24 Temmuz 2014 Perşembe

İsmi ne şeker, ne Ramazan olan FİTRE BAYRAMI ve FİTRE sadakasının hikmeti

      Yarattıkları içinde sadece insana Hakk’a vuslat / kavuşma fıtratını lütuf ve ihsan eden Allaha hamdolsun. Resulu Muhammed’e (sav) ve ehli beyte selam olsun, rabbim bizleri onların meclisinden mahrum etmesin.   
      Fitre veya Fıtır olarak ifade olunan Fitre sadakasını vermek, Fitre bayramını idrâk etmek vacip ibadetlerdendir. Fitre sadakasını vermek ve fitre bayramı namazını kılıp bayramı kutlamayı beyanla cenabı Hak kuranda; “Nefsini/benliğini temizleyip/arındıran gerçekten kurtuluşa ermiştir. Rabbini zikretmiş ve namazı kılmıştır o.”(Ala-14,15) buyurur. Ki, bu ayetler fitre sadakası ile temizlenenlerin, zikrullah uyanıklığı ve tevhit makamları keşfi irfanıyla bayram namazının ve bayramın idraki felâhına/kurtuluşuna ermelerini ifade eder. 
    Fitre bayramı: Bu yeryüzü âlemine doğmakla / doğuşla alâkalı bir bayram olup, halk arasında şeker ya da Ramazan bayramı olarak isimlendirilir. Ki, bu bayramı şeker veya ramazan isimleriyle ifade etmek yanlıştır. Çünkü oruç aylık ibadet olup Ramazan, oruç ayının ismidir. Nasıl ki her günün saat vakti ile namaz kayıtlı ise, ömür vakti ile hac kayıtlı ise, yıl/sene vakti ile zekât kayıtlı ise, oruç’ta Ramazan ayının vakti ile kayıtlı bir ibadettir. Bu sebepten Ramazan ayı Bayram ayı değil, oruç ayıdır. 
Bu itibarla, hicri takvimin on iki ayından birisi olan Ramazan ayının girmesi ile gündüz, yani imsak ile iftar arasında özrü olmayan her mümin’in, ister o gün niyet etsin isterse niyet etmesin oruç tutması farzdır. Çünkü ay ile kayıtlı olan bir ibadet, günlük niyetlerle sıhhat bulmaz. Yani günlük niyet aylık ibadet olan orucu bağlamadığından, Ramazan ayı içerisinde bir mümin eğer özrü olmadan o gün oruç tutmaya niyet etmedim diye yiyip içerse haram işlemiş olur. 
        Hicri takvime göre Ramazan ayı, arefe günündeki akşam namazı vaktinin girmesiyle biter. Ve akşam namazıyla yeni ay olan şevval ayına girilir. Bu itibarla eğer bayram ay ismi ile ifade edilecekse, şevval ismi ile ifade etmek icap eder. Velhasıl; fitre bayramını hemen oruç ayı ramazanın arkasından gelen ayın başında olmasından dolayı Ramazan bayramı, bayramlarda tatlı yenilmesinden dolayı şeker bayramı olarak ifade edilmesi çok ucuz, yüzeysel ve tefekkürden
mahrum bir anlayıştır. Bu anlayış, bayramların ledduni hikmetinden gafil ve cahil olunmasının beyanı ve tutarsızlığıdır.
      Şeriata göre Fitre bayramı, fitre sadakasını verdikten sonra kutlanan bir bayram olduğu için, fitre sadakasının muhakkak bayram namazından önce verilmesi gerekir. Fitre veya Fıtır, bu yeryüzü âlemine doğup ta hayatta olmak anlamını ifade ettiğinden, fitre hayatta olup yaşayan bir insanın vücudunun sadakasıdır. Bundan dolayı bu yeryüzü âlemine doğan bir günlük bebeğin dahi fitre sadakası verilir. Yani fitre sadakası fakir veya zengin, bu âlemde hayatta olup yaşayan herkesin vermekle yükümlü olduğu vücut varlığının sadakasıdır.                 
     Bazıları, yüzeysel basit ve tefekkürden mahrum bir mukayase ile fitre sadakasını, zekattaki gibi zenginlik sınırına ulaşan zenginler tarafından verilmesi gerektiğini söyleseler de bu doğru değildir. Çünkü bu âleme doğmuş ve bu yeryüzünde yaşayan bir kimsenin, yaşamasının bedeli olan bir sadaka olduğu için fitre, zengin olsun olmasın hayatta olup yaşayan herkes tarafından az veya çok yaşamasının bedeli niyetiyle, nakit veya ayni olarak verilir. Bu sebepten çocukların, hatta yeni doğmuş bir günlük bebeğin dahi fitresi verilir. Bu itibarla fitre sadakasının hesaplanması, zekâttaki zenginlik hesabı gibi olmayıp, cenabı Hakk’ın bir kimseye verdiği vücudunun hacmi ile eş değerdeki bir topraktan elde edilecek arpa, buğday veya üzüm hurma vb. mahsul ile ölçülerek yapılır.
      Mesela; yaklaşık bir insan bedeni kadar topraktan elde edilecek arpa buğday, o zamanın fiyatları ile kaç para ederse o fiyat, o yılın fitre bedeli olur. Ki, bu hesaplamaya göre bir insan vücudu kadar topraktan, yaklaşık 2,9 kg arpa, 1.5 kg buğday, 2.9 kg üzüm ve hurma elde edilebilir kabul edildiği için, bu miktarlardaki arpanın, buğdayın, üzümün, hurmanın vb. mahsülün o zamanın fiyatlarıyla kaç para ederse, bu para arpaya buğdaya vb. mahsüle göre verilecek o yılki fitre bedelini oluşturur. Fakat her infakta olduğu gibi bu hesaplamalarla sınırlı kalınmayıp, istenilen oranda daha kıymetli mahsuller ölçü alınarak daha fazla da verilebilir. 
       Bu itibarla fitre sadakası; yaşayan bir kulun vücut varlığının sadakası olup, zenginler tarafından fazla fazla verilebildiği gibi, fakir muhtaç olan müminlerin de bir zeytin tanesi de olsa, bir bardak su da olsa fitre niyeti ile muhakkak vermeleri gereken bir sadakadır. 
Buna göre bu sadakayı bayram namazından önce veren zengin veya fakir her mümin, bayram namazını kılarak herkesle bayramlaşarak üç gün bayram neşesi ile tatlı yer tatlı konuşur. Büyüklerin elini öperek onları ziyaret eder, küçüklere bahşişler verilerek büyük küçük cümle müminler bayram sevincini paylaşırlar. Bu sevinci ifadeyle yeni elbiseler giyilerek, şarkıların türkülerin neşeli olanları ve oyun havaları söylenerek oyunlar oynanır. Hatta bazı Türk yurtlarında özellikle Türkistan ana yurdundaki bayram kutlamalarında, cami’lerin mescit’lerin üstüne ve
duvarlarına davul zurnalar yerleştirilir. Ve bayram namazı kılındıktan hemen sonra bu davul ve zurnalar eşliğinde tüm cemaat oyun oynayarak camiden çıkarlar. Ve cami avlusunda herkes oyunlar oynayarak bayramın ruhaniyetine uygun kutlamalar yaparak bayramlaşılır. Vesselam. 
Buraya kadar bahsettiklerimiz fitre sadakasının ve bayramının şeriat yönüne, yani zahirine ait değerlendirmelerdir.
         Fıtır sadakası ve bayramı, mana yönü ile değerlendirildiğinde ise, birçok hikmetler ve ledduni sırlar içerir: Bunu beyanla Hz. Resulullah (sav) efendimizin İbni Abbas’a “Vücudunu kayırma” demesi üzerine, İbn-i Abbas; “Ya Resûlullah, vücudum kusur mudur?” dedi. Resûlullah Efendimiz de cevaben; “Vücut günahı hiçbir günahla mukayese olunmayan bir günahtır.” buyurmuştur. Ki, bu hadisi şerifte ifade edilen vücut, et ve kemikten ibaret olan beden değildir. Kulun cehaletle var olduğunu zannederek kendine nispet ettiği ve gizli şirk olan vücudu varlığıdır. Bunu ifade ile Hz. Resulullah efendimiz; “Ben ümmetimin açık şirkinden değil gizli şirkinden korkarım”  buyurmuştur. 
Buna göre; leddun-i yönüyle Fitre sadakası, kulun “vücut günahı” olan “gizli şirk” ten temizlenmesini ve arınmasını ifade eder. Bu sebepten fitre bayramı namazında imamlar Fatiha’dan sonra, zammı süre olarak genellikle “Nefsini/benliğini temizleyip/arındıran gerçekten kurtuluşa ermiştir.” (Ala14) ayeti veya benzeri ayetleri okurlar.
İşte bu temizlik ve arınma, zahiri olarak yani şeriata göre sadaka verilerek yapılır. Ve sadakalar kulun bedenini ve malını temizler, fakat kul’un gizli şirk pisliğini temizleyemez. Bunu beyanla kuranda; “…müşrikler pistir…” (Tevbe-28) Buyrulur. Ki Şirk pisliği, aynı zamanda Kuranı Kerim’deki; “Allah kendisine ortak/şirk koşulmasını affetmez” (Nisa-48-116) ifadesinde olduğu gibi, affedilmeyen bir günahtır. Ve affedilmeyen günah olan şirk için yine kuranın “…Allah’a şirk koşma, çünkü Allah’a şirk koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür.” (Lukman-13) beyanından anlaşıldığı gibi büyük zulümdür. İşte hiçbir günahla mukayese olunmayan vücut günahı, büyük zulüm, affedilmeyen günah ve pislik olan şirk’ten kulun temizlenip arınmasının çaresi tevhittir. Ve Hadisi şerifte buyrulduğu gibi, nasıl açık ve gizli olmakla şirk iki kısım ise, tevhit te şeriat tevhidi ve tevhidi hakiki olmak üzere iki kısımdır. 
         Buna göre şeriat tevhidi, kelimeyi tevhidi kalbi ile tasdik edip dil ile söylemekten ibarettir. Ki bir kimse, “La ilahe illallah Muhammed en resulullah / Allahtan başka ilâh yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir” kelimesini kalbiyle tasdik edip dili ile söylemekle açık şirkten (müşriklikten) arınır. Ve şeriat tevhidine girerek, gayrı Müslimlikten (İslam dışılıktan) kurtularak, İslam dininin mümini olur. Bunu ifade ile Cenabı
Hak, Şeriat tevhidinin dışında kalmış olan ehli kitaba, yani Hırıstiyan ve Yahudilere hitaben; “De ki ey ehli kitap sizin ve bizim aramızda aynı olan şu söze/kelimeye gelin. Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah‘ı bırakıp ta birbirimizi rab’ler edinmeyelim…” (Ali İmran- 64) Buyurur ki, bu ayetin muhtevası tevhittir. Çünkü ehli kitap ve müşrikler Hz Resulullah’a iman etmediklerinden, yani “Muhammed en resulullah - Muhammed Allah’ın elçisidir” demedikleri için, Hatem/son peygamber olan Hz Muhammed’in (sav) tebliğindeki tevhit’ten mahrum kalıp, “la ilahe illallah - Allahtan başka ilâh yoktur” diyemiyorlar. Ve onlar Allah’ı beşer’e yani insana benzettiği için, Allah’a açıkça şirk koşuyor ve müşrik oluyorlar. Bunu ifade ile Kuranda; “Yahudiler Üzeyir Allah’ın oğludur dediler, Hıristiyanlarda Mesih, Allah’ın oğludur dediler…” (Tevbe-30) buyrulur. 
       İşte böyle açık şirk ehli olan gayrı Müslim (İslam dışı) müşrikler, “…Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah‘ı bırakıp ta birbirimizi rab’ler edinmeyelim…” (Ali İmran- 64) kuran davetine uyarlarsa, onlarda Hz Muhammedin tebliğine uymuş olup “Lailahe illallah Muhammeden resulullah” ikrarı ile tevhit dininin Mümini olurlar. Ve açık şirkten kurtulup, Şeriat’ın tevhidine dâhil olurlar. 
       Böyle şeriat Tevhidine dâhil olup ta açık şirkten arınan bir kul, gizli şirkten ise kurtulmuş olmaz. Kul’un gizli şirkten kurtulması için, tevhidin hakikatine daim zikir uyanıklığı ve meratibi ilahi olan tevhit makamları müşahedesi ile ulaşması gerekir. Ki, ancak o zaman kul tevhidi hakiki irfanı ile gizli şirk’ten arınıp kurtulur.  
         Vücut günahı olan gizli şirkten kul’u temizleyerek kurtaran tevhidi hakikiyi ifadeyle Hz peygamber efendimiz; ''El fakr’u fahri, el fakru fahri, el fakru fahri /  fakirlik benim iftiharımdır, fakirlik benim iftiharımdır, fakirlik benim iftiharımdır.” Buyurmuştur ki, bu hadisi şerifte beyan edilen fakirlik, mal mülk fakirliği değildir. Çünkü Hz. Resulullah (sav) maddi yönden zengin bir kimse idi ve ticarat yapan bir tüccardı. Hiç fakir kimse sermayesi olmadan tüccarlık yapabilirmi ? Yapamaz. Ayrıca Kuran’da “Seni fakir buldu da zengin etmedi mi?” (Duha-8) beyanı vardır. Pir seyit Muhammed nur Hz; “Resulullah efendimiz için, bazı kimseler madden fakirdi, yok hasırda yatardı, ekmek bulur katık bulamazdı derler. Bunların hepsi uydurma, yalan olup Hz. Peygambere iftiradır” diyor. Velhasıl Hz. Resulullah efendimize madden fakirdi demek, yukarıdaki ayeti inkar etmek olur ki, Hz.peygamberin iftihar ettiği fakirlik, tevhidi hakikinin fenafillah keşfi irfanıyla, gizli şirk ve vücut günahı olan nispet varlığının fenası / yokluğu olan fakirliktir.                 
        Bu fakirliği Hz resulullahın üç defa tekrar etmesi ise, nisbet varlığın üç tesir ile kulda gizli şirk oluşturmasındandır. Bu tesirin birincisi kulun kendine ve âleme nispet ettiği fiiller yönündendir. İkincisi, kendine ve âleme nispet ettiği sıfatlar yönündendir. Üçüncüsü ise, kendine ve âleme nispet ettiği vücut yönündendir. Velhasıl, Hz. Resulullah nispet fiilinin, sıfatlarının ve vücudunun olmaması itibarıyla fakirdi ve bu fakirliği ile iftihar etti. 
İşte bir kimse bu varlıklar Hakk’ın iken, cehaletle bunlara sahip çıkıp cümle faaliyette Allah Fail iken ben Fail’im, cümle sıfatta Mefsuf  Allah iken, Ben Mefsuf’um, cümle varlıkta Hakk Mevcud iken, cehaletle kendi nispetlerini var zannetmesi onun vücut günahıdır. Ve kul’un cehaletle var zannederek işlediği vücut günahını, tevhid-i hakiki irfanı ile fena / yok etmesi, onun ledduni yönden fitre vermesi olup, “gizli şirk” pisliğinden arınıp “Nefsini / benliğini temizleyip / arındıran gerçekten kurtuluşa ermiştir.”(Ala-14) beyanındaki ledduni hikmet gereğince temizlenmesidir. Ve ilmi hakikate göre fitre sadakasının verilmesidir. 
         Böyle hakikate göre fitre veren bir kul ancak bayram namazının hakikatine ulaşıp, rabbine vuslat neşesi ve zevki ilahi ile zevklenerek bayram eder. Ki böyle irfana mazhar olan arif ve kâmil bir kulun nazarında Hakk’ın hüsnü cemalinden (güzel yüzünden) başka bir müşahede olmaz. Çünkü onun kendi nispet varlığı fena/yok olduğundan o yokluğuyla rabbin mevcuttaki zuhuru müşahedesine erişir. Ve Kur’an’ın “…Siz yüzünüzü nereye çevirirseniz çevirin Allah’ın yüzü oradadır.” (Bakara-115) beyanı mazhariyetiyle o, her nereye baksa rabbin vechinden / yüzünden başka bir şey görmez. Ve daima rabbin hüsnü cemali (güzel yüzü) müşahedesi ile bayram yapar. Ki bunu ifadeyle Hacı Bayramı Veli Hz; 

“El fakru fahri el fakru fahri”
Demedi mi âlemler fahri

Fahrinin zikrin fahrinin zikrin
Mahv u fena da buldu bu gönlüm

Bayramım imdi bayramım imdi
Yâr ile bayram kıldı bu gönlüm diyor. 

       Ayrıca Bu bayramın üç gün olması Rabbin vechinin zat, sıfat ve ef’al tecellileriyle kuluna gözükmesinden dolayı dır. Ki, bu üç tecelli müşahedesine ulaşan bir kul, ebediyen cümle âlemlerde rabbini müşahede bayramının neşe ve zevki ile yaşar. 
Allah her şeyi en iyi bilendir.
Fitre sadakasının ve bayramının ledduni hikmetin dair açıklama burada hatalarıyla beraber tamamlanmıştır. Fitre sadakasının ve bayramının hakikatine ulaşmayı ihsan etmesi niyazıyla âlemlerin rabbine hamt, Hz. Muhammed’e (sav) ve evladı Resule selam olsun.    

                                                                                      Nejdet Şahin 

19 Temmuz 2014 Cumartesi

KADİR SURESİNİN AÇIKLAMASI


Bismillâhirrahmanirrahim

 

1- İnna enzelna hu fi leyletil kadr.-Şüphesiz biz onu Kadir gecesinde indirdik.

2-Ve ma edrake ma leyletul kadr.- Kadir gecesini sana idrak ettiren / sana bildiren nedir?

3- Leyletul kadri hayrun min elfi şehr.-Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır.

4- Tenezzelül melâiketü verruhu fiha biizni rabbihim min külli emr.- Melekler ve Rûh, rablerinin izniyle o gecede her iş için iner de iner.

5- Selamun hiye hatta matle’il fecr.- Bir selâm / esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, fecr / tan yeri ağarıncaya kadar!

 

      Beş ayetten ibaret ve Mekke’de inmiş olan Kadir suresinin ismi, içinde bahsedilen “Kadir gecesin” den gelir. Ramazan o aydır ki; insanlara kılavuz olan, iyi-kötü ayrımıyla hidayetten kanıtlar getiren Kur'an, onda indirilmiştir... (Bakara-185) Ayet beyanı gereğince, İslam dünyasında ramazan ayının Kadir gecesi; kuranın, Allah’ın zatından levh-i mahfuza (muhafazalı levhaya) cem / toptan olarak indiği gece olarak bilinir. Ve birçok hadisi şerif beyanı gereğince, ramazan ayının son on günü ve ramazanın yirmi yedinci gecesinin Kadir gecesi olduğu genel kabuldür. Ve ramazanın yirmi yedinci gecesinde zahiren çeşitli nafile ibadetler, vaaz, nasihat ve hayra yönelik faaliyetlerle İslam dünyasında Kadir gecesi kutlamaları yapılır.

     Hz. Resulullah efendimize vahiy olan sure ve ayetlerin toplamı Kuran’dır. Vahyin sure sure ayet ayet değerlendirilmesi ise, Furkan’dır. Ki bunu beyanla Ehl-i kemâl; “Kadir gecesinde Hz. Muhammed’in (sav) gönlüne Kuran toptan indi, yirmi üç yılda Cebrail’in vahiy etmesiyle Furkan olarak zahir oldu” demişlerdir.      

     Ledduni hikmet yönü ile Kadir suresinin değerlendirilmesi ise şöyledir: Cümle âlemleri ve varlıkları yüce Allah’ın 1- zat, 2- sıfat, 3-esma, 4- ef’âl, 5- asar / ahkâm olan beş tecellisi oluşturur. Ki zat tecellisi; Hakk’ın kendi Ehad’ lığından (tekliğinden) gayrısını kabul etmeyen zuhurudur. Sıfat tecellisi ise; yüce Allah’ın hayat, ilim, irade. Kudret, sem’i, (işitmek / duymak) basar, (görmek) kelâm ve tekvin. (yaratma) olan sıfat-ı subutiye (sabit değişmeyen sıfatları) zuhurudur. Ve bu zuhuru ile cenabı Hak cümle mülk âleminin ve tüm faaliyetlerin aslı hakikatini oluşturur. Esma tecellisi; isimlerle olan zuhurudur. Ve bu zuhuru ile yüce yaratıcı cümle mülk âlemini oluşturur. Ef’al tecellisi; iş oluş amel faaliyeti ile olan zuhurudur. Ve açığa çıkan her türlü iş ve faaliyeti oluşturur. Asar / ahkâm tecellisi ise; hükmün, hüküm neticesinin zuhurudur. Yani halkıyetin / yaratılışın yüce gayesinin açığa çıkmasıdır. Ki rabbin bu beş tecellisinin mahiyeti, Hz. Muhammed’e (sav) vahiy olan sure ve ayetlerde mevcuttur. 

        Bu tecellilerin evvelinin ve aslının Hakk’ın zat’ı olması yönüyle, Hakk’ın zat’ı cümle tecellileri kendinde toplar. Bu itibarla, cümle tecellileri ve varlığı rabbin zat tecellisinin kendinde cem edip toplaması gibi; sure ve ayetleri içerdiği mana ve mahiyetleriyle beraber kendinde toplamasıyla Kuran, Rabbin zatı nı temsil eder.

Kuranın rabbin zatı nı temsilini ifadeyle ayette;“ İnna enzelna hu…-Şüphesiz biz O’ nu…” Buyruluyor ki, bu ayetin Arapça ifadesinde geçen “Hu” ismi, zahiri anlamıyla O’ demektir. Fakat ledduni mana yönüyle “Hu” ismi; cümle tecellileri kendinde toplayan ve gaybı mutlak hüviyet olan rabbin zatı’ nı remiz eder. Bunu beyanla pir Seyyit Muhammed nur Hz; “Hu esmayı ilâhiyedir ve Hakk'ın gaybı mutlak hüviyetini ifade eder” diyor. Bu itibarla, ayette kadir gecesi inzal olup indirilenin “Hu” olarak beyan edilmesi;  Muhammed-i kulluğa ulaşan bir gönlün, kuranın remiz ettiği rabbin zat tecellisine mazhar olmasıdır. Ki sure ve ayetlerin mahiyetlerini kendinde toplayan Kuranın sırrına insanı kâmil mazhardır. Çünkü Hadisi şerifte “Kuran ve insan ikiz kardeştir” buyrulmuştur.  

Bunu beyanla;, doğuştan her insanda Kuran sırrı potansiyel olarak vardır. Fakat insanı kâmil’de Kuran sırrı faal ve aktiftir. Ve Kuran sırrı olan zamanın mürşidi kâmilinin telkiniyle, rabbin talip ve âşıkları irşat olup aydınlanır.

Kâmilin Kuran sırrı olmasını ifadeyle Seyfullah Nizam oğlu Hz:

 

Bu aşk bir bahri ummandır bunun haddi kenar olmaz

Delilim sırrı Kurandır bunu bilende ar olmaz, der. (Delil; yol gösterici, mürşit demektir.)

 

     Kuran sırrı olan mürşidi kâmilin irşat / aydınlatma faaliyeti, Hz. Âdem’den (as) beri cümle peygamber ve velâyet elçilerinin mesleki resul telkini olarak devam eder. Ki tüm zamanlarda var olduğu gibi kıyamete kadar yeryüzünde var olacak olan mürşidi kâmilin mesleki resul irşadı ile bir insan, Muhammedi kulluğa erişerek gönlü Kuran sırrı olan rabbin zat tecellisine mazhar olur.

       İşte böyle mesleki resul seyri süluku gören bir kulun gönlünün, kendi ehad’ lığından / tek’ liğinden gayrısını icap etmeyen rabbin zat tecellisine mazhar olması, o insanın gönlüne Kuran’ın sırrının açılıp inzal olması ve o kulun Kadir gecesi idrakine erişmesidir. Ki bunu ifadeyle ayette;

“1- İnna enzelna hu fi leyletil kadr.-Şüphesiz biz onu Kadir gecesinde indirdik.” Buyruluyor. Yani “Hu” isminin ifade ettiği rabbin zat tecellisini temsil eden Kuran sırrını, Muhammedi kulluğa erişen insanın gönlüne “Kadir gecesi” keyfiyeti olarak inzal edip açtık, demektir. 

Sonra;“2- Ve ma edrake ma leyletul kadr.- Kadir gecesini sana idrak ettiren / sana bildiren nedir?” Diye sual ediliyor ki, bu sualin cevabı şöyledir; “Kadir;” kelime olarak ‘değerli kıymetli’ anlamında olup “Gece” ise; görünen tüm renkleri eşya ve varlıkları gecenin siyahlığıyla örtücülüğüdür. Buna göre; gecenin siyahlığıyla tüm renkleri ve varlıkları örtmesi gibi rabbin, zat-ı ehad / teklik) tecellisiyle gayriyeti ve ikilik kesretini (çokluğunu) örtmesinin idraki olan Kadir gecesi, çok değerli ve kıymetlidir. Ve zamanın kâmil mürşidinin irşadıyla, yokluğunda zahir olan rabbin zat tecellisi mazhariyetiyle bir insan, kıymeti ve değeri yüce Kadir gecesini “idrak eder” vesselam.

Devamla “3- Leyletul kadri hayrun min elfi şehr.-Kadir gecesi bin aydan daha hayırlıdır. Buyruluyor. Ki ayette beyan olunan “bin ay,” yaklaşık 83 yıl eder. Ve 83 yıl, bu imtihan âlemi olan yeryüzünde yaşayan bir insanın dolu dolu geçen ömrü müddetini ifade eder. Bu itibarla, imtihan âlemi olan bu yeryüzünde Kadir gecesi idrakine erişmeden “bin ay,” yani dulu dolu bir ömür boyu müddetince yapılan her türlü ibadet ve kulluktan, mahiyeti yukarıda beyan edilen Kadir gecesi İdrakine ulaşmak, “daha hayırlıdır” demektir.

“4- Tenezzelül melâiketü verruhu fiha biizni rabbihim min külli emr.- Melekler ve Rûh, rablerinin izniyle o gecede her iş için iner de iner. Burada beyan olunan “Rûh,” rabbimizin vahdet / bir’lik tecellisidir. Ve “Ruh” ikilik kesretini (çokluğunu) icap etmediği için, ayetteki “Ruh” beyanı vahdet-i vücut zuhurunu ifade eder. Yine ayette ifade olunan “Melekler” ise, rabbin tüm tecellilerini asla itiraz etmeksizin yerine getiren mahlûklardır / yaratıklardır. Çünkü melekler ancak emir olundukları görev üzere o emri yerine getirmesini bilirler, aksi olan o emri yerine getirmemeyi bilemezler, aynı gözün görmekten kulağın işitmekten başka bir şey yapmaması gibi.

“Meleklerin ve Ruh” un indiği “o gece” den maksat ise; yeryüzü olan imtihan âleminde et ve kemikle bedenlenip yaşayan bir insanı,  rabbin müşahedesinden ve rabbin katından uzak ve ayrı koyan, tabiatın tesirindeki kulluğunun ömrü gecesidir.

Ki Kadir gecesi idrak ve marifetine erişen bir kişi, insanı kâmil olarak Muhammed-i kulluk üzere yaşar. Ve o, aynı “melekler” gibi yüce Allah’ın vahiyle olan emir ve yasaklarına kesinlikle muhakkak itaat ettiği gibi, O’nun kulluğunda vahdet-i vücut imanı olan “Ruh” hâkim olur. İşte böyle Kadir gecesi idrakine ulaşan insanı kâmilin, yeryüzünde et ve kemikle bedenlenmiş kulluğunun  mahiyetini, melek ve ruh mazhariyeti oluşturur, demektir.

      “5- Selamun hiye hatta matle’il fecr.- Bir selâm / esenlik ve huzur vardır; sürüp gider o, fecr / tan yeri ağarıncaya kadar! Melekler gibi Allah’ın emir ve yasaklarına mutlak itaat. Ve ruh olan vahdeti vücut imanı mazhariyeti ve Kadir gecesini idrak kemâli marifetiyle. “Selam / esenlik ve huzur” la, yeryüzünde tabiat tesirinde olan dünya ömrü gecesinde yaşayan insanı kâmil, tüm zamanlarda var olur. Bu var oluş; ta ki “Her nefis / benlik ölümü tadacaktır…” (Al-i İmran-185) hükmü ile tabiat tesirine mecbur ve mahküm olan bedeninden insanı kâmilin ölümle ayrılıp, rabbine vuslat sabahı olan fecr / tan yeri ağarıncaya kadar!”  devam eder “sürüp gider,” buyruluyor. Her şeyi en iyi bilen ancak Allah’tır.

      Kadir suresinin ledduni hikmet üzere olan yorumu / açıklaması hatalarıyla beraber tamamlandı. Allah’a hamt resul u Muhammed’e ve evladı resule selam olsun, rabbim bizleri de Kuran sırrına erişmiş insanı kâmil kulluğuna mazhar kılsın. Amin.    

 

                                                                                    Nejdet Şahin                        

                                                                             05- 09 2012 Çarşamba      

                                                                                           Salihli