıdır.
Berat
gecesinde Hz. Peygamber Efendimiz secdede iken, yüksek ve duyulacak bir sesle “Azabından
affına, gazabından rızana, senden yine sana sığınıyorum, ben seni layıkıyla
övemem sen kendini övdüğün gibi yücesin” buyurarak, bu duayı Hz. Ayşe validemizden etrafına yayıp
duyurmasını istemiştir. Ehli kemal olan arifler, bu duası ile Hz. Resulullah’ın
“azabından
affına” dediğinde ilmi şeriat’a göre, “gazabından rızana”
dediğinde ilmi tarikat gereğince, “senden yine sana” dediğinde ilmi
hakikat, “ben seni lâyıkıyla övemem sen kendini övdüğün gibi yücesin” dediğinde
ise ilmi marifet hikmetince Allah’a sığındığını beyan etmişlerdir.
Bu
itibarla, berat kandilinin ledduni manasına ulaşan bir kul şeriat, tarikat,
hakikat ve marifetin sırlarına aşina olur. Ve o kul, Muhammed-i kulluk marifetiyle
Cenabı Hakk’ın halk zuhurunu, yani vahdetinin kesreti olan tecellilerini müşahede
eder. Ve ayetteki “Hikmetlerle dolu her iş ve oluş o gece ayıt edilir” beyan
gereği, marifetiyle vahdetin kesretini oluşturan her tecelliyi yerli yerinde
ayırt ederek tanır. İşte Böyle berat kandilinin hikmetine ulaşmış Muhammed’çe
yaşayan bir kul’da Berat marifeti, ayın bedir yani ayın tam yuvarlak dolunay
olarak açığa çıktığı zaman ki gibi parladığından, berat kandili Şaban ayının 15
inde kutlanır. (Hicri takvimdeki ayların 15 i bedir olarak ifade edilir) Allah her şeyi en iyi bilir.
KADİR GECESİ KANDİLİNDEKİ HİKMETLER
Kuran-ı Kerim’in, Allah’ın zatından
levhi mahfuza inzal olduğu (indirildiği) gece olarak kabul edilen Kadir kandili;
hicri takvime göre Ramazan ayının yirmi yedinci gecesinde tüm İslam âleminde
müminler tarafından, çeşitli hayra yönelik etkinlilerle kutlanır. Çünkü
Kuran’ın, bu ayda indiği “Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan,
iyi kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kuran, onda indirilmiştir…” (Bakara-185) beyanıyla sabittir. Yine
Kurandaki; “Biz onu kadir gecesinde indirdik. Kadir gecesinin niteliğini sana
gösteren nedir. Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Melekler ve Ruh, Rablerinin
izniyle o gece her iş için inerde iner. Bir esenlik ve huzur vardır; sürüp
gider o, tan yeri ağarıncaya kadar.
(Kadir suresi-1..5 ) beyanlarındaki hikmet gereği kuranın, Ramazan ayının
kadir gecesinde Zatı ilahiden levhi
mahfuza indiği genel bir kabuldür.
Ehli kemal, Levhi mahfuz’un Hz. Muhammed’in (sav) gönlü olduğunu ifade ederek, kadir gecesi, Resulullah efendimizin
gönlüne kuran’ın toptan indiği gece olduğunu beyan etmişlerdir.
Hiç
şüphesiz insanın, cenabı Hak tarafından yaradılışının bir gayesi vardır. Ve kuranda insanın yaratılış gayesi; “Ben
cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım." (Zariyat-56)
olarak beyan edilir. Bu ayette ifade edilen “ibadet,” kulluktur. Ve sahabe
İbni Abbas (ra); “Bu ayetteki ibadetten / kulluktan
maksat ehli tevhit ve Arif olmaktır.” diye yorumlamıştır. Yine bu ayet hakkında Pir Seyyid Muhammed Nur’un
halifelerinden Prizrenli Hacı Kamil Tosko Hz.leri; “Bu ayetteki kullukta üç hikmet
vardır, birinci hikmet ameli Salih’tir, ikinci hikmet yakaza ki, zikri daim uyanıklığıdır.
Üçüncü hikmet ise tevhidi mabuttur.” demiştir. Ki bu üç hikmet
şöyledir:
Ameli Salih, Allah’ın Kur'an-ı Kerimde
yapın ve yapmayın dediği, kulun yapmasından ve yapmamasından razı olduğu cümle
emirleri ve yasaklarıdır.
Yakaza
ise, Cenabı Hakk’ın emirlerine ve yasaklarına riayetle beraber, kulun zikri
daim uyanıklığıdır.
Tevhidi
mabut ise kulun, ibadet ettiği ve zikrettiği Allah’a, Tevhidi Hakiki irfanıyla
bu âlemde vuslat edip kavuşmasıdır. Bu aynı zamanda insanın yaradılışının ideal
amacı olup, şahadet âlemi olan bu yeryüzüne gelişimizin yüce gayesidir.
Pir Seyyid Muhammed Nur Hz.leri “Kuran
şeriat, tarikat, hakikat ve marifet olan dört ilim ve yedi mertebe üzerine
inzal olmuştur” buyurur. Bir kulun, yaratılışının yüce amacına ulaşıp Rabbine
kavuşması, bu Kuran kaynaklı dört ilim ve yedi mertebe olan Allah’ın
makamlarının irşadı ile mümkündür. Ki, bu
irşatla aydınlanan kulun gönlüne kadir gecesinin ledduni hikmeti gereğince
sırrı kuran inzâl olur. Ve o kulun gönlü kuran sırrı ile dolar. Böyle
bir kimse aynı zamanda Kuranın sırrı ve
Kuranın ikizi olur. Çünkü hadisi şerifte; “Kuranla insan ikiz kardeştir.”
buyrulur. İkiz kardeşlik kardeşlerin ikisinin de aynı özellikleri taşımalarıdır.
Kuran’la ikiz olma özelliklerine akıl baliğ olan her insan potansiyel olarak
sahiptir. Fakat bu potansiyel özellikler insanı kâmil harici herkeste pasif
olup ancak insanı kâmilde aktiftir. Bunun için kuranın ikizi ancak insanı kâmildir ve kuranın sırrı ondan
zahir olur. Hz. Ali kv. sıffın isyanında “Ben konuşan Kuran’ım” demekle, işte
bu gerçeğe işaret etmiştir.
Bu
itibarla kadir gecesinin ledduni hikmetleri, kadir suresinin ayetlerinin içinde
mevcuttur. Ki buna göre ayette beyan olunan
“bin aydan daha hayırlı kadir gecesi,”
gönlüne kuranın sırrı inzal olan bir kulun, insanı kamil
makamına ulaşmasını ifade eder.
Çünkü,
Ayette geçen “Bin ay” seksen üç yıl olup dolu dolu yaklaşık bir insanın yeryüzü
âlemindeki ömrünün beyanıdır. Bir kimse ömrü müddetince hangi ibadet ve
kullukları yaparsa yapsın, gönlüne
açılan sırrı kuran mazhariyetiyle
onun “kadir gecesini idrak etmesi”
ve insanı kâmil makamına ulaşması, bir ömür boyu yaptığı ibadet ve kulluktan “daha hayırlıdır,” demektir.
Sonraki
ayetlerde; “Melekler ve Ruh, Rablerinin izniyle o gece her iş için inerde iner.
Bir esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, tan yeri ağarıncaya kadar.”
Buyrulur. Ki insanı kâmilin marifetinden gizli hiçbir tecelli olmaz. Çünkü o
her tecellinin Rabbinden geldiğine arif olduğu gibi, tecellinin Allah’ın hangi
mertebesinden geldiğini de müşahede ederek tanır. Hakk’ın ikiliği olmayan
tecellileri, Bir’lik mertebesinden
geldiğinden bu tecelli ayette “Ruh” olarak, kulluğa ait tecelliler
ise, “Melekler”
olarak beyan edilmiştir. “Tan yerinin ağarması” ise, Kulun bu
âlemden ölümle ayrılıp ahiret olan beka âlemine geçmesini ifade eder. Bu
itibarla kadir gecesi mahiyetine haiz insanı kâmilin nazarında, istisnasız her
bir iş ve oluş, Rabbin tecelli ederek açığa çıkmasıdır. O, yeryüzünde olduğu
müddetçe yani, “Tan yeri ağarıncaya kadar” “Ruh ve Melek” tecellilerinin
tesiri irfanıyla yaşar. Ve insanı kâmil, Allah’ın hangi mertebesinden olursa
olsun o zuhur eden her bir tecellinin Rabbin hangi makamından olduğunu
tanıyarak, Rabbinden başka bir şey müşahede etmez. Ve melekler gibi rabbin emir
ve yasaklarına itaat eder, demektir.
Velhasıl, böyle Kamil bir kul aynı
zamanda peygamber efendimizin; “…Ramazan ümmetimin ayıdır”
Sözündeki hikmet gereği, gönlüne dolan sırrı
kuran idrakiyle Hz. Muhammed’in (sav) Has
ümmeti olmakla da şereflenmiş olur.
Her
yıl İslam âleminde coşkuyla ve çeşitli hayra yönelik etkinliklerle kutlanan Mevlit, Regaip, Miraç, Berat ve Kadir
gecesi kandillerinin ledduni hikmetlerine dair açıklama, hatalarıyla
beraber tamam olmuştur. Her şeyi en iyi bilen ancak Allah’tır. Selam Hz.
Muhammed’e (sav) ve ehli beyte/evladı resule olsun. Rabbim bizleri onların
yürüdüğü yoldan ayrılmaktan muhafaza etsin. Velhamdülillahirabbilalemin.
Nejdet
ŞAHİN
Perşembe
13 ağustos 2009