21 Eylül 2011 Çarşamba

Ariflerde ar olmaz hiç bir şeyden kahrolmaz

Ariflerde ar olmaz hiç bir şeyden kahrolmaz  
Kahrı lütfu bilmeyen hiç bir dem rahat olmaz

Ariflerde ar olmaz, sözüyle anlatılan şudur: Ar, perdedir ki, Cenab-ı Hak’la arifin arasında perde olmaz, demektir. Kur’an’da “Onlara enfus / kendinde ve afaklarında / kendinin haricinde ayetlerimizi göstereceğiz. Ta ki, Hak ayan-beyan belli olsun / görünsün.” (Fussılet, 53) Buyrulur. Arif, bu ayette ifade edilen mana ve hikmete mazhar olarak, gerek enfusunda, gerekse afakında Hak’tan gayrı görmeyendir. Kur’an’da “İş ve oluşun tümü Allah’ındır…” (Ra’d, 31) “De ki; emir / iş ve oluş tümüyle Allah’ındır…” (Al-i İmran, 154) buyrulur. Başka bir ayette ise “Her şey yoktur, fanidir. Rabbin celal ve kerem yüzüdür var olan.” (Rahman, 26-27) beyan edilir. İşte bunlar ve benzeri ayetlerden anlaşılıyor ki; ister kahır, ister lütuf olsun, her bir tecelli Hak’tan gayrı olmayıp, Hakk’ın zuhurudur, yani Hakk’ın zat-ı tekliğinden celal ve kerem isimleriyle açığa çıkmasıdır. Kahır, ism-i celal tecellisidir. Kerem ise, ism-i cemal mazharıdır ki, lütuf’ta cemal tecellisidir. Bu itibarla bizim kahır ve lütuf olarak değerlendirdiğimiz olaylar,Rabbin celal ve cemalidir. Hakk’a arif olmayanlar, sen yaptın, yok şundan oldu, bundan oldu, falanca bunu dedi, şunu yaptı... zan ve anlayışıyla; cümle oluş ve faaliyetleri cehaletle Hak’tan gayriye nisbet ederek üzülür, kahrolur ve hiç rahat edemez.
Halbuki hayır ve şerrin Allah’ın kudretinden meydana geldiğine inanmak, imanın şartlarındandır. İşte kahır ve lütfun, hayır ve şerrin, Allah’ın kudretinden olduğunu bilmek için daim zikir ve ilm-i tevhid irfaniyetine mazhar olmak lazımdır. Ancak bu irfaniyetle kul, enfus ve afaktaki tecellinin Hakk’ın zuhuru olduğuna ve hayrın da şerrin de Allah’ın kudretiyle zahir olduğuna arif olur ve gayriyete kahır olup üzülmekten kurtulur. Vesselam .

Hak diyen gafil olmaz siler kalbin kir kalmaz

Kişi nefsin bilmezse ol Hakk’a arif olmaz


Her azamızın bir yaradılış sebebi vardır. Kalbin yaradılış sebebi ise, Cenab-ı Hakk’a mekan olmasıdır. Çünkü hadis-i kudside “Ben yerlere ve göklere sığmam, ancak mümin kulumun kalbine sığarım.” buyrulmuştur. Her insanın kalbi, Hakk’ı misafir etmeye potansiyellidir. Fakat bir kalb, masiva / gayriyet sevgisiyle dolmuşsa, o kalb sahibi, Hak’ tan gafil olur. Kalbteki masiva, gayriyet sevgisi olan kir ve pisliği temizleyecek olan ancak kalbi zikirdir. Kur’an’da “İnananların kalbleri zikrullah ile tatmin olur. Dikkat edin / gözünüzü açın, kalbler zikrullah ile mutmain olur.” (Ra’d, 28) buyrulmuştur. Hz. Pir “Kalbi zikir; zikr-i daimi meydana getirir.” diyor. Her kim ki, zikr-i daime mazhar olursa, o kimse gafletten uyanır, gayriyet olan kir ve pisliğin muhabbetinden kurtulup, o kalbinde muhabbetullahın hakim olduğu bir uyanıklığa ulaşır.
‘Kişi nefsin bilmezse ol Hakk’a arif olmaz’ sözünden maksat ise şöyledir: Kulun Hakk’a arif olması için, nefsine yani kendisine arif olması gerektir. Hadis-i şerifte “Kim nefsini / kendini bilirse, o Rabbini bilir.” buyrulmuştur. Kur’an-ı Kerim’de ise “Kendini / nefsini bilmeyenden başka kim İbrahim dininden / Hanif milletinden yüz çevirir….” (Bakara, 130) beyanı vardır. İbrahim dini, tevhid dini olup, Hanif ise tevhid ehli yani muvahhid demektir. İşte her kim ki, zikr-i daim uyanıklığı ve tevhid-i hakiki irfaniyetiyle kendini bilirse, o kimse Hakk’a arif olur. Her kim de daim zikirden ve makamat-ı tevhid irfaniyetinden mahrum olursa, o kendini / nefsini bilemediği gibi, Rabbini da bilemez, yani Hakk’a arif olamaz. 

Çağır Allah’ı seste Allah de her nefeste
Can bülbülü kafeste ötmeyince şad olmaz

Allah’ı sesle çağırmak, cehri, yani dille ve yüksek sesle zikir yapmaktır. Camilerde, tekkelerde ve umuma açık olan yerlerde cehri, yani dille, sesli olarak zikir yapılır. Dille yapılan cehri zikir, kulun yalnız dilini uyandırır, vücudun diğer azaları ise, zikirden gaflet eder. Fakat kalbi zikir, bütün azalara tesir ederek kulu gafletten uyandırır. Çünkü kalb, merkezi azadır, ki merkezin uyanmasıyla vücut kafesini oluşturan cümle azalar uyanır. İşte can bülbülü, kalbine her nefeste zikr-i daim yerleşmiş olan saliktir,ki salikin kalbi zikrullahla tatmin olunca,o muhabbetullahla zevklenerek mutlu ve şad olur, vesselam. Her nefeste daim zikir, kalbi zikirsiz hasıl olmayacağından, kalbi zikre gayret et ki; her nefeste daim zikire ulaş, buyruluyor.

Severim seni candan hiç çıkarmam gönlümden
Sana inanmayanlar iman-ı kamil olmaz

Zikr-i daim; masiva yani Allah’tan gayrı şeylerin sevgisini kalbten uzaklaştırır, yerine Allah muhabbetini hakim kılar. Fehmi Efendi bunu beyanla ‘Gönlümde daim zikirden hasıl olan muhabbetle seni seviyorum ve seni hiç gönlümden çıkarmıyorum.’ diyor. Çünkü daim zikre mazhar olan kul, her nereye gitse Allah der, nereye dönse Allah der ve hep Allah’ladır. Hz. Pir “Zikr-i daim, hacc-ı ekber ve cihad-ı ekberdir.” diyor. Daim zikirle, salikin gönlünde gayriyet / masiva muhabbetine yer vermemesi, cihad-ı ekberdir, yani büyük harptir. Salikin her nerede olursa olsun, her nefeste zikrullah mazhariyeti ise hacc-ül ekber, yani büyük hacdır. Çünkü hac, Beytullah’ı, yani evinde Allah’ı ziyarettir. Kalb Allah’ın evidir ki, kalbinde zikr-i daim olan kul, her nerede olursa olsun, her nefeste Allah’ı ziyarettedir, Vesselam.
‘Sana inanmayanın imanı kamil olmaz’ demek ise: Kamil mürşitten talim edilen zikr-i daime iman etmeyen kimsede, zikrullah uyanıklığı hasıl olmaz ve o kimse, tevhid-i hakiki irfaniyet ve kemalatına ulaşamaz, demektir. Böyle kimseler ancak laf üretir ve tevhidin lafzıyla, yani kelimesiyle meşgul olur. Velhasıl bir kimseyi iman-ı kamile götürecek olan mürşid-i kamil tarafından tarif edilen zikr-i daimdir. Bir kimse inanır da, kamilin zikr-i daim telkinine mazhar olursa, o kimsenin imanı, iman-ı kamile ulaşır. Eğer bir kimse zikr-i daim telkinine inanmazsa, o kimsenin imanı, iman-ı kamile ulaşmaz, demektir. Allahualem.

Senden gayrı yok mabed kıblem sensin her cihet
Huzurum ile’l ebed senden gayrı yar olmaz

Mabed, ibadet yapılan yerdir. Ehli kitap olan Hıristiyanlar kiliseye, Yahudiler havraya gidip, taç, hırka, cübbe gibi özel kıyafetler giyerek, tahtta duran, elinde asa, tütsü mum vb. şeyler olan din adamlarıyla ibadet yapabilirler.
İslam dininde ise, temiz olmak şartıyla, her yer mabettir. Yani bir Müslüman herhangi bir özel kıyafet giymeden, özel mekan gözetmeden, yeryüzünün her bir yerinde ibadetini yapabilir. Eskiden tekkelerde özel kıyafetler giyen ve başında taç, takke veya sarık, elinde asa olup da, post veya tahta oturarak zikir ve sohbet yapan şeyhler vardı. Bugün dahi bu geleneği, bazı nakıs / eksik, kamil olmayan mürşidler, şeyhler, cemaat önderleri veya onların vekil ve halifeleri devam ettiriyorlar. Bunlar özel kıyafetler içerisinde, özel mekanlarda faaliyet göstermektedirler. İbadetin ve zikrullahın, onların belirlediği özel kıyafetler ve özel mekanlarda yapılmasının gerekli olduğunu, hatta bu kıyafet ve mekanların haricinde zikir yapılamayacağını dahi ifade edenleri vardır. Bunlar, bir de bu hal ve tavırlarını, ilgi alanlarına, etraflarına bir kemalatmış gibi empoze etmektedirler.
Fakat kamil olan mürşitten kalbi zikir telkinini alıp zikr-i daime mazhar olanın, özel mabedi, özel kıyafetleri olmaz. O, yeryüzünün her neresinde olursa olsun, nefes alabildiği ve yaşadığı her yerde ve her nefeste zikreder. Onu hiç bir hal ve beşeri faaliyet, zikr-i daimden alıkoymaz. Hz. Pir’in “İki ayaklı tekke olunuz.” buyurduğu gibi, onlar iki ayaklı tekkedirler. Çünkü Kur’an’da “Öyle erler vardır ki, ne bir ticaret ne bir alışveriş onları Allah’ın zikrinden, namaz kılmaktan, zekat vermekten alıkoymaz…” (Nur, 37) Beyanı vardır. Bu itibarla zikr-i daim saliki, her nereye dönerse, Allah deyip de başka bir şey söylemediği için, daima Allah’la olur. Bunu beyanla Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri “Zikir salikinin kıblesi “semme vechullah”tır/Allah’ın yüzüdür.” diyor. Velhasıl zikr-i daime mazhar olan Fehmi Efendi, her nefeste ve her yerde ibadet, Allah’a kulluk yaptığı için ‘Senden gayrı mabedim yok, sen benim her tarafta, her cihette kıblemsin.’ diyor.
‘Huzurum ilelebet’ demek ise şöyledir: Hz. Pir “Zikr-i daim ehlinin imanı, iman-ı huzurdur.” buyurmuşlardır. Çünkü zikr-i daim, dünya ve ahiret dahil bütün alemlerde yapılabilen ve cümle alemlere mahsus olan büyük ibadettir. Bu itibarla Kur’an’da “Kitaptan sana vahyedileni oku, namazı yerine getir. Çünkü namaz çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki zikrullah en büyük ibadettir…” (Ankebut, 45) buyrulmuştur. Namaz, oruç, hac, zekat vb. ibadetler, bu alemde ve unsur bedenle yapmakla yükümlü olduğumuz ibadetlerdir. Bu alemden göçüp de, unsur bedenimizden  ayrılmamızdan sonra bu ibadetler yapılmaz. Çünkü imtihan yeri bu alemdir. Her kim burada bu ibadetleri yaparsa, ahirette mükafat ve ecre mazhar olur, yapmazsa cezaya, azaba muhatap olur. Fakat zikr-i daim, cümle alemlerde yapılabilen büyük ibadettir.
Hadis-i şerifte “Allah bir kula bir çok nimetler verir fakat geri alabilir. İki nimeti vardır ki, bir kuluna verdi mi geri almaz. Bu nimetlerin biri zikrullahtır, hangi kulun kalbi zikrullahla kurulmuşsa onu durdurmak Allah’ın şanından değildir. Diğeri ise, kul ile arasındaki perde kalktı mı bir daha onu örtmek Allah’ın şanından değildir.” buyrulmuştur. Velhasıl her kim ki, zikr-i daime mazhar olursa, onun imanı, iman-ı huzurdur. Çünkü o, bu alemde ve cümle alemlerde, daim zikrullah uyanıklığıyla ebediyen, ilelebet Allah huzurunda olur. Vesselam.

Geldim vahdet ilinden zevki gitmez gönlümden
Ben bir garib bülbülüm kimse bana yar olmaz

Hadis-i şerifte “Gurbette garip olun.” buyrulmuştur. Garip, asıl vatanından ayrı olan kimseye denir ki, onun hali gurbetliktir. Allah, cümle halk-ı alemi zat-ı tekliğinden yaratmıştır. Bu itibarla yaratılmış olan her şeyin aslı Hakk’ın varlığı olup, Hak, her şeyin vatan-ı asliyesidir. İşte hadis-i şerifte ifade edilen, siz bu alemde yaşarken, Hakk’ın varlığından zahir olduğunuzu bilin ve asıl vatanınızın Cenab-ı Hak olduğunu bilerek yaşayın, demektir. İşte böyle bir irfaniyete mazhar olan Fehmi Efendi Hazretleri ‘Geldim vahdet ilinden, zevki gitmez gönlümden, ben vatanından ayrı bir garip bülbülüm, kimse bana yar olmaz.’ diyor. Zikr-i daimin zevki, vahdet ilinin zevkidir, yani zevkullahtır. Bir kimse vahdet zevkiyle bülbül gibi her nefeste Allah derse, onun halini kimseler bilmez ve kimse ona yar olmaz. Çünkü zevkullaha mazhar olanın vatanı da, dostu da, yari de, Allah’tır. Vesselam.

Ben Fehmi’yim ar etmem kuş gibi karar etmem
Bu kafesten uçarım hiç beni gören olmaz

Kuşların kararı, kapasitelerine göre belli bir yüksekliğe çıkabilmeleri ve belli bir mesafeye  kadar uçabilmeleridir. Kafes ise, kulun cehaletle var zannettiği cümle alemin ve kendi nisbet varlığıdır. Bu alemde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbine kavuşmayan her kul, bu nispet varlık kafesindedir. Bunlar, bu alemdeki ve ahiretteki kulluğunu nefsinin tabiattan aldığı lezzetlerle kayıtladıklarından, bu alemde ve ahirette nisbet varlık kafesinde yaşarlar. Kulun cehaletle var zannettiği nisbet varlık zanları, onun kafesinin hudutları ve kararı, yani menzili olur. Bu itibarla bunlar nisbet varlık kafesinden çıkamazlar, makam-ı insana yükselemeyip, insan-ı kamil olamazlar. Böylece yaradılışının yüce gayesi olan Rabbine vuslattan mahcup ve mahrum kalırlar.
Fakat her kim ki, mekteb-i irfana dahil olur da, kendine ve aleme, cehaletle nispet ettiği varlıklardan, zikr-i daim ve tevhid mertebelerinin keşfi irfaniyetiyle kurtulursa; o nisbet varlık kafesinden çıkarak, ruha, yani ikilik kabul etmeyen Bir’liğe yükselir ve Rabbine vuslat eder. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Benim menzilim, kafesin içindeki kuşlar gibi belli mesafe ve mekanla kayıtlı değildir. Ben zikr-i daim ve meratib-i tevhid irfaniyetiyle cümle nispet varlık kafesinden kurtulup, Cenab-ı Hakk’ın hudutsuz, ebedi varlığına ulaştım, benim mazhar olduğum bu hal ve irfaniyet keyfiyetini, nisbet varlık kafesi içinde yaşayanlar bilemez, göremez.’ diyor.
Allah, her şeyin en iyisini bilendir.

Hiç yorum yok: