17 Eylül 2011 Cumartesi

Abdest alan su ile onun dışı pak olur

Abdest alan su ile onun dışı pak olur          
Kalbi zikir olursa onun içi pak olur

Abdest, temizliktir. Her kim, su ile abdest alırsa temizlenmiş olmakla beraber; onun kalbindeki kir, pas temizlenmez. Hz. Peygamber Efendimiz “Kalbler de demir gibi paslanır, nasıl ki demirin cilası var ise kalbin cilası zikrullahtır.” buyurmuşlardır. Demek ki, kalbin temizliği zikrullah ile mümkündür. Kalbin kiri masiva, yani gayriyet muhabbetidir. İşte her kim, kalbi zikre aşina olursa, o kimsenin kalbinden masiva, gayriyet muhabbeti uzaklaşır gider, yerine Allah muhabbeti gelip hakim olur. Böylece o kulun kalbi tertemiz-pak olur.

Bir odanın içinde bir süpürge olmazsa
Ona giren bir kişi bir daha girmez olur

Evler her gün süpürge ile temizlenir, bu günlük temizliktir. Bir de aylık, yıllık temizlik yapılır ki, bu temizlikte halılar kilimler kalkar, perdeler vs. köşe bucak temizlenir. Eğer bir evde bu temizlikler yapılmazsa, pislik galip olur ve o ev pis kokar, insanı rahatsız eder. O eve bir gelen, bir daha gelmez. Kur’an’da “İnananların kalbleri zikrullah ile tatmin olur, gözünüzü açın kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur.” (Ra’d, 28) buyrulur. Kalbdeki zikr-i daim, günlük süpürgeyle yapılan ev temizliği gibidir ve kalb ancak zikr-i daimle arınıp tertemiz olur.
Bazen arifler ve ehl-i kemal, bir araya gelirler ve halka olup darbi zikir yaparlar ki bu; evin, odanın aylık ve yıllık temizliği gibidir. Kudsi hadiste ‘Ben yerlere göklere sığmam, ancak mümin kulun kalbine sığarım.’ buyrulmuştur. Mümin kulun kalbi Allah’ın evidir. Bir kalb zikr-i daimle buluşmamışsa, o kalbde gayriyet ve dünya muhabbeti hakim ve galip olur. Hz. Peygamber Efendimiz ‘Dünya leştir.’ Diyor ki, bir kimsenin kalbinde, gayriyet, yani dünya muhabbeti hakimse, o kimseden leş kokusu zahir olur. Ehl-i zikir ve ehl-i kemal, o kokudan rahatsız ve uzak olurlar ve o kimsenin yanına uğramazlar.

Bir bardağın üstüne yaldız cila verseler

Necis olsa içinde suyu içilmez olur


Bir bardağın dışı ne kadar temiz olursa olsun, eğer içinde bir kirlilik, pislik varsa o bardaktan su içilmez. Bunun gibi bir kimse dinin zahir / dış yönüyle meşgul olup da, ibadetlerin yalnız zahir / dışını ifa etmekle yetinip, iç yüzü mahiyetini araştırmayıp ibadetlerin hakikatine yönelmezse, böyle bir kimsenin dışı cilalı tertemizdir, fakat kalbi zikr-i daimden gafil olduğundan içi, yani kalbi gayriyet muhabbetiyle kirlidir, pistir. Böyle bir kimsenin kulluğuyla insan-ı kamil olunmaz. Böyle bir kimse, şöhretli bir alim de olsa, mürşid de olsa, ondan zuhur eden fikir ve anlayışlardan irfaniyet ve kemalat hasıl olmaz. Bu itibarla dışı cilalı olduğu halde içinde pislik bulunan bardaktan su içilmediği gibi, kalbi zikr-i daimden mahrum olan meşhur ve şöhretli mürşidlerin irşadı ile kulluğun kemaline ulaşılamaz ve insan-ı kamil olunmaz. Demektir.

Pis sarayın içinde reis-i cumhur oturmaz
Sultan sarayı denen içi dışı pak olur

Kur’an-ı Kerim’de: ‘Temizlenenler / arınanlar kesinlikle kurtulmuşlardır.’ (A’la, 14) buyrulur.
İmam-ı Gazali Hazretleri İhya-u Ulumiddin adlı eserinde bir misal anlatır: “Padişahın ülkesinde yaşayan herkes padişahı evinde konuk etmek, ağırlamak ister. Çünkü padişah bir eve misafir olursa o ev çok itibarlı olur. Padişah da konuk olduğu eve ihsanda bulunur ve padişaha layık hediyelerle ihya eder, o ev ebediyen yokluk, fakirlik görmez. İşte bu nedenle herkes padişahı evine davet eder. Fakat padişah, bir yere gitmeden önce, gidin bakın beni davet eden şahsın evi, bizi ağırlamaya müsait midir, uygun mudur diye araştırma yapmak üzere görevliler yollar. Görevliler gizlice gelir araştırma yaparlar, araştırmada en çok temizliğe dikkat ederler. Evin dışı da içi de temiz mi, onu araştırırlar. Çünkü bazıları halk kınamasın diye, evlerinin dışını temizlerler fakat evin içini ihmal ettiklerinden o evin dışı temiz, içi pis olur. Görevliler, evlerin padişaha uygun olup olmadığını arz ederler ve padişah da gelen malumata göre hangi evin içi de dışı da temizse o eve konuk / misafir olur ve padişaha layık ihsan ve hediyelerle ihya eder.” diyor.
Hadis-i kudside ise ‘Her kimin ki kalbinde Allah vardır, iki cihanda Allah onun dostudur. Her kimin kalbinde Allah yoksa, iki cihanda Allah onun hasmıdır.’ Buyurulur. Bir kulun elde edebileceği en büyük mükafat, alemlerin Rabbi olan padişahın, onun kalbine misafir olup, Rabbine vuslat edip kavuşmasıdır. Fakat bir kulun buna mazhar olabilmesi için, gerek zahiren gerek batınen tertemiz olması şarttır ki, dış / zahir temizlik kulun Allah’ın emirlerine uyması ve yasaklarından kaçmasıyla hasıl olur. İç / batın temizlik ise, her nefeste zikr-i daim mazhariyetiyle hasıl olur. Bunu beyanla Fehmi Efendi, reis-i cumhurun oturacağı ev gibi, alemlerin Rabbi olan sultanın bulunduğu  mekanın içi de dışı da tertemiz, pak olur, diyor.

Tefekkürle Tanrı’yı bir saat zikreylesen 
Yetmiş sene ibadet etmeden efdal olur

Hadis-i şerifte “Bir saat tefekkür, yetmiş yıllık ibadetten efdaldir.” buyrulmuştur. Cümle ibadetler Allah’ın emri olduğu gibi oruç, namaz, hac, zekat gibi ibadetler, bu alemde ve belli vakitlerde, unsur bedenimizle yapılan ibadetlerdir. Kul bu ibadetleri yapmakla bu alemde Allah’ın emrini yerine getirmiş olur. Yaratılanların en şereflisi olan insanın makamı, cümle alemleri kendinde toplayan bir makam olduğundan insanın kulluğu / ibadeti, yalnız bu aleme mahsus olan ibadetlerden ibaret değildir. Kur’an’da “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet / kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) Buyrulmuştur. Sahabenin büyüklerinden İbni Abbas (ra), bu ayette beyan edilen kulluk ve ibadetten maksadın arif ve tevhid ehli olmaktır, diye tefsir etmiştir.
Hz. Pir’in halifelerinden Pirizrenli Kamil tosko Hazretleri ise “Bu ayetteki, kulluk ve ibadette üç hikmet vardır: Birinci hikmet, amel-i salihtir. Yani Allah’ın emirlerine uymak ve yasaklarından kaçmaktır. İkinci hikmet, amel-i salihle beraber yakaza halidir, yani zikrullah uyanıklığıdır. Üçüncü hikmet ise, amel-i salih ve zikrullah uyanıklığıyla beraber tevhid-i mabuddur.” diyor. Bu itibarla kulluğun yüce gayesi, Allah’ın emirlerine riayetle beraber, zikr-i daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle Rabbine vuslat etmesidir. Tefekkür-ü zikir ve kulun Rabbini müşahedesi, bu alem ve unsur bedenimizle kayıtlı ibadet olmayıp, dünya, berzah, ahiret ve cümle alemlerde devam eden ibadet olması ve kulu Rabbine kavuşturması itibariyle, bu alemde unsur bedenle yapılan yetmiş yıl, yani ortalama bir ömürlük ibadetten / kulluktan, daha efdaldir. Vesselam.
Cehr-i kavl ile değil Tanrı’yı zikreylemek
Mü’minin kalbinde ol bihuruf devran olur

