15 Eylül 2013 Pazar

İNSANIN İKİ DOĞUMLA YARATILIŞI


       Öğünmek, cümle âlemleri ve tüm varlıkları batınından zuhura getirip yaratan, Halik (yaratıcı) olan Allaha mahsustur. Selama lâyık olan ise, habibullah / Allahın sevgilisi Hz. Muhammed ve evlatlarıdır. 
      Ey kardeş, iyi bil ki, yaratılan hiçbir şey bir sebeb ve hikmete dayanmadan yaratılmadığı gibi, insan da hikmet tahtında yaratılmış ve halen yaratılmaktadır. Ulûlazim peygamber Hz. İsa aleyhiselamın; “insanın biri anasından ikincisi kendinden olmakla iki doğumu vardır. Eğer insan kendinden doğmazsa melekütun, mana âlemlerinin keşfinden mahrum kalır.” Beyanı itibarıyla her insan, anne ve babanın birbirlerine olan “muhabbeti” (sevgi) ve “alâkası” (ilgisi) neticesiyle anasından, kendi istek ve arzusu dışında mecburen bu imtihan âlemine doğar. Bunu ifadeyle kuranda “O, o’dur ki; sizi önce topraktan, sonra nutfeden / spermden, sonra embriyodan / alakadan yarattı. Sonra sizi bebek olarak annelerinizin karnından çıkarıyor, sonra güçlü çağınıza ulaşasınız ve nihayet ihtiyarlar olasınız diye sizi yaşatıyor. İçinizden bir kısmı daha önce vefat ettiriliyor. Tüm bunlar, belirlenen bir süreye ulaşasınız ve aklınızı işleteseniz diyedir. (Mümin- 67) Buyrulur.
       Bu ve benzer ayet beyanlarında ifade olunduğu gibi, yeryüzüne annesinden mecburen doğan her insan, yeryüzünde imtihan olunarak yaşar. Ve “Her nefis / benlik ölümü tadacaktır…” (Al-i İmran-185, Ankebut-57) hükmünce insan, bu imtihan âleminden ölümle ayrılarak, berzah âleminde (kabir âleminde) kıyameti bekler. Ve kıyametin kopmasıyla insan, ebedi sonsuzluk yurdu olan ahirete intikâl ederek, imtihan âleminde yaptığı ameli Salih (güzel işler) karşılığı olarak amel cennetinde, yine bu yeryüzü âleminde tattığı köşklerde oturmak, cinsellik, yemek içmek vb. insanın hayvani yönüne ait lezzetleri tadarak, rabbinden ayrı zannettiği nefsiyle / benliğiyle var olur.
Veya bu imtihan âleminde yaptığı kötü işler karşılığı olarak insan, rabbinden ayrı zannetiği nefsiyle / benliğiyle cehennemde azap görerek, huzursuz ve mutsuz olarak var olur.
     İşte insanın dünya, berzah, (kabir)  kıyamet gibi merhalelerden / aşamalardan geçerek, ahiretteki amel cenneti veya cehennem akibetine yaptığı yolculuğu, anne babanın birbirlerine olan muhabbeti” (sevgisi) ve alâkası (ilgisi) neticesinde, insanın anasından bu yeryüzü olan imtihan âlemine mecburen doğmasıyla başlar.
      Oysa İsa aleyhiselamın buyurduğu, “insanın kendinden doğması” bir mecburiyet değildir. Ve insanın kendinden doğması, cümle eşyanın ve insanın hakikatı olan âlemlerin rabbine kul’un “alâkası” (ilgisi) ve “muhabbeti” (sevgisi) ile başlar. Ve insanın meleküt ve mana âlemleri keşfiyle âlemlerin rabbine kavuşup, insan-ı kâmil olarak rabbin katında ebediyen devam eder. Ki bunu ifadeyle kuranda,“…Rabbin katındakiler hiç usanmadan, gece ve gündüz O’nu tesbih ederler.” (Fussuet-38) Buyrulur.
       Anneden doğmakla başlayıp ahirette amel cenneti veya cehennem akibetiyle neticelenen. Ve kendinden doğmakla başlayıp rabbin katında ebediyetle devam eden her iki yolculuğu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de; “O gün geldiğinde siz üç sınıfa ayrılacaksınız. Ashab-ı meymene / Ahiret mutluluğuna erenler var ya; ne mutlu kimselerdir. Ashab-ı meş’ame / Kötülüğe batanlara gelince; ne mutsuz kimselerdir. Ve sabikun / ileri gidenler, hedefe varanlardır. İşte mukarribun / Allah’a yakın olanlar bunlardır” (Vakıa- 7…11) Buyrulur.
       Ki ayette ashabı meymene olarak ifade olunanlar; anasından yeryüzüne mecburen doğup, bu imtihan âleminde ameli Salih (güzel işler) işleyen ve ahirette, rabbinden ayrı zannettiği nefsini / benliğini amel cenneti nimetleriyle lezzetlendiren kullardır.
Ayetteki “Ashabı meşame” ise; Bu imtihan âleminde rabbinden ayrı zannettiği nefsiyle / benliğiyle olumsuz, kötü işler yapan ve cehennemde huzursuz, mutsuz olan kullardır.
Ayette “sabikun / ileri gidenler, (hedefe varanlar.) Mukarribun / Allaha yakın olanlar” diye ifade olunanlar ise; Bu imtihan âleminde insanın, kendinden doğmasıyla nefsinde / kendinde ve cümle eşyada mevcut ve zahir olan âlemlerin rabbin’e kavuşma yakın” lığıyla, rabbin katına” yükselen kullardır.
Çünkü yüce yaratıcı olan Allahın; “Ben gizli bir hazineydim bilinmekliğimi sevdim / muhabbet ettim ve Halkı yarattım” (Hadisi kutsi) Buyruğundan. Ve Kurandaki “Allah gökleri ve yeri Hakk’ı göstermek için yarattı…” (Ankebut-44) ayeti ve benzer ayet beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi, İnsanın yaratılışındaki imtihanın yüce amacı, kulun cenab-ı Hakk’a ulaşıp kavuşmasıdır. Bu itibarla ayette “rabbin katındakiler” olarak ifade olunanlar, yaratılış gayesinin yüceliğine erişmiş olan kâmil insanlardır.  
       Kul’un kendinden doğarak, yaratılışının yüceliğine erişip insanı kâmil olmasının aşamalarını / merhalelerini ifadeyle pir seyyid Muhammed nur Hz; “Allaha vuslatta (kavuşmakta) kulun 1- muhip, 2- mürid, 3- salik, 4- talip, 5- âşık, 6- vasıl olmakla altı merhalesi vardır. Buyurmuştur. Ki muhip; Allah muhabbetini sevene denir. Mürid; muhabbetin kaynağını arayandır. Salik;  muhabbetin kaynağını bulan ve kalbi, zikri daimle gafletten uyanandır. Talip;  meratibi tevhid (tevhid makamları) keşfi irfanıyla her fiilde / iş’te fail olarak Hakkı Şuhut edendir. Âşık; cümle sıfatı subutiye (Allahın sabit sıfatları) zuhurunda mefsuf olarak Hakkı Şuhut edendir. Vasıl ise; tüm varlığın mevcudiyetindeki Hakk’ın zatına, fenafillâh (Allahta yok olmak) keşfi irfanıyla kavuşup vasıl olandır. Ki kul’un bu aşamalara / merhalelere erişimi, ulûlazim peygamber Hz.İsa’nın buyurduğu “insanın kendisinden doğmasıyla” ulaştığı, “meleküt ve mana âlemlerinin keşfidir.”
       Ey kerdeşim, iyi bil ki insanın kendinden doğmasıyla yapabildiği bu meleküt ve mana âlemleri keşfi, kulun cümle âlemlerin rabbine duyduğu “alâka” (ilgi) ve “muhabbet” (sevgi) ile başlar. Bunu ifadeyle kuranda; “Yaratan rabbin adıyla oku! O, insanı ‘alakadan / ilgiden / embriyodan (ilişip yapışan bir sudan) yarattı.” (Alak-1,2) buyrulur. Ki ayetteki “alâk” kelimesi, zahiren ilgi demek olduğu gibi, “İlişip yapışkan su” anlamını da içerir. Leddun-i mana yönüyle “alâka / ilişip yapışkan su” beyanı ise, insanın, Allah hakkındaki ilim irfan yüklü ilgi ve alâkasıyla Allah’a olan muhabbetinin karışıp yoğunlaşarak, bu yoğunlaşmanın kulluğuna sırâyet ederek bulaşıp yapışmasıyla insanın, rabbine yönelmesidir. Ve bu yönelişi ifadeyle cenab-ı Hak; “Beni bilen beni arar” (Hadisi kutsi) buyurur. Ki ilim irfana mazhar olan insan ancak, rabbine muhabbet edip rabbine kavuşmayı arar demektir.
       Yüce yaratıcı olan Allah yine bir kutsi beyanında; “Beni talep edene bulunurum, kime bulunursam onu âşık ederim, kimi âşık edersem onu arif ederim, kimi arif edersem onu katlederim, kimi katledersem ona vasıl olurum, kime vasıl olursam onun diyeti ben olurum, kimin diyeti ben olursam, benimle onun arasında fark olmaz.” (Hadisi kutsi) Buyurur. Yani; kendinin ve cümle eşyanın mevcudiyetindeki rabbini, ilim irfan mazharı olan bir kul ancak arayıp rabbine kavuşmaya talip olur. Ve böyle istek ve talebi olan bir kul, kendinin ve cümle eşyanın mevcudiyetindeki rabbini bularak, rabbin tecellilerdeki güzelliğini görmekle Hak âşığı olur. Gerek kendinde, gerekse cümle âlemdeki her tecellide rabbini müşahede etmekle Hak âşığı, arifibillâh olur. Ki, rabbine arif olan bir kul, Hakk’ın vahdet-i zat tecellisine vasıl olup kavuşur. Ve kul, bu mazharıyetle hadisi şerifte “ölmeden evvel ölenler” diye ifade olunanlar arasına dâhil olur. Ve fenafillâh (Allah’ta yok olma) keşfi irfanıyla “ölmeden evvel ölen” bir kul, rabbin ölümsüzlüğüne, yani bekabillâha (Allah’ın ebediyetine) ulaşarak “rabbin katında” rabbin bekasıyla ebediyen var olur. Demektir.
        Ey bu yeryüzü olan imtihan âlemine anasından doğarak yaşayan mümin kardeşim; “Rabbin katında” rabbin bekâsıyla ebediyete mazhar olmak, insanın kendinden doğmasıyla erişilen eşsiz bir cevher hazinesidir. Bu imtihan âleminde ömrünü heba etme. Ve “kendinden doğuşun” mahiyetini bilen arif ve ehli kemalin meclisini bul. O meclisteki kâmil olan mürşidin telkini irşadıyla, ulûlazim peygamber Hz. İsa aleyhiselamın buyurduğu gibi “kendinden doğmaya, meleküt ve mana âlemlerinin keşfine” ulaşarak, insan-ı kâmil olmaya çalış. Çünkü yaratılış gayesinin yüceliğine başka şekilde ulaşamazsın. Vesselam.               
           i                                 
                                                                              Nejdet Şahin                                           
                                                                          9- Mart 2012 Salihli


15 Ağustos 2013 Perşembe

HAYRET NEDİR VE HAYRETE NASIL ULAŞILIR?

 ÇOĞU ZAMAN HAYRET SÖZCÜĞÜNÜ BEKLENMEDİK VEYA TUHAF BİR OLAY KARŞISINDA DUYDUĞUMUZ ŞAŞKINLIK İFADESİ OLARAK KULLANIRIZ. ÇÜNKÜ KARŞILAŞTIĞIMIZ BAZI OLAYLARI ANLAMAKTA VE AÇIKLAMAKTA ÇARESİZ KALIRIZ. BİLGİ, DENEYİM VE BİRİKİMLERİMİZ YETERLİ OLMAYABİLİR VE BU GARİP OLAYLARI AKIL İLE DE ÇÖZÜMLEYEMEYİZ. İŞTE BU DURUMU İFADE ETMEK İÇİN “HAYRET” DERİZ. BU NOKTADA ÇARESİZ KALAN AKIL, YERİNİ HAYRETE BIRAKIR.
 FİZİK BİLİMİ DAHA ÇOK DUYULARLA ALGILANABİLEN VE EVRENDE BİR YER İŞGAL EDEN VARLIKLARLA İLGİLENİRKEN, FİZİK ÖTESİ DİĞER BİR İFADE İLE METAFİZİK İSE DUYULARLA ALGILANAMAYAN VARLIKLARLA İLGİLENEN, ARAŞTIRAN BİR BİLİM DALIDIR. FELSEFE DE ASLINDA FİZİK ÖTESİ (METAFİZİK) KAVRAM VE KONULARA DAHA YAKINDIR. BU NEDENLE ÇOK KERE YOLLARI KESİŞİR. BUGÜN BİZİM DUYULARIMIZLA ALGILAYAMADIĞIMIZ VARLIKLARIN MEVCUT OLDUĞU, BİLİNEN VE İNKÂR EDİLEMEYEN BİR GERÇEKTİR. AYRICA BU VARLIKLARIN ÇOK BOYUTLU VE FARKLI DALGA BOYLARINDA BULUNDUKLARI DÜŞÜNÜLMEKTEDİR. KUR’AN BU GERÇEĞİ BİZE ASIRLAR ÖNCESİNDEN HABER VERMEKTE VE BU AKILLI VE SORUMLU VARLIKLARI “CİN” OLARAK TAKDİM ETMEKTEDİR. BUGÜN ULAŞILAN İLMİ SEVİYE, HENÜZ YETERİNCE FİZİK ÖTESİ KONULARI ÇÖZÜMLEYEMEMEKTE VE ANLAMLANDIRAMAMAKTADIR. ÇÜNKÜ İLİM AKLIN BİR MAHSULÜDÜR. AKIL NASIL MAHDUT YANİ SINIRLI İSE İLİM DE ÖYLE SINIRLIDIR. HER NEKADAR İLİM İHTİYAÇ DUYULAN BİRÇOK ALANDA SORUNLARA ÇÖZÜM GETİREBİLSE DE BİR O KADAR KONUDA ACİZ VE YETERSİZ KALMAKTADIR. KALMAYA DA DEVAM EDECEKTİR; ÇÜNKÜ SONUÇTA AKLIN MAHSULÜDÜR.
 ŞUNU DA UNUTMAMAK GEREKİR Kİ, MUTASAVVIFLAR İLİM ÖĞRENMENİN SADECE KİTAPLA ELDE EDİLEMEYECEĞİNİ İFADE ETMEK İÇİN “BU İŞ KİTAPLA OLMAZ; AMA KİTAPSIZ DA OLMAZ” DEMİŞLERDİR. YİNE BU NOKTADAN HAREKETLE BİZ DE ŞUNU SÖYLEYEBİLİRİZ “BU İŞ AKLILLA OLMAZ; AMA AKILSIZ DA OLMAZ.” YANİ İNSAN KEMAL MERTEBELERİNDE İLERLEYİP YÜKSELEBİLMEK İÇİN MUTLAKA AKLA VE AKLIN KILAVUZLUĞUNA İHTİYAÇ DUYAR. AKLI DEVRE DIŞI BIRAKARAK İLİM ÖĞRENMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR. DEMEK Kİ BURADA AKLIN İKİ FONKSİYONU KARŞIMIZA ÇIKMAKTADIR. AKIL, BİRİNCİ FONKSİYONU İTİBARİYLE İLİM ÖĞRENMENİN, İKİNCİ FONKSİYONU İLE DE İLİM ÜRETMENİN BİR ARACIDIR.
 AKIL BİRİNCİ FONKSİYONU OLAN İLMİ ÖĞRENİRKEN FARKLI ESAS VE İLKELERE, İLİM ÜRETİRKEN DE FARKLI ESAS VE İLKELERE DAYANMAK ZORUNDADIR. İLİM ÖĞRENİRKEN İLMİ ÖĞRETENE GÜVEN VE TESLİMİYET ESAS OLMAKLA BİRLİKTE, İLİM ÜRETİRKEN İLMİN DOĞRULUĞU VE SAĞLAMLIĞI İÇİN ŞÜPHE ESAS ALINIR. 
 BU BAKIMDAN ŞÜPHE, İLİMDE İLERLEMEK İSTEYENLERE ŞİDDETLE TAVSİYE EDİLMİŞTİR.
 ŞİMDİ GELELİM KONUMUZA: HAYRET NEDİR?
 HAYRET ASLINDA TASAVVUFİ BİR KAVRAMDIR. GÜNLÜK KULLANIMDAN FARKLI VE DERİN BİR ANLAMA SAHİPTİR. TASAVVUF LİTERATÜRÜNDE HAYRET, ALLAH’A OLAN YAKİNİN ARTMASIDIR. BAZI TASAVVUF EHLİ DE HAYRETİ DERİN DÜŞÜNCE VE KALBE GELEN BİR HAL OLARAK NİTELEMİŞLERDİR. KONUNUN DAHA İYİ ANLAŞILABİLMESİ İÇİN HZ. PEYGAMBER’E VAKİ OLAN MİRAÇ OLAYINDAN ÖZETLE BAHSETMEMİZ GEREKİR. PEYGAMDERLİĞİNİN SEKİZİNCİ YILINDA RECEP AYININ 27’NCİ GECESİ HZ. CEBRAİL, ALLAH’IN DAVETİNİ HZ. MUHAMMED’E BİLDİRİR VE MİRAÇ OLAYI DA BÖYLECE BAŞLAR. SİDRETÜ-L MÜNTEHA’YA KADAR OLAN YOLCULUK HZ. CEBRAİL DE OLDUĞU HALDE BURAK İSİMLİ BİR BİNEK İLE YAPILIR. HZ. CEBRAİL SİDRETÜ-L MÜNTEHA’DA KENDİSİNE BUNDAN SONRA REFAKAT EDEMEYECEĞİNİ, ŞAYET BİR ADIM DAHİ ÖTEYE GEÇERSE YANIP KÜL OLACAĞINI BİLDİREREK HZ. MUHAMMED’DEN AYRILIR. BUNDAN SONRAKİ YOLCULUK İSE REFREF ADI VERİLEN BİR BİNEKLE VE TEK BAŞINA YAPILIR. BELİRLİ DURAKLARA ULAŞTIĞINDA O YÜCE PEYGAMBERE HER DEFASINDA “YAKLAŞ” NİDASI İLE HİTAP EDİLEREK İLAHİ HUZURA ULAŞMASI SAĞLANIR. BU YAKLAŞMA YAYIN İKİ UCU GENİŞLİĞİ KADAR YA DA DAHA YAKIN OLMUŞTUR. KUR’AN’DA BU YAKINLIĞA “KÂBE KAVSEYN” ADI VERİLİR. 
 MİRAÇ OLAYINA, KUR’AN’DA İSRA SURESİ 1’İNCİ AYET İLE NECM SURESİ 1-18’İNCİ AYETLERDE DEĞİNİLMEKTEDİR.
 YUKARIDAKİ ANLATIMLAR, HZ. PEYGAMBERİN SÖZLERİ İLE KUR’AN BEYANLARINA DAYANMAKTADIR. FAKAT KUR’AN’DA BUNLARIN HEPSİNE DEĞİL SADECE BİR KISMINA YER VERİLMİŞTİR.
 ÖNCELİKLE ŞUNU BELİRTMELİYİZ Kİ KİTAPTA YER VERİLEN OLAY VE İSİMLER BİRER RUMUZDAN İBARETTİR. YANİ HADİSTEKİ GEREK BURAK, GEREK REFREF İLE KUR’AN’DAKİ CEBRAİL, KÂBE KAVSEYN İSİMLERİ DE BİRER RUMUZDUR, SİMGEDİR. BU RUMUZLARLA ANLATILMAK İSTENEN MANAYI İDRAK EDEMEZSEK, KUR’AN’DAN BEKLENEN HİDAYETİ ELDE EDEMEYİZ VE KEMALATA ULAŞAMAYIZ.
 BURADA HZ. CEBRAİL İLE AKIL, BURAK BİNEĞİ İLE İLİM, REFREF BİNEĞİ İLE DE HAYRET REMZEDİLMİŞTİR. BU NEDENLE, HZ. MUHAMMED ALLAH’A “BENİM HAYRETİMİ ARTIR” DİYE DUA EDEREK O’NDAN KEMALAT TALEP ETMİŞTİR. DEMEK OLUYOR Kİ MİRAÇ; KEMAL BULMAK İÇİN HER MÜMİNİN YAPMASI GEREKLİ VE ZORUNLU BİR İÇ YOLCULUĞUDUR. ZAHİRDE TARİKAT EHLİ BUNA SEYR-İ SÜLUK DERLER.
 İŞTE “HAYRET” DENİLEN OLGU, BU İÇ YOLCULUĞUN SON AŞAMASIDIR. GEREK İLİM VE GEREKSE DAHA SONRAKİ AŞAMA OLAN HAYRET İÇİN İKİ ŞEYE DAHA İHTİYAÇ DUYULUR. BUNLAR DA “AŞK” VE “ZEVK”DİR. AŞK OLMADAN İLİM, ZEVK OLMADAN DA HAYRET ANLAŞILMAZ. HAKİKAT İLİMLE ELDE EDİLEBİLİR; FAKAT KEMALAT İÇİN MUTLAKA HAYRET GEREKİR. 
 YİNE KUR’AN’DA TAHA SURESİ 114’ÜNCÜ AYETTE “SEN DE Kİ, YARABBİ BENİM İLMİMİ ZİYADELEŞTİR.” BUYRULMAKTADIR. ALLAH, BU AYETTE OLDUĞU GİBİ BİZDEN ÖNCELİKLE İLMİ YANİ HAKİKATİ TALEP ETMEYİ BEKLİYOR VE İSTİYOR. ÇÜNKÜ İLİM OLMADAN HAKİKAT, HAYRET OLMADAN DA KEMALAT OLMAZ. BİZ DE BU EMRE GÖRE ÖNCE KENDİ BURAĞIMIZA BİNEREK HAKİKATA ULAŞACAĞIZ; DAHA SONRA ALLAH’TAN HAYRETİ TALEP EDECEĞİZ. HAYRETE ULAŞMAK İÇİN İLK ADIM OLAN HAKİKATİ YANİ KENDİ GERÇEĞİMİZİ ÖĞRENMEMİZ GEREKİYOR. BİZİ BİZE TANITACAK, BİZE KENDİ GERÇEĞİMİZİ GÖSTERECEK TEK BİR İLİM VARDIR: O DA İLMİ TEVHİT VEYA İLMİ LEDÜN DE DENİLEN İLİMDİR. PEKİ, BU İLİM NEREDEDİR? BİLSEK DE HEMEN ONU ÖĞRENSEK DİYE AKLIMIZA BİR SORU GELEBİLİR. BU İLMİN KİTABI VAR AMA OKULU YOK, ÖĞRETMENİ VAR AMA SINIFI YOK. ÖYLEYSE BU İLİM BİZE NASIL İNTİKAL EDECEK. ELBETTE İLMİ TEVHİDİN BİRİCİK KİTABI KUR’AN’DIR. BU KADAR KUR’AN OKUYAN VAR; AMA SORSAN HİÇBİRİNİN İLMİ TEVHİD’DEN HABERİ YOK. BU İLME EN YAKIN BİLİM DALI OLARAK FELSEFE BİLİMİ BİLİNİR. HÂLBUKİ GEREK KAPSAM GEREKSE YÖNTEM BAKIMINDAN FELSEFEDEN ÇOK FARKLIDIR. BAŞLICA FARKI İSE FELSEFE SATIRLARDAN OKUNUP ÖĞRENİLEN BİR İLİM İKEN, İLMİ TEVHİD ANCAK BİR GÖNÜL EHLİNİN ELİNDEN TUTARAK ÖĞRENİLEBİLİR. FELSEFE MADDEYİ,  İLMİ TEVHİD İSE MANAYI ÖĞRETİR. FELSEFE DIŞ ÂLEMİ ANLAMAYI, İLMİ TEVHİD İSE İÇ ÂLEMİ YAŞAMAYI ESAS ALIR. BU NEDENLE İKİSİ ARASINDA BÜYÜK FARKLILIKLAR BULUNUR. FELSEFE ÖĞRETENLERE FİLOZOF, İLMİ TEVHİDİ ÖRETENLERE İSE MÜRŞİD DENİR.  
 ŞİMDİ DE İKİNCİ KONUMUZU ELE ALALIM: HAYRETE NASIL ULAŞILIR?
 YUKARIDA BİR ÖLÇÜDE DEĞİNDİĞİMİZ GİBİ ÖNCE İLMİ TEVHİDİ TAHSİL EDECEĞİZ; BİLAHARE ALLAH’TAN HAYRETİ TALEP EDECEĞİZ. ÇÜNKÜ HAYRET BİZİM İRADE VE İSTEĞİMİZLE ELDE EDİLMEZ. BİR İNSANDA HAYRET ZEVKİ HÂSIL OLMADAN DİNİ DE TAMAM OLMAZ. ALLAH BU HUSUSA KUR’AN’DA ŞÖYLE TEMAS EDİYOR: “BUGÜN SİZİN DİNİNİZİ İKMAL ETTİM/TAMAMLADIM” BUYURUYOR. İŞTE MÜMİN KİŞİ DE AYNEN BU ŞEKİLDE BİR HİTABA MUHATAP OLUR VE DİNİNİ TAMAMLAYABİLİRSE İSLAMI SEÇMİŞ OLUR VE SEÇKİNLER/MÜSLÜMANLAR ZÜMRESİNE KATILIR. HALKIN İÇİNDE HEP ŞÖYLE DUYARIZ “ELHAMDÜLİLLAH MÜSLÜMANIM”. BÖYLE SÖYLEYENLERE “SENİN DİNİN TAMAMLANDI MI, BU HİTABA MUHATAP OLDUN MU?” DİYE SORSAN CEVAP VEREMEZLER.
 PEKİ, O TAKDİRDE İLMİ TEVHİD DEDİĞİMİZ BİZE KENDİ HAKİKATİMİZİ GÖSTERECEK İLMİ KUR’AN’I OKUYARAK ANLAMAMIZ DA KOLAY OLMADIĞINA GÖRE, BU NASIL VE NE ŞEKİLDE OLACAK. BÜYÜKLERİMİZDEN BİRİSİ ŞÖYLE BUYURUYOR: “ALLAH’I BULMAK KOLAYDIR; FAKAT ZOR OLAN ALLAH’I BULDURANI BULMAKTIR”. DEMEK Kİ HAYRETE ULAŞABİLMEK İÇİN İLK ÖNCE BULUNMASI HİÇ DE KOLAY OLMAYAN “ALLAH’I BULDURAN”I ARAYIP BULACAĞIZ. ÇÜNKÜ “O”NU BULMADAN “BEN”İ BİLEMEYİZ. ŞİMDİ YERİ GELMİŞKEN BU YOLUN PAROLASINI İFADE EDELİM. BU PAROLAYI HZ. MUHAMMED ŞÖYLE BUYURUYOR: “KİM NEFSİNİ/KENDİNİ BİLDİ, O RABBİNİ BİLDİ”. BÜTÜN TASAVVUF EKOLLERİ BU PAROLADAN YOLA ÇIKARAK İNSANI KEMALA ULAŞTIRMIŞLARDIR. ŞÖYLE BİR SORU AKLIMIZA GELEBİLİR. O ZAMAN HZ. PEYGAMBER VARDI VE TALEP EDENLERE İLMİ TEVHİDİ TAHSİL ETTİRİYOR VE BUNLARA DA “ASHAB-I SUFFA” DENİYORDU. ŞİMDİ İSE HZ. PEYGAMBER ÂLEMİ BEKAYA İRTİHAL ETTİ; ÖYLEYSE BİZE BU İLMİ KİM ÖRETECEK? YANİ BİZİ BİZE KİM BİLDİRECEK? ALLAH BU ÂLEMİ HİÇ BOŞ BIRAKIR MI, ELBETTE BIRAKMAZ. O HALDE ALLAH’IN ZAMANIN NEBİLERİ MESABESİNDE OLAN VE “VELİ” DENİLEN MÜRŞİDLERİ BULUNMAKTADIR. BUNLAR KIYAMETE KADAR İNSANLARI İRŞAD GÖREVLERİNİ HİÇ BİR ÜCRET TALEP ETMEDEN, HİÇ BİR MENFAAT GÖZETMEDEN SÜRDÜRMEKTEDİRLER VE SÜRDÜRECEKLERDİR. İŞTE BİZ ONLARI ARAYIP BULACAĞIZ VE ONLARDAN BU İLMİ TALEP EDECEĞİZ. YOKSA HİÇ BİR VELİ BU İLMİ BİZDEN TALEP OLMADAN BİZE TEKLİF ETMEZLER. BU HUSUSA YÜCE KİTABIMIZDA DA DEĞİNİLMİŞTİR.
 ALLAH, KUR’AN’DA ZÜMER SURESİ 54’ÜNCÜ AYETTE “BİR NAİP ARACILIĞI İLE RABBİNİZE YÖNELİN VE ONA TAM TESLİM OLUN” BUYURMAKTADIR. HZ. PEYGAMBER BİR HADİSİ ŞERİFİNDE “ÖNCE YOLDAŞ, SONRA YOL” BUYURUYOR. HER İKİ DÜSTUR ARASINDA GÖRÜLDÜĞÜ GİBİ TAM BİR UYGUNLUK VARDIR. KUR’AN’DA BAHSEDİLEN PEYGAMBER NAİBİNE MÜRŞİD DENİLİR VE BUNLAR RÜKN-İ AZAM (EN BÜYÜK UNSUR) OLARAK NİTELENDİRİLİR. GÜNÜMÜZDE KAMİL BİR MÜRŞİDİ BULMAK ÇOK DA KOLAY DEĞİLDİR. AMA ZAMANIMIZDA MÜRŞİD KİSVESİNE BÜRÜNMÜŞ ÖYLE KİMSELER VAR Kİ DEĞİL BAŞKASINI İRŞAD ETMEK KENDİSİ İRŞAD OLAMAMIŞTIR. BU GİBİLER, SENİ ALIR, KAZA NAMAZLARI İLE TESBİHLERLE, SALÂVATI ŞERİFELERLE OYALAR DURURLAR. ARTIK ÖMRÜN BOYUNCA SENİ İBADETLERLE MEŞGUL EDERLER. ONLARIN İBADETİ HALK İÇİNDİR; HAK İÇİN DEĞİLDİR. SIRF HALKA KENDİLERİNİ DİĞERLERİNDEN DAHA FAZLA MÜSLÜMAN OLARAK GÖSTERME PEŞİNDEDİRLER. BUNLAR HALKIN ÖNÜNDE OLUR OLMAZ AĞLAR, AĞDALI İFADELERLE BİLGİÇLİK TASLARLAR. ETRAFINA TOPLADIĞI İNSANLARI KENDİSİNE HİZMET ETTİREN, ONLARDAN BİR MENFAAT ELDE ETMEYE ÇALIŞAN BİR SAHTEKÂR ZÜMREDİR BUNLAR. BUNLARDAN SAKINMAK VE UZAK DURMAK GEREKİR. 
 ÇÜNKÜ BUNLARIN KENDİLERİ DİRİLMEMİŞLER Kİ SENİ DİRİLTSİNLER. HAYVANİ DİRİLİKLE YAŞAYAN KİMSELER ÖLÜ MESABESİNDEDİRLER. ÖLÜLER ANCAK KAMİL BİR MÜRŞİDİN İLMİ İLE DİRİLEBİLİR. İNSANI DİRİLTECEK ANCAK VE ANCAK İLMİ TEVHİDDİR. BİLİNMELİ Kİ İBADET İNSANI KURTARMAZ, İMAN İNSANI KURTARIR. AMA İMAN İLİMLE KAZANILIR. ALLAH, KUR’AN-I KERİM’DE ENFAL SURESİ 2’NCİ AYETİNDE MÜMİNLERİ “ALLAH’IN AYETLERİ OKUNDUĞUNDA İMANLARI ARTAN” KİMSELER OLARAK TANITIYOR. DEMEK Kİ İLİMSİZ İMAN OLMAZ. İŞTE BU İLME DE İLMİ TEVHİD DERLER. 
 ŞU HALDE KAMİL MÜRŞİDİ DİĞERLERİNDEN NASIL AYIRABİLİRİZ. MADEM ÖNCE YOLDAŞ SONRA YOL DÜSTURUNU İLKE EDİNMİŞSEK, YOLDAŞI UYGUN BİR ŞEKİLDE BELİRLEMEMİZ GEREKİR. HAKİKİ MÜRŞİDİ NİYAZİ MISRİ BİR BEYTİNDE ŞÖYLE TARİF EDİYOR:
 MÜRŞİT GEREKTİR BİLDİRE
 HAKKI SANA HAKKEL YAKİN
 MÜRŞİDİ OLMAYANLARIN
 BİLDİKLERİ GÜMAN İMİŞ.
     XXX
 HER MÜRŞİDE DİL VERME KİM
 YOLUNU SARPA UĞRATIR
 MÜRŞİDİ KAMİL OLANIN
 GAYET YOLU ASAN İMİŞ.
 ALLAH, KUR’AN’DA MAİDE SURESİ 35’İNCİ AYETİNDE “EY İMAN EDENLER! ALLAH’A YAKIN OLMAK İSTİYORSANIZ BİR VESİLE ARAYINIZ VE ÇOK CEHD EDİNİZ Kİ KURTULUŞA ERESİNİZ” GEREĞİNCE BİR KİŞİ EĞER KAMİL BİR İMAN SAHİBİ OLMAK İSTİYORSA, ÖNCE KENDİSİNE BİR REHBER BULMALIDIR. BU REHBERİ BULMAK İÇİN DE ÇOK CEHD ETMELİDİR. YANİ YILMADAN, BIKMADAN, USANMADAN KAMİL MÜRŞİDİ BULMAK İÇİN ÇOK ÇABA SARF ETMELİDİR. BU ARANILAN REHBER NİYAZİ MISRİ’NİN İFADE ETTİĞİ GİBİ SENİ İLMEL YAKİNDEN ALMALI, AYNEL YAKİNE, ORADAN DA HAKKEL YAKİNE ERİŞTİRMELİDİR. EĞER KAMİL DEĞİL DE NAKIS BİR MÜRŞİDE RASTLARSAN ONLAR SENİ BU YOLDA İLİMLE DEĞİL AMELLE YANİ NAFİLE ORUÇ, NAFİLE NAMAZ, RİYAZAT VE TESBİHATLA OYALAYIP HAYATINI ÜMİT VE KORKU ARASINDA GEÇİRTİRLER. 


 DİYELİM Kİ KAMİL MÜRŞİDİ BULDUK. BUNDAN SONRA NE OLACAK? HANİ ŞU ORTAMDA SIRTINA CÜBBE GİYİP TELEVİZYONDA SALYA SÜMÜK AĞLAYAN, KENDİSİNE TABİ OLANLARIN GELİR VE CEPLERİNDEKİ PARAYA GÖZ DİKEN VE KENDİNİ KONTROL EDEMEYEN AMA PARANIN KONTROLÜNÜ KİMSEYE BIRAKMAYAN ZAVALLIYA MI BENZEYECEĞİZ. YANİ DİNDAR GÖRÜNEN, GERÇEKTE DİNSİZ OLANLARA MI BENZEYECEĞİZ. KILIK VE KIYAFET MÜSLÜMANLARI GİBİ BİR CEMAATİN ADAMI MI OLACAĞIZ. BİZDEN PARA İSTEDİKLERİ ZAMAN PARA, FİLANCA PARTİYE OY İSTEDİKLERİ ZAMAN OY VEREN, KİŞİLİKSİZ BİR İNSAN HALİNE Mİ GELECEĞİZ. ELBETTE HAYIR. GERÇEĞİ TALEP EDENLER ASLA BAŞKA İNSANA KULLUK ETMEZ; ONLAR SADECE ALLAH’A KUL OLURLAR. MÜSLÜMAN OLMAK İÇİN İLLA ELİMİZE TESPİH ALIP, SIRTIMIZA CÜBBE, BAŞIMIZA TÜRBAN MI GEÇİRECEĞİZ. GÖSTERİŞ BUDALALARI GİBİ CAMİ VE TEKKELERİ Mİ KOVALAYACAĞIZ. ELBETTE HAYIR. BUNLAR SAMİMİ MÜSLÜMANLARIN İŞİ DEĞİLDİR. BÖYLE ŞEYLERE ANCAK MÜNAFIK OLANLAR BAŞVURURLAR. ALLAH BİZİ BÖYLE OLMAKTAN KORUSUN. PEKİ, BİZİM BİR İŞARET VE NİŞANIMIZ DA OLMAYACAK MI? EVET OLMAYACAK. ÇÜNKÜ RESULULLAH HİÇBİR ZAMAN BU ŞEKİLDE BİR NİŞANA VE İŞARETE GEREK DUYMAMIŞTIR. BU HUSUSTA NİYAZİ MISRİ HZ.LERİ ŞÖYLE SÖYLÜYOR:
 BELİRMEZ ARİFİN NAMI NİŞANI
 DEĞİL ARİF FİLAN İBNİ FİLANI
 YERİNİ TERK EDENİN OLMAZ MEKÂNI
 HAKİKAT EHLİNİN OLMAZ NİŞANI
 PEKİ, NASIL OLACAK O ZAMAN DİYE SORARSANIZ ŞÖYLE TARİF EDEBİLİRİZ. EN BÜYÜK İBADETİN TEFEKKÜR, EN BÜYÜK NİŞANIN GÜZEL AHLAK, EN BÜYÜK SAVAŞIN KENDİMİZLE YAPILAN SAVAŞ OLDUĞU ANLAYIŞI İÇİNDE HAREKET EDECEĞİZ. KİMSEYİ DEĞİL KENDİMİZİ KINAYACAĞIZ. İBADETİMİZİ DE SADAKAMIZI DA GİZLİ YAPACAĞIZ. HİÇ KİMSEDEN DEĞİL, SADECE ALLAH’TAN İSTEYİP DİLEYECEĞİZ. ASLA GAFLETE VE HATAYA SÜRÜKLENMEMEYE ÇALIŞACAĞIZ. HALKIN İÇİNDE HAK’LA YAŞAYACAĞIZ. HALKA DEĞİL, HAK’KA İTİBAR EDECEĞİZ. KİMSENİN HAKKINA EL UZATMAYACAĞIZ. ZİLLET İÇİNDE DEĞİL, İZZET İÇİNDE YAŞAYACAĞIZ VE İNSANIN KUTSAL OLAN ONURUNU DAİMA EL ÜSTÜNDE TUTACAĞIZ. İBADETİ HAK İLE HAK’KA YAPACAĞIZ. HİÇ BİR ZAMAN TEVAZUYU ELDEN BIRAKMAYACAĞIZ VE KİBİRDEN UZAK KALACAĞIZ. HALKIN İÇİNDE DOSDOĞRU OLACAĞIZ, YALPALAMADAN, İSTİKAMETİ BOZMADAN İLERİYE YÜRÜYECEĞİZ. KALBİMİZİ YALNIZ O’NA TAHSİS EDECEĞİZ. O’NDAN GAYRİ HER ŞEYİ KALBİMİZDEN TEMİZLEYECEĞİZ.
 İŞTE BUNDAN SONRA BİZİ KAMİL BİR MÜRŞİD ALACAK VE BURAK DENİLEN İLİMLE, SİDRETÜ-L MÜNTEHA DENİLEN BİR MERHALEYE YANİ İŞ VE OLUŞLAR ÂLEMİNDEN SIFATLAR ÂLEMİNE DİĞER BİR İFADE İLE AYNEL YAKİNE GETİRECEK VE AŞK İLE “FENA”YI BULDURACAK; SONRA SIFATLAR ÂLEMİNDEN ZAT ÂLEMİNE ZEVK İLE ULAŞTIRACAKTIR. GERÇEKTE MÜRŞİDİN GÖREVİ VE SORUMLULUĞU KENDİSİNE TABİ OLANIN AYAĞINI KAYDIRMADAN BURAYA KADAR GELMESİNİ SAĞLAMAKTIR. ANCAK ZAT ÂLEMİNDE BİZE REFREF DENİLEN HAYRET REHBERLİK YAPACAK. ZAT MERTEBESİNDE ARTIK AKIL GÖREV YAPAMAZ; ÇÜNKÜ HZ. PEYGAMBER “ALLAH’IN ZATINI TEFEKKÜR ETMEYİNİZ” BUYURMUŞLARDIR. ZAT, AKILLA İDRAK EDİLECEK BİR MAKAM DEĞİLDİR. BU BAKIMDAN BU MAKAMI ZEVK ETMEK İÇİN HAYRET GEREKİR. BU MAKAMDA ZEVKİMİZ ÖLÇÜSÜNDE “BEKA”YI ELDE EDERİZ. BEKADAN SONRA İSE ŞAYET “YAKLAŞ” HİTABI DA OLURSA, İLAHİ HUZURA DA KABUL EDİLEBİLİRİZ. ANCAK BU DAVET YALNIZ HZ. MUHAMMED TARAFINDAN YAPILABİLİR.
 DEĞERLİ KARDEŞİM, İNSANIN KEMALATI YEDİ MERTEBEDE TAMAM OLUR. BİZE DE YEDİ SAYFADA TAMAMLAMAK NASİP OLDU. HAYRETE ULAŞMAK İÇİN NELER YAPILMASI GEREKTİĞİNİ KUR’AN IŞIĞI ALTINDA KISMEN DE OLSA AÇIKLAMAYA ÇALIŞTIM. ELBETTE ALLAH DOĞRUSUNU BİLİR. ALLAH BİZLERİ DE İLİMDEN HAYRETE, FENADAN BEKAYA KAMİL BİR MÜRŞİDİN ELİNDEN ULAŞTIRIR İNŞAALLAH.
MEHMET NURİ ÖZER
27.06.2013

3 Haziran 2013 Pazartesi

MİRAÇ KANDİLİN’DEKİ HİKMETLER

Kullarını kendine kavuşup vuslat etsinler diye yaratan Allah, övülmeye layık olandır. Selama layık olan ise, Hz. Muhammed ve evladı Resul’dur.
Miraç kandili hicri takvime göre recep ayının son haftasında kutlanır. Çünkü Hz. Resulullah efendimizin miracı, “Recep Allah’ın ayıdır…” hadisi şerifinde ifade edilen recep ayında tahakkuk etmiştir. Miraç, kulu Rabbin’den ayıran ve onun dünyası olan cümle gayrıyetten kurtulup, Rabbi’ne vuslat etmesidir, yani kulun Rabbi’ne kavuşmasıdır.
Hz. Peygamber Efendimizin miracı cismani ve ruhani olmak üzere ikidir. Cismani Miraç Kuran’da; “Bütün varlıkların tesbihi o kudretedir ki kulunu gecenin birinde mescid-i haramdan çevresini bereketlendirdiğimiz mescid-i aksaya yürütmüştür, bu ayetlerimizden bir kısmını o kulumuza göstermek/onu ayetlerimizden biri olarak göstermemiz içindir…”(İsra-1)Ayetiyle beyan edilir. Bu miraç mucize olarak gerçekleşen ve Hz Peygamber sav’in, ‘âlemleri şereflendirmek için yaptığı miraçtır. Bu miraç sadece ve sadece, yalnızca Hz.Resulullah Efendimize mahsus’ tur. Çünkü Hz Peygamber efendimizin Nur-u vücudu cümle alemlerin aslı olduğu için, alemler varlıklarını muhtaç olduğu o yüce şahsiyeti görüp onunla, yani Hz. Muhammed s.a.v ile şeref bulmak istedikleri için, bu cismani miraç mucize olarak vukua gelmiştir.
Diğer Miraç ise Hz. Resulullah Efendimizin Ruhani Miracı’dır ki, bu miraç Necm Suresinde “Sonra iyice yaklaştı ve sarktı. İki yayın beraberliği gibi belki ondan da yakın. Böylece vahyetti kuluna vahyettiğini, kalp yalanlamadı gördüğünü” (Necm- 8, 9, 10, 11) “Andolsun ki Rabbinin en büyük ayetlerinden bir kısmını gördü” (Necm-18) “ Ayetleriyle Beyan olunan Miraçtır. İşte bu Hz. Resulullah’ın Ruhani miracını, cümle Peygamberler yaptığı gibi, cümle İnsanı Kamil olan Veliler de yaparlar. Çünkü bu Ruhani Miraç, kulun nefsinin/kendinin ve eşyanın hakikatına yönelip Rabbi’ne vasıl olmasıdır, yani Rabbi’ne kavuşmasıdır. Her kim ki kendine ve cümle âleme nisbet ettiği varlıkların yokluğuna, yani eşyanın fenasına Allah’ın makamlarının müşahadesiyle arif olursa o kul, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbı’na kavuşarak miraç yapar.
Her insanın miraca ulaşma potansiyel ve kabiliyeti olmasına rağmen bazı kullar, kendine ve cümle eşyaya vücut nispet ederek Rabbin’den gaflet edip, cehaletiyle onu Rabbin’den ayıran dünya perdesini oluşturur
ve dünya ehli olur. Böyle bir kimse kurandaki “…O zahirdir…” (Hadid-3) Hz. Peygamber Efendimizin ise ”Rabbınız apaçıktır. O’nu örtecek hiçbir şey yoktur” Beyanlarına rağmen, Rabbi’ni göremeyip onu müşahade edemez ve miracın hakikatı hikmetine ulaşamaz. Halbûki Hz. Resulullah efendimiz, “Allah’ım bana bu eşyanın içyüzünü öğret” buyurmuştur. Ki, eşyanın mahiyetini bilmesine rağmen Hz. Resulullah, bu beyanın da, kinaye ile ümmetinin, yani bizlerin eşyanın hakikatına arif olmamızı tembih ediyor. Çünkü kendisine Rabbi’ni nasıl bildin diye sorulduğunda, Hz. peygamber efendimiz; “Rabbi’mi eşya ile bildim” demiştir.
Velhasıl her insanda var olan Rabbi’ne kavuşma potansiyelinin, açığa çıkıp o kulu miraç keyfiyetine eriştirmesi mümkündür. Ancak, bunun için o kulun evvela, mevlid kandilinin ledduni manası olan irşad aydınlığına kavuşup, “Allah’ın ayı” olan recep ayındaki regaip kandilinin ledduni hikmeti gereğince kalbi, mayayı Muhammed olan Allah’ın zikri ile şereflenmesi gerekir. Ki, sonra yine recep ayında, miraç kandilinin ledduni anlamı gereğince o kul, Rabbini mertebelerinde müşahade ile gayrıyetten kurtularak, Rabbi’ne kavuşup Miracı’nı yapar.
Bu ruhani miraç; kulun yokluğunda Hakk’ın varlığı ile var olmak olduğundan, miraca ulaşan kulun müşahedesinde Hak’tan gayrı bir şey olmaz. Bu itibarla Hz. Resulullah efendimizin “Recep Allah’ın ayıdır” beyanındaki hikmet gereği miraç kandili, recep ayında tüm İslam âleminde çeşitli hidayete yönelik etkinliklerle kutlanır. Fakat arif ve ehli kemal ruhani miracı, Rabbi’ne vuslat zevkine mazhar olan kullukla her zamanda ve her yerde yaşayarak kutlarlar. Miraç kandilinin hikmetine dair beyan hatalarıyla beraber tamamlanmıştır. Allah her şeyi en iyi bilendir.

07 ağustos 2009 Salihli
Nejdet Şahin

16 Mayıs 2013 Perşembe

REGAİP (gecesi)KANDİLİNDEKİ HİKMETLER

Gönüllere zikrullah ile tecelli eden Allah’a hamd olsun. Kulluğun en kamil zuhuru olan Hz. Muhammed’e ve evladı Resule selam olsun.
Regaip kandili hicri takvime göre recep ayının ilk haftasında kutlanır. Regaip rağbet manasına gelen bir kelime olup, zahiren Hz. Muhammed s.a.v efendimizin ana rahmine düşmesini, yani annesi Amine validemizin Hz. Muhammed’e hamile kalmasını ifade eder.
Kuran’ın “ Ve Rabbı’na rağbet et” (İnşirah suresi-8) beyanı gereği, Regaip mana yönüyle kulun cenabı Hakk’a yönelerek Allah’a rağbet etmesi demektir.
Ki Akıl baliğ olan her insan, yaratıcısı olan Rabbı’nı bu âlemde bulup ona rağbet ederek kavuşmaya müsait bir potansiyel ve kabiliyette yaratılmıştır. Ve her insan yaratıcısı olan Rabbı’nı tanıyıp ona yakın olduğu nisbette felaha, yani kurtuluşa erer ve yaradılış gayesine uygun bir kulluk ifa etmiş olur. Fakat her insan bu tabiat âleminden tattığı lezzetlere ve hoşnutluk duyduklarına yönelmekle onu Rabbin’den ayıran dünyasını oluşturur. Bunu beyanla Pir seyyid Muhammed nur Hz. leri; “Dünya ehli olmak mal mülk zengini olmak değildir, Karun gibi nice zenginler vardır dünya ehli değildir, kapı kapı dolaşan nice fakir vardır dünya ehlidir. Çünkü kulu Rabbın’dan ayıran her ne ise, o dünyadır” buyurmuştur.
Bu itibarla, kulun bu yeryüzünde tattığı ve onu Rabbın’dan ayıran dünya muhabbetlerini terk ederek, kalbindeki zikrullah mazharıyetiyle Allah’a yönelip her nefeste zikri daim’e mazhar olması, onun Allah’a rağbeti ve regaip ruhaniyetine ulaşmasıdır. Kalbi zikir’in aynı zamanda mayayı Muhammed olması itibarıyla, kulun kalbinin zikrullah’la buluşması o kulun gönlünün, Muhammed mayası ile mayalanmasıdır. Ki Muhammed mayası olan zikrullah gönülde kabararak o kul’u, vücudu nuru Muhammed mazharıyetine kadar yükseltir.
Hz. Resulullah efendimiz“Recep Allah’ın ayıdır, Şaban benim ayımdır, Ramazan ise ümmetimin ayıdır” buyurmuştur. Bu ayların bu değerlerle ifade edilmesi o aylardaki kandil gecelerindendir. Yani Recep ayının Allah’ın ayı olması, Şaban ayının Hz. Resulullah’ın ayı olması, Ramazanın ise ümmetin ayı olması bu aylarda kutlanan kandil gecelerindeki hikmetler icabındandır. Bu itibarla, Regaip kandili’nin recep ayının ilk haftasında olmasının hikmeti gereğince, regaip’in ledduni manasına ulaşan bir kul, kalbindeki zikri daim mazharıyetiyle her nerede ve ne zamanda olursa olsun Allah’la beraber olur. Bunu beyanla pir
Seyyid Muhammed nur hz. leri: “Zikir saliki’nin kıblesi “seme vechullahtır” (nereye dönerseniz Allahın yüzü oradadır. Bakara-115) çünkü o her nereye yönelse ve nerede olursa olsun daima Allah der” demiştir.
Velhasıl Kulun kalbi Muhammed mayası olan zikrullah ile şereflenmekle, onu Rabbın’dan ayıran dünya sevgilerini terk edip, gönlü muhabbetullah’la yani Allah sevgisi ile dolarsa ancak, regaip kandilinin ledduni manasına ulaşmış olur. Ve o kul her zamanda ve her yerde regaip ruhaniyetiyle yaşar. Vesselam.
Regaip kandilinin hikmetine dair açıklama hatalarıyla beraber tamamlanmıştır. Cenabı Hak Kalplerinde mayayı Muhammed olan zikri daim ile her nefeste Allah diyen kulluğa bizleri de mazhar eder inşallah.

04 Ağustos 2009
Salihli
Nejdet Şahin

5 Mayıs 2013 Pazar

HIDIRELLEZ’in Hikmeti

   Yarattığı tüm insanlara peygamber ve evliya resuller / elçiler gönderen Allah, övülmeye lâyık olandır. Selam, Allahın habibi / sevgilisi olan Hz. Muhammed’e (s.a.v) ve ehli beyt’e / evlâdı resule olsun. Rabbim onlarla hemdem hemhâl olmayı bizlere de nasip etsin.
      Soyca Türk olmadığı halde İslam imanı ile şereflenen bazılarının; “ben Türküm, kur’anı ve islamı hayat nizamı haline getirdikleri için Türkleri seviyorum” buyurdukları gibi, Türk kültürünün oluşup yaşanmasında vahyin ve Muhammed-i kulluğun tesiri çok geniştir. Bu itibarla, basit bir araştırma yapılırsa gerek atasözlerimizin derinliğinde, gerekse her gün kullandığımız selamlaşma vb. sosyal faaliyetlerde, farkında olalım ya da olmayalım Kuran buyruklarının yerine getirilerek, Muhammed-i kulluğun açığa çıktığına şahit oluruz.
       Bu cümleden olarak asırlardır Türk dünyasında Hz. Hızır’la Hz. İlyas’ın buluştukları gün olarak kabul edilen 6 Mayıs’ta, yani yaz mevsiminin başlangıcında Hıdırellez (Hızır ilyas) şenlikleri kutlamaları yapılır. Ve bu günde yapılan dua ve dileklerin kabul olunacağı inancıyla dilek ve niyazlarda bulunulur.  Evlerin kapılarına yeşil dal ve çıçekler takılır. Sütü olanlar sütü olmayanlara süt ikram eder ve o gün süt içilir. Eş dost ile kırlara çıkılıp bir birlerine türlü yiyecekler ikram edilerek ziyafetler çekilir. Böylece özetlenen bir anlayış ve kabul ile zahiri şekillenmiş olan hıdırellez kutlamaları, mana yönü ile kur’an ve Muhammed-i kulluğa ait birçok leddun-i hikmetler içerir.
       Bunu beyanla, “Hıdrellez” ifadesi aslında “Hızır İlyas” demektir. “Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilmi ledün öğretmiştik.” (Kehf-65) Kuran beyanındaki Allahın rahmetiyle “ilmi ledün” lütfettiği kul’un, Hızır (as) olduğu rivayet olunur. Hızır, (as) peygamber olmayıp, “ ledün ilmi” mazharıyetiyle velayet irşadı yapan insanı kâmil velidir. Ve yeryüzünde kıyamete kadar tebliğ ve irşad yapan her zamanın mürşidi kâmili, Hızır olarak kabul edilir. Ki bunu ifadeyle Hasan Fehmi Hz;
Aşk oldu Fehmi’nin yolunda rehber
Onunla Hızır’a eyledi sefer
Ondan etti ilmi leddünu ezber
Bana ihsan etti ol gani Mevla, diyor.  
       Kuranın; “Zekeriyayı, Yahya’yı, İsa’yı, İlyas’ı doğru yola erdirmiştik. Bunların hepsi Salih kimseler idi.” (Enam- 85) Ayet beyanından açıkça anlaşıldığı gibi Hz.İlyas, Hz. Zekeriya Hz. Yahya ve Hz. İsa gibi peygamberdir.
Yüce yaratıcı olan Allah, insanlara gönderdiği peygamber ve evliya elçilerin tebliğ ve irşadıyla, gelmiş geçmiş tüm insanlığı aydınlatmış ve aydınlatmaktadır. Kuran’ın; ”Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulu ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab-40) beyanı gereği peygamberlikle irşad, Hz. Muhammed’in (s.a.v) unsur bedeniyle bu âleme gelmesiyle tamamlanmıştır. Hz. Muhammedin unsur bedeniyle yeryüzünden göçmesindan sonra tebliğ ve irşad, insanı kâmil veliler tarafından yapılmış ve kıyamete kadar da yapılacaktır.
        Bu itibarla; Hz. Ali, Hz. Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Salmanı Farisi, İbni Abbas, Ebuzeri Gaffari, Amr bin Yaser vb. gibi tebliğ ve irşadla görevli tüm sahabeler. İmamı Azam, İmamı Şafi, İmamı Malik, İmamı Hanbel, İmamı Gazali, Muhiddini Arabi, Mevlâna, Yunus Emre, Hacı Bektaşi veli, Niyazi Mısri, Pir Seyyit Muhammed Nur vb. gibi, Türk yurdunun hemen hemen her selvi gölgesinde mezar veya türbesi olan insanı kâmil veliler, yaptıkları velayet tebliğ ve irşadıyla insanlığı aydınlatıp, hidayet yolunu göstermişlerdir.
       Cenab-ı Hak Peygamberleri, insanı kâmil veliler arasından seçtiğinden her peygamberin irşadında, velayet irfanı vardır. İnsanı kâmil veliler ise peygamber olmadıkları halde, onların telkin ve irşadlarında nübuvetin / peygamberliğin ruhu kemali mevcuttur. Ki nübuvet ruhu kemalini Hz. İlyas, velayet ruhu irfanını Hz. Hızır remzeder. Ve Hızır’la İlyas’ın remzettiği nübuvet ve velayet kemalatı, her zamanın velayet tebliğ ve irşadı yapan mürşidi kâmilinin vücudu şahsında buluşurlar. İşte zamanın kâmil mürşidinin şahsındaki bu velayet ve nubuvet buluşmasındaki hikmet, zahiren hıdırellez gününde Hızır ile İlyas’ın buluşması olarak kabul edilir.
       Muhiddini Arabi Hz; “ilmin sureti süttür. Ve resulullah (s.av) süt harici her ne yese ‘ya rabbi bunun hayırlısını ver ve ziyadeleştir / arttır’ diye dua etmesine rağmen süt içtiğinde sadace ‘bunu ziyadeleştir / arttır’ diye dua etmiş, daha hayırlısını istememiştir” buyurur. Ki zamanın kâmil mürşidini bulması, insanın hikmet itibarıyla hıdırelleze ulaşmasıdır. Kâmilin telkinine mazhar olması ise, velayet ve nubuvet ruhaniyetini içeren süt ilim irfanı ikramına o insanın muhatap olmasıdır. Her kim böyle bir ikrama mazhar olursa, o kişinin göz kulak ağız el ayak kapıları yeşil rengin remzettiği marifetullahla bezenir. Ve o kimsenin, ağzından gözünden kulağından elinden ayağından daima marifetullah kemalatını içerek kulluk zahir olup açığa çıkar. Ve kendisi gibi marifettullaha mazhar olan ihvanlarla, iman kardeşleriyle, Hak âşıklarıyla sohbet edip hem hâl olup, velayet ve nubuvet ruhaniyetini içeren kemalat ve marifetle birbirlerine ziyafetler çekerler. Ve ilâhi neşe ve ahvâl ile zevklenirler. Ki hıdırellezi böyle leddüni hikmetine uygun olarak idrak ederek kutlayan bir kulun, rabbin katına yükselip rabbine kavuşma dua ve dileği de kabul olur.
     Çünkü insanın yaratılmasının yüce amacı, kendinde ve cümle eşyada mevcut olan rabbini bulup rabbin katına yükselmesidir. Ve bunu ifadeyle yüce Allah; “Biz gökleri, yeri ve bunlar arasındakileri eğlenmek için yaratmadık. İkisini de sadece Hakk’ı göstermek üzere yarattık…” (Duhan-38,39) “Allah gökleri ve yeri Hakk’ı göstermek için yarattı…” (Ankebut-44) “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğime muhabbet ettim, halkı yarattım.” (Hadisi kutsi) Buyurur.  
      Her yıl 6 Mayısta kapılarımızı yeşil dallarla çiçeklerle süsleyerek, süt ikram ederek, yeşilliklere kırlara çıkıp birbirimize ziyafetler çekerek, dilek tutup dua ederek kutladığımız hıdırellezi, hakikatındaki ledduni hikmetlere mazhar bir kulluk ile kutlamamız dilek ve niyazıyla, selemlar.

                                                                     Nejdet Şahin
                                                                    12 Mayıs 2012
                                                                         Salihli           

23 Nisan 2013 Salı

(Mevlid, Regaip, miraç, berat, kadir) KANDİL GECELERİNDEKİ HİKMETLER

Hamd, Son peygamber Hz Muhammede (s.a.v) vahyettiği kuran irşadıyla, İslam dinin zahiri ve batını ile kullarına ihsanda bulunan Allah’a mahsustur. Selama layık olan, cümle peygamberlerin imamı Hz.Muhammed ve evladı resul’dür.
Kuran’da “Allah katında / indinde din islamdır…” (Ali İmran-19) buyrulur. Ki Hz.Âdem’den Hz Muhammed (s.a.v) efendimize kadar, insanlığa tebliğ ve irşad da bulunan peygamberlerin öğretip tebliğ ettiği din islam’dır. İslam dinin ise bir zahir / dış yönü, birde batın / İç yani ledduni yönü vardır.
İslamın zahir yönüne ait olan ilimler, namazda kıyam şöyle olacak, secde böyle olacak, zekât şu şartlarda oluşur, orucun bozulup bozulmadığı durumlar gibi ibadetlerin dış yönünü ve insanlar arasındaki hak hukuk ve sosyal münasebetleri düzenler. Her mümin islamın zahiri olan şeriata uygun olarak ibadetlerini ifa eder ve sosyal ilişkilerini buna göre düzenler.
İslamın ledduni yönü ise; ibadetlerin içi / batını ile alâkalı olan ilimlerdir. Mesela hadisi şerifte “Namaz müminin miracıdır” buyrulur. Ki miraç kulun Hakk’a kavuşması olup, hakikatta bu miracın nasıl olduğu ve kul tarafından nasıl yapılabileceğini, Hac ibadeti Allah’ın evini ziyaret olduğundan, Hacc’ın hakikatının ne olduğu, zekât oruç vb. diğer ibadetlerin içi, yani batını ile münasebetlidir. Ki dinin zahir ve batın değerlerine riayetle ancak, olgun hakiki bir mümin olunup insan-ı kamil makamına ulaşılır.
Bu itibarla İslam dininin müminleri, dinin zahir yönü ile kulluk yapmakla beraber dinin batınına taallûk eden ibadetleri yapmakla da mükelleftirler. Bir kul dinin sadece zahiri ile yetinir de dinin batınını ihmâl ederse, o kimsenin kulluğu yetersiz ve eksik olur. Eğer bir kul, ben dinin batını ile alâkadarım, benim kalbim temiz ve niyetim iyidir gibi ahvâl ile dinin zahiri olan şeriatını ihmal ederse, o kimsenin de kulluğu yetersiz ve eksik olur.
Bunu beyanla, din’de kulluğun kemal bulması ve bir kimsenin insanı kâmil makamına ulaşabilmesi, ancak islamın hem zahiri hem de batını ile aydınlanmış bir kullukla mümkün olduğundan. Din’in ledduni hakikatindan nasipli olan arif ve ehli kemal, şeriata uygun kulluğa kesinlikle riayet etmekle beraber, islamın zahir ve batın yönüne vakıf kulluk ifa ederek yaşarlar.
Bu sebeptendir ki islamın batını ile daha alâkalı ibadetlerden olan kandil geceleri, dinin sadece zahiri ilimlerini tahsil etmiş olan hoca ve alimler tarafından, o gecelerin ledduni hakikatlarına uygun olarak
değerlendirilemez. Ve dinin zahir âlimleri birbirinden farklı olan her kandil gecesinde müminlere gündüz oruç tutmak, kaza namazı nafile namazı ve tesbih namazı kılmak, o gece uyumamak gibi hep aynı şeyleri yapmalarını söylerler. Ki bu söylem ve yaklaşımlar, aynı elinden rahatsız olana, başı ağrıyana, apandist ameliyatı gereken vb. gibi değişik dertleri olan hastaların hepsine tek ve aynı reçete ile şifa dağıtmak gibi bir tuhaflıktır.
Oysa bu gecelerin her birisi diğerinden farklı manevi zenginliklerle doludur. Ve her kandil gecesi ayrı ayrı ledduni anlam ve hikmetler içerir.
Kandil geceleri içerdiği hikmetlere uygun olarak mevlid, regaip, miraç, beraat ve kadir olarak isimlendirilmiş olup. Hicri takvime göre o yıl içindeki kandiller sırasıyla mevlid kandili ile başlar, sonra regaip, miraç ve berat kandilleri ile devam ederek, kadir kandili ile tamamlanır. Gerek kandillerin sıralanmasında, gerek her kandildeki ledduni hakikatlara ancak, İslam dininin zahir ve batın irşadıyla aydınlamış olan arifibillâh ve ehl-i kemâl ulaşır. Ve ulaştıkları irfan ile etraflarını aydınlatırlar. Böyle bir irşad aydınlığına mazhar olmamız dileğiyle, selamlar.

Nejdet Şahin

22 Nisan 2013 Pazartesi

HA MİM ile BAŞLAYAN SURELER


 Kur’an_ı Kerim de Ha Mim ile başlayan yedi sure vardır…bunlar: mu’min,fussilet,zuhruf,duhan,şura,casiye ve ahkaf sureleridir.
Resulullah s.a.v. buyurdular ki ha mim ile başlayan sureler cennet bahçelerinden bir bahçedir.yine buyudularki: her şeyin bir özü vardır Kur’an ‘ın özü ise ha mim lerdir..

Bu surelerin ilk ayetleri olan ha mimlerin şeyhül ekber muhyiddin arabinin tevilatınndaki açıklamalrı şöyledir…

 MÜ'MİN SURESİ
"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM"

'Rahman   ve Rahîm olan Allah adıyla"
1-  Ha. Mîm.

2-   Bu  Kiîab   mutlak  galip   "Aziz",   hakkıyla   bilen   "Aliym" Allah tarafından indirilmiştir.
3-  O, günahı bağışlayan, tevbeyi kabul eden, azabı şiddetli ve lütuf sahibidir. Ondan başka hiçbir ilah yoktur. Dönüş ancak O'nadır.

Bu "Ha. Mîm" dir. Yani Muhammed perdesinin gerisindeki Hakdır. Çünkü O, hakikât olarak Hakdır, Muhammed ise yaratılış olarak. O'nu sevdi ve onun suretinde zuhur etti. Zuhuru onunla gerçekleşti.
"Bu Kitab.. .indirilmiştir."bu Muhammedi kitap; "Allah tarafından" indirilmiştir. Yani, onu vasfedilmiş zati sıfatlarını üzerinde toplamıştır. "Mutlak galip" celalinin perdeleriyle üstündür. Kitap Kur'an olduğu halde O "hakkıyla bilen" dir.

  ilmiyle zahirdir. Böylece Furkan (hakk ile batılı ayıran) olarak belirginleşir. Buna göre "Ha. Mîm" sözünün hakikâtteki anlamı: Allah'dan başka hiçbir ilah yoktur. Muhammed Allah'ın Rasulu'dur" şeklindedir. Yani hakikâti batın olup Muhammed aracılığıyla zuhur eden Hakk, Kitabın (nazil) indirilmesidir. O da her şeyi (bütünü) kapsayan cemin aynıdır ki, Allah'ın celalinin örtüleri altında O'nun izzetiyle gizlenmiştir. Gaybinin mertebeleri ve illiyet mazharları içinde Muhammedi surette indirilmiş olup ona dair ilmi Furkani akıl mazhannda zuhur etmiştir.
"Günahı bağışlayan..."dır. Nurunun zuhuru ve nefislerin ve tabiatların karanlıklarını örtmesiyle bağışlar. "Tevbeyi kabul eden" dir. Hayat ve varoluş örtülerinden arınan hakikâtin kendisine rücu etmesiyle günahı bağışlar.

 Azabı çetin" d\r. Şirk işlemek suretiyle başkasının yanında duran, tevhidle kendisine dönmeyen perdelenmişlere şiddetle azap eder. "Lütuf sahibi" dir. ilk istidada, kabul kabiliyeti oranında sahip olduğu   nura   fazladan   kemal   bahşetmek   suretiyle   lütufta   bulunur.
"Ondan başka hiçbir ilah yoktur." başta ve sonda, açıkta ve gizlide. Cezalandıran ve lütuf veren ilah sadece Allah'tır. "O'nadır..." her şeyin dönüşü, her halükârda O'nadır. Tevbe edip dönenin de, başkasının yanında durup cezaya çarptırılanın da.

 Bu dönüş ya O'nun zatına, sıfatlarına veya fiillerine yöneliktir. Hangisi olursa olsun, dönüş mutlaka O'nadır. Hiçbir şeyi O'nun kuşatmasının dışına çıkamaz. Dolayısıyla zatının dışında olamaz. Hiçbir varlık O'nun varlığının dışında var olamaz. Rabbinin her şeyin üzerinde şahid olması sana yetmez mi?
FUSSILET SURESİ

"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM"

"Rahman   ve Rahîm olan Allah adıyla"
1-  Ha. Mim.

2-  (Kur'an) Rahman ve Rahîm olan Allah'dan indirilmiştir.

3-  (Bu,) bilen bir kavim için, âyetleri Arapça okunarak açıklanmış, tafsilatlı kılınmış bir Kitab'dır.
4-  Bu  Kitab,   Beşir (müjdeleyici)   ve  Nezir'dir (uyarıcıdır).   Fakat onların çoğu yüz çevirdi artık işitmezler.

5-   Ve dediler ki: Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır.  Bizimle senin aranda bir perde bulunmaktadır. Onun için sen (istediğini) yap, biz de yapmaktayız!

"Ha. Mîm." Hakk'ın Muhammedi surette zuhuru külli Kitab olarak "indirilmiştir"... Bu Kitab, Teklık zatından gelen bütün hakikâtleri kapsamaktadır. Teklik zatı ise bütünü kapsayan rahmani rahmet sıfatına sahib'dir. Yani bütün varlıklara varlığı ve kemali bahşedendir. Ayrıca, Muhammedi velilere has, rahimî rahmet sıfatına da sahib'dir.
Çünkü Muhammedi veliler, has irfani kemali ve zati tevhidi kabul etme istidadına sahib'dirier. Dolayısıyla bu Kitab, Furkanl akıl kitabıdır ki "ayetleri... açıklanmıştır." İndirilme süreciyle açıklanmış, "tafsilatlı kılınmıştır". Bundan önce cem aynında mücmel idi.

 Bu kitab "okunarak" sıfatların zuhuruna, istidatların meydana gelişine göre ayrıntılandırılmıştır. Bu halde bütünü kuşatmaktadır. "Arapça" okunan bir kitab'dır. Çünkü Rasulullah (s.a.v) Araplar arasında yaşamıştır.
"Bilen bir kavim için." istidatları O'na yakîn ve fıtratları da arındığı için ayetlerinin hakikâtlerini bilen kavme indirilmiştir. "Su Kitab beşirdir"...müjdeleyicidir; kemalatı kabul etme istidadına sahip ve O'nun nurunu görenleri kavuşma ile müjdeler. 'Ve Beşir'dir" uyarıcıdır; nefislerinin   karanlıklarıyla  perdelenenleri de azapla  uyarır.

 Lakin, onların çoğu yüzçevirdi." Çünkü başkalarıyla perdelendiler ve örtünme karanlıkları içinde kaldılar. "Artık işitmezler" Hakk'ın sözünü dinleyemezler. Çünkü kalp kulaklarında ağırlık vardır.
Nitekim, şöyle demişlerdir: "Bizi çağırdığın şeye karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır." Çünkü, tabiat örtüleri ve nefis sıfatlarının perdeleri onların kalp gözlerini köreltmiş, kulaklarını da sağırlaştırmıştır. Onları kılıflar içine sokup adeta kapatmışlardır. Onunla kendileri arasına perde koymuşlardır.

 ŞURA SURESİ
"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM"

"Rahman   ve Rahîm olan Allah adıyla"
1-  Ha. Mim.

2- Ayn. Sîn. Kal

3-  Azız ve Hakim olan Allah, sana ve senden öncekilere de işte böyle vahyeder.

4-  Semavat'da   (göklerde)   ve   arz'da   (yerde)   ne   varsa   hepsi O'nundur. O, çokyüce "AIİy"dir, azametli "Azîm"dir.

5-  Neredeyse yukarılarından semalar da (gökler de) çatlayacak! Melekler de Rablerini hamd ile teşbih ediyorlar ve arz'dakiler (yerdekiler) için mağfiret diliyorlar. Dikkat edin! Allah çok bağışlayan ''Gafur", çok esirgeyen "Rahiym"dir.

6-  Allah'dan başka dostlar edinenleri Allah daima gözetlemektedir. Sen onlara vekil değilsin.

7-  Şehirlerin anası (oian Mekke'de) ve onun çevresinde bulunanları uyarman ve asla şüphe olmayan toplanma günüyle onları korkutman iğin, sana böyle Arapça bir Kur'an vahyetîik.  (insanların) bir bölümü cennette, bir bölümü de çılgın alevli ateştedir.

8-  Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı. Fakat O, dilediğini rahmetine kavuşturur; zalimlerin ise hiçbir dostu ve yardımcısı yoktur.
"Ha. Mîm. Ayn. Sîn. Kaf." Yani Hak, Muhammed'le (s.a.v) zuhur etti. İlminin zuhur etmesi kalbinin selameti iledir. Şu halde Hak, zahir ve batın olarak Muhammed'dir. İlim de Muhammed'in kalbinin eksiklikten ve ayıptan beri olması, selamette olmasıdır. Yani kâmil oluşu, perdelerden sıyrılıp açıkta olmasıdır. Çünkü kalbin arınması ilmin zuhur etmesidir.

 "İşte böyle..."senin mazharında gerçekleşen bu zuhur gibi ve de onun ilminin senin  kalbinde zuhur etmesi gibi "Sana ve senden öncekilere... vahyeder." Sana ve senden önceki Nebiylere böyle vahyeder. "Allah..." bütün sıfatlarıyla mevsuf olan Allah "Aziz"dir. Celal perdeleriyle, sıfatlarının örtüleriyle erişilmezdir.
"Hakim"dir. Kemalî istidatlara göre zuhur eder. Bütün kulları, istidatların kabul etmelerine göre aracılar ve mazharlar vasıtasıyla hidayete erdirir.

 "Semalar'da (göklerde) ve arz'da (yerde) ne varsa hepsi O'nundur." Her şey O'nun sıfatlarının mazharlan, mülkünün, malikiyetinin suretleri ve fiillerinin mahalleridir. "O, Aliy'dir" Varlıkların suretleriyle sınırlandırılmaktan, yine varlıkların aynleriyle taayyün etmekten yücedir.
"Aziym'dir." varlıklar O'nun saltanatı, karşısında büzülürler, küçülürler, azameti karşısında dağılıp yok olurlar. "Neredeyse yukarılarından semalar da (gökler) çatlayacak!" azametinin tecellilerinden etkilendikleri için kahrının ve saltanatının yüceliği karşısında tuz buz olup dağılacaklar neredeyse!

 "Melekler de,,." mücerret akıllardan ve tedbir edici nefislerden oluşan melekler de "teşbih ediyorlar..." O'nun zatını tenzih ediyorlar. Kendi zatlarından tecerrüt ederek kendi sıfatlarının kemalatıyla O'na hamdediyoriar.
"Arzdakiler (yeryüzündekiler) için mağfiret diliyorlar." Teklik huzurundan feyizlendikleri nurları onların aynları ve varlıkları üzerine indiriyorlar. "Dikkat edin! Allah çok bağışlayan "Ğafur'dur." Meleklerden ve insanlardan herkesin zatlarının karanlıklarını zatının nuruyla örter.

 "Çok esirgeyen "Rahiym"dir. sıfatlarının tecellileriyle kemalatı onların varlıklarının üzerine indirir. O'ndan başkası bunu yapamaz.

"Allah dileseydi onları bir tek millet yapardı." Kudretine dayalı olarak tümünün fıtrat üzere birleşen muvahhitler olmalarını sağlardı. Fakat O'nun işi, hikmete dayanır. Bu yüzden bazılarının adil muvahhidler, bazılarının ise zalim müşrikler olmasını dilemiştir.
Nitekim, bir ayette şöyle buyurmuştur: "Onlar ihtilafa düşmeye devam edecekler." (Hud, 118) ki mertebeler ayrışsın, mutluluk "said'lik" ve "şakî'lik" bedbahtlık tahakkuk etsin, dünya ve ahiret, cennet ve cehennem dolsun ve her biri için ehil olanlar belirginleşsin, düzen kurulsun ve her şey düzenli bir şekilde akışını sürdürsün.

 
ZUHRUF SURESİ

"BİSMİLLAHİRRAHMANIRRAHIM"

"Rahman  ve Rahîm olan Allah adıyla"

1- Hâ- Mîm

2- Açıklayan Kitaba apaçık (Kitab-ı Mubiyn)e yemin olsun.

3-  Muhakkak biz onu Arapça bir Kur'ân kıldık, umulur ki sizler onu aksedersiniz.
 Varlığın başı olan Hakk'a "Hâ" ve sonu olan "Mîm" Muhammed'e yemin ederim. Ne büyük yemin! Çünkü bu yemin varlık bütününün aslını ve kemalini ifade etmektedir. Bu yüzden bu ikisine şehadet etmek; İslam'ın temeli, dinin direğidir. Bu ikisini birlikte benimsemek Hak mezhep ve dosdoğru dindir.
Çünkü varlığın ve tesirin tekliği cebir, varlıkta ve tesirde tafsilin ispatı ise kaderdir. Bu ikisi de "La ilahe illallah Muhammedurrasulullah" sözüyle birleştirilir. Bunun gerçekleştirilmesi sırat-ı müstakim (dosdoğru yol) ve sağlam dindir. Ya da kitapla uyumlu olacak bir açıklama yapacak olursak bundan maksat levh ve kalemdir.

 Çünkü yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Nun. Kaleme ve yazdıklarına and olsun..." (Kalem, 1) Bilindiği gibi bir kelimenin ilk harfi ondan kinaye olarak kullanıldığı gibi son harfi de bu anlamda kullanılabilir.
Dolayısıyla, ilk anlamı esas alırsak ayette geçen Kitabı Muhammed'in nefsi olarak tevil edebiliriz. Çünkü Muhammed'in (s.a.v) nefsi Hakk'ın cem ve tafsili açıklamasıdır ve çünkü Kitab (indinden) Allah katından indirilmiştir.

 "Bir Kur'an..." varlığın tüm tafsilatını cami, ilahi bütün sıfatları ve varlığın ve kemalatm tüm mertebelerini kuşatan "Arapça bir Kur'an kıldık"... ki size hitaben söylenenlen düşünesiniz ve "umulur ki sizler onu akledersiniz."Onu anlarsınız.

4- Muhakkak o bizim katımızdaki ana Kitab (Ümmü'l Kitab)da olup, çok yüce (Aliyy) ve hikmetli (Hakiym)dir.
O...ana Kitab'dadır..." bundan maksat, varlığın ilk mertebedeki aslı, ilk taayyünle mutlak varlıktan ayrılan izafi varlığın ilk noktasıdır ve sırf hüviyetten de sonra gelir. Buna şöyle işaret edilmiştir:

 "Katımızda... yücedir." yüksek değerdedir. Çünkü bundan öte yükseklik yoktur. "Hikmetli (Hakiym)dir..." hikmetle doludur. Çünkü eşyanın sureti, hakikâti, ayanı, sıfatları, varlıkların tertibi ve düzeni olduğu gibi onunla zuhur eder.
Ama ikinci anlamı esas alırsak bu tevil geçerli ve isabetli olmaz. Bu takdirde şöyle bir tevil gerekir: Bilakis bu, kendilerine delalet edilen ve icmali olarak yemin edilen tevhid ve tafsilin açıklayıcısı Kur'an'dır.

 "O...ana Kitab'dadır." Yani en büyük ruh. Bütün İlimleri kapsamıştır. Daha doğrusu her şeyi kapsar. Katımızdadır ve bize yakındır. İniş mertebelerinde hasıl olan sair ilimlerden daha yakındır. Çünkü ruha nakşedilen ledünni ilimdir ve o ruhların İlkidir.
Bazılarına göre bundan maksat mertebelere inişidir. Kur'an'ın hikmetli olmasından maksat da, nazari hikmeti kapsamasıdir. Bu da tevhid ve Nübüvvet gibi Hak itikatları ifade eder, ahiret ve benzeri halleri açıklar.

Sonra mükelleflerin fiillerine dair hükümleri, yani seri kuralları açıklamak, mertebelerde sülük etmenin keyfiyeti, kazanım ve bağışların sağladığı halleri beyan etmek gibi ameli hikmeti de kapsar.

DUHAN SURESİ
"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM"

"Rahman   ve Rahîm olan Allah adıyla"
1- Hâ- Mim

2- Açıklayan Kitaba "Kitab-ı Mübiyn'e"yemin olsun,
3-  Muhakkak biz O'nu mübarek bir gecede indirdik.   Muhakkak ki biz uyarıcıyizdir.

4- Her hikmetli işe o gecede hükmedilir, ayırd edilir.
5- Katımızdan (indimizden) bir emir olmak üzere. Muhakkak biz irsal ediciyiz (risalet göreviyle görevlendiriciyiz).

6-  Rabbinden bir rahmet olarak.  Muhakkak O,  kemali ile işiten (Semî)dir, her şeyi bilen (Aliym)dir.
7-   Semavat'ın  (göklerin),  arzın (yerin)  ve ikisinin arasmdakilerin Rabbidir. Eğer yakinen inanan (ikan) sahibiyseniz.

8-  O'ndan başka ilah yok'dur, hem diriltir hem öldürür. Hem sizin hem de evvel ki atalarınızın da Rabbidir.
9- Hayır! Onlar bir (şekk) şüphe içinde oynayıp duruyorlar.

 "Biz O'nu mübarek bir gecede indirdik..." Mübarek gece, Rasulullah'ın (s.a.v) bünyesidir. Çünkü bünye karanlık bir olgudur ve ruhun güneşini perdelemektedir. Rasulullah'ın (s.a.v) bünyesinin mübarek olarak nitelenmesi ise, hidayet ve adalet gibi rahmet ve bereket türlerinin Onun sebebiyle âlemde zuhur etmesi, Rasulullah'ın (s.a.v) mertebe ve kemalinin de Onunla artmasıdır.
Nitekim, yüce Allah, Rasulün bünyesini "Kadir gecesi" olarak da isimlendirmiştir. Rasulullah'ın (s.a.v) miracının bedenle birlikte gerçekleştiğini görmüyor musunuz? Çünkü Onun (s.a.v) bedeni olmasaydı, mertebeleri aşarak tevhide ulaşması gerçekleşmezdi. Kitabın bu gecede indirilmesi; bütün hakikâtleri kapsayan Kur'ani aklın, varlık mertebelerini tafsil eden, sıfatların ayrıntılarını ve sıfat tecellilerinin hükümlerini açıklayan, isimlerin anlamlarını ve fiillerin hükümlerini temyiz eden, ayıran furkani aklın Onda indirilmesine işarettir "her hikmetli işe o gecede hükmedilir." (her hikmetli iş o gecede birbirinden ayrılır) ifadesinin anlamı da budur.

 Ya da bundan maksat; apaçık Kitab "Kitab-ı Mubİyn" konumunda olan Muhammedi inzala, ki onun suretinde bir hakikâttir, ya da Kur'an'ın indirilişine (inzaline) işarettir.
"Muhakkak ki biz uyarıcıyadır." Biz âlem halkını Hz. Muhammed'in (s.a.v) varlığıyla uyarmaktayız. "Katımızdan bir emirle..." Yüce Allah hikmetli emri kendi katından olmakla tahsis ediyor. Çünkü her emir bir hikmete ve doğruluğa dayanmaktadır. Seri kurallara ve fıkhi hükümlere yaraşan da böyle olmasıdır.

 Emir, O'nun katından ve O'na hastır, işin aslı itibariyle bu husus kesin ve mutlaktır. Aksi takdirde emir, heva ve hevese, nefsani arzuya dayanacaktı. Muhakkak biz irsal ediciyiz... Çünkü risalet göreviyle görevlendirdiğimiz kullarımızı biz, Rabbinin bir rahmeti olarak Rasuller göndermekteyiz." Tam ve kâmil rahmeti âlemlere indirmekteyiz.
Bu rahmeti indirmekle dini ve dünyevi işlerin istikamet üzere olmasını, dünya ve ahtret hayatlarının ıslah olmasını, hayır ve kemalin, bereket ve doğruluğun âlemler arasında Onun sayesinde zuhur etmesini sağlamaktayız. Ya da şöyle bir anlam kastedilmiştir: Onlara yönelik kâmil ve şamil rahmetten dolayı sana göndermekteyiz.

 "O Semi'dir" işitendir. Nevalarından sadır olan dünya işlerine dair muhtelif sözlerini işitir. "Aliym'dir" Her şeyi kemaliyