12 Eylül 2011 Pazartesi

İlahi feth-i bab eyle künuz-ı ilm-i hikmetten

İlahi feth-i bab eyle künuz-ı  ilm-i  hikmetten
Muhabbet kıl derunumda mücella eylesin irfan
                      
“Ey Allah’ım, ilim ve hikmet hazinesinin kapılarını bana aç.” demektir. Ki ilm-i hikmet; halkın, yani eşyanın iç yüzünü, hakikatini bilmek ve arif olmaktır. Onun için Hz. Resulullah Efendimiz ‘'Ey Allah'ım bana eşyanın iç yüzünü bildir.'' buyurmuştur. Bu itibarla “Ey Allah'ım, ilim ve hikmet hazinelerinin kapılarını bana aç, bende ilahi muhabbetin, aşkın zuhura gelsin ki, ben de meratib-i ilahi irfaniyeti aydınlığına kavuşup, ehl-i irfan, yani arifibillah olayım.” demektir.

Nidem ben gayre muhabbet çu sensin maksad-ı aksa
Mukaddes mahbubum sensin bu gözler hüsnüne hayran

Ben yaradılışımın, kulluğumun yüce gayesinin; seni bulmak, sana kavuşmak olduğunun farkındayım, bilincindeyim. Ben gayriyete muhabbet etmem, sen benim kutsal ve bütün noksanlardan münezzeh olan ilahi sevgilimsin. Gözlerim senin güzel vechini / yüzünü gördü, senin güzelliğine hayranım, tutkunum, buyruluyor.

O bir göz ki sana baktı nice gayre bakar bilmem
O nur ki nur-ı vahiddir görür senle seni her an

Bir kimse, meratib-i ilahi keşfi irfaniyetiyle Hakk’ın birliğine ulaşıp vahdet-i vücuda vasıl olduysa, onun gözü gayriyet görmez. Çünkü Hakk’ın varlığından gayrı varlık olmadığından, Hak kendi vahdetinde, birliğinde kendini yine kendi görür. Sahabe, Hz. Resulullah Efendimizin miraçta Hakk’ı görmesini konuşurken, kimi Resulullah baş gözü ile Hakk’ı gördü dedi; kimi kalb gözü ile Hakk’ı gördü, dedi. Hz. Ayşe validemiz ise “Hz. Resulullah ne baş gözüyle ne de kalb gözüyle gördü, miraçta Hak, Hakk’ı gördü.” buyurmuşlardır.
Hz. Pir Efendimiz, Hz. Ayşe’nin “Hak, Hakk’ı gördü.” beyanını “Rububiyeti ile rububiyetini görmesidir.” diyor. Çünkü rububiyetin zuhuru mevcudata mahsustur ki, mevcutta her ne zahir olursa rububiyetle zahir olur. Bu itibarla görünen de gören de rububiyettir. Bu itibarla meratib-i ilahinin nuru, aydınlığıyla irşad olan kulun nazarında gayriyet olmayıp, hep vahdet olduğundan, her an Hakk’ın rububiyeti, rububiyetini görür ki, bu beyan ediliyor. 

Kani bir dil seni ansın kani bir can seni bulsun
Kani bir göz seni görsün gören de sensin ey canan

Ey ilahi sevgili; hangi bir gönül seni zikr-i daimle zikrederek uyandıysa, hangi bir kul nefsini bilip de seni bularak ve sana vuslat ettiyse, o kimsenin kendine ve halka nispetle sıfatları olmaz; yani hayatı, ilmi, iradesi, kudreti, görmesi, işitmesi, kelamı ve tekvini olmaz. Çünkü bu cümle sıfat-ı sübutiyenin mevsufu, ilahi sevgili olan Allah’tır. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri Hakk’a vasıl olduğundan “Kulun cümle sıfatlarında ve görmesinde mevsuf sensin. Kulun gözünden, sen yine kendini görürsün, ey ilahi sevgili!” diyor.

Hüdaya hangi dillerle seni zikreylesin kullar
Seninle nutkeder diller seninle görür ol aynan

Ey hidayetin kaynağı, hidayet verici olan Allah'ım, makamat-ı tevhidin marifeti hidayetine mazhar olanlar, kulun fenasına / yokluğuna ariftirler. Yok olan, seni nasıl zikredebilir. Kulun cümle sıfatlarında mevsuf sensin, her dilin mazhariyetinden nutkedip konuşan ve zikredensin. Her göz mazharından görende sensin ki, diller seninle zikreder, gözler seninle görür.Buyruluyor.

Evvel ahir ve batınsın kamu esmada zahirsin
Münezzehsin bilinmekten nice bilsin seni ifnan

Kur’an-ı Kerim’de “Hüvel’evvelü vel’ahirü vezzahirü velbatın… / O evvel / ilk, ahir / son, zahir / apaçık ve batındır / gizlidir.” (Hadid, 3) buyrulmuştur. Evvel, ilk olandır, zahir ise apaçık ve aleni olandır; batın, iç ve gizli olandır, ahir ise son olandır.
Ehl-i kemal, vahdet-i vücuttaki evvellik, zat-ı ilahidir; ahirlik esma-yı ilahidir; batınlık sıfat-ı ilahidir; zahirlik ise ef’al-i ilahidir, demişlerdir. Peki Hakk'ın vahdet-i mevcudiyeti böyle olunca kullara ne kalır? Kullara ancak yokluk kalır ki, kul bilse de bilmese de yokluktadır, fanidir. Fani olan, var olanı bilebilir mi? Bilemez. Varlığı, yine var olan bilir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Kulların seni bilmesinden münezzehsin, yani fani / yok olan, var olanı bilemez.” diyor. Çünkü Kur’an’da “…şüphesiz / kuşkusuz Allah bilir, siz ise bilmezsiniz.” (Nahl, 74) buyrulur.

İlahi cud-i fazlından kerem kıl bizlere vuslat
Cemalinle müşerref kıl olalım sahib-i heyman

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri: “Aşkın üç mertebesi vardır: bunlar Aşk, vahle ve heymandır ki,  aşık, bütün mevcudiyeti ile maşukuna teveccüh edip yönelirse, ona aşk, o aşkın sahibine aşık denir. Aşık bütün mevcudiyetiyle maşukuna yöneldikten sonra kendinden geçerse, bu hale vahle denir. Aşık bütün mevcudiyetiyle maşukuna yönelip ve kendinden geçtikten sonra maşukunu, ilah, sevgiliyi kendinde müşahede ederse bunada heyman denir.” buyuruyor.
İşte arifibillah Fehmi Efendi Hazretleri, yüksek bir marifet ve kemalatla dua ederek, “Ey Allah'ım, senin yüce faziletinden, karşılıksız vericiliğinden bana ikram et ki sana kavuşayım. Güzelliklerinle, güzel yüzünle beni şereflendir, aşk-ı heyman mazhariyetiyle seni kendimde müşahede edeyim.” diyor.

Tecelli-yi cemalinle münevver eyle kıl mağfur
Ki ben yokta zuhur et sen çu sensin cümleye sultan

Ey ilahi sevgili, ben sana aşık fenafillah olmuş bir kulum. Sen ise cümle alemde ve bende mevcut ve var olansın, cümle alemlerin melikisin, padişahısın. Beni bağışla, kusurlarımı affet. Yokluğum kulluğumda, cemalinle yani güzel yüzünün tecellisiyle zahir ol. Çünkü senin her şeye gücün yeter, sen her şeyde hakimsin, alemlerin sultanı ve hükümdarısın! Demektir. 

Senindir zir u ve bala senindir hem ve mafiha
Ki senden gayrı yok asla muhitsin Arş’ı ya Rahman

Kur’an-ı Kerim’de “O Rahman olan arşı kuşattı…” (Taha, 5) buyrulmuştur. Allah, Rahmaniyeti ile umumu, her şeyi kuşatmıştır. Çünkü Rahman; esmanın başı, anası olan celal ve cemal isimlerinin ihatasıdır.  İşte alemler dediğimiz her şey olan yerler, gökler ve arasındakiler, hep esma-yı ilahiyedir. Cümle esma celal ve cemal ana isminin tesiri ile zahir olup açığa çıkar ki, celal ve cemalin cümle esmayı tesiriyle ihata ederek kuşatması Rahmaniyettir.
Hz. Pir Efendimiz “Rahman naam icadına hastır.” buyurmuştur. Yani her şey, her tecelli Rahmaniyet kuşatmasıyla gıdalanıp zinde olur, demektir. Bu itibarla “Ey ilahi sevgili, senindir yerler, gökler ve arasındakiler. Cümle varlıkta mevcut sensin, alemler asla senin gayrın değildir. Sen Rahmaniyetinle arşı, yeri, göğü ve arasındaki her şeyi ihata ettin.” Buyruluyor.

Rahimsin şüphe yok asla habibin oldu müsemma
Onunla cümle arifler  buluptur suret-i insan

Kur’an’da “Rahim’dir O... (Fatiha, 3) buyrulmuştur. Cenab-ı Hak rahmet-i Rahmaniyetiyle nasıl umumun icadına, yani dünya ve ahirete has olup da geneli, umumu ihata etmişse, Rahim rahmetiyle ise özeldir. Rahmet-i Rahim, müminlere ve ahirete mahsustur. Bu anlamda Hz. Pir Efendimiz “Rahim, ahiretin icadına hastır.” diyor. Ahiret, imanın şartından biri olup, müminin vasfıdır. Kur’an-ı Kerim’de “O, müminlere karşı Rahim’dir.” (Ahzab, 43) buyrulmuştur.
Bütün peygamberlerin tebliğinin genel amacı, kulların Allah ve ahiret imanıyla mümin olup, amel-i salih işlemeleridir. Mümin hidayete mazhardır ki, Kur’an'da müminden, bir de gerçek müminden bahsedilir. (Enfal, 4) Mümin, imanın ve İslam’ın şartlarına inanıp da şeriata tabi olandır. Gerçek mümin ise, şeriata uymakla beraber iman-ı hakiki ile halkiyetinin gayesini bulmuş, meratib-i ilahi irfaniyetiyle makam-ı insana kavuşmuş olan, insan-ı kamildir. Gerek mümin, gerekse gerçek mümin, hidayetin mazharıdırlar. Hidayetin baş mazharı ise, Hz. Resulullah Efendimizdir. Kur’an’da “And olsun, içinizden size onurlu bir Resul gelmiştir. Sizi rahatsız eden her şey O’nu da üzer, üstünüze çok hırslıdır / düşkündür. Müminlere rauf ve rahimdir.” (Tevbe, 128) buyrulmuştur. Hadis-i şerifte ise “Allah beni nurundan, müminleri de benim nurumdan yaratmıştır.” buyruluyor. İşte bu yaradılışa mazhar olan müminlerde Hz. Resulullah’ın ahlak ve tabiatı hakim ve galip olduğundan onlar, makam-ı insanı bulup insan-ı kamil olurlar. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Rahimiyetine habibin Hz. Muhammed (sav) müsemma oldu. Onun baş mazhar olduğu hidayetle de, cümle arifler makam-ı insanı bulup, insan-ı kamil oldular.” diyor. Allahualem.

İlahi hacetim  senden bu Fehmi’ye nazar kıl sen
Elimden tut de ‘ya abdi’ ki  sensin lutfu çok mennan

Fehmi Efendi Hazretleri, büyük bir vukuf ve marifetle yaptığı duasının sonunda diyor ki: “Ey Allah'ım! beni kolla, bana bir nazar et, sen bol bol karşılıksız verensin. Lütuf ve ihsan edersin, bana da kulluğunu lütfedip, beni kulluğuna kabul et.” diyor. Çünkü alemlerin iftiharı olan Hz. Resulullah Efendimiz “Şunu biliniz ki, ben Allah’ın kuluyum. O halde bana Allah’ın kulu ve resulü deyin.” buyurmuştur.
Allah, cümlemizi Fehmi Efendi Hazretlerinin bu beyitlerdeki duası ile dua edenlerden eyleyip, bu marifet ve kemale mazhar kılsın. Amin     

Hiç yorum yok: