10 Eylül 2011 Cumartesi

Ey gönül uslanmaz mısın

Ey gönül uslanmaz mısın
Uçar yorulmaz mısın
Hiç bir dala konmaz mısın 

Dertli gönül deli gönül
Düştün dilden dile gönül

Gönül ve kalb aynıdır. Her azanın yaratılışının bir sebebi, hikmeti vardır. Kalbin yaratılışının sebebi ise, Allah’a mekan olmaktır. Çünkü hadis-i kudside Cenab-ı Hak “Ben yerlere göklere sığmam ancak mümin kulumun kalbine sığarım.” buyurmuştur. İşte bir kimse böyle kamil bir mümin olursa, onun gönlünü Allah kendine mekan yapar ve o kalb Allah’ın evi, yani Beytullah olur. İşte kalbin yaradılışının amacı budur. Bir mümin kulun gönlü, beytullah oluncaya kadar, o kul dertlidir ve rahat edemez. Çünkü o, benim Allah’ım nerede, uzak mı yakın mı, yakın ise bu yakınlık nasıldır, Hakk’a vuslat nedir, nasıldır, mümkün müdür? Gibi müşküllerle dertlenir ve bu dertlerine çare araştırır, sorar.
İşte bu dertlinin hali, onu dilden dile düşürür, yani halk onun dedikodusunu yaparak dillerde dolaştırır. Onun daldan dala konması ise; kulun, müşkül ve dertlerine şifa, çare buluncaya kadar nerede bir alim, arif varsa ona gidip derd-i müşkülüne çare aramasıdır. Yani ehl-i kemali bulmak için araştırma yapıp arayıp sormasıdır. Velhasıl dert, derd-i ilahi olursa kulu daldan dala kondurur, dilden dile düşürür, fakat bu dert aynı zamanda kulu terakki ettirir.

Senin vatanın nerede 
Mekan tutmazsın bir yerde
Nasıl girdin sen bu derde 

Dertli gönül deli gönül
Düştün dilden dile gönü
l
Bir kimse, ehlullahın bir eserinden okuyarak veya birinden işiterek, kulun asıl vatanı Allah katı olup, gerçek kulluk ise bu alemde Rabbine vasıl olmasıdır anlayışına ulaşırsa; o kimse Hakk’ı araştırmaya başlar ve böylece derd-i ilahiye dahil olur. Hadis-i şerifte “Vatan sevgisi imandandır.” buyrulmuştur. Bu hadis, anlamı batın olan hadislerdendir.
Kulun vatanı, kendi hakikatidir yani aslıdır. Çünkü Allah, kulun suretini kendi mülkünden, canını, yani ruhunu ise kendi ruhundan yarattı. İşte bu yaradılışın sebebi ise, kul asıl varlığı olan Hakk’ı arasın, onu bulup ona kavuşsun diyedir. Çünkü hadis-i kudside Allah “Bilinmekliğimi muhabbet ettim ve halkı halk ettim / yarattım.” buyuruyor. Bu beyandan da anlaşıldığı gibi, kulun asli vatanı olan Rabbini arayıp bulması ve ona kavuşması, hep muhabbetullahla olur, yani Allah aşkı, muhabbeti ile mümkündür.
İşte bir kul, derd-i ilahi ve muhabbetullaha mazhar olursa, her türlü gayriyet, meşguliyet ve muhabbeti onu tatmin etmez ve onu rahatlatmaz. Bu itibarla dert ve aşk ehli, bunlardan uzak olur, yani gayriyet ve masivayı kendine mekan yapmaz, orada durup eğlenmez. Onun mekanı, asıl ve hakiki vatanı olan Rabbin katıdır, Rabbine vuslattır, vesselam. Bunu beyanla “Derd-i ilahiye mazhar olan kimse, vatan-ı asli olan Rabbine kavuşması için gayriyeti, masivayı mekan tutmaz.” buyruluyor. Bu manaya işaretle Kur’an-ı Kerim’de “Gözü bir tarafa kaymadı, sağa ve sola dönmedi.” (Necm, 17) beyanı vardır. Gözün kaymaması, kulun Rabbinden gayriye itibar etmemesi ve daima Rabbine bakıp, onu müşahede etmesidir. Allahualem.

Senin aslın neslin var mı 
Bu yerde mahremin var mı
Senin derdin bilen var mı 

Dertli gönül deli gönül
Düştün dilden dile gönül

Süleyman Çelebi Hazretleri Mevlid’inde:

Bu Süleyman kuluna rahmet et,
Ehl-i derdin sohbetine mahrem et

buyurmuştur.
Dert ehli, Adem (as)’dan bu zamana kadar hep var olmuştur ve halen vardır. Ehl-i dertle beraber onların meclisinde olmak, bir kula rahmettir, iyiliklerin en alasıdır. Çünkü dertlinin müşkülleri, o meclistekilerin irşadıyla çözüldüğünden, dertli orada derdine deva, şifa bulur. İşte o şifa kulu terakki ettirerek aslına, yani Rabbine kavuşturur. Gönlünde derd-i ilahi olanın mahremi, gizliliği, ehl-i dert olmayanlaradır. Yoksa dertlinin hali, ehl-i derde ayan olup açıktır. Nasreddin Hoca Hazretlerinin “Damdan düşenin halini ancak damdan düşen bilir.” buyurduğu gibi, dertlinin haline ancak ehl-i dert aşinadır. Vesselam.

Yardan ayrıldın yastasın 
Gurbet ilde kafestesin
Yanar için hasrettesin 

Dertli gönül deli gönül
Düştün dilden dile gönül

Kur’an-ı Kerim’de “Biz insanı en güzel surette / biçimde yarattık, sonra aşağıların en aşağısına indirdik. Kim iman eder, amel-i salih işlerse ona sınırsız / kesintisiz iyilikler, ecirler vardır.” (Tin, 4-6) buyrulmuştur. Cenab-ı Hak, kendi varlığından yarattığı kulu aşağıların aşağısı olan bu şahadet alemine, yani yeryüzüne, tabiat alemine indirdi. Kul bu tabiat alemine bedenlenip, suretlenerek doğar. Sonra akıl baliğ olur ve geldiği asıl vatanını unutur.
Kul bu alemlere gelmeden evvel, Allah’ın varlığıyla var iken çok mesut ve mutlu idi. Fakat kul, bu aleme bedenlenip suretlenerek gelince, bu tabiat aleminin tesirinde kalır ve asıl vatanını unutup, cehaletle kendinin ve alemin nispet varlığını var zannederek, nefsini, her yerde ve kendinde mevcut ve zahir olan Allah’tan ayrı zanneder. İşte kulun cehlinden hasıl olan bu zannı, onu Hak’tan ayırmakla beraber, onu nispet varlık kafesinde hapsederek onun zulmü olur. Çünkü, Kur’an-ı Kerim’de “…insan onu yüklendi, çünkü o pek zalim pek cahildir.” (Ahzab, 72) buyrulur.
Kulun kendini Hak’tan ayrı zannetmesi, aynı zamanda asıl vatanından uzak gurbette olmasıdır. İşte bu şahadet alemi, kulun en çabuk terakki edebildiği alem olduğundan dır ki, peygamberler bu alemde geliyor, halkı Hakk’a davet ediyor. Alimler, kamiller bu alemde zuhur edip halkı irşad ediyorlar. Bütün bu irşad ve tebliğin gayesi, kulun cehaletten ve zulümden kurtulması içindir. Bunu beyanla Niyazi Mısri Hazretleri “Bunca enbiya ve evliya geldi halkı davet eyledi / Vahdetin sırrını bildirmektir ol davetten garaz” diyor. Bu imtihan aleminde Kulun irşad olmasının yüce gayesi, Hakk’ı tanımak ve Hakk’a vuslattır.
İşte her kim ki bu alemde, zikr-i daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhid irfaniyetiyle, cehalet ve zanla oluşan nispet varlık kafesinden kurtulursa, o kul gurbette olduğunun farkına varır, hasret edip, asli vatanına, yani Rabbine kavuşur. Allahualem.


Yarini gördüğün var mı 
Divanda durduğun var mı
O sırdan haberin var mı

Dertli gönül deli gönül
Düştün dilden dile gönül

Yar, sevgilidir. Divan durmak, mürşid-i kamilin huzurunu bulmaktır. Sır ise, kamil’in telkinidir. Kamil bir mürşidin görevi, kendisinin mazhar olduğu zikr-i daim ve meratibi ilahiyi talep edene telkin ve tarif etmesidir. Ancak o telkinin irşad ve irfaniyetine ulaşanlar, sırr-ı ilahiden haberdar olur. Bu itibarla, her kim ki bu alemde, kamil mürşidin huzurunu bulur ve onun irşadına mazhar olursa, o divanda durmuş olur, sırrı ilahiden de haberdar olup, yarini görür, yani ilahi sevgiliyi müşahade eder, vesselam.
  
Bu yerde bir garipsin sen 
Görünür ki aşıksın sen
Kişi bağrı yanıksın sen

Dertli gönül deli gönül
Düştün dilden dile gönül

Hadis-i şerifte “Gurbette garip olun.” buyrulur ki, kul Rabbine vasıl olmadığı müddetçe gurbettedir, gariptir. İşte bu alemin tesirinde kalıp asıl vatanımızı unutmadan, bizi vatanımıza yani Rabbımıza kavuşturacak kulluk yapmak gerektir. Bu da Allah derdine ve Allah aşkına mazhar olmakla mümkündür. Çünkü kulu Rabbine ulaştıracak ve Rabbine kavuşturacak olan aşk-ı ilahi ve derd-i ilahidir. Bu itibarla, gurbette olduğunu anlayan bir kimse, asıl vatanına kavuşma aşkına, derdine düşer ve asıl vatanının hasretiyle onun bağrı yanık olur.

Fehmi etme zar u giryan 
Bulunmaz derdine derman
Yeter sana bu dert derman 

Dertli gönül deli gönül
Düştün dilden dile gönül

Derd-i ilahinin, derman ve çaresi yine Allah derdidir. Çünkü ancak dertli olan bir kimse derdine çare ve derman arar, dertli olmayan çare arar mı? Elbette aramaz. Onun için, Rabbine kavuşma derdi her kimde varsa, o dert onu dermana, yani Rabbine vuslata götürür. Kulun Rabbine vuslatı kadar kıymetli bir derman ve şifa olmaz.
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri, kendini muhatap ederek bizlere “Derdine çareyi başka yerde arama, derd-i ilahinin çaresi, dermanı yine derd-i ilahidir.” diyor. Bu konuda, Hz. Pir’in ikinci kuşak Halifelerinden Prizrenli Hacı Ömer Lütfü ise “Buldunsa eğer derd-i beladan terakki, bir derdine bin derdini kat, ey dil-i şeyda (deli gönül).” buyurmuştur.

Hiç yorum yok: