10 Eylül 2011 Cumartesi

Ölmeden evvel ölüp kabre giren anlar bizi

Ölmeden evvel ölüp kabre giren anlar bizi
Haşrolup haşrolmadan mahşer gören anlar bizi

Hadis-i şerifte “Siz ölmeden evvel ölünüz.” buyrulmuştur. Hz. Pir’in ikinci kuşak halifelerinden, Prizren Rahovesli Abdulmalik Hilmi Hazretleri “Ölüm iki türlüdür, biri ıztırari / mecburi ölümdür ki, Kur’an’ın “Her nefis ölümü tadacaktır…” (Al-i İmran, 185) Beyanıyla sabit olan ve yaşayan herkesin istese de istemese de mutlaka ölmesidir. İkincisi ise; mevt-i ihtiyaridir ki, kulun kendi isteğiyle ilim ve irfaniyetle ölmesidir.” buyuruyor.
İşte ‘ölmeden evvel ölmek’ zikr-i daim uyanıklığı ve tevhid mertebelerinin irfaniyetiyle ulaşılacak bir marifettir. Bu marifet nispet varlığımızın, yokluğunun / fenasının keşfidir. Haşr, toplanmak demektir ki, haşrolmak ikidir: Biri büyük haşır, diğeri ise küçük haşırdır. Büyük haşır; bu aleme gelmiş ve geçmiş herkesin kıyametten sonra berzah / kabir aleminde toplanmasıdır. Bu aynı zamanda kulun mahşeridir. Bu günde, yani mahşerde, Cenab-ı Hak herkese “Bu gün mülk kimindir?” (Mü’min, 16) diye soracaktır. Hiç kimse bu soruya cevap veremeyecek ve susup kalacaklardır. Cenab-ı Hak, kendi kendine cevap vererek “Kahhar olan Allah’ındır…” (Mü’min,16) diyecektir. Küçük haşır ise; zikr-i daim ve tevhid mertebelerinin müşahedesiyle ariflerin, daha bu alemde kendi yokluklarını fenafillah irfaniyetiyle keşfedip, Hakk’ın zuhuru olan beka mazhariyetiyle “Bu gün mülk kimindir? Vahid ve kahhar olan Allah’ındır…” (Mü’min, 16) beyanındaki hikmete arif ve vakıf olmakla, berzah / kabir alemindeki mahşer gününün mahiyetini bu alemde görmesidir. Bu itibarla, Arifibillah Fehmi Efendi Hazretleri diyor ki: “Zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyetiyle ölmeden evvel ölüp de, bekada Hakk’ın tecellisinde haşrolup, mahşeri bu alemde görenler, yani küçük haşırla haşrolanlar anlar bizi…”

Murg-ı Anka ismi ne bülbül olanlar anlamaz
Mavera-yı Kaf olup Anka olan anlar bizi

Murg-ı Anka, Anka kuşu demektir. Kaf Dağı’nın ise; dağların en yükseği olduğunu ve bu dağa ancak Anka kuşunun yükselebildiğini ehl-i kemal beyan etmiştir. Kaf dağının en yüce dağ olması, kulun nispet varlığından oluşan benliğinin dağı olmasındandır. Çünkü o benlik olan Kaf dağı, kulun Rabbini müşahedesine ve Rabbine kavuşmasına yegane engeldir. Onun için Kaf dağı, dağların en yükseğidir ve Kaf dağının yüksekliğine, Anka kuşunun haricinde hiç bir kuş uçup yükselemez.
Kaf dağı yüksekliğine ancak bir tek Anka kuşu uçup yükselir, denmesindeki hikmet ise: Kul hiç bir hal, anlayış ve ilimle benlik dağına ulaşıp varamaz. Ancak Anka kuşu olup, yani zikr-i daimle makamat-ı tevhidin keşfi kemaline eren bir kul, benlik dağına yükselip o dağı aşarak Rabbine vasıl olur, demektir. Yoksa tevhidin hakikatine mazhar olmayan bir kimse, hangi ilmi tahsil ederse etsin Kaf dağına yükselemez. İşte Anka kuşunun, bülbül olan, yani Anka kuşunun sadece adını işitmiş olup fakat mahiyetini bilmeyenler, Arifin ve ehl-i kemalin halini bilir mi? Bilemez. Bunu ifadeyle deniyor ki: “Anka kuşunun sadece ismini duyup da mahiyetinden habersiz olanlar, bizi anlamaz. Zikr-i daim uyanıklığı ve makamat-ı tevhidin irfaniyetiyle, nispet varlık dağını fena ederek aşmış olan ehl-i kemal bizi anlar.” 

İlm ü irfan mahzen-i Hak’tan gelir sanma kitap
Cümle ilm ü irfana mahzen olan anlar bizi

İmam-ı Şarani Hazretleri, bir muamma deyişinde: “Abdest al gaybın suyu ile, bulamazsan teyemmüm et toprak ile kaya ile.” diyor. Bu muamma olan şiiri Kemal Zurnacı Hazretleri açıklarken: “Şeriat hükmünce, su varken teyemmüm edilmez, ancak suyun olmadığı yerlerde toprakla taşla teyemmüm edilir. Gaybın suyundan maksat, zamanın kamil mürşididir. Topraktan maksat ise, geçmiş ehlullahın, velilerin eserleri ve kitaplarıdır. Kayadan maksatsa, ulema-yı zahirin şeriata dair fetvalarıdır.” Buyurmuşlardır. Bu itibarla velilerin kitaplarını, eserlerini okumak, ulema-yı zahirin fetvalarına uymak teyemmüm gibidir. Bunlardan istifade edilir, lakin ne kadar istifade olunursa olunsun, yalnız kitapları okumak ve Şeriat’ın fetvalarına riayet, bir kulu Rabbine vuslata götürmez.
Ulema-yı zahirin, şeriat alimlerinin vahye uygun olan fetvaları ile amel etmekte ve geçmiş velilerin eserlerini okuyup araştırmakta da  muhakkak fayda vardır. Fakat ne kadar faydalı olursa olsun, yalnızca o fetvalara uymakla ve kitap okumakla bir kul, yaradılışının yüce gayesine ulaşıp Rabbine kavuşamaz, vesselam.
Kamil mürşit hakkında Kur’an’da “Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik.” (Kehf, 65) buyrulur. Bu ayetin beyanından da anlaşıldığı gibi, kamilin ilm-i ledün yani ilm-i tevhid-i hakiki mazhariyeti, Hakk’ın rahmet ve lütfu olup, Hak’tandır. İşte bu mazhariyetle kamil olan bir mürşid, aynı zamanda ilim ve irfaniyetin mahzeni ve kaynağı olup, gayb aleminin sırrıdır. Ondan abdest alanlarda, yani onun irşadına mazhar olanlarda hiç bir günah, şirk, isyan vb. pislik, kir kalmaz. Onlar, tevhid-i hakiki irfaniyetiyle, Rabbine arif ve vasıl olurlar.
İşte zamanın kamilini bulup onun irşadına mazhar olmadan, ben kendi kendime velilerin kitaplarını okuyarak veya yalnızca şeriata riayet ederek Cenab-ı Hakk’a vasıl olurum, dersen; böyle bir anlayışla Rabbine kavuşamazsın. Hakk’ın ilim ve irfan mahzeni olan zamanın mürşid-i kamilini bul ve onun irşadına mazhar ol. O zaman, halkiyetinin gayesi olan kulluğa ulaşıp, Rabbine kavuşursun. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Sen zannetme ki, ilm-i tevhid irfaniyeti kitap okuyarak elde edilir. Bu ilm ü irfaniyete mazhar olmak, Hakk’ın lütuf ve ihsanıdır.  Bizi ancak, ilm-i tevhid irfaniyetine mazhar olan insan-ı kamil anlar.” buyuruyor.

Biz o zerreyiz muhit şemse karıştı varımız
Ol hakikat şemsine ilhak olan anlar bizi

İnsan-ı kamilin suret, beden varlığı küçük ve ufaktır, onun sureti bu kainatın içinde toz zerresi gibidir. Fakat mazhar olduğu kemalat ve marifetle, cümle alemi ve her şeyi, yani her bir tecelliyi ihata eder, kuşatır. Çünkü o ilahi kemalatın mazhardır. Kamil insanın kendi nispet varlığı olmaz, o güneş gibi apaçık olan zat-ı ilahiye gark ve vasıl olduğundan, onda gayriyet olmaz. Fehmi Efendi Hazretleri “Güneşin apaçık aydınlığı gibi hakikat ve zahir olan Hakk’ın zatına, fenafillah irfaniyetiyle kavuşup ilhak olan anlar bizi.” diyor.

Derya-yı ab-ı hayattan içmişiz ermez memat
Umman-ı ab-ı hayatta gavvas olan anlar bizi
Ab-ı hayat, ölümsüzlük suyu, içeceği demektir. Hz. Pir “Ab-ı hayat, ab-ı tevhittir.” buyurmuştur. Her kim, tevhidin hakikati müşahedesine ererse, o kul Hakk’a kavuşur ve Hakk’ın varlığı ile bu alemde ve her alemde Hay olur, yani ebedi diri ve ölümsüz olur. Umman-ı ab-ı hayat, zamanın kamil mürşididir. Kulu Hakk’a kavuşturacak olan tevhid-i hakiki marifeti, ancak kamil mürşidin irşadıyla hasıl olur. Gavvas, dalgıç demektir. Bu itibarla, mürşid-i kamil olan Fehmi Efendi Hazretleri “Her kim gavvas, yani dalgıç olup da kamil mürşidin gönlüne girip, meratib-i tevhid irfaniyetine mazhar olduysa, ancak o anlar bizi.” diyor.

Söylenen bir kuş dilidir bilmeğe irfan gerek
Tevhidi murg-ı zebandan ders alan anlar bizi

Hz. Ali ile Hz. Fatma, tevhid sohbeti yaparlarken, bunları dinleyen Hz. Hüseyin: “Ey benim anam babam, sizinle Arapça olan aynı dili konuştuğumuz halde, ben neden sizin konuştuklarınızı anlayamıyorum?” diyor. Hz. Ali “Biz Arapça, fakat kuş dili konuşuyoruz, bu bir ilimdir, bu durumu git dedene, yani Hz. Resulullah’a söyle.” diyor. Hz. Peygambere ağlaya ağlaya giden Hz. Hüseyin durumu anlatıyor ve “Bu kuş dili olan ilmi bana da öğret.” diyor. Hz. Resulullah da “Var git babana selam söyle, sana kuş dili ilmini telkin ve tarif etsin.” Buyuruyor. Bunun üzerine Hz. Hüseyin tekrar babası Hz. Ali’ye gelip  makamat-ı tevhidin telkin ve tarifini bir defada alıp öğreniyor. Velhasıl kuş dili, tevhid-i hakiki irfaniyetinin lisanıdır, dilidir ki zikr-i daimle meratib-i tevhid irfaniyetine ulaşmayan, ehl-i zikrin ve ehl-i tevhidin sohbetini ve halini anlayamaz. 
Murg-ı zeban, gönül kuşu demektir. Mürşid-i kamili remzeder. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Kuş dili, tevhid-i hakiki lisanı olan bir irfaniyettir. Bu irfaniyetin mazharı olan murg-ı zebandan, yani mürşid-i kamilden ders alıp da irşad olan anlar bizi.” buyuruyor.

Fehmi’yi siretle görmek kimseye olmaz nasib
Bi huruf u lafz u savt sohbet bilen anlar bizi

Süleyman Çelebi Hazretlerinin Mevlid’inde geçer: 

Bi huruf u lafz u savt ol Padişah
Mustafa’ya söyledi bi iştibah. 

Yani Hz. Peygamber Efendimiz, miraçta Cenab-ı Hak’la harfsiz, sessiz ve sözsüz bir şekilde konuştu, buyruluyor. Bu, kulun Rabbine yükselip, Rabbine vuslat zevki olan bir keyfiyettir ki, sesle, lafla, harfle anlatılamaz.

İşte böyle bir müşahede ve kemalata mazhar olan Fehmi Efendi Hazretleri: “Benim siretimi / içyüzümü görmek, yani mazhar olduğum irfaniyet ve kemalata ulaşmak herkese nasip olmaz. Bu kemalatı, Hakk’a kavuşup miraç zevkine ulaşanlar bilir ve ancak onlar anlar bizi.” diyor.
Allah, her şeyin en iyisini bilendir.

Hiç yorum yok: