10 Eylül 2011 Cumartesi

Gel ey aşık-ı Hakkani ki gördün kendini fani

Gel ey aşık-ı  Hakkani ki gördün kendini fani
Odur Allah hüve’l-baki odur ol vacib-i mutlak

 Ey, aşk-ı ilahi mazhariyetiyle kendi nispet yokluğunu keşfeden ve fenafillah olan kimse! Senin yokluğunda var olup tecelli eden baki / ölümsüz olan Allah’tır. Ki o,  aynı zamanda vacib-i mutlak olan varlıktır. Her kim ki, kendinin ve alemin nispet yokluğunu / fenasını müşahede ederse, o kimse Hakk’ın beka tecellisiyle şereflenir.

‘Ene’l Hak’ sırrına er bak ki sanma sen olupsun Hak
Velakin sensin ol mazhar ki Hak der senden Ene’l Hak

Ehl-i kemalin Allah’a yakınlığı, iki mertebenin hali ve neşesi iledir: Biri kurb-u feraiz, yani farz yakınlıktır; diğeri ise kurb-u nevafil, ki nevafil yakınlığıdır. ‘Ene’l Hak’ kurb-u feraiz makamının yakınlığı, neşesi ile her insan-ı kamilin görüp, zevklendiği, fakat ehlullahtan Hallac-ı Mansur’un ismiyle özdeşleşmiş ve sembolleşmiş olan makamın halidir. Hallac-ı Mansur ‘Ene’l Hak’ (Ben Hakk’ım) dedi. Sonra halk ona “Sen nasıl Hak olursun, tövbe et.” dediler. Fakat Mansur tövbe etmeyip “Ene’l Hak”demekte ısrar etti ve idam edildi.
Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri: “Mansur, hem şeriata, hem de hakikate aykırı olduğundan cezalandırıldı. Şeriat alimlerinin ve ehl-i hakikat olan mürşidi ve dayısı Cüneyd-i Bağdadi Hazretlerinin fetvalarıyla idam edildi.” diyor. Yani bazılarının söylediği gibi Hallac-ı Mansur, sadece şeriat ulemasının fetvasıyla değil, ehl-i kemal ve hakikat alimlerinin de fetvasıyla idam edildi. Çünkü Mansur, Ene’l Hak dediği zaman kendinde değildi. Onun dilinden, mazhariyetinden, Cenab-ı Hak; Ene’l Hak dedi. Fakat sonra Mansur, kendine geldiği halde, Ene’l Hak demekte ısrar etti. Bu makamın haline vakıf olan Cüneyd-i Bağdadi ve ehl-i kemal, Mansur’u ikaz ettiler. Fakat Mansur, ehl-i kemalin ve mürşidi olan Cüneyd-i Bağdadi’nin ikazını dikkate almadı, hata etti ve idam edildi. Vesselam.
Bazı büyükler, kulun ‘Ene’l Hak’ mazhariyetini, ateşteki kızgın demirle misallendirmişlerdir. Demir ateşin hararetiyle, ateşte dura dura kıpkırmızı kor olur ki, o zaman demir ‘ben ateşim’ dese doğrudur, çünkü demirde o an ateşlik galiptir ve değdiği yeri yakar. Fakat demir soğuduğu zaman da, ben ateşim derse, bu doğru değildir. Çünkü demirde ateşin galibiyeti kalmamıştır ve değdiği yeri yakmaz. Demir bu haliyle, ben ateşim demekte ısrar ederse, ateşliğini ispat edemez. Onun hali demirliktir, demire ise ateş denmez. Velhasıl mürşid-i kamil Hasan Fehmi Hazretleri, Ene’l Hak sırrı olan kurb-u feraiz neşesine ulaşan salike diyor ki: “Sen Hak değilsin, fakat senin mazhariyetinden ‘Ene’l Hak’ (Ben Hakk’ım) diyen, Cenab-ı Hak’tır.” buyurarak, bu makamın ehli olanların dikkatini çekiyor. Allahualem.

Ki sen bir mazhar-ı tamsın olur kuvvende Hak zahir
Ki sen ol abd-i batınsın olursun Hak’ta mustağrak

İşte hangi salik, bu Ene’l Hak yani kurb-u feraiz makamına ererse, Hakk’a gark olur ve batın olan kulun kuvvesinde Hak zahir olur ki, bu makamın hali, müşahedesi böyledir, buyruluyor.

Bu yerdir alem-i berzah dahi hem alem-i ervah
Bu yerdir ruhların kabri ki nurla defn olundun bak

Berzah alemi, bu alemden geçen, yani bedenden ölümle ayrılan ruhların toplanıp, kıyameti beklediği yerdir. Bu itibarla berzah’a kabir alemi de denir. Berzah alemi ile ruhlar aleminin aynı olması, her iki alemde cümle ruhların cem olması, yani toplanması yönüyledir. Fakat her iki alem aynı olsada hitapları kemalat itibarıyla farklıdır. Ki, Ruhlar aleminin hitabı “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (A’raf, 172) hitabıdır. Berzah aleminin hitabında ise, Cenab-ı Hak “Bu gün mülk kimindir? Vahid ve kahhar olan Allah’ındır.” (Mü’min, 16) beyanıyla, kendi hitabına yine kendi cevap verecek. Çünkü bu makamda Hak zahir olduğundan, her şey Hakk’ın zuhurunda batına girip, defnolur. Bunun için Cenab-ı Hak, kendi zuhuruyla hitap edip, yine kendi zuhuruyla cevap verir. İşte gelmiş geçmiş bütün ruhlar, cem olup, alem-i berzahta haşr günündeki bu hitabı beklediklerinden, berzah alemi aynı zamanda ervah alemidir. Çünkü cümle ruhlar ervah alemindede cem olur. Kabir alemi denilen de alem-i berzahtır. Yoksa kabir alemi, cesetlerin defnedildiği mezarlıktaki çukur değildir. Bu bahsettiğimiz haşr kıyametten sonra olan büyük haşır dır.
Küçük haşır ise; ehlullahın seyri süluk ile müşahede ettiği kurb-u feraiz mertebesinin neşesi ve halidir. İşte hangi salik bu makama ererse, küçük haşrın bu alemde müşahedesine ulaşıp, Hakk’ın zuhur-u nurunda defnolur, yani batın olur. Vesselam.

O kabr-i vahdete düşmek varıp bir ile birleşmek
Visal-i dosta erişmek  ne güzeldir ne güzel bak

Vahdet kabrine düşmek; Bir’in, yani tevhidin kabrine düşmek demektir. Kulun tevhidin hakikatine mazhar olup, Hakk’ın Bir / vahid olan vücuduna kavuşup, vahdet-i vücud mevcudiyetine vuslat edip kaybolmasıdır. Bu aynı zamanda Hakk’ın zuhurunda batın olan kulun irfaniyetinde, Hakk’ın kendi mevcudiyetinde, kendini müşahede etmesidir. İşte “Kulun bu vahdete vasıl olma kemali, ne güzeldir!” buyruluyor.

O yerden açılır perde görürsün yerini nerde?
Bulursun cennetü’l irfan bakarsın gördüğün hep Hak

Hz. Peygamber Efendimiz “Allah, bir kul ile kendi arasındaki perdeyi kaldırdı mı bir daha örtmez.” buyurmuştur. Hakk’ın mevcuttaki varlığı ile kul arasındaki perde, kulun cehaletle kendine ve aleme nispet ettiği varlıklardır, yani cümle eşyadır. İşte her kim ki, zikrullah uyanıklığı ve tevhid-i hakiki irfaniyetiyle kendinin ve alemin var zannettiği cümle varlık ve eşyanın fenasını / yokluğunu keşfederse, Rabbi ile arasındaki perde kalkar ve o kimse, Hakk’a kavuşur. Hakk’a kavuşan kul ise, bu alemde cennet-ül irfana dahil olup, hep Hakk’ı görür ve ebediyen Hak’la zevklenir.
Bu yerdir şehr-i hakikat bu yerde zahir olur Hak
Gören Hak’tır görünen Hak muhittir ol bila ıtlak

Kur’an-ı Kerim’de “Allah şahittir ki, Allah’tan başka ilah olmadığına, melekler bir de adil alimler şahittir.” (Al-i İmran, 18) Buyrulur. Bu beyan kurb-u feraiz makamının halidir. Bu makam zuhuruyla Cenab-ı Hak, cümle halkı kuşatıp halk batın olduğu için, Hak kendi zuhurunda kendini müşahade eder. Bu itibarla gören de Hak görünen de Hak olduğundan, Allah, kendinden başka ilah olmadığına yine kendisi şahitlik eder. İşte bu mertebenin keşfine ulaşan bir kulun, görenin ve görünenin Hak olduğundan hiç bir şek ve şüphesi kalmayıp nazarında hep Hak olduğu için, bu makam hakikat şehri olarak da vasfedilir. Çünkü hakikat şehrine ulaşan bir kul, hak’tan başka hiçbir şey müşahade etmez. Allahu alem.
İlahi varlığınla hep zuhur et  bende ol zahir
Kamu zerratımızla hem bizi et zatına ilhak

Fehmi Efendi Hazretleri “Ey Allah’ım, cümle tecelli-i varlığınla bende zuhur et ki, ben cümle kuvvelerim ve azalarımla zuhurunda batın olup, zat-ı İlahiye vasıl olayım, ilhak olayım!” diyerek niyaz ediyor.
 Gel ey Fehmi sen ol agah bu yerdir sırr-ı  feynama
Nere dönsen hemen Allah o yüzden hali yer yok bak

Kur’an-ı Kerim’de “Feeynama tüvellu fesemme vechullah… / …nereye dönerseniz dönün orada Allah’ın vechi / yüzü vardır…” (Bakara, 115) buyrulmuştur. İşte bu ayette yukarıda da bahsettiğimiz, kulun, Allah’a kurb-u feraiz yani farz yakınlığı ile olan müşahedesi beyan ediliyor. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri, kendini muhatap ederek bizlere “Aç gözünü arif ol ‘Feeynema’ ayetinin sırrı, farz yakınlık olan kurb-u feraiz makamı halidir ki, nereye dönersen dön, hep Allah’ın yüzüdür. Allah’tan Başka bir yüz yok.” diyor. Allah her bir şeyi en iyi bilendir.

Hiç yorum yok: