21 Eylül 2011 Çarşamba

Geçtim mülk-i fenadan gönlüm Allah’a döndü

Geçtim mülk-i fenadan gönlüm Allah’a döndü    
İçtim ab-ı bekadan gönlüm Allah’a döndü

Mülk-ü fena; geçici, fani olandır. Yani Hak’tan gayrı olan her şeydir. Ki, bu görünen tabiat alemi, unsur beden, mal, mülk, evlad, kardeş, ana, baba vb. hep geçicidir. Kulun nefsi, işte bu geçici fani olan değerlere meyillidir. Bunlardan meydana gelen zevk-ü sefa nefse hoş gelir ve kul ahiretini dahi bu zevkü sefa ile kaydedip, amel cennetinde nefsine hoş gelen bu lezzetlerle lezzetlenmeyi bekler ki, onun kulluğunun dünya ve ahiret gayesi, nefsini fani olanlardan lezzetlendirmek olur. İşte bunların hepsi kulu Hak’tan uzaklaştıran geçici, fani olan değer ve mülktür.
Ab-ı beka ise, ölümsüzlük suyu demektir. Bu sudan içenler ölümsüzlüğe kavuşup beka bulurlar. Beka ise geçici ve fani olmayıp, cümle alemlerde mevcut olan Allah’ın ebedi varlığıdır. Bu itibarla ab-ı beka, yani ölümsüzlük suyu, ab-ı tevhid-i hakiki irfaniyetidir ki, her kim, zikr-i daim uyanıklığıyla bu irfaniyete mazhar olursa, ancak o kul, yaradılışının yüce gayesine ulaşıp Rabbine vuslat eder ve Rabbin ebedi baki olan varlığıyla var olup yaşar ve beka bulur. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Ben mülk-ü fenadan geçtim, yani geçici fani olan heveslerden uzaklaştım, ab-ı beka olan daim zikir ve tevhid-i hakiki keşfi irfaniyetiyle gönlüm, cümle eşyada mevcut olan Allah’a döndü, yani mevcut ve ölümsüz olan Hakk’a vuslata yöneldi.’ diyor.

Kalbim sazı çalıyor ruha neş’e veriyor

Cümle aza Hak diyor gönlüm Allah’a döndü

Kur’an-ı Kerim’de “Gerçek müminler ancak o kişilerdir ki; Allah’ı zikrettiklerinde kalbleri titrer…” (Enfal, 2) buyrulur. Başka bir ayette ise “İnananların kalbleri zikrullah ile tatmin olur; gözünüzü açın, kalbler ancak zikrullah ile mutmain olur.” (Ra’d, 28) beyan edilir.  Kalbin sazı demek, kalbi zikir demektir.
Demir Ali Efendi “Kalb bir ülkenin başkenti gibidir. Nasıl ki başkentte alınan kararlar, ülkenin  diğer şehirlerinde de geçerli ve bağlayıcı oluyorsa, kalbdeki hakimiyet her ne ise, vücudun diğer azalarına tesir eder ve cümle azalar kalbdeki o hakimiyete uyar.”  buyurdular. İşte kalbin sazı, kalbdeki zikrullahtır. Ki, kalbi zikir zikr-i daimi hasıl eder ve Kalbinde zikr-i daim hasıl olan kul, zikrullahın zevkini vücudunun tamamında hissederek zevkullaha ulaşır.
Hz. Pir Efendimiz “Her kim ki zikr-i daime sadık olursa, zikrullah tesiriyle, zakir/anan, zikir/anmak, mezkur/anılan hepsi bir olur.” buyurmuşlardır.

Ben aşığım ezelden ta ‘elestü’ bezminden

Ol dem ‘beli’ dedim ben gönlüm Allah’a döndü


Cenab-ı Hak,kudsi hadiste “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi muhabbet ettim, halkı halk ettim.” Buyuruyor. Muhabbet, Arapçadır, muhabbetin Türkçe karşılığı ise, sevgi ve aşktır. Aşk, sevginin şiddetlisine denir. Bu itibarla Cenab-ı Hak, kendi zatı tekliğinden yarattığı cümle alem-i halkı aşkla yarattı. Ve yaratılan her şeyde muhakkak aşk vardır, herkes aşkın tesir ve cazibesiyle yaşayarak aktivite, faaliyet üretir. Bu itibarla kulun her faaliyetinin temeli muhakkak aşktır. Mesela ticaret yapar, temeli sevgidir, sanat üretir temeli sevgidir, karşı cins arar, çoluk çocuk arar, siyaset yapar, rütbe arar vb. her türlü faaliyetin temeli sevgidir, aşktır. Fakat bu aşk, her insanın yaradılışıyla beraber mazhar olduğu, doğasında ve tabiatında olan aşktır, ki bunlara ‘aşk-ı mecaz’ denir. Aşkı mecaz, Hak aşkından gayrı olan cümle sevgiler, muhabbetlerdir. Ki mecaz aşk, kulu Hakk’a kavuşturmaz. Kulu Hakk’a götürüp de vuslat ettirecek olan aşk, aşk-ı ilahidir. İşte insanın doğasında olan mecaz aşk, aşk-ı ilahiye dönüşürse ancak o zaman, o kul ilahi aşkla yaradılışının yüce gayesine ulaşıp, Rabbine vuslat eder.
‘Elestü’ hitabı ise; ruhlar aleminde bütün ruhların muhatap olduğu “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Araf, 172) hitabıdır. Bu hitaba herkes ruhlar aleminde muhatap oldu ve “Bela / evet Rabbimizsin, biz şahidiz.” Demişlerdi. (Araf, 172) İşte ‘elestü bezmi’ denilen ahitleşme / anlaşma budur. Fakat kul, ruhlar aleminden bedenlenip de yeryüzüne, yani şahadet alemine gelince, Cenab-ı Hak’la yapılan bu ahitleşmeyi, anlaşmayı unuttu. Bunun için bu alemde cümle peygamberler ve veliler, insanlara bu ahitleşmeyi hatırlatmak için tebliğ ve irşadda bulunurlar. Bu itibarla, kamil olan mürşidin irşadı da işte bu hatırlatmadır ve ruhlar aleminde yapılan elestü bezminin, ahitleşmesinin bu alemdeki tekrarıdır. Her kim bu alemde kamil mürşidin irşadına mazhar olursa, o kimsede, yaradılışından doğasında var olan mecaz aşk, zikr-i daim ve meratib-i tevhid keşfi irfaniyetiyle Allah aşkına dönüşür. Ve o kul arif olur ve her tecellide Rabbini müşahede eder ki, bu müşahede aynı zamanda kulun, Rabbine evet / beli diyerek şahit olmasıdır. Allahualem.


Terk ettim ben izzeti buldu gönlüm zilleti

Nidem gayrı devleti gönlüm Allah’a döndü


İzzet; mevki, makam ve büyüklenmek demektir. İzzetle büyüklenmek, insanın cehaletle kendisinin zannettiği nispet varlığından, benliğinden hasıl olur. Allah, kendini beğenerek yürüyenlerden olmamamızı emrediyor. (İsra, 37, Lokman,18). Zillet ise, alçak gönüllülük olup, büyüklenmemek, kibirlenmemektir. Ayette “…secde et ve yaklaş” (Alak, 19) Beyan edilir. Hz. Peygamber Efendimiz ise “Kulun Allah’a en yakın olduğu an, secde anıdır.” buyurmuştur. İşte zilletin en makbulü secde halidir. Secdenin hakikati ise, kulun meratib-i tevhid keşfi irfaniyetiyle, nisbet varlığının yokluğuna ulaşmasıdır. Kul, ancak bu yokluk irfaniyetiyle Rabbine vuslat eder. Rabbine vuslat ise, bir kulun fena / yokluk zilleti ile mazhar olabileceği en büyük rütbe ve devlettir. İşte böyle bir devlete mazhar olan Fehmi Efendi Hazretleri ‘Nidem gayrı devleti gönlüm Allah’a döndü.’ diyor.

Ben bir sultan kuluyum ilm u irfan doluyum
Bildim ki ben faniyim gönlüm Allah’a döndü

Burada ifade edilen ‘sultan’ makam-ı uluhiyetin sahibi olan Allah’tır. Her şey ve herkes, bilsin veya bilmesin, yaratılmış olmak itibariyle Allah’ın kuludur. Fakat herkes, bu kulluğunun mahiyet ve hakikatini bilmez. Kimileri, kulluk; abdest, namaz, oruç vb. ibadetlerden ibarettir, der. Kimi kalb temizliği der. Kimi şöyle, kimi böyle söyleyerek kulluk anlayışını beyan eder.
Ruhu şad olsun, Kemal Zurnacı Hazretleri: “Kul, köle demektir. Köle olanın malı, mülkü, ailesi ve kendi varlığı da olmaz. Köle, sadece sahibinin emirlerine son derece dikkat eder. Fenafillah keşfiyle arif ve kamil olan bir kimsenin de, köle gibi kendine ait nispet varlığı olmayıp, ancak sahibi olan Allah’ın emir ve yasaklarına dikkatle riayet eder.” buyurdular. İşte hakikatte kul, fenafillah olup yokluğu bulmuş olan ve Allah’ın emir ve yasaklarına kesinlikle riayet eden kimsedir. Miraç’ta, Hz. Peygamber Efendimizin Cenab-ı Hakk’a “Senin hazinelerinde olmayan bir hediye getirdim.” demesine karşılık; Cenab-ı Hak “Nedir o bana getirdiğin hediye?” diye sorunca, Hz. Resulullah “Ya Rab, hazinelerinde olmayan tek şey yokluktur, ben işte senin hazinelerinde olmayan yokluğumla geldim.” buyurmuştur. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri de ‘Alemlerin sultanı olan Allah’ın varlığından gayrı varlık olmadığına, kendimin ve cümle alemin faniliği / yokluğu irfaniyetiyle, arif oldum.’ buyuruyor.


Oldum bir pir’e bende etti beni perverde
Kalktı aradan perde gönlüm Allah’a döndü

Pir, kamil olan mürşittir. Ancak kamilin telkin ve irşadıyla, Rabbi ile kul arasındaki cehil ve zan perdesi kalkar. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri; mürşid-i kamili bulup, onun telkin ve irşadına mazhar olmuş ve o irşadla Rabbi ile arasında hiç bir perde kalmadığı için, gönlüm Allah’a döndü, diyor. Çünkü kamilin irşadı, zikr-i daim uyanıklığı ve meratib-i ilahi telkinidir.Ancak bu telkin keşfi irfaniyetiyle,kulla Rabbi arasındaki perde kalkar ve kul Rabbine vasıl olup, onu daima müşahade eder.
Ben Fehmi’yim üftade bunda geldim irfane
Ko desinler divane gönlüm Allah’a döndü

Üftade, tenezzül düşkünlüğüdür. Tenezzülün en alası, kulun fenafillah keşfi irfaniyetiyle yokluğa ulaşmasıdır. Fehmi Efendi, ‘Benim kulluğum, nispet varlığımın fenasıdır / yokluğudur; ben bu yoklukla irfaniyete ulaştım.’ buyuruyor. Fakat Fehmi Efendi gibi ehl-i kemal olan ariflerin bu anlayış ve halleri, halk-ı aleme acayip ve ters geldiğinden, onları divanelikle, aykırılıkla, sapkınlıkla itham ederler. İşte böylelerine hitaben Fehmi Efendi Hazretleri ‘Onlar bana divane ve her ne derse desin, benim gönlüm Allah’a döndü, yani Rabbimle vuslata ulaştı.’ diyor.
Melamilik ‘halkın kınamasına aldırmamak’ olarak da ifade edilir, ki doğrudur. Çünkü Melamiler; halkın değil, Hakk’ın dediğinden başka yapmamaya dikkat ederler. Onlar, Hakk’ın emir ve yasaklarına, ne eksik ne fazla aynen riayet ettikleri gibi, bunların hakikat ve mahiyetlerini yerli yerinde açıklarlar. Melamilerin imanı iman-ı kamil olduğundan, onlar daima Hakk’a vuslat irfaniyetiyle yaşarlar. İşte halk, Melamilerin bu hallerini dedikodu ederek kınar, fakat onlar da ayette ifade edildiği gibi “Kınayanın kınamasına aldırış etmezler.” (Maide, 54).
Onlar daima Hakk’ı gözetirler. Çünkü onların kullukları, Muhammedi bir kullukla Hak’tan ayrı olmamaktır. Kur’an-ı Kerim’de “Muhammed Allah’ın Resulüdür. Onunla beraber olanlar, inkarcılara karşı çok çetin, kendi aralarında çok merhametlidirler. Sen onları rüku eder, secdeye kapanır halde görürsün, Allah’tan bir lütuf ve hoşnutluk ister dururlar. Görünüşlerine gelince yüzlerinde secde eseri vardır …” (Fetih, 29) buyrulur.
İşte Melamilerin kulluğundaki amaç ve hedef, bu ayette ifade edildiği gibi,her zamanda hazır ve mevcut olan manevi evlad-ı Resul’den olup, Hz.Resulullahla bu alemde beraber olmak ve hiç ayrılmamaktır. Vesselam .

Hiç yorum yok: