12 Eylül 2011 Pazartesi

Her nefeste Hakk’ı zakir olmayan

Her nefeste Hakk’ı zakir olmayan

Dedi Hak Kur’an’da ona ‘gafilan’

                   
Kur’an’da: “…ayakta iken, otururken ve yatarken Allah’ı zikredin…” ( Nisa, 103)  ve “Aklını işleten gönül ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken daima Allah’ı zikrederler.” (Al-i İmran, 191) buyrulmuştur.
Bu beyanlardan da açıkça anlaşıldığı gibi Cenab-ı Hak; ayakta, otururken ve yatarken, yani her nefeste daim zikirle kendisinin zikredilmesini, hem örnek gösteriyor hem de emir ve tavsiye ediyor. Bir kulun ayakta olmak, oturmak ve yatmak olan hal ve pozisyonundan başka bir hali olmadığı için, nefes alıp verdiği her ahval ve şartta, zikr-i daimle Allah’ı zikretmesi buyruluyor. Zikr-i daim haricindeki ibadetler, bir kulu o yaptığı ibadet müddetince gafletten uyandırır, o ibadetten sonra ise yine kulda gaflet galip olur. Fakat daim zikir, kulun her zaman her yerde uyanık olmasını sağlar. Bir kimse kusuru, günahı ancak gafletteyken işler. Bunun için kulun ideal uyanıklığı, her nefeste zikr-i daim uyanıklığıdır.
Yine Kur’an’da “Rabbini içten yalvararak ve gizlice sesini yükseltmeden sabah akşam zikret, gafillerden olma.”(Araf-205) Beyanı vardır. Fehmi Efendi Hazretleri, bu ayete atıfta bulunarak ‘Zikr-i daimle her nefeste Hakk’ı zikretmeyenleri Kur’an, gafil olarak vasf etti.’ diyor. Çünkü zikr-i daimle gafletten uyanan bir kulun uyanıklığı ebedi olup, gerek bu alem gerekse ahirette ve cümle alemlerde, daim zikrin uyanıklığı devam eder. Hadis-i şerifte “Allah, bir kulun kalbini zikrullahla kurdu mu bir daha durdurmaz…” buyrulmuştur. Daim zikir haricindeki, namaz, oruç vb. ibadetler, bu alemde unsur bedenle yapılıp, berzah ve ahirette olmayan,yapılmayan ibadetlerdir. Bu itibarla zikr-i daim, kulun var olduğu cümle alemlerde yapılıp devam eden ibadet olmasıyla büyük ibadettir. Bunu beyanla Kur’an’da “Kitaptan sana vahyedileni oku, namazı yerine getir. Çünkü namaz çirkinliklerden ve kötülüklerden alıkoyar. Elbette ki zikrullah en büyük ibadettir.” (Ankebut, 45) buyrulur. Velhasıl her nefeste daim zikir uyanıklığı ebedi bir uyanıklıktır. Bu alemde zikr-i daimden mahrum olanın gafleti de ebedi bir gaflet olup, bu gaflet, bu alemde olduğu gibi ahirette ve cümle alemlerde de devam eder. Çünkü Kur’an’da “Bu dünyada ama / kör olan ahirette de kördür…” (İsra, 72) buyruluyor.
 
Soyunup bahr-ı fenaya dalmayan
Cahilandır cahilandır cahilan

Bahr-ı fena; yokluk denizi demektir. Ehl-i kemal, kulun yaratılmasının yüce gayesini, kulun kendine ve aleme nispet ettiği varlıkların yokluğunu / fenasını müşahede etmesi içindir, demişlerdir. Yokluk denizi denilen fenafillah irfaniyetidir ki, ona ancak makamat-ı tevhid müşahedesiyle ulaşılır.
Meslek-i Resul’de Melamilik, fenafillah irfaniyeti ve Hz. Peygamber Efendimizin ahlakıyla ahlaklanmak olarak tanımlanır. İşte fenafillah keşfi irfaniyetinden mahrum olmak, başka ilimlerin alimi olunsa da, hakikate göre cehalettir. Bu cehaletle kulun; kendinde ve cümle alemin mevcudiyetindeki Hakk’ın tecelli-yi ef’al, tecelli-yi sıfat ve tecelli-yi zat müşahedesinden mahrum ve mahcup olmasından, üç defa cahildir, cahildir, cahildir, buyrulmuştur.

‘Fakru fahri’ devletine yol bulan
Arifandır arifandır arifan

Hz. Peygamber Efendimiz, üç defa ‘el fakru fahri / fakirlik benim iftiharımdır.’ buyurmuştur. Burada ifade edilen fakirlik, zahir anlamdaki mal-mülk fakirliği değildir. Çünkü Hz. Resulullah zahiren zengin olup tüccarlık yapardı. Kur’an’da “Seni fakir buldu da zengin etmedi mi?” (Duha, 8) buyrulur ki, Hz. Peygamber mal-mülk yönünden fakirdi, fakirlikten hasır üstünde yatardı, ekmek bulur katık bulamazdı demek, bu ayetin beyanını inkar olup, Hz. Resulullah’a iftiradır.
Hz. Peygamberin iftihar ettiği fakirlik, nispet varlığı itibariyledir, yani fenafillah fakirliğidir. Bugün dahi her kim fenafillah irfaniyetine ulaşırsa, o da Hz. Peygamber Efendimizin öğünüp iftihar ettiği fakirliğe mazhar olur. Bu fakirliğe mazhar olmak, tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat ve tevhid-i zat keşfi irfaniyetiyle arif olmakla ancak mümkün olduğu için, üç defa ‘ariftir, ariftir, ariftir’ buyrulmuştur.

‘Selsebil tesnim rahik’ten mest olan
Muhibbandır muhibbandır muhibban

Selsebil tesnim rahik; Kur’an’da beyan edilen cennet içkileridir. Mest olmak, sarhoş olup kendinden geçmek demektir. Muhip ise, seven demektir.
Cennetler ikidir: Biri amel cenneti ki, alem-i ahirette kulun amel-i salihle yani yaptığı güzel amellerle girecek olduğu cennettir. Diğer cennet ise cennet-ül irfan olup, ehl-i zikir ve ehl-i kemal, bu alemde cennet-ül irfana dahil olurlar ve bir daha oradan ebediyen çıkmazlar. Onlar hangi alemde olurlarsa olsunlar daima irfan cennetiyle gıdalanıp zevklenirler. Kulun irfan cennetine girmesi için sel sebil olan cennet-ül ef’al, tesnim olan cennet-ül sıfat ve rahik olan cennet-ül zat zevk ve muhabbetiyle mest olup kendinden geçmesiyle mümkün olduğundan, üç defa ‘muhibbandır’ buyrulmuştur.
 Ol beka iklimine azmeyleyen
Bu fenaya uğradı her salikan

Hadis-i kudside ‘Ey kulum! Sen fena / yok olmadıkça bana kavuşamazsın, ben tecelli etmedikçe sen yok olamazsın.’ Buyrulmuştur. Bir kimse, Cenab-ı Hakk’a kavuşacağım. Rabbim, beni O’na kavuşayım diye yarattı anlayışına ulaşırsa, onun beka iklimine, yani Rabbine kavuşup, Rabbiyle ebediyet bulması için, mekteb-i irfan saliki olup, fenafillah keşfi irfaniyetine mazhar olması gerekir. Salik ancak o zaman beka iklimine, yani ebediyete ulaşıp Rabbine kavuşurak Rabbi ile yaşayarak bekaya ulaşır.
Vuslat-ı maşuk ola değil asan

Canı kurban eyledi hep aşıkan


Maşuk; aşık olunan, sevgili demektir. Ki, ilahi sevgiliye kavuşmak kolay değildir. Hak aşıkları, ilahi sevgiliye kavuşmak için can kurban ettiler; yani fena-yı ef’al, fena-yı sıfat ve fena-yı zat keşfi irfaniyetiyle nispet varlıklarını terk ettiler. Buyruluyor.

İrfan-ı cennete nail olmağa
Sevdiğin infak eyledi salikan

İrfan cenneti, kulun mevcuttaki Rabbi ile kavuşmasından hasıl olan mutluluğun zevk-i keyfiyetidir. Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi Hazretleri “Bu alemde nefse en tatlı gelen mal-mülk sevgisi, aile efradı sevgisi ve can sevgisidir.” diyor. Bu sevgiler, kulun nispet varlığını meydana getirip, onu Rabbinden ayıran dünyası ve perdesi olur. Hakikate göre mal sevgisi, kulun nispet-i ef’alidir. Ev halkının sevgisi nispet-i sıfattır, can sevgisi ise nispet-i vücuttur. İşte cennet-ül irfanda Rabbine kavuşan salikler, daim zikir uyanıklığı ve makamat-ı tevhid irfaniyetiyle, nefsin sevdiği bu nispet varlıklarını dağıtıp infak etmişlerdir. Yani fenafillah keşfiyle yokluğa ulaşmışlardır ki, bu beyan ediliyor 

Ol cemal-i pakine bülbül olan
Meskeni olur onun bağ-ı cinan

Cemal-i pak; Rabbin güzel yüzüdür. Kul, ancak Rabbine kavuştuğunda cemal-i pakini, yani Rabbinin güzel yüzünü görüp müşahede eder. Bunu beyanla Kur’an’da “Yüzler vardır o gün parıltılı Rabbine doğru bakan...” (Kıyamet, 22-23) buyrulur. Hak aşıkları, işte bu güzel yüzün tutkunu olup, o aşk ve muhabbetle yaşarlar, onların cenneti budur. Bir kul, daim zikirle uyanıp makamat-ı tevhid irfaniyetiyle Rabbine kavuşursa, o Rabbinin güzel yüzünü görür ve cennet-ül irfan bağ ve bahçesinin bülbülü olup, o meskende ebediyen yaşar. Demektir.

Yandı Fehmi şems-i zatın narına

Yakmaz artık o cehennem bigüman


Alem-i ahirette, amel cennetine ve cehenneme muhatap olanlar; bu alemde nispet varlığından geçemeyip kendini ve cümle alemi, zat-ı ilahi mevcudiyetinin gayrisi zannedenlerdir. Bu kimseler yaptıkları işler ve ürettikleri değerler karşılığında, ahirette nispet varlıklarıyla amel cennetine ya da cehenneme muhatap olacaklardır.
Fakat bu alemde fenafillah irfaniyetiyle nispet varlıklarını ifna / yok ederek zat-ı ilahiye vasıl olanlar, bu alemde ve hangi alemde olurlarsa olsun onlar, daima zat-ı ilahi tecellisiyle zevklenirler. Böyle Allah’ın zatına vasıl olan arifler, bu imtihan aleminde ahlak-ı Muhammed ile yaşama gayretinde olup, kulu cehenneme muhatap edecek olan kötü işlere ve ahvale yanaşmazlar. Onlar böyle kötü işler yapmadıkları için, onları cehenneme götürecek günahlarıda olmaz. Arifler cümle sevap ve iyilikleri işleyip yaparlar. Fakat bu yaptıkları sevap ve güzel işleri, makamat-ı tevhid irfaniyetiyle Rabbine nispet ettiklerinden, onların sevapları da olmaz. Bu itibarla,ariflerin sevap ve günahı olmadığından, ahiretteki amel cenneti ve cehennem onların mekanı, meskeni olmaz.
Arifler cümle alemlerde, kendinin ve cümle eşyanın yokluğunda zat-ı ilahi mevcudiyetiyle var olan bir kullukla yaşarlar. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Zat-ı ilahi tecellisinin güneş gibi aydınlık olan irfaniyetiyle, nispet varlığım ilahi aşkla yanıp fena bulduğu için, cehenneme yakacak bir varlığım kalmadı.” diyor.

Hiç yorum yok: