21 Eylül 2011 Çarşamba

Her kime açılsa hicab hep gördüğü didar olur

Her kime açılsa hicab hep gördüğü didar olur
Gözüne sed olmaz serap hep gördüğü didar olur
                  
Hicap, perde demektir. Kulun halkiyeti, Hakk’ın varlığındandır. Fakat kul, bu şahadet alemine gelince kendi varlığının Hak’tan olduğunu unutur ve cehaletle fani olan, yani serap gibi yok olduğu halde var gibi görünen kendine ve cümle aleme vücut nisbet eder. İşte böyle bir kimsenin bu anlayışı, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbini görmesine ve ona kavuşmasına hicab / perde olur. Fakat kim ki, zikr-i daim ve tevhid-i hakiki irfaniyetine mazhar olursa, onun gözünden serap olan nisbet varlık perdesi kalkar ve o hep ilahi sevgilinin güzel yüzünü görür. 

Dünya ve ukbadan geçer vahdet ile kanat açar
Şer ve sevabından geçer hep gördüğü didar olur

Hadis-i şerifte “Dünya ehline ahiret haram, ahiret ehline dünya haramdır. Hakikat ehline ise, her ikisi de haramdır.” buyrulmuştur. Ehl-i dünya; bu alemdeki menfaati için haram - helal gözetmeyendir ki, bir iş yaparken sadece kar - zarar, mevki - makam vb. düşünür. Ki, böyleleri Ahireti, yani öldükten sonra dirileceğini hatırına getirmeyen kimse olduğundan, ahiret ona haramdır. Ehl-i ukba ise, bu alemdeki faaliyetlerini yaparken sadece dünya menfaatini düşünmeyip, ahireti gözeterek yaptığı işleri haram-helal meşruiyetine göre yapandır. Ehl-i ukba, günahlardan uzak olup, sevaba yakın olma gayretindedir ve nefsini cehennemden halas etmek, amel cenneti nimetleriyle nefsini lezzetlendirmek için kulluk yaptığından, dünya ona haramdır.
Ehl-i hakikat ise, faaliyetlerinde haram ve günah asla işlememe gayretinde olup, şeriatın ahkamına, Allah’ın emir ve yasaklarına kesinlikle riayet eder. Fakat bütün bunları, Allah emri olduğu için yapar. Çünkü ehl-i hakikat, kendinde ve cümle varlıkta mevcut olan Rabbine kavuşmuş olduğundan, onun nazarında Hak’tan gayrı olmaz. Bu itibarla ehl-i dünyanın ve ehl-i ukbanın hal ve anlayışı, hakikat ehlinde olmadığından, ona ehl-i dünya olmak da, ehl-i ukba olmak da haram olur. Bunu beyanla ‘Dünya ve ukba sevdasından geçen ehl-i tevhid-i hakiki, günaha asla yanaşmaz, sevabı kesinlikle yapar, fakat her fiili olduğu gibi sevabı da Hakk’a nisbet eder ve her tecellide ilahi sevgilinin yüzünü görür.’ buyruluyor.

Söyler kelam bakar sana görmez gözü hiç masiva
Vermiş gönül Hak’tan yana hep gördüğü didar olur

Beyazıt-ı Bestami Hazretleri “Ben otuz senedir Hak ile konuşuyorum. Halk ise, halk ile konuşuyorum zannediyor.” Buyurmuştur. Kulla Rabbi arasındaki perde kalkarsa, o kul Hakk’ın mevcuttaki varlığına kavuşur ve o hep Hak’la olur. Böyle bir kulun gözü Hak’tan gayrı, yani masiva görmediğinden, onun gönlünde gayriyet olmaz. O, Hak’la söyler, Hak’la işitir ve o hep Hak’la olup, daima Rabbin güzel yüzünü görür.

Ol sırra ermiş mutlaka kalbi secde etmiş Hakk’a
Seyranı var Kaf’tan Kaf’a hep gördüğü didar olur

Sır; gizli, görünmez, bilinmez olandır. Kendimizde ve görünen cümle varlıklarda Hakk’ın mevcudiyeti vardır. Fakat bilinmez ve görünmez bir sırdır. İşte hangi kul, daim zikir ve tevhid-i hakiki keşfiyle fenafillah kemalatına mazhar olursa, o kulun kalbi Hakk’a secde etmiş ve secdenin hakikatine ermiş olur. Çünkü secde, kulun Allah karşısındaki en tenezzüllü, yani yokluğunun halidir. Fenafillah kemalatı, kulun hiç bir nisbet varlığı olmadan kendinin ve cümle alemin mevcudiyetinde Hak’tan gayrı görmemesi olup, kulun yokluğuyla Hakk’ın varlığına secdesidir. İşte böyle bir secdeyle kul, kendinde ve cümle varlıkta sır olan Rabbine kavuşmuşsa, o kendi benlik Kaf’ında ve cümle alem Kaf’ında daima mahbubu olan ilahi sevgilinin yüzünü görür.

Görmez hiç ol nar-ı azab geçmeyecek köprü sırat
Dünyada çün vermiş hesab hep gördüğü didar olur

Kur’an-ı Kerim’de “O gün geldiğinde, siz üç sınıfa ayrılacaksınız. Biri uğurlular (ashabı meymene) dır. Uğurlular ne iyi haldedir. Diğeri uğursuzlar (ashabı meş’eme) dir. Uğursuzlar ne kötü haldedir. Ve (sabikun) ileri gidenler, hedefe varanlardır. İşte (mukarribun) Allah’a yakın olanlar onlardır” (Vakıa, 7-11) buyrulur. İşte bu ayetlerden  anlaşılan, alem-i ahirette insanların üç hal üzere  olacaklarıdır: Uğursuzlar / günahkarlar; uğurlular / sevapkarlar olup; hedefe varanlar ise, yaradılışının yüce hedefine ulaşan ehl-i kemaldir.
Bu alem imtihan alemi olduğundan her kul, bu alemde imtihana muhataptır ve imtihanın neticesini ahirette görecektir. Bunu beyanla Kur’an-ı Kerim’de “O gün insanlar, yapıp ettikleri kendilerine gösterilsin diye kümeler halinde ortaya fırlayacaklardır. Artık kim bir zerre miktarı hayır üretmişse onu görür ve kim bir zerre miktarı şer üretmişse onu görür.” (Zilzal, 6-8) buyrulmuştur. Ki, herkes bu alemde yapıp işlediği günah ve sevap oranında ahirette hesaba muhatap olur. Görülen hesapta günahı çok olanlar cehenneme ve azaba, sevabı çok olanlar ise cennet nimetlerine ve mükafata muhatap olacaklardır. Böylece herkes, amel defterindeki sevap ve günahın hesabını vererek azaba veya mükafata muhatap olacaklardır.
Ehl-i kemal olarak hedefe varanlar ise, bu alemde daim zikir uyanıklığı ve makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetine mazhar olanlardır. Bunlar günah ve kötülüğün her türlüsünden uzak olma gayretiyle yaşayıp, haram ve günah işlemezler. Bu itibarla bunların hesap defterlerinin günah tarafı boş olur. Ehl-i kemal her türlü iyiliği ve sevabı işleyip, amel-i salih olan, yani her türlü güzel işleri yaparlar. Bunlar kimseye kötülük yapmadıkları gibi, kötülük yapmayı dahi düşünmezler, tasarlamazlar. Çünkü zikr-i daim onları uyanık tutar ve bu sayede onlar, kulu günaha yaklaştıran gaflete düşmezler. Ehl-i kemal tevhid-i hakiki irfaniyetiyle her fiilin failinin Allah olduğuna arif olduklarından, yaptıkları amel-i salihi ve sevapları, hep Hakk’a nisbet ederler. Böylece, hedefe varan ehl-i kemalin, hesap defterinin sevap sayfası da, günah sayfası gibi boş ve tertemiz olur.Hadisi şerifte buyrulan ‘Hesap günü gelmeden hesabınızı görün.’ mazharıyetiyle  ehl-i kemalin defterinde hesabını verecekleri sevapları ve günahları olmadığından, onlar sırat köprüsü, sorgu ve suale muhatap olmazlar. Çünkü ehl-i kemal, bu alemde nisbet kayıtlardan arınıp, Hakk’a vasıl olduklarından, onlar beden varlığından ayrıldıktan, yani bu alemden göçtükten sonra aslına, yani Hakk’a yükselip Hak’la Hak olurlar. Allahualem.

Bunlardır Hakk’ın kulları takdire bağlı işleri
Kur’an okur hep dilleri hep gördüğü didar olur

Hadis-i şerifte “Kur’an ve insan ikiz kardeştir.” buyrulur. Kur’an’la insanın ikiz kardeş olmaları, Hakk’ın ef’alinin, sıfatının ve zatının sırrını taşımalarındandır. Hakk’ın has kulları olanlar, makam-ı insana ulaşan insan-ı kamildir. Ki o, halkiyetinin yüce gayesine ulaştığından, potansiyelinde mevcut olan Kur’an’ın sırrı onda aktif olur. Bu itibarla, ehl-i kemalden Kur’an harici bir hal ve anlayış meydana gelmez. Onlar daim zikir uyanıklığı ve tevhid mertebelerinin keşfi irfaniyetiyle, her işte Allah’ın fail olduğunu ve her işin Allah’ın kudretiyle zahir olan takdiri ilahi olduğunu keşfetmiş olduklarından, her tecellide Rabbin güzel yüzünü görürler, buyruluyor.

Fehmi’ye ol haldaş olur yoluna ol can baş verir
Sırrına ol sırdaş olur hep gördüğü didar olur

Herkesin en ala ve en güzel kulluğu, Rabbinin didarını, güzel yüzünü görmesidir ve O’na vasıl olup kavuşmasıdır. Kulluğun en yüce mertebesi budur. Çünkü Rabbine vuslat kulun yaradılışının amacı olduğundan, kulu bu keyfiyetten daha ziyade mutlu edecek başka hiç bir mertebe olmaz. İşte bu kemale ulaşmak için, can-baş vermek gerek, yani meratib-i tevhid müşahedesiyle kulun, nisbet varlığından geçip, yokluğa yani fenafillah irfaniyetine ulaşması gerektir. Bunu beyanla Hasan Fehmi Hazretleri ‘Fenafillah keşfine ulaşanlar, benim haldaşlarım ve sırrıma sırdaşlarım olup, bilirim ki onların gördüğü, hep mukaddes sevgili olan Rabbin güzel yüzüdür.’ buyuruyor.

Hiç yorum yok: