10 Eylül 2011 Cumartesi

Hasrete veda etti ol hüsn-i hilkat ehl-i hal

Hasrete veda etti ol hüsn-i hilkat ehl-i hal
Alem-i ervaha uçtu dünyada görmek muhal

    Bu alemden göçenler, ya alem-i berzahta, ya da alem-i ervahta yani ruhlar alemindedirler. Berzah alemi ile ruhlar alemi aynı yer / mekan olup, hitapları farklıdır, fakat bu farklılık kemalat itibariyledir. Alem-i berzahta eğlenenler ehl-i nefstir. Bunlar hakkında hadis-i şerifte “Sizin kabirleriniz ya cennet bahçelerinden bir bahçe, ya cehennem çukurlarından bir çukurdur.” buyrulmuştur. Başka bir hadiste ise Hz. Peygamber Efendimiz “Siz nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz. Nasıl ölürseniz öyle haşrolursunuz.” diyor. İşte bir kimse bu alemde yaşarken iyilik vasfı kazanmış olarak berzaha, yani kabir alemine intikal ederse, Hz. Peygamber’in cennet bahçesi dediği Ala-yı İlliyyin’de, hoşluk ve rahatlık içinde nefsiyle kıyameti bekler ve haşrolur. Fakat bir kimse bu alemde yaşarken kötülük üretip, kötü bir vasıf kazanır da, kötü vasıfla alem-i berzaha intikal ederse, Hz. Peygamber’in cehennem çukuru dediği, Siccin’de rahatsızlık ve azap içinde, nefsiyle kıyameti bekler ve haşrolur. Alem-i ervaha, yani ruhlar alemine göçenler ise “Ölmeden evvel ölüp” de, daha bu alemde nefsin hevasından kurtulup, fena-yı tam irfaniyetiyle ruha mensup olanlardır. Ruha mensup olan kulda gayriyet olmadığı için gerek bu alemin, gerekse berzah aleminin varlığı, ona perde olmaz ve onu vahdetten ayırmaz. Çünkü ruh ikilik kabul etmeyen ‘Bir’lik yani vahdettir. Ruha mensup olan, cümle alemlerde hiç bir mekanla kayıtlı olmayıp, ancak Hak’la kayıtlıdır. Vesselam.
Bir kimse ikilikten kurtulamayıp gizli şirkle yaşarsa, o ehl-i nefstir. Ve bu alemden sonra o, berzaha nefsiyle intikal eder. Fakat bir kimse daim zikir uyanıklığı ile tevhid mertebelerinin keşfi irfaniyetine ulaşırsa o, daha bu alemde ruha mensup olur. Ruha mensub olan bir kulun bedeni bu alemden ayrılsa da o, ruhlar alemindedir, yani alem-i ervahtadır ve cümle alemlerde vahdet hal ve zevki ile yaşar. Bunu beyanla “İyi yaratılışlı, geçimli ve ruha mensub olup, kendini özleten yüce şahsiyet, ervah alemine uçtu, yükseldi. Dünyada yani bu alemde artık onun suret ve bedeni görünmez.” buyruluyor.                                                                                                                                                      

Evlad-ı Gavs Muhammed Nur’dur onun şöhreti
İsmi Hakkı idi Hakk’a eyledi azm-i visal

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin torunu olup, Hakkı Baba olarak bilinen Arifibillah, insan-ı kamil olan muhterem şahsın, bu alemden Hakk’a yürüdüğü ve Hakk’a kavuştuğu beyan ediliyor.
Peki ehl-i kemal bu alemde Hakk’a vasıl oldukları halde nasıl oluyor da, onun bu alemden geçmesi Hakk’a vuslat olarak değerlendiriliyor? Diye sorulsa, şöyle cevap veririz:
Cümle ehl-i irfan ve ehl-i kemal, bu alemde tevhid-i hakiki irfaniyetiyle Hakk’a kavuşmuşlardır ve Hak’tan gayrı görmezler. Fakat kul, suret ve beden varlığıyla, tabiat aleminde olduğu müddetçe, bu alemin tesiri, suret, beden varlığıyla devam eder. Ehl-i kemal, bu alemde kaldığı ve yaşadığı sürece, beşeri tesirlerden, yani sıcaktan, soğuktan ve hastalıklardan vb. etkilenir. Hiç bir beşer olan kul, bunun haricinde değildir. Bu itibarla ister peygamber, ister veli olsun herkes suret, beden varlığıyla, bu şahadet aleminde tabiatın tesirindedir. Fakat cahiller bu tesir ve tecellilere vücut nispet ettiği için, bu tesir ve tecelliler, cahillerin Hakk’ı görüp Hakk’a kavuşmalarına engel, perde olur. Ehl-i kemale ise, bu tesir ve tecelliler perde olmadığından onları Hak’tan alıkoymaz ve ayıramaz. İşte kamil bir kul, izdirari ölümle bu beden varlığından ayrılmasıyla, tabiat tesirlerinden de kurtulup meratib-i ilahi keşfi marifetiyle bu alemde kavuştuğu Rabbiyle cümle alemlerde var olur. Velhasıl ehl-i kemalin bu alemden geçmesine ‘Hakk’a vasıl oldu’ denmesindeki maksat, ehl-i kemalin, suret, beden varlığıyla şahadet alemindeki tabiat tesirlerinden de kurtulup, vasıl olduğu Hakk’ın mevcudiyetiyle her yer ve alemlerde var olmasıdır. 
Allah, her şeyi en iyi bilendir.

Sır olup alem gözünden rıhlet etti vahdete
Zikr ü fikr ile müzevvak asla etti insilal

Hakkı Baba Hazretleri, bu alemden zikrullah ve fikrullah ile zevklenmiş bir kullukla, gizlice alem-i ervaha, yani vahdete göçüp yürüdüğü için, bu alemde unsur, yani beden varlığıyla sır olup görünmez.

Nur Muhammed’den okumuş idi ilm-i lahutu
Kamil-i zaman idi ol ilmi hilmi bimisal

İlm-i lahut; ilm-i manevi, yani tevhid-i hakiki irfaniyetidir. Hakkı Baba Hazretlerine makamat-ı tevhidi, bizzat dedesi olan Pir Seyyit  Muhammed Nur Hazretleri telkin etmiş ki, o beyan ediliyor. ‘Yumuşak huylu ve tevazu ehli olan o eşsiz şahsiyet, zamanın insan-ı kamili idi.’ buyruluyor. Her zamanda insan-ı kamil, mevcuttur. Hz. Pir efendimiz “Bu şahadet aleminde Kamil’in mevcudiyeti olduğu müddetçe kıyamet kopmaz.” diyor. Çünkü aynı zamanda kulun imtihan yeri olan şahadet aleminin var oluş gayesi, insan-ı kamildir.
Kur’an’daki “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet / kulluk etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 56) beyanının tefsirinde, seçkin sahabeden İbni Abbas (ra): “İbadetten / kulluktan maksat, arif olmak, tevhit ehli olmaktır.” Diyor ki, ancak zikr-i daim ve meratib-i tevhidin keşfine ulaşan bir kimse, hem arif hem de kamildir. Bu itibarla kulun yaradılışının gayesi insan-ı kamil mertebesine ulaşarak, insan-ı kamil olmasıdır.
Ehl-i kemal, insan-ı kamili mumla tarif etmişlerdir. “Eskiden tekkelerde büyük mumlar olup; günlerce yanar, aydınlık verirdi. Mum bitince onun yerine konan yeni mum, hariçten bir ateşle yakılmazdı. Yeni mumu eriyen eski mumun ateşinden yakarlardı, böylece mumun ateşi hiç değişmez, mumun bedeni değişirdi. Bu böyle tekrarlanarak devam ederdi.” Mum insan-ı kamilin suret ve bedenidir, suret bu alemden geçmekle devamlı değişir. Mumun ateşi ise, insan-ı kamilin kemalatı, marifetidir. Kamilin marifet ve kemalatla olan irşadı, hep aynı olup hiç değişmez. Bu itibarla yüzlerce yıl evvel yaşamış olan insan-ı kamilin telkin ve irşadındaki irfaniyetle, ondan sonra ve halen yaşayan insan-ı kamilin telkin ve irşadındaki irfaniyet aynıdır. Bu itibarla, her zamanda insan-ı kamil vardır, bunların zamanları ve suretleri farklıdır, fakat irfaniyet ve kemalatları aynıdır. Bunu beyanla Fehmi Efendi, Hakkı Baba Hazretleri için “Zamanın insan-ı kamili idi.” diyor.

Kenz-i irfan idi gönlü memlu-i hikmet idi
Akıtırdı dil ve lebinden daim ab-ı zülal

“İrfaniyetin hazinesiydi o, gönlü hikmet yani makam-ı tevhidin keşif ve marifetiyle doluydu. Onun dilinden ve dudaklarından, yani ağzından dökülüp çıkan kelam, sohbet, tatlı bir su, yani bal gibiydi.” buyruluyor.
Hz. Pir: “Bir mürşit eğer kamil ise, onun sohbeti seni dünya gailelerinden çekip çıkarır, mürşit eğer kamil değilse, onun sohbeti seni dünya gailelerinden çekip çıkaramaz.” diyor. Bu itibarla Kamilin sohbeti çok tatlı olup, onun sohbet ve irşadı saliki zevkullaha ulaştırır.
Her sözü ab-ı hayat can bahşederdi aşığa
Kibir kin yok idi herkesle ederdi hasbıhal

Nasıl ki balıkların hayat kaynağı su ise, Hak aşıklarının da hayat kaynağı Allah aşkıdır, muhabbetidir. Mürşid-i kamilin söz ve irşadı, Cenab-ı Hakk’ın kemal-i zuhurudur ki, o irşad Hak aşığına ab-ı hayat olup, onu bekaya, yani ölümsüzlüğe mazhar eder. Bunu beyanla “Mürşid-i kamil olan Hakkı Baba Hazretleri, kibirsiz, alçak gönüllü, herkesle diyalog kuran, hoş sohbet biri olup, onun sohbet ve irşadı Hak aşıklarına ab-ı hayat, yani ölümsüzlük bahşederdi.” Demektir.

Hızır idi kim görenin artar idi rif’atı
Sıdk ile teslim olanlara verir idi neval

Rıfat; yükselmek, terakki etmek, neval ise bağış demektir. Kur’an’da “Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik.” (Kehf, 65) buyrulur.
Cümle ehl-i kemal, Allah’ın rahmet ve lütfundan ilm-i ledün öğrenmiş olan bu kulun Hızır olduğunda ittifak etmişlerdir. Hızır zamanın kamil mürşidi olup, ilm-i ledün ise, ilm-i tevhid irfaniyetidir. Ayet-i kerimede “Allah dilediğine hikmet verir. Her kime hikmet verilirse ona bir çok hayırlar da verilir. Bunu ancak kamil akıllılar / gönül ehli hatırlar.” (Bakara, 269) buyruluyor. Hikmet, Allah’ın cümle varlıktaki mevcudiyetinin meratib-i ilahi müşahedesiyle, kulda hasıl olan kemalattır. Bu, cümle alemlerde kulu Rabbinden ayırmayan bir mazhariyettir, bağıştır. Bu itibarla “Hakkı Baba Hazretleri, zamanın Hızır’ıydı ki, her kimle görüşse o kimse onun sohbet ve irşadı ile terakki ederdi. Onun telkinine ve tebliğine sadakat gösterenler hikmet ve bağışa mazhar olurlardı.” buyruluyor.

Nefhasından hay olup vecde gelirdi mürde dil
Feyz alırdı sohbetinden ehl-i dil ali rical

Dil, kalb demektir. Kalbin ise üç hali vardır: Birincisi ölü kalb, ikincisi hasta kalb, üçüncüsü ise sağlam, yani sağlıklı kalbdir. Ölü olan kalb sahibi, Hak ve hakikatten bihaber, tabiat lezzetleriyle nefsini meşgul edip, ne için yaratıldığını ve ölümü hatırına getirmeksizin yaşayandır. Hasta kalb sahibi ise, ahirete iman eder, yaptığı her işte haram helal - meşruiyeti arar, fakat insan-ı kamil olamamış kimsedir. Sağlam kalb sahibi ise, zikr-i daimle kalbinde ağyar muhabbeti kalmayıp, makamat-ı tevhid irfaniyetiyle Rabbine vasıl olmuş ve her tecellide Rabbini müşahede eden arif ve ehl-i kemaldir. İşte Hakkı Baba’nın sohbet ve irşadı, cehaletle kaplı, ölü kalbleri cehaletten kurtarıp marifet ve kemalat mazhariyetiyle diriltirdi. Diri ve sağlam kalbli olan seçkin erler, onun sohbetinden feyz alırdı, irşad olup istifade ederdi.

İhtiyar-ı mevt ile daim ederdi iftihar
Hubb-i dünya yok idi söylemezdi kıyl u kal

Daha evvelki beyitlerin açıklamasında beyan edildi ki, ölüm ikidir; biri mecburi ölüm, diğeri ise ihtiyari ölümdür. Hz. Peygamber Efendimiz “Ölmeden evvel ölünüz” diyor. İhtiyari mevt, işte bu peygamber buyruğu olan ve kulun kendi isteğiyle, mecburi ölüm gelmeden evvel ölmesidir.
Hubb-u dünya sözüne gelince: Kulu Rabbinden ayıran her bir şey ona dünyadır. Hubb ise sevgisidir. Bu itibarla bir kulda onu Rabbinden ayıran her ne varsa, onun sevgisi hubb-u dünyadır. Bunu beyanla “Ölmeden ölüm sırrına vakıf olan Hakkı Baba Hazretleri, onu Hak’tan ayıracak şeylere muhabbet etmez, daima Allah muhabbetine itibar ederdi, halkın dedikodusunu yapmazdı.” Demektir.

Alim idi arif idi abid idi ol hümam
Lem’an ederdi yüzünden Ahmed-i hüsn-i hisal

Her ilim sahibi olan alim, arif değildir. Fakat her arif ilim sahibidir. Her ilim bir okuldan tahsil edilir ve tahsil edilen ilme göre, o kişi tıp alimi, edebiyat alimi, mühendisliklerin alimi olur ve tahsil ettiği ilimden, bu alemde faydalanır. Bu alimlerden bazıları da ahirete iman ettiği için, bu ve benzeri meşru ilimlerle meşguliyetin sevabı ile amel cennetinde nefsini hoşnut edip zevklendirmekle istifade eder ve böylece tahsil ettiği ilimden bu dünyada ve ahirette faydalanırlar.
Arifin irfaniyeti ise, mekteb-i irfanda meratib-i ilahi müşahedesinden hasıl olur ki, bu müşahededen başka hiç bir müşahede kulu asla irfaniyete ulaştırıp arif yapmaz. Her kim bu mazhariyetle arifibillah olursa, o arif, gerek bu alemde gerekse ahirette Cenab-ı Hak’tan ayrı olmayıp, hep Hak’la yaşar, vesselam.
Abid, kul demektir. Hakikatte kulluk, belli vakitlerde ifa edilen ibadetlerden ibaret olmayıp, her zamanda olmalıdır. Bu, kulun daim zikir uyanıklığıyla, her an Allah’la olmasıdır. İşte her kim zikr-i daim ve ehl-i tevhid-i hakikidir, o kul daim uyanık olup, meratib-i ilahi keşfi irfaniyetiyle, Hak’tan ayrı olmadan yaptığı her meşru iş ve faaliyeti ibadet olur. Böyle bir irfaniyetle arif olanlar, her türlü kötülük, haram ve günahtan uzak olup, iyiliğin her türlüsüne ve emr-i ilahiye yakın olurlar. Peygamber Efendimizin ahlakı ile ahlaklanmak, ariflerin hedef ve gayesidir. Çünkü Hz. Resulullah Efendimizin bir sünneti vardır ki, bütün sünnetleri kapsar; o da güzel ahlaktır. Hadis-i şerifte “Ben güzel ahlakı tamamlamak için geldim.” Başka bir hadiste ise “Din güzel ahlaktır.” Buyrulmuş olup, cümle ehl-i kemal  ve ehl-i irfan Hz. Resulullah Efendimizin ahlakı ile ahlaklanmış bir kullukla yaşadıklarından onlarda ahlak-ı Resul zahir olur. Hakkı Baba Hazretleri de bu zümreden olduğu için, alim ve arif olup, onda Hz. Peygamber Efendimizin güzel ahlakı zahir olup, parıldardı. 

Çünkü geçti dünyadan ol ehl-i fadl-ı zül kemal
Bağrımız yaktı firakı gönlümüz oldu melal

Kamil insanın sureti, yani ancak beden olan et ve kemiği bu alemden göçer, toprak olup gözden kaybolur. Yoksa kemalat ve irfaniyeti, her zamanda, daima zahir ve mevcuttur. Hz. Mevlana “Beni kabir çukurlarında aramayın, orada bulamazsınız. Beni ariflerin gönüllerinde ve meclislerinde bulursunuz.” diyor. Yani bendeki var olan kemalat, ehl-i kemalin gönlünde ve meclisinde her zaman mevcut ve zahirdir, o kemalata mazhar olursanız beni bulur ve görürsünüz, demektir. Bunu beyanla Hasan Fehmi Hazretleri’nin “Hakkı Baba bu alemden göçtü ve ayrılığı ile bizi üzdü.” demesi, suret ayrılığı itibariyledir. Yoksa Hakkı Baba’da zahir olan marifet, her zaman ehl-i kemalde  mevcuttur.

Çok müteessir olduk ama nedelim hükm-i kader
İltimas yok imtiyaz yok kimseye vermez mahal

Kulun iki türlü istidadı / kabiliyeti vardır: Biri tekvini, yani mecburidir. Diğer ise, teklifidir ki, bunda mecburiyet yoktur. Mesela Allah emreder ve emrini kula teklif eder. Kul ister yapar ister yapmaz. İstidadı / kabiliyeti, o teklifi yapmaya da yapmamaya da müsaittir. Buna teklifi istidat / kabiliyet denir. Diğeri tekvini istidat / kabiliyet ise teklif edilmez, mecburen yapılır. Bu insanın doğması, cinsiyeti, büyümesi, yorulması, acıkması, yaşlanması ve ölmesi gibi mecbur olduğu hal ve kulluğudur. İşte kulun bunlara da istidadı / kabiliyeti olduğundan doğar ve ölür. Her iki istidat da, Allah’ın kudreti ile zuhura gelmesi itibariyle kaderdir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Çok üzüldük ama ne yapalım ki, herkes kul olmak itibarı ile tekvine muhatap ve mazhar olarak doğar ve ölür, bu konuda hiç kimseye iltimas ve kayırma olmaz.” diyor. Çünkü peygamber de olsa veli de olsa kul “Her nefis / benlik ölümü tadacaktır…” (Al-i İmran, 185) ayeti hükmünce yaşarlar ve bu alemden geçerler. Vesselam.

Fehmi ol murg-ı Huma’nın mevtini kıldı beyan
Hem binüçyüz altmışbeş hicriydi tarihine sal

Hasan Fehmi Hazretleri, mürşid-i kamil ve evlad-ı Resul olan yüce şahsiyet Hakkı Baba Hazretlerinin, alem-i ervaha yükselip, bu alemden geçmesinin Hicri 1365 takvim yılında olduğunu beyan ediyor.
Ruhu şad olsun, himmeti üzerimize olsun.


1 yorum:

Unknown dedi ki...

Ruhu şad olsun himmeti üzerimize daim olsun.amin