10 Eylül 2011 Cumartesi

Ben aşkın narına pervane geldim

Ben aşkın narına pervane geldim

İsmail’im canı kurbana geldim


Kur’an’da Saffat suresi 100’den 107. ayete kadar özetle şöyledir: Hz. İbrahim, gördüğü bir rüya üzerine oğlunu Allah’a kurban etmek istedi. Oğlu Hz. İsmail’e “Seni söz verdim ki Allah’a kurban edeceğim.” Dediğinde oğlu İsmail, “Babacığım ellerimi bağla ki, bakarsın can havliyle sana karşı gelirim.” diyerek teslimiyet gösterdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hak, İsmail’in yerine gökten bir koç indirdi ve Hz. İbrahim o koçu kurban etti. İşte bu Kur’an beyanının bu günkü murat ve manasına işaretle, Fehmi Efendi Hazretleri:
 “Ben de ilahi aşk ateşinin ışığına, yani mürşid-i kamilinin telkin ve irşadı olan zikr-i daim ve makamat-ı tevhidin irfaniyet ve kemalat aydınlığına, pervane gibi cesaretle, fütursuzca daldım ve ona intisap ettim.” diyor. Ve devamla “Hz. İsmail’in Hz. İbrahim’e karşı göstermiş olduğu sadakat ve teslimiyet gibi, ben de kamilin telkin ve irşadına kurban olmaya, yani bendeki cehalet ve zanlardan oluşmuş nispet varlığımı kurban edip, cehalet ve zanlardan arınıp kurtulmaya geldim.” buyuruyor.

Leyla’nın zülüfü göründü bana
Mecnun’um ben bunda divane geldim

Leyla’nın zülfünün görünmesi, ilahi sevgili olan Hakk’ın tecelli ef’alinin, tecelli sıfatının, zikr-i daimle uyanmış olan aşığa görünmesidir. Bunu beyanla, Mecnun nasıl Leyla’dan başka sevmez, görmez, duymaz da hep Leyla ile meşgul ise, ben de ilahi sevgilinin zülüflerini gördüğümden beri başka bir şeye, yani gayriyete bakamaz oldum, daima ilahi sevgiliyle beraber olmak sarhoşluğuna, divaneliğine ulaştım demektir.

Yakup gibi ağlar iken Kenan’da
Yusuf’un didarın görmeye geldim

Kenan memleketinde yaşayan Hz. Yakup’un on iki oğlu vardı. Biri Hz. Yusuf idi. Fakat Yakup (as)’ın Yusuf’a olan sevgisini Yusuf’un diğer kardeşleri kıskandı ve Yusuf’u öldürürsek babamızın sevgisini, muhabbeti bize yönelir, dediler. Sonra Yusuf’u öldürmekten vazgeçip, yol üzerindeki bir kuyuya bıraktılar. Yoldan geçen bir kervan, kuyudaki Yusuf’u gördü, kuyudan çıkardı ve Mısır’a götürdü. Kardeşleri ise babaları Hz. Yakup’a “Yusuf’u vahşi hayvanlar parçaladı, öldürdü.” Diyerek yalan söylediler. Sonra Hz. Yusuf, Mısır’da padişah oldu. Hz. Yakup ise, Yusuf’un yokluğuna çok üzüldü, ağladı ve ağlamaktan gözlerine perde indi.
Kuran’da özetle böyle beyan edilen bu kıssanın, bu günkü hikmet ve muradı şöyledir: Hz. Yusuf’un güzelliği, ruh güzelliğini yani Allah’ın cemal yüzünü remzeder. Hz. Yakup’un hali ise ruh güzelliğine, yani cemal-i ilahinin müşahedesine arif ve vakıf olup da ondan bir müddet ayrı ve mahrum kalan kemal ehlini remzeder. Kenan ili ise, suretin, yani unsur vücudun gaileleridir.
İşte bir kimse, cemal-i ilahi güzelliğine arif ve vakıfsa, o suretin tesir ve gailesine rağmen daima cemal-i ilahiyle olmak ister ve o güzelliği, ruhaniyeti arar. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri “Ehl-i kemalin meclisinde zahir ve mevcut olan, cemal-i ilahi tecellisine, yani Yusuf‘un güzelliğine talibim. O güzelliği görmeye geldim.” Diyor ve o ruhaniyet zuhurunu aradığını beyan ediyor.

Musa olup bir dem asayı alıp

Emr ile Firavn’ın cengine geldim


Hazreti Resulullah “Her peygamberin bir firavunu vardır. Benim firavunum da Ebu Cehil’dir.” buyurmuştur.
Her zamanda Nur-u Muhammed’in mazharı olan insan-ı kamil vardır. Onun firavunu da Nur-u Muhammed’in zuhuruna, gerek kendi nefsinden, gerekse afaktan gelen her türlü engellemelerdir. İşte arif ve kamil bir kul, firavunuyla, zikr-i daim ve tevhid-i hakiki marifetiyle cenk eder. Bunu beyanla Hz. Resulullah “Nefisle yapılan harp büyük harptir / cihaddır.” buyurmuşlardır.
Fehmi Efendi Hazretleri “Hz. Musa, firavunla hangi hidayet mazhariyetiyle ve kemalatla mücadele etmişse, ben de bugün aynı hidayetle, yani tevhid-i hakikinin irfaniyet ve kemalat asasıyla, bu günkü firavunla cenge, yani harb etmeye geldim.” diyor.

Şol Zülkarneyn gibi alem gezerken

Memba-i mağribin gölüne geldim


Kuran’da özetle; Zülkarneyn’e yeryüzünde bir saltanat ve güç verildiğini, mağrip yani batıya sefer edip orada bir toplulukla karşılaştığı, güneşin balçıktan bir göle battığını gördüğü; maşrık, yani doğuya sefer edip orada güneşten saklanmayan bir toplulukla karşılaştığı; daha sonra söz dinlemeyen bir topluluğun olduğu yere gittiği ve Yecüc-Mecüc bozgunculuğundan korkan bir topluluğa yardım ettiği beyan edilir. (Kehf, 83–98) Ayetlerinden özetlediğimiz Zülkarneyn’in kıssası, bu günkü mana ve muradı itibariyle şöyledir:
Ehl-i kemalin Allah’a yakınlığı iki mertebenin hal ve neşesiyledir: Biri vahdet hali olan Hakk’ın zuhurunda kulun batın olmasıdır, yani kurb-u feraiz mertebesi yakınlığıdır. Diğeri, Hakk’ın kendi bedeninden halkı ihraç, zahir edip de o halk zuhurunda Hakk’ın batın olmasıdır. Ki, bu da kurb-u nevafil mertebesi yakınlığıdır. Yecüc-Mecüc’ten korkan topluluk ise, daim zikir ve ilm-i tevhid irfaniyetinden nasiplenmemiş olanların topluluğudur. Zülkarneyn’in alem gezmesi ise, Allah’ın bu yakınlık mertebeleriyle olan tecellilerine arif ve aşina olmasıdır. Bu itibarla memba-yı mağrip gölü, kurb-u nevafil neşesidir. Bu marifet mazhariyetiyle Zülkarneyn, vahdetin kesretle olan zuhuruna arif ve vakıftı. İşte Zülkarneyn’e verilen saltanat bu iki yakınlık kemalat mazhariyetidir. Yecüc-Mecüc’ten korkanlar, yani Hakk’ın kendi nefsimizdeki ve mevcuttaki tecellilerinden gafil ve perdeli olanlardır ki, bu gibiler her zamanda Zülkarneyn’in şahsında beyan edilen kemalat ve irfaniyetin irşadına muhtaçtırlar. Çünkü tevhid-i hakiki irfaniyetiyle ancak kul, Yecüc-Mecüc olan gayriyet ve masivadan ebediyen kurtulur. Bunu beyanla Arifibillah Hasan Fehmi Hazretleri “Zülkarneyn, hangi marifetle alemleri gezip doğuya, batıya ve Yecüc-Mecüc’ten korkanlara gittiyse, o kemalat ve marifet, bu gün beni de bu alemlerde gezdiriyor.” diyor. Ve devamla “Bu seyrimde mağribe yani batıya gittim, oradaki gölden su içtim. Yani kurb-u nevafil makamının keşfine mazhar oldum.” buyuruyor. Allahualem.

Bir gece Muhammed ile miraçta
‘Ev edna’ bahrini seyrana geldim

Ev edna; Hz. Resulullah’a mahsus olan ehadiyet makamıdır. O makam, seyr-i sülukun yani fena ve beka mertebelerinin sonuncusudur. İster nebi, ister veli olsun, hiç kimse o makamı telkin edemez. Makam-ı ehadiyete, Hz. Peygamber Efendimizin müsaadeleriyle ve teberrüken girilir. Demek ki Hasan Fehmi Efendi, Hz. Peygamber Efendimizin müsaadeleriyle, bu makamda Peygamber Efendimizi ziyaret etme hidayetine mazhar olmuş ki, onu beyan ediyor.

Kenz-i mahfi idim ilm-i ezelde

Talibi’yim tende mihmane geldim

Hz. Pir’in ilk halifelerinden Tikveş Kavadarlı Hacı Kadir Bey “Hiç kimse insanlığını davetsiz açığa çıkaramaz.” buyurmuştur. Bu hidayet davetçiliği her zamanda ya bir peygamberin ya da insan-ı kamil olan bir velinin unsur bedeniyle açığa çıkar ve etrafını o hidayet kemalatıyla irşat ederek aydınlatır. Bunu beyanla zamanın mürşid-i kamili olan Fehmi Efendi Hazretleri “Benim suretimde, tenimde misafir olup, davet ve irşadımda zahir olan kemalat, cümle enbiya ve evliyanın mazhar olduğu hidayet yüklü irfaniyet ve kemalatın aynıdır.” diyor.



Hiç yorum yok: