10 Eylül 2011 Cumartesi

Aşkın meyinden bir kadeh içtim

Aşkın meyinden bir kadeh içtim
Sarhoş göründüm ağyare karşı

İlahi aşk içkisinden bir kadeh içmek; meslek-i Resul’e dahil olup, teveccüh görerek salik olmak ve daim zikir uyanıklığından nasiplenmektir. Hak’tan gafil olup, daim zikir ve tevhid-i hakikiye uzak ve aşina olmayan kimselerin anlayışına göre; meslek-i Resul’de salik olmak, tuhaflıktır, acayipliktir yani sarhoşluktur. Ehl-i zikri ve ehl-i tevhid-i hakikiyi yanlış, şaşırmış hatta sapık olarak değerlendirenler de vardır. Bunlar Hak’tan gafil ve mahcup/perdeli olan ağyar kimselerdir. Bunların hep meşguliyetleri Hak’tan başka olan şeylerledir, yani gayriyetledir, vesselam.
Bu beyte enfusi bir mana daha verecek olursak o da şöyledir: Tevhid-i hakiki marifetine mazhar olan kimsenin hali, daha evvelki cahiliye anlayışına ters gelir. Çünkü o zamanki  anlayışı gayriyet ve masiva ile doludur ve Hak’tan gafildir. Cenab-ı Hakk’ı mevhum olarak kaydeder. Fakat makamat-ı tevhide süluk ederse, Hakk’ın kendinde ve cümle alemde, eşyada mevcut olduğunu müşahede eder. İşte bu irfaniyet, gayriyet içeren eski cahiliye anlayışına göre terstir, sarhoşluktur. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Salik olup da aşk-ı ilahiye mensup olunca, Hak’tan gafil olan ağyar, beni tuhaf, acayip yani sarhoş gördü.” diyor.
Mir’at-ı ef’al gösterdi sun'un
Nakkaşın gördüm gergefe karşı

Nakkaş, nakış yapana denir. Gergef ise nakış yapılan mahaldir, yerdir. Bu beyitte makamat-ı tevhidin iptida müşahedesi olan tevhid-i ef’al mertebesi beyan ediliyor. Kur’an’da “Onlara enfus ve afaklarında ayetlerimizi göstereceğiz. Ta ki, Hak ayan beyan belli olsun / görünsün.” (Fussılet, 53) Buyrulur. Bu beyan mazhariyetiyle Fehmi Efendi Hazretleri “Tevhid-i ef’al aynasında / mir’atında, fail olan Allah’ı enfusta, yani kendi nefsimde ve afakta, yani cümle alem gergefinde, her fiilin faili olarak gördüm.” diyor. Bu itibarla bir salik, tevhid-i ef’al müşahedesine ulaşır, kendinde ve cümle alem gergefinde, Cenab-ı Hakk’ı her fiilin faili olarak müşahede ederse, gergefteki her nakışta nakkaşı görmüş olur. Vesselam.
Necm ü kamerdir şemsin sıfatı
Durdular kıyam zatına karşı

Necm yıldız, kamer ise ay demektir. Yıldızların ve ayın ışığı kendinden olmayıp güneştendir, onlar ancak güneşin ışığını yansıtırlar. Eğer güneşin ışığı olmasa ay ve yıldızda ışık ve aydınlık olmaz. Bu itibarla Hakk’ın zatı cümle varlıkta mevcut olmasa, bu alemde ne sıfat, ne de ef’al olur. Ef’al ve sıfatın varlığı zat-ı ilahiyle ayaktadır. 

Bülbüle gelse baharın zevki
Nice sabreder ol güle karşı

Bahar, mevsimler içinde kıştan sonra gelir ve tabiat yeni bir çehreye bürünür, bütün bitkiler ve hayvanlar kış uykusundan uyanırlar. Bülbül ise, baharda daima aşık olduğu gül ve kokusuyla meşgul olur. İşte bir kimse, meslek-i Resule dahil olup, zikr-i daim ve makamat-ı tevhid müşahedesine mazhar olursa, o kul cehalet kışı olan gaflet uykusunu terk ederek, bahar mevsimi doğuşuyla, yani daim zikir ve tevhid-i hakiki irfaniyetiyle uyanır. O kulda hidayet-i Nur-u Muhammed galip ve hakim olur. Bülbülün daim ötüp, gül ve gül kokusunu aradığı gibi, o kul da zikr-i daim uyanıklığıyla, hidayet-i Nur-u Muhammed’in zahir olduğu ehl-i kemali ve onların meclisini arar. O, gül kokan Nur-u Muhammed zuhurunun zevkine mazhar olmaya gayret eder ve bu konuda sabretmez, sabırsızdır.
Olsa muhabbet vasl-ı mahbubdan
Cennet kurulur aşığa karşı

Mecnun, Leyla’nın işçilere sırayla yemek dağıttığını görür ve işçilerin arasına karışarak yemek almaya gider. Herkes yemeğini alırken sıra Mecnun’a gelince, Leyla elindeki kepçeyle Mecnun’a vurup, onu kovar. Bunun üzerine diğer işçiler Mecnun’a “Leyla sana niçin vurdu?” dediklerinde Mecnun “Leyla’m bana sizinki gibi sıradan değil, özel muamele yaptı.” der.
İşte her kim aşk-ı ilahiye mazhar olursa, o aşığın cenneti de, zevk-i sefası da, mahbubunun / sevgilisinin ona teveccüh ve muhabbetidir. Yani ilahi sevgilinin, aşığın aşkına karşılık vermesidir ve aşık ile maşukun karşılıklı sevişmeleridir. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de “Onlar Allah’ı sever, Allah da onları sever…” (Maide, 54) buyrulmuştur.

Şems-i hakikat doğmuş görünse
Muhabbet olmaz esmaya karşı

Tarikat ve cemaat ehli bazı kimseler, Allah’ın isimlerinden bazı isimleri adetle, sayı ile tesbih ederek, o isimlerle meşgul olur ve bu meşguliyetten keyif alırlar. Bazı tad ve haller elde ederler, ve Hakk’ı o halle kaydederler, bunu da kemalat bilirler. Böyleleri cümle esmanın müsemması olan zat-ı ilahiden gafil ve mahcup olup, zat-ı ilahiyi mevhum zannederek, mevcut kabul etmezler.
Tevhid-i hakiki ehli olan ise, zat-ı ilahiye her tecellide mevcut olarak müşahede ederek vasıl olduğundan, mevcutta ve cümle alemlerde zat-ı ilahi olan müsemmadan gayrı görmez. Bunu beyanla “Bir kul, tevhid-i hakiki irfaniyetine ve aydınlığına kavuşursa, ehl-i esma gibi esma ile kayıtlı olmaz, daima müsemma ile beraber olur. Çünkü ehl-i tevhid-i hakiki, tarikatçılar ve cemaatçiler gibi esma ehli olmayıp, cümle esma, ef’al ve sıfat tecellilerinde zat-ı Hakk’a vasıl olduğundan, müsemma olan zat-ı ilahiden başkasına muhabbet etmez.” buyruluyor. 

Pervane duymaz zevk-i vuslatı
Yandı kül oldu cemale karşı

Pervane, ateşin ışığına kendini fütursuzca, cesaretle atıp ve o ateşte yanıp kül olan kelebek vb. dir. Çünkü pervane ateşin ışığını gidilecek yol zanneder ve bu zanla ateşe kendini atarak yanıp kül olur. Bütün tarikat ve cemaatlerde, mürşidin irşadı ile cemal-i ilahi müşahede edilir anlayışı vardır. Bu itibarla, nakıs / eksik bir mürşide intisap edenleri, o cahil şeyh, esmaları şu kadar bu kadar sayı ile çektirerek, fazla ibadetler yaptırarak, rüya tabirleri vb. uygulamalarla beklentiye sokarak avutur. Mürit de onun bu ve benzeri virdlerinden, şeyhin nazarından medet umar, yani irfaniyete mazhar olacağını, cemal-i ilahiyi müşahede edip Rabbime kavuşurum zannı ile bekler ve cemal-i ilahiyi görüp Rabbine vasıl olamadan yanıp kül olur, helak olur. Böyle kamil olmayan nakıs mürşidden irşad bekleyen kimse, Allah’ın cemalini müşahededen mahrum olarak bu imtihan alemindeki ömrünü heba ederek tamamlar.
Fakat kim, kamil bir mürşid bulursa, o kamil olan mürşid; salike, zikr-i daim ve makamat-ı tevhidi telkin eder. Zikr-i daim uyanıklığı ve tevhid mertebelerinin keşfi irfaniyetiyle o salik cemal-i ilahiyi müşahede eder ve Rabbine vuslat edip, vuslat zevki ile zevklenir, vesselam. Bu itibarla zikr-i daim ve tevhid-i hakiki irfaniyetinden mahrum olan bir kimse, adı sanı ne olursa olsun, taraftar ve müntesipleri ne kadar çok olursa olsun, hangi cemaat ve tarikatın ehli veya müridi, müntesibi olursa olsun, Allah’ın cemalini göremez ve Rabbine vuslat zevkini tadamaz. Böyle bir kişi pervane gibi, nakıs / eksik şeyhlerin peşinde, kendisini doğru yolda zannederek helak eder, yani yakıp da kül eder, demektir.
Bu beyite ikinci bir mana verecek olursak şöyledir: Aşk ikidir ki, birisinde aşık sevgilisinden aşkına karşılık görür ve sevilir. Böyle olan aşkta aşık, sevgilisiyle vuslat zevk ü sefası sürer. Diğerinde ise, aşık aşkına karşılık göremez, sever, fakat sevgilisinden sevgisine karşılık görmez. İşte böyle olan aşığın hali zordur, ızdıraplıdır, çünkü aşkına maşukundan karşılık göremediği için zevk-i vuslatı tadamaz acı ve izdırapla yanıp kül olur. Allahu alem. 

Vuslat-ı yarla halvet olanlar
Bakmaz hiç gözü ağyare karşı

Bir kulun, Rabbine vuslat etmesinden daha ala ve ziyade zevki olmaz. Her kim ki bu keyfiyete mazhar olursa, Rabbinden başka görmeyip, hep Rabbine bakarak, ilahi sevgiliyle halvet eder ki, onun gözü ağyar görmez.
Zeliha’ya sor halet-i aşkı
Oldu divane Yusuf’a karşı

Hz. Yusuf, Zeliha'nın hizmetçisi, kölesi idi. Hz. Yusuf, suret olarak yaratılmış kullar içinde en güzelidir. Zeliha Yusuf'’un güzelliğine tutulup, aşık oldu. Bu olay şehirde duyuldu ve arkadaşları ‘Sen asil bir insansın nasıl olur da bir hizmetçiye, köleye aşık olursun.’ dediler ve Zeliha’yı kınadılar. Zeliha da ‘Siz Yusuf’un  güzelliğinden habersiz olarak konuşuyorsunuz, eğer Yusuf’u görseniz böyle söylemezsiniz.’ Dedi ve onları evine davet etti. Arkadaşları evde otururlarken Yusuf’u çağırdı, Yusuf gelince orada bulunanlar Yusuf’un güzelliği karşısında mest oldular, kendilerinden geçtiler ve ellerindeki meyve bıçaklarıyla ellerini kesip kan revan içinde kaldılar da farkına varmadılar. O zaman  Zeliha onlara ‘Siz Yusuf’u biraz gördünüz de ne hale geldiniz, ya ben ne yapayım, her daim Yusuf’u görüp onunla beraberim.’ diyerek aşkını,  halini beyan etti. İşte Kur’an-ı Kerim’in Yusuf suresinde daha geniş ve detaylı olarak beyan edilen Zeliha’nın Yusuf’a olan aşkı, özet olarak böyledir.
Yusuf, cemal-i ilahi güzelliğini remzeder. Zeliha ise cemal-i ilahiye  aşık olanı remzeder. İşte bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Aşk-ı ilahiye her kim mazhar olup aşık olmuşsa, o Zeliha gibidir, onun aşkını ve halini ancak Zeliha olan bilir.” Diyor ve devamla “Zeliha olan ise, Yusuf’un, yani ilahi sevgilinin aşkından divane olandır.” buyuruyor. Çünkü Yusuf ikilikten arınmış ruh güzelliğini remzeder. Vesselam.

Ehl-i aşkı sen sanma serseri
Muhabbeti var Allah’a karşı

Hz. Yusuf’un güzelliğini görmeyenlerin Zeliha’yı kınadıkları gibi,  ağyar muhabbetiyle, yani Allah aşkından başka şeylerle meşgul olup aşk-ı ilahiden nasiplenmemiş olanlar, ehl-i aşkı divane, sarhoş, serseri gibi görürler. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Ey aşk-ı ilahiden gafil ve mahrum olan kimse, sen ehl-i aşkı tenkit edip de onların halini hor görme. Çünkü onlar, Allah'tan başkasına muhabbet etmezler, onlar ancak muhabbetullah yani aşk-ı ilahiyle gıdalanıp zevklenirler.” diyor.

Fehmi aşıksan ma’şukun tanı
Doldur kadehi ol yara karşı

Kadeh salikin kalbidir, saki ise kadehi dolduran mürşid-i kamildir, içki ise kamilin  mazhar olduğu marifet ve kemalatla olan irşadıdır. Bir salik o marifet ve kemalat irşadından istifadelendiği nispette Rabbine arif olur. İşte Fehmi Efendi Hazretleri, kendini muhatap ederek bizlere “Sen, aşk-ı ilahiye mazharım, Hak aşığıyım diyorsan, mürşid-i kamilin irfaniyetle olan irşad içkisini kalb kadehine doldur. Ancak o irşad seni yarine, yani ilahi sevgiliye götürür ve kavuşturur.” buyuruyor.

Hiç yorum yok: