10 Eylül 2011 Cumartesi

Bir aceb sırra eriştim eyvallah

Bir aceb sırra eriştim eyvallah
Buna esrar-ı aşk derler eyvallah

Kur’an’da “Gerçekten biz emaneti göklere, yere ve dağlara arz ettik, onu taşımaktan çekindiler ve ondan korktular. Fakat insan o emaneti kabul etti / yüklendi…” (Ahzab, 72) buyrulmuştur. Hadis-i kudside ise Cenab-ı Hak “İnsan benim sırrımdır, ben insanın sırrıyım.” diyor.
İnsan, Allah’ın kemal tecellisine mazhar olması itibariyle ‘cami’ isminin mazharıdır. İnsandan başka yaratılan hiç bir mahluk, buna mazhar değildir. Hakk’ın kemal tecellisini kendinde toplayıp, emaneti yüklenen insanın sırrı, Hak’tır. Kulun yokluğunda zahir olması itibariyle ise, Hakk’ın sırrı insandır. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ilahi aşkın böyle tuhaf, acayip sırrına eriştiğini ifade ediyor.

Bunu alim avam bilmez eyvallah
Buna ilm-i irfan derler eyvallah

Ehli kemal üç türlü mektep / okul vardır demiştir ki, Bu okullar: 1. Mekteb-i Sübyan, yani ilkokuldur, orada harfler tanıtılıp  okuyup yazma öğretilir. 2. Mekteb-i Medrese, yani meslek öğrenilen yüksek okul, üniversite vb. Burada meslekler öğretilir. Öğretmenlik, edebiyat, mühendislik, doktorluk vb. ilimler öğretilir. 3. Mekteb-i İrfan’dır. Burada öğretilen ilm-i tevhid irfaniyetidir. Bu okulda harflerin hikmeti, mahiyeti ve kulun kendisinin ve cümle eşyanın iç yüzü öğretilir. Böylece mekteb-i irfanda kul, kendinin ve cümle varlığın hakikatine arif olur. Çünkü Hz. Peygamber Efendimiz “Allah’ım bana bu eşyanın içyüzünü öğret.” buyurmuştur.
Bir kimsenin, eşyanın iç yüzünü / hakikatini ve kendinin / nefsinin hakikatini öğrenmesi için, mutlaka mekteb-i irfana dahil olup, mürşid-i kamilin telkin ve irşadına mazhar olması gerektir. Kul ancak o zaman kamilin irşadı olan zikr-i daim uyanıklığı ve tevhid-i hakiki irfaniyetiyle, kendinin ve eşyanın hakikatine ulaşıp, arif ve kamil bir insan olur. Velhasıl, mekteb-i irfana dahil olmayıp, zikr-i daim uyanıklığı ve tevhid-i hakiki irfaniyetine ulaşmamış olanlara avam denir. Avam, hangi ilmin alimi olup hangi mevki ve makamda olursa olsun, mekteb-i irfandaki ilm-i irfan irşadından nasiplenmemiş olduğundan, esrar-ı ilahiye arif olamaz.

Buna sırr-ı Kur’an derler eyvallah
Bunu ehl-i hicab bilmez eyvallah

İmam-ı Gazali Hazretleri “Kur’an’ın, neresinden okursanız okuyun, ya Hakk’ın zatından, ya sıfatlarından, ya da ef’alinden bahseder. Ki bu Kur’an’ın sırrıdır.” diyor. Hadis-i şerifte “Kur’an ve insan ikiz kardeştirler.” buyrulmuştur. Hazreti Pir ise “İnsan Kur’an’ın metnidir / özetidir.”diyor. Bu itibarla bir kimse mekteb-i irfan irşadına mazhar olursa, kendi nefsinde ve cümle alemdeki zat-ı ilahi, sıfatı ilahi ve ef’ali ilahi tecellilerinin müşahedesiyle arif olur. İşte böyle arif bir kul,  Kur’an’ın ikiz kardeşi ve Kur’an’ın sırrı olur. Fakat bir kimse mekteb-i irfan irşadından nasiplenmezse, o kimse Hakk’ın zat, sıfat ve ef’al tecellilerinden hicaplı / perdeli olur, sırr-ı Kur’an’ı bilemez.

Bunu ehl-i sevab bilmez eyvallah
Bunu Hızr u İlyas bilir eyvallah

‘Ehl-i sevap’ sevaplar karşılığında nefsini cehennemden kurtarıp, amel cenneti nimetleriyle lezzetlendirmek için kulluk yapanlar demektir. Böyle sevap ehli olan kimse, esrar-ı ilahiye vakıf olmaz. Çünkü onun, nefsini cehennemden kurtarıp cennet nimetleri sevdasıyla olan kulluğu, Rabbine kavuşmasına engel olur. Hızır ve İlyas (as) ab-ı hayat, yani ölümsüzlük suyu içmiş olup, her zaman sağdırlar. Hızır velidir. İlyas ise nebidir / peygamberdir. Hızır velayetle, Hz. İlyas ise nübüvvetle kıyamete kadar ehil olanları irşad ederler. Bunlar, zikr-i daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhid irfaniyeti olan ab-ı hayatla bu gün dahi diri ve ölümsüz olup, ebediyen sağdırlar.
Bunu beyanla, Yunus Emre Hazretleri:

Yunus öldü diye sala verirler,
Ölenler hayvandır aşıklar ölmez

Demiştir. Bu itibarla “Esrar-ı aşkı ve sırr-ı ilahiyi, nefsinin amel cenneti nimetlerinden istifadesi için kulluk yapan ehl-i sevap bilmez. Zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyetiyle ab-ı hayata kavuşmuş olan Hızır ve İlyas bilir.” buyruluyor.

Buna vasl-ı beka derler eyvallah
Buna sırr-ı Mustafa derler eyvallah

Hazreti Peygamber Efendimizin her isminin bir hikmeti vardır. ‘Mustafa’ ismi ise, halk isneyniyetinden, ikiliğinden eser kalmamış bir arınmışlığı ifade eder. Hangi kul böyle bir arınmışlığa ulaşırsa, vasl-ı bekaya, yani Allah’ın ebediyetine kavuşup, ebediyen Allah’la diri olur.  

Bunu Al-i Aba bildi eyvallah
Buna seb’al mesan dendi eyvallah

Al-i Aba; Hazreti Peygamber’in örtüsü / abası altında olanlardır. Ehl-i Beyt, evlad-ı Resul demektir. Pençe-i Al-i Aba ise, Hz. Resulullah’ın örtüsü / abası altındaki beş kişi demektir. Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin ve Hz. Peygamberle beraber bu beş kişi, pençe-i Al-i Aba’dır.
Hıristiyan rahipler, Hz. Resulullah’ı yalancılıkla itham ettiler. Bunun üzerine vahiy geldi ve “De ki; oğullarınızı ve oğullarımızı, kadınlarınızı ve kadınlarımızı, kendinizi ve kendimizi alıp meydana çıkalım. Kim yalancı ise lanetleşelim / Allah’ın laneti yalancıların üzerine olsun diyelim.” (Al-i İmran, 61) Buyruldu. Bu ayet vahyedilince, Hz. Peygamber Efendimiz, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’i alıp, hep beraber beş kişi, Hıristiyan rahiplerle lanetleşmek için meydana çıktılar. Fakat Hıristiyan rahipler korktular ve meydana çıkmadılar. Bunun üzerine Hz. Peygamber Efendimiz abasını sırtından çıkararak, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin’i örttü ve “Benim Ehl-i Beyt’im / Ev halkım bunlardır.” dedi. İşte “Pençe-i Al-i Aba” Hz. Peygamber’in yüce örtüsünün altında olan Ehl-i Beyt’tir.
Ehl-i Beyt üçtür: Birincisi, yukarıda ifade edilen Hz. Peygamber Efendimizin kızı, damadı ve torunları olan “pençe-i al-i aba”dır. İkincisi; Hz. Peygamber’in soyundan olmayıp Nur-u Muhammed’e mazhar olanlardır. Bunlar, Peygamber Efendimizin “Selman benim Ehl-i Beytimdir.” hadis-işerifinde beyan ettiği gibi olanlardır. Bunların soyca Hz.Resulullah’la her hangi bir akrabalığı olmadığı halde Ehl-i Beyt olanlardır ki, hz. Peygamber efendimizin “ehlibeytimdir”dediği Salmandan başka sahabelerde vardı. Fakat bunların içinde Selman-ı Farisi, İran’lı bir göçmen olup, Hz.Peygamber’le soyca herhangi bir yakınlığı, akrabalığı olmadığı gibi, o coğrafya ile de bir ilgi ve alakası olmaması yönünden çarpıcı bir örnektir. Bu itibarla, Hz. Peygamber’in soyundan gelmeyip de Nur-u Muhammed (sav)’e mazhar olanlar da evlad-ı Resuldür, Ehl-i Beyt’tir. Çünkü bunlar, Nur-u Muhammed abasına / örtüsüne bürünmüş olduklarından,  bunlara Ehl-i Beyt-i manevi veya evlad-ı Resul-ü manevi denir.
Yine Hz. Resulullah Efendimiz “Selman bendendir, ben Selman’dan.” buyurmuştur. Yani, Selman’da kendi cahiliyetine ait hiç bir anlayış ve hal kalmadı, Selman bana tabi olup benim tabiatımdan oldu ve Selman’da var olup gözüken benim ahlak ve tabiatım, benim ruhaniyetimdir, demektir. İşte her kim ki, meslek-i Resul’e dahil olursa, o kimsede cehalet kalmaz, onda hz.Resulullahın ahlak ve tabiatı galip olup, Nur-u Muhammed mazhariyetiyle o kimsede, evlad-ı Resul ve Ehl-i Beyt-i manevi olur.
Kur’an’da“ve legad ateynake seb’an minelmesanii velkur’anel’aziim / “Biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve yüce Kur’an-ı indirdik.” (Hicr, 87) Buyrulmuştur. Evlad-ı Resul’ün, meslek-i Resul irşadıyla mazhar oldukları irfaniyet, işte bu tekrarlanan yedi ayet, yani ‘Seb’al mesan’ irfaniyetidir. Bu itibarla Nur-u Muhammed mazharı olan Evlad-ı Resul ancak, bu ayette ifade edilen, ‘Seb’al mesan” yani / tekrarlanan yedi ayet’in marifet ve kemalatı üzere olan kullukla yaşarlar.
Ehl-i Beytin üçüncüsü ise; Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi ve Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri gibi olup, Hz. Peygamber Efendimizin hem soyundan gelip hem de Nur-u Muhammed’e mazhar olan evlad-ı Resuldür ki, gavs ve mücedditler bunlardan zuhur eder. Velhasıl, sırr-ı ilahi olan ‘Seb’al mesan’ yani ‘tekrarlanan yedi ayet’in marifet ve kemalatına, Nur-u Muhammed abası / örtüsü ile örtünen, evlad-ı Resul / Ehli Beyt  mazhar olur. Vesselam.
               
Buna ilm-i Hüda derler eyvallah
Buna sırr-ı Kur’an derler eyvallah

“Bu öyle bir ilim ve irfaniyettir ki, Hüda-i İlahi’nin, yani Allah’ın hidayetle olan zuhurudur. Bu hidayet mazhariyeti aynı zamanda Kur’an’ın sırrıdır.” buyruluyor. Çünkü Seb’al mesan, yani tekrarlanan yedi ayet; yedi meratib-i ilahi olup, bu mertebelerin keşf-i marifetiyle kul, insan-ı kamil olur. İnsan-ı kamil ise, Hz. Resulullah’ın “Kur’an ve insan ikiz kardeştir” beyanı mazhariyetiyle Kur’an’ın sırrıdır. Bu itibarla, hangi kul meslek-i Resul’de meratib-i ilahinin müşahedesine ve marifetine ulaşırsa o, Kur’an’ın esrarına vakıf olur.

Bu bir kenz-i ahfadır kim eyvallah
Bu bir mülk-i bekadır kim eyvallah

Cümle halk-ı alemin mevcudiyetindeki Allah’ın sırrı, insan-ı kamile açıktır, ayandır. Kamil, mazhar olduğu marifet ve kemalatla eşsiz bir hazinedir. Her kim zamanın kamilini bulur ve onun irşadına mazhar olursa, o kendinde ve cümle alemde mevcut olan Rabbine kavuşur. Kulun Rabbine vasıl olup kavuşması ise, öyle bir yüce mülktür ki, bu aynı zamanda kulun bekaya ulaşıp ölümsüzleşmesi, daima diri olması demektir.

Bu bir fazl-ı Hüda’dır kim eyvallah
Buna ihsan-ı Hak derler eyvallah

İlimler iki şekilde tahsil edilir: Biri kesbidir ki; kulun gayretiyle kitaplardan, okullardan, örflerden, mürşitlerden vb. ilim öğrenmesidir. Diğeri ise vehbidir, yani kulun karşılıksız bahşiş ve ihsan’a mazhar olmasıdır. Bunu beyanla hadis-i şerifte “Siz bildiklerinizle amel edin, Allah bilmediklerinizi size öğretir.” buyrulmuştur. Yani kulun kesb edip de öğrendiği bilgiyle kulluk, ibadet yaparken, bilmediklerine arif olması ona vehbidir, bağıştır. Bunu beyanla Kur’an’da “Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik.” (Kehf, 65) buyrulur.
Bu itibarla vehbi olan irfaniyet, Cenab-ı Hakk’ın fazilet ve cömertliğinden kuluna hidayet zuhuruyla karşılıksız  yaptığı ihsandır. Mesela bir kimsenin, mürşid-i kamilden aldığı telkini ezberleyip, hıfz etmesi kesbidir. Fakat kamilden tahsil ettiği ilmin müşahedesinden hasıl olan irfaniyet, vehbidir. Velhasıl kulu Rabbine ulaştırıp kavuşturacak olan irfaniyet, yüce Allah’ın fazlından yaptığı karşılıksız hidayet lütuf ve ihsandır. Bu ise, bir kulun mazhar olabileceği en ala bahşiştir.
Allah, cümlemizi vehbi olan bu bahşiş ve ihsana mazhar kılsın.

Buna dad-ı Hak derler eyvallah
Bu bir ahd-ü vefadır kim eyvallah

Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim’de “O sana biat edenler var ya; onlar gerçekte Allah ile bey’atlaşıyorlar. Allah’ın eli onların elleri üstündedir. Kim ahdini / bey’atını bozarsa, döneklik ederse; kendi aleyhine döneklik etmiş olur. Kim Allah’a verdiği sözde durursa, Allah ona büyük bir ecir / ödül verecektir.” (Fetih, 10) Buyuruyor.
Bu alemde mürşid-i kamilin telkin ve irşadı, emr-i ilahi tebliğinden başka bir şey değildir. Kamil olan bir mürşid, kat’iyyen Allah’ın emrinin harici bir şey telkin etmez. Asla vahye ters düşmez. Kamil’den alınan telkin emr-i ilahi olması itibariyle, telkine riayet etmek, Hakk’ın emrine riayet etmektir. Kamilin gerçek mazhariyeti bu olup, salik de böyle bir inanç ve anlayışla telkini kabul ederse, o ahidleşmeden / anlaşmadan ancak, kemalat ve maksat hasıl olur. Çünkü, gerek kamilin telkini, gerekse salikin kabulü, Allah’ın emri ve Allah’ın kendi mertebesinden başka bir şey değildir. İşte hangi kul böyle bir ahidleşmeye mazhar olur da ahdine vefalı, yani sadık olursa, o meratib-i ilahi keşfi marifetiyle arifibillah olup, insan-ı kamil olur ki, bu dad-ı Hak’tır, yani Hakk’ın  karşılıksız vergisidir.

Buna ilm-i felah derler eyvallah
Buna feyz-i necat derler eyvallah

Sırr-ı ilahiye mazhar olmak, bir insanın yegane ve nihai huzur ve mutluluğudur. Çünkü insan, meratib-i ilahi keşfi irfaniyetiyle, makam-ı insana ve aynı zamanda sırr-ı ilahiye arif olur. Bir insanın erişebileceği daha ala başka bir mutluluk olmaz. Bunu beyanla “İnsanın mutluluk ve felahı, kurtuluş ve necatı, makam-ı insana ulaşıp esrar-ı ilahiye vakıf ve arif olmasıdır.” buyruluyor.
Bu bir sırr-ı safadır kim eyvallah
Bu Fehmi’ye atadır kim eyvallah

Arifibillah, insan-ı kamil Fehmi Efendi Hazretleri “Esrar-ı ilahiye arif olup, bu irfaniyetle zevklenip sefa sürmek bana atadır, yani bana Hakk’ın hediyesidir. Ki, o hediyenin sevinç ve zevkiyle yaşıyorum.” diyor.
Allah, bizleri de böyle hediyelere mazhar kılar  inşallah.

Hiç yorum yok: