21 Eylül 2011 Çarşamba

Ervahi alemde saflar kuruldu

Ervahi alemde saflar kuruldu
'Elestü' hitabı nida olundu
Onda ikrar eden bunda bilindi

Allah Allah daim hu diyelim biz

Allah Allah daim Hak diyelim biz 

Kur’an-ı Kerim’de “Hani Rabbin, Ademoğullarından, bellerinden zürriyetlerini alıp onları nefislerine şahit tutarak sormuştu: Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Onlar da: Evet Rabbimizsin, buna şahitlik ederiz. demişlerdi. Kıyamet günü ‘Bizim bundan haberimiz yoktu.’ dememeniz içindi.” (Araf, 172) “Allah, birbirinize düşman olarak inin aşağı, sizin için dünyada belli bir süreye kadar bir yer ve geçimlik vardır, dedi. Allah şöyle buyurdu: Orada yaşayacaksınız, orada öleceksiniz ve tekrar oradan diriltilip çıkarılacaksınız.” (Araf, 24-25) Buyrulmuştur. Ervah alemi, ruhlar alemidir. Ayetlerde beyan edildiği gibi, Cenabı Hak alem-i ervahta gelmiş geçmiş ve gelecek cümle insanların ruhlarını yarattı ve ‘elestü bi Rabbiküm / Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ diye onlara hitap etti, onlar da ‘kalu bela / evet, Rabbimizsin, buna şahitlik ederiz’ dediler. Sonra Cenab-ı Hak ruhlara, yeryüzüne inin dedi ve ruhlar bedenlenip suretlenerek bu aleme geldi ve kıyamete kadar da gelecektir. Fakat bu tabiat aleminin etkisi ve tesiriyle kul, ruhlar aleminde Rabbimiz tarafından yapılan hitabı, verdiğimiz sözü ve yaptığımız şahitliği unuttu.
İşte cümle peygamberlerin ve velilerin tebliğ ve irşadının gayesi, bu gaflet ve unutkanlıktan kulu uyandırıp, bu imtihan aleminde kulun Rabbine vuslat etmesi içindir. Bu vuslatın gerçekleşmesi için kulun, mürşid-i kamilin irşadıyla bu alemde ‘Ben sizin Rabbiniz değil miyim?’ hitabını işiterek ‘Evet, Rabbimizsin. Buna şahitlik ederiz.’ cevabını, marifet / kemalat mazhariyetiyle tekraren vermesi gerekir. Ancak o zaman bu hitabın, ikrar ve şahitliğin mahiyet ve hikmeti anlaşılır. Burada beyan edilen saflar, bu şahadet alemine mahsustur. Birinci saf peygamberlerin safıdır. İkincisi evliyanın safıdır. Üçüncüsü müminlerin safıdır. Dördüncüsü ise eşkıyaların safıdır. Elestü hitabını Cenab-ı Hak, peygamberlerin gavsının dilinden, birinci saftaki cümle peygamberlere yapar ve hitabı duyan peygamberler, evet derler. Evliyanın gavsından da ikinci saftaki evliyalara hitap eder ve hitabı işiten cümle veliler, evet derler. Evliyadan da, üçüncü saftaki müminlere yapar ve hitabı işiten müminler de evet derler. Dördüncü saftaki şakiler / isyancılar ise, hitabı duymadıkları halde müminleri takliden evet derler, vesselam.
Hz. Pir Efendimiz ‘Ruhlar aleminde kulun ilmi vardı, fakat marifeti yoktu. İlim, akılla tahsil edilir, marifet ise müşahedeyle elde edilir.’ diyor. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Ruhlar alemindeki hitabın açığa çıktığı meclisin saflarını kurduk, her kim ruhlar aleminde muhatap olduğu ‘elestü’ hitabını, yani verdiği sözü ve şahitliğini tekraren ikrar etmek isterse, meclisimize gelsin ve ikrarını versin.’ buyuruyor.
“Allah Allah daim Hu diyelim biz Hak diyelim biz” demek ise şöyledir: Kuran’da ‘…unuttuğunda Rabbini zikret/an…’ (Kehf, 24) “Rabbini içten yalvararak ve gizlice sesini yükseltmeden sabah akşam zikret, gafillerden olma.” (Araf, 205) buyrulmuştur. Bu alemdeki gaflet ve unutkanlıktan uyanmak, zikrullahla mümkündür. Daha evvelki beyitlerin açıklamasında beyan edildiği gibi, Cenab-ı Hak, isimlerinden ‘Allah’ ismiyle kendisinin zikredilmesini istiyor. Çünkü Allah, esma  itibariyle ism-i celaldir ve kulun gönlündeki gayriyet muhabbetini ismi celal tesiriyle giderir. Allah, makam itibariyle ise, uluhiyettir. Uluhiyet, cümle isimleri kendinde toplayan makam olması itibariyle Rab, Allah’tır. Rahman ve Rahim Allah’tır, Gaffar, Musavvir vb. cümle isimlerden, makam-ı uluhiyet büyüktür. Cümle isimler, ancak uluhiyeti açığa çıkarırlar. Kur’an’da  “İman edenlerin kalbleri Allah’ın zikri ile mutmain olur. Şüphesiz kalbler ancak Allah’ın zikriyle huzur ve sükun bulur.” (Ra’d, 28) buyrulmuştur.  Ancak mürşid-i kamilin telkin ve tarifiyle kulun kalbi zikrullahla şereflenir ve zikr-i daim mazhariyetiyle gafletten uyanır. Bunun için Fehmi Efendi Hazretleri: 'Her nefeste daima Allah diyelim.’ Diyor.
‘Hu ve Hak’ ise: Hu, gayb-ı mutlak hüviyet olan sırf zatı remzeder. Kalbi daim zikirle uyanmış olan kulun, makamat-ı tevhidin fena mertebelerinin keşfine ulaşıp, tecelli-i zat’a vuslat etmesinin irfaniyet ve kemalatıdır. Hak ise, tevhidin beka mertebelerinin marifetine mazhariyeti ifade eder. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri “Bu alemde zamanın kamil mürşidi tarafından ‘elestü’ hitabının tekraren yapıldığı meclis kuruldu, gözümüzü açalım da ikrar verenlerden olup, her nefeste zikrullah uyanıklığıyla fenafillah ve bekabillah kemalatına ulaşalım.” diyor.


Bülbüllere açtı ilkbahar gülü
Aşıklara esti seherin yeli
Kuruldu muhabbet kadehler dolu

Allah Allah daim hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz

Bülbül, zikr-i daimle makamat-ı tevhide istidat hazırlamış olan zikir salikidir. İlkbahar gülünün açması ise; Nur-u Muhammed mazhariyeti olan bir kullukla, salikin tevhid-i ef'al keşfi irfaniyetine ulaşmasıdır. Zahiren de, bülbüller seher vaktini sever ve seher yeli estiği vakitte çok öterler. Zikr-i daimle tevhide istidat hazırlamış olan Hak aşıklarına, tevhid-i ef'al’in keşfi irfaniyeti seher yelidir. Aşıklar tevhid-i hakiki müşahedesiyle zevklenmekten daha ziyade hiç bir şeyden keyif almazlar. Çünkü tevhid-i hakiki irfaniyeti, ilahi sevgiliyle aşığın buluşmasıdır. Kuruldu muhabbet kadehler doldu, demek ise: ‘Mürşid-i kamil teveccühü açtı; ihvana miktarına göre meratib-i tevhid tarif ve telkin ederek, ihvanların gönül kadehleri muhabbetullah, yani zevk-i ilahi ile doldu.’ demektir.
İçmişiz doluyu olmuşuz sekran
Fikrimizde yoktur cennet ve niran
Dilimizde ancak sohbet-i Rahman

Allah Allah daim hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz

İçmişiz doluyu olmuşuz sekran: Tevhid-i sıfat mertebesi, makam itibariyle aşk makamıdır. Cennet ve niran ise; cennet ve cehennem demektir. Beytin manası şöyledir: Bizim kulluğumuz, ehl-i ukba gibi nefsimizi cehennemden halas etmek ve cennet-ül amele girip, nefsimizi amel cenneti nimetleri ile lezzetlendirmek için olmayıp, sohbet-i Rahman’dır. Yani insan-ı kamilin, aşık olanlara irfaniyeti ve kemalatıyla yaptığı sohbet ve irşadıdır. Rahman mazharı olan kamil mürşid, bize aşk mertebesini telkin ve tarif etti. Mevsuf olan ilahi sevgiliye kavuşmanın zevk ve sarhoşluğuyla sekran olduk.’ Demektir .

İçelim badeyi sarhoş olunca
Yakalım aşk odun suzan olunca
Yanalım yanalım ta kül olunca

Allah Allah daim hu diyelim biz

Allah Allah daim Hak diyelim biz


Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri; hakikate göre sarhoş kimseyi şöyle tarif etmiştir. “Bir kadeh içer ef'alini kaybeder; ikinci kadehini içer görüp işitmesini kaybeder; üçüncü kadehte ise kendini kaybeder.” diyor. En makbul cezbe, yani sarhoşluk; alem-i halk içinde Hakk'ı bulup, Hak’ta kendini kaybetmektir. O da ancak tevhid-i hakiki badesi, yani içkisinin sarhoşluğuyla olur. Tevhid mertebelerinin keşfi irfaniyetiyle kulun, yokluğa / fenaya ulaşarak, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Hakk'a vasıl olmasıdır. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyet içkisiyle öyle bir sarhoş olalım ve aşk-ı ilahi hararetiyle öyle bir yanalım ki, nispet varlığımız Hakk’ın zat-ı mevcudiyetinde fenaya ersin ve kül olsun.’ diyor.

Gelin ey kardeşler sürelim demi
Fırsat elde iken durmayın geri
Bize fayda vermez zahidin yolu

Allah Allah daim hu diyelim biz

Allah Allah daim Hak diyelim biz


Zahid, kendi halini beğenerek, fazla ibadetlerle meşgul olarak şekil-suret düzer, halk-ı alemi beğenmeyip herkesi eksik görür, yalnız kendini beğenir. Zahidin kulluğu ise; ehl-i ukbanın kulluğudur. Yani nefsini cehennemden halas edip amel cennetinin nimetleriyle lezzetlendirmek kulluğudur. İşte Fehmi Efendi Hazretleri ‘Gelin ey mümin kardeşler! Böyle zahidliğin faydası olmaz ve seni yaradılışının yüce gayesine, yani Rabbine kavuşturmaz. Sen aşk-ı ilahi içkisinden içerek aşk ehli ol ve zikr-i daimle makamat-ı tevhid irfaniyetine ulaş.’ Diyor ve devamla ‘Ey ihvan, ey ruh kardeşim! Bu alem imtihan alemidir; zamanını, vaktini heba edip boşa harcama, meratib-i tevhidin irfaniyet ve zevkine ulaşma gayretinde ol.’ diyor.

Pir Seyyidimiz ol Muhammed Nur-i
Varis-i Resuldür gavstır zuhuru
Bize talim etti sırr-ı tevhidi

Allah Allah daim hu diyelim biz

Allah Allah daim Hak diyelim biz

Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri, Ehl-i Beyt’tendir, evlad-ı Resul’dür. Ehl-i Beyt, evlad-ı Resul ise üçtür: Birincisi süveri Ehl-i Beyt, yani soy itibariyle olup, Pençe-yi Al-i Aba’dır. Yani abanın altındaki beş kişidir ki, bunlar Hz. Resulullah’la beraber, Hz. Ali, Hz. Fatma, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin’dir. İkincisi; manevi Ehl-i Beyttir. Hz. Peygamber Efendimiz’in “Salman benim Ehl-i Beytimdir.” buyurduğu gibi ‘Ebubekir benim Ehl-i Beytimdir.’ buyurmuştur. Hz. Peygamber, başka sahabeler için de ‘benim Ehl-i Beytimdir’ demiştir. Başka bir hadis-i şerifte ise “Selman bendendir, ben Selman'dan.” buyruluyor. Ki, Hz. Peygamber’in bu beyanı, Hz. Selman’da cehaletten eser kalmadı, onda zahir olan irfaniyet ve kemalat bana aittir, demektir. Selman-ı Farisi, Nur-u Muhammed’in mazharı olduğu için, Hz. Peygamber Efendimiz “Selman benim Ehl-i Beytimdir.” Demiştir .
Selman-ı Farisi gibi, Nur-u Muhammed mazharı olan başka sahabeler de vardı. Bunların Hz. Peygamber Efendimizle soyca herhangi bir akrabalığı olmadığı halde, onlar da evlad-ı Resul ve Ehl-i Beyt’tirler. Bunlara manevi ehlibeyt denir. Çünkü Nur-u Muhammed’in zuhuruna mazhar olmuşlardır. Bunlar her zamanda, yani tüm zamanlarda ve değişik ırklarda, soylarda mevcutturlar. Her insan manevi ehlibeyt, yani evlad-ı Resul adayı olup manevi ehli beyt olmaya müsait bir potansiyeldir.
Üçüncüsü ise; hem soyca, hem de manevi olarak Ehl-i Beyt yani evlad-ı Resul olmaktır. Bunlar, Hz. Peygamber’in halifesi olup; seyr-i süluku bizzat Hz. Resulullah’ın şahsından tahsil ederler. İşte müceddidler, yani yenileyiciler de bunlardandır. Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri, hem soy itibariyle, hem de manevi olarak evlad-ı Resul’dür, vesselam.
Hz. Peygamber Efendimizin üç vücudu vardır: Birincisi, vücud-u unsurudur ki; 1.400 yıl evvel Abdullah’tan olup Amine validemizden doğup zahir olmuştur ve 63 yıl yaşamıştır. İkincisi, vücud-u misalidir. Her kim rüyasında Hz. Peygamber Efendimizi görürse, vücud-u misaliyle görmüş olur. Hadis-i şerifte “Her kim rüyasında beni görürse, beni görmüş olur. Şeytan benim suretime, kılığıma giremez.” buyrulmuştur. Üçüncüsü ise, Hz. Resulullah’ın vücud-u nuraniyesidir. Bu itibarla zamanın gavsı müceddidi olan Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri, seyr-i süluku bizzat Hz. Peygamber Efendimizden görmüştür. Fena mertebelerini vücud-u misalinden telkin almıştır. Bekabillah mertebeleri olan, cem, hazret-ül cem ve cemm-ül cem makamlarını ise, vücud-u unsurundan telkin almıştır. Vücud-u Nur-u Muhammed mazhariyetiyle de şereflenip, Hz. Resulullah’ın halifesi olmuştur. Her zamanın piri, müceddidi; Hz. Resulullah’ın halifesidir. Kamil mürşit ise, zamanın müceddidi olan pirin halifesidir. Velhasıl Hz. Pir Efendimizin zuhuru, zamanın müceddidi olduğundandır. Yüzyıllardır devam eden çile, riyazat, taç, hırka vb. tarikat geleneklerini zuhur-u kemalatı ile kaldırmıştır. Zamanın alimleri, müderrisleri Hz. Pir’in kemalatından istifade etmişler ve ona biat ederek irşad olup aydınlanmışlardır.
Hz. Pir, o günkü devletin üst düzey bürokrasisinde etkili olmuş, şeyhülislamlar, yüksek rütbeli paşalar, hatta zamanın padişahı olan Abdülmecid dahi Hz. Pir’den telkin alıp seyr-i süluk görmüştür. Hz. Pir’in irşadıyla irfaniyete mazhar olan Padişah Abdülmecid, atalarının Niyazi Mısri’ye yaptıkları eziyet, sürgün ve zulümden dolayı Limni Adasına gidip, Niyazi Mısri Hazretlerinin türbesini tezyin etmiş ve ruhaniyetinden, ataları adına özür dilemiştir. Ve o zamanki Rusya muharebesini kazanmıştır.
Gavs; kesretin ve vahdetin marifetini kendinde toplamış olandır. Hz. Pir, gavs marifet ve kemalatıyla zahirdir, vesselam. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Pir Seyyit’imiz Muhammed Nur, varis-i Resul'dür, Gavs'tır zuhuru. Bize talim etti sırr-ı tevhidi.’ diyor. Yani Hz. Resulullah  Efendimiz, Hz. Pir’in şahsında, meslek-i Resul’ün telkini ve tarifiyle zahir oldu ve biz de Hz. Pir’in halifelerinden sırr-ı tevhidi talim ettik ve etmekteyiz. Allahualem.

Gel ey Fehmi sen de Hakk’ı fikreyle
Uyandır kalbini daim zikreyle
Fenadan bekaya bir sefer eyle

Allah Allah daim hu diyelim biz
Allah Allah daim Hak diyelim biz

Kur’an-ı Kerim’de ‘Gönül ehli o kişilerdir ki; ayakta, otururken, yatarken hep Allah’ı zikrederler. Göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler / tefekkür ederler.’ (Al-i İmran, 191) buyrulur. Ehl-i kemal, bu ayeti delil göstererek, bir kimsenin Hakk’ı tefekkür etmesi için, kalbi zikr-i daime mazhar olması gerekir. Bir kalbte zikr-i daim yoksa o kimseden zahir olan fikirler, felsefe olur. Felsefede ise isabet olabilir de olmayabilir de. Fakat kalbi zikr-i daime aşina olan kimse, ilhama mazhar olup, onda fikrullah zahir olur, demişlerdir. Fehmi Efendi Hazretleri kendini muhatap ederek bizlere ‘Kalbinizde zikr-i daim ve fikrullah uyanıklığı olsun. Bu uyanıklıkla fena ve beka olan tevhid mertebelerinin keşfi irfaniyetine ulaşın, kalbiniz bu makamların marifet ve kemalatına mazhar olsun.’ buyuruyor.
Allah, her şeyin en iyisini bilendir.

Hiç yorum yok: