ZİKRULLAH

 Hidayet yolunu gösteren kuranı, insanlığa inzâl edip indiren Allah’a hamd, Resul’u Hz. Muhammed’e ve ehl-i beyt’e selam olsun.
         “Kitaptan sana vahyedileni oku, namazı yerine getir. Çünkü namaz çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki zikrullah en büyük ibâdettir.” (Ankebut, 45) vahiy buyruğu ile cenab-ı Hak, çok açık bir şekilde kuranın ayetlerini okumamızı, namazı kılmakla kötülüklerden korunacağımızı ve “zikrullah’ın en büyük ibadet” olduğunu net olarak ifade ediyor.
        Zikrullah’ın en büyük ibadet olması, dünya, berzah (kabir) ve ahiret âlemlerinde yapılabilir olmakla, cümle âlemlerde kul’u gafletten uyandırıp, rabbine kavuşma yolu / tariki olmasıdır. Çünkü Hakk’a kavuşma kemâli, kul’un yaratılışının en ulvi amacıdır. Bunu ifadeyle Kur’an’da “Ey insan, sen Rabbine varmak için çok didinecek, sonun da ona kavuşacaksın.” (İnşikak- 6) Ve “Onlar, Rablerine kavuşacaklarını ve gerçekten O’na döneceklerini çok iyi bilirler.”(Bakara-46)Buyrulur.
        Bu itibarla, kul’u rabbine kavuşturan en büyük ibadet zikrullah nedir ve nasıldır? Sorusunu her müminin kendine sorması gerekir. Ki, bu soruya cevaben şöyle deriz;
        Günümüzde, müntesip ve taraftarları az veya çok bazı tarikat mürşid ve cemaat önderleri, kul’u yaradılışın yüce maksadı olan Hakk’a kavuşturan zikrullah diye kelime-i tevhidi, salâvatı şerifi, cenabı Hakk’ın esma-i hüsnasın’dan (güzel isimlerinden) filânca ismi, 99 luk, 500 lük, 1000 lik gibi tesbihlerle veya tesbihsiz şu kadar adet, başka güzel Hak ismini bu kadar adet çektirirler. Tekke, dergâh vb. ifadelerle kutsallaştırılan büyük kubbeli, çok şatafatlı mekânlarında özel kıyafetlerle zikir halkasını kurup, yüksek sesle bazı Hak esmalarını zikredip söylemeyi mensuplarına kendileri veya vekilleri telkin ederler. Bir de bu faaliyetleri kulluğun kemâli gibi teşhir ederler. Bu tarikat ve cemaat mürşit ve önderleri çok saltanatlı olup, çeşitli enformasyonla ulu seyyid veya şerif, zamanın insanı kâmil’i, büyük mürşit, zamanın efendisi, zamanın gavsı, asrın, hatta bin yılın en büyük üstâdı, müceddidi vb. vasıflarla halka ve kamuoyuna lanse ve enforme edilirler. Ki taraftarları çok kalabalık olmasına rağmen, kul’u Hakk’a kavuşma kemâline eriştiren “en büyük zikrullah ibadetini” bunların kendileri de bilmez.
       Bunların ve vekillerinin taraftar ve müridlerine yaptıkları tarif ve öğretiler, asla ve kat’a; kul’u Hakk’a kavuşturan “en büyük zikrullah ibadeti” değildir. Çünkü ünvânı ne olursa olsun, kendine bağlı tekke dergah vb. mekânları ve taraftarları ne kadar çok olursa olsun, Kalbi zikrullah’tan gafil olan bir mürşit, kendisi zikrullah telkin ve irşâdına muhtaçken, başkalarına zikrullah telkin edemez.
       Bunların kelime-i tevhid, salâvat ve esma-i hüsna’dan bazı isimleri anmak vb. şekildeki kulluk gayretleri, zikrullah değil, zikir olarak ifade edilir. Çünkü zikir, anmak demektir ve bir kimse tesbih çektiği zamanda, Hak sohbeti yaptığı zamanda, namaz kıldığı zamanda, hac yaptığı zamanda, kur’an okuduğu zamanda cenab-ı Hakk’ı andığı için, bu ve benzer ibadetler zikir’dir. Bunu beyanla bazı ayetlerde, namazdan kurandan vb. ibadetlerden zikir olarak bahsedilir. Ki, zikir olan bu ibadet ve kulluk gayretleri, çeşitli isimlerle vasfedilse de, kulu rabbine kavuşturan en büyük zikrullah ibadeti değildir.
      Kul’u kemâle ve Hakk’a kavuşturan zikrullah, yüce yaratanın kullarına vahiyle öğrettiği gibidir. Bunu ifadeyle Kuran’da; “...bilmediklerinizi size öğreten Allah’ı, size öğrettiği gibi zikredin. (Bakara, 239) Buyrulur ki, bu ve benzeri ayetlerden açıkça anlaşıldığı gibi zikrullah, filanca mürşidin, fişmanca hoca efendinin, seyyidin, şerifin vb. şu kadar bu kadar esma çektirmesi değil, Hakk’ın vahiyle tarif ettiği gibidir. Ve bir kul, ancak vahyin öğrettiği zikrullah mazharıyetiyle Hakk’a kavuşup insan-ı kâmil olabilir.
       Yaratan Allah, vahiyle öğrettiği zikrullahı ifadeyle; “…siz ayakta iken, oturur iken, yatar iken Allah’ı zikredin…” (Nisa- 103) Buyurur ki, bir kişi nefes alıp verdiği müddetçe ya ayaktadır, ya oturur, ya da yatar. Nefes alıp vererek yaşayan insanın ayakta olmak, oturmak ve yatmaktan başka bir hal ve pozisyonu olur mu? Olmaz. Bunun için, vahyin öğretisi ve buyruğu olan zikrullah, öyle adet ve sayıyla değil, her nefeste daim zikir’dir. Ki, bunu ifadeyle mevlidi şerifte;
“Her nefeste Allah adın de müdam..” buyrulur.
        Ki cenabı Hak, her nefeste zikr-i daim’le kendisinin anılmasını öğretip buyurduğu gibi, “Aklını işleten / gönül ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken dâima Allah’ı zikrederler…”(Âl-i İmrân, 191) beyanıyla da; Ayakta, otururken ve yatarken her nefeste zikri daim mazharı gönül / kalp ehli kullarını bizlere örnek gösteriyor.      
       Ayrıca, “Gerçek mümin olanlar ancak o kimselerdir ki; Allah zikredildiğinde kalpleri titrer...” (Enfâl, 2) Ve “Onlar öyle insanlardır ki; Allah zikredilince kalpleri titrer…” (Hac, 35) Ve “Müminlerin kalpleri zikrullah ile mutmain olur. Gözünüzü açın/dikkat edin, kalpler; ancak zikrullah ile tatmin olur.”(Ra’d- 28) vahiy beyanları da, rabbin Allah adının, kulun kalbi ile zikretmesini açık ve net bir ifadeyle bizlere öğretiyor. Ki, ayette ifade edilen kalp, kan pompası olan kalp olmayıp manevi vücudun hasleti olan kalp’tir.
        Ve kalp, merkezi aza olmakla vücudun merkezidir. Allah adı ise, mertebe yönüyle rabbin tüm isimlerinin kaynağı olan ulûhiyet mertebesinin ismidir. Allah adı, isim yönüyle ism-i celâl’dir. Celâl yakıcı olduğu için zikir, Allah adı ve kalp ile yapılırsa ancak, kalp’teki Hak’tan gayrı muhabbetleri yakıp yok eder. Ve o kalp’te Allah muhabbetini hâkim ve galip kılar. Bu aynı, bir ülkenin tüm şehirlerinin başkentteki iktidarın hâkimiyetine girmesi gibidir. Ki, kul’un kalp başkentinde Allah zikri galip olursa, o kulun diğer tüm azalarında ve vücudunun tamamında hâkimiyet zikredilen Allah’ın olur. Ve diğer azalarıyla beraber kul’un bütün varlığı, kalp’teki zikrullah hakimiyetine girerek, Allah’a boyun eğer.
       Kalbi zikri daim’e mazhar bir kul, her nerede olursa olsun, her nereye dönerse dönsün her nefeste Allah’la beraber olur. Bunu beyanla pir seyyid Muhammed nur Hz.leri; “Zikri daim salik’inin kıblesi “seme vechullahtır.” (Bakara- 115) Çünkü o, nereye dönse hep Allah der” diyor. Yani kalbinde zikri daim olan kulun kıblesi, “Doğu da batı da Allah’ındır, yüzünüzü nereye çevirirseniz Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara -115) Ayet hikmetince, yüzünü çevirdiği her taraftır demektir.
       Buna göre Allah’ın vahiyle öğrettiği, (Bakara- 239) kulu yaradılış yüce gayesine ve insanı kâmil makamına eriştiren yol. (tarik) Ve “en büyük ibadet olan zikrullah;” “kalp” ile ve “Allah” adıyla “her nefeste” yapılan “zikri daim”dir.  
       “…eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden sorun.” (Nahl, 43) “…sorun zikir ehline, eğer bilmiyorsanız ” (Enbiyâ, 7) vahiy öğretisi ile buyrulduğu gibi zikri daim, tüm zamanlarda sahtesi, taklidi çok olan, fakat samimiyet ve sadakat’la arandığı zaman muhakkak, kesinlikle bulunabilen zamanın kâmil mürşidin’den tahsil edilir.
       Kâmil olan bir mürşidin kendisi, her nefeste daim zikre aşina olduğu gibi o,  kesinlikle Kur'an’a tabi olup onun vahiyle çelişen hiç bir itikad ve faaliyeti olmaz. Ve o, kur’an emir ve yasaklarından başka bir şey telkin ve tavsiye etmediği gibi, vahyin telkin ve târifiyle irşâd eder. Bunu ifadeyle Hasan Fehmi (Tezdoğan) Hz.leri;
         Fehmi, zikr-i Hakk’ı sen sanma öyle bulunur
         Ol bir pir’den mü’minin kalbine ilkâ olur diyor.
Yüce Allah her şeyi en iyi bilendir. Vesselâm.
                                                                                        Nejdet Şahin                     
                                                                                      15 Aralık 2010                          
                                                                                          Çarşamba