Cehri zikir, dil ile yapılan sesli zikirdir. Dil ile yapılan zikir, kulun yalnız dilini uyandırır ki, cehri zikir yapan kulun dili zikreder, fakat diğer azaları o zikre uymayıp gaflet eder. Kalbi zikir ise, kulun bütün azalarına tesir ettiğinden, cümle azalar kalbdeki zikre tabi olur. Çünkü kalb merkezi azadır. Kalbteki hakimiyet her ne ise, diğer azalar da o hakimiyete tabi olur. Bu aynı bir ülkenin başkentinde iktidar hakimiyet kiminse, ülkenin diğer şehirlerinin de o iktidarın hakimiyetine tabi olup, başkentte alınan kararlara uymaları gibidir. Bu itibarla kalb, kulun azalarının başkenti olduğundan; eğer bir mürşid kamilse, zikr-i daim hakimiyetiyle cümle varlığıyla gafletten uyanması için, salike kalbi zikir telkin ve tarif eder. Çünkü Kur’an’da “İnananların kalbleri zikrullah ile tatmin olur. Gözünüzü açın, kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur.” (Ra’d, 28) buyrulmuştur. Eğer mürşid, nakıs / eksik mürşid olup kamil bir mürşid değilse kendisi zikr-i daimden gafil olduğundan, salike kalbi zikri telkin etmez. Çünkü kendisi kalbi zikirden mahrum ve gafil olmasına rağmen mürşitlik yapanlar pek çoktur.
Anlı-şanlı, meşhur bir çok tarikat ve cemaatlerde kalbi zikir yoktur. Onlarda var olan esma-ül hüsnadan, yani Allah’ın güzel isimlerinden bazılarını tesbihat ile şu kadar, bu kadar yani belli sayılarla tesbih etmektir ve bu isimleri cehri / sesli olarak dil ile zikredip, bunu kulluğun yüce gayesi ve kemalatı zannetmektir.
Hz. Pir Efendimiz “Zikr-i daim, kalbi zikirle hasıl olur.” buyurmasına rağmen, maalesef Melami olduğunu söyleyen bazı mürşidler, saliklere cehri, yani dille yapılan zikir tarif ediyorlar. Fakat gaflet ve cehaletle telkinden saparak, kalbi zikir tarif etmiyorlar. İşte bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Cehri / dille sesli yapılan zikirle, kalbte zikr-i daim hasıl olmaz. Zikr-i daim, kalbi zikirden hasıl olup, sessiz, harfsiz ve her nefesle yapılır.’ diyor.

Fehmi, zikr-i Hakk’ı sen sanma öyle bulunur
Ol bir pirden mü’minin kalbine ilka olur

Kur’an’ı Kerim’de “…eğer bilmiyorsanız, zikir ehlinden sorun.” (Nahl, 43) Beyanı olduğu gibi, başka bir ayette ise “…sorun zikir ehline, eğer bilmiyorsanız ” (Enbiya, 7) buyrulur. Cenab-ı Hakk’ın muradı üzre olup, bir çok ayette bahsedilen zikrullahın mahiyeti ve nasıl olduğu, kitap okuyarak, ilim tahsil etmekle, nakıs şeyhlere ve cemaat önderlerine tabi olmakla öğrenilmediği gibi, meşhur ve kalabalık olan tarikat ve cemaatlere bağlanmakla da anlaşılıp öğrenilemez. Zikrullahın mahiyeti, her zamanda mevcut olup da, sahte ve taklitleri çok olan fakat samimiyet ve sadakatla arandığı zaman bulunabilen kamil bir mürşidin telkin ve irşadıyla öğrenilir, demektir.

Hiç yorum yok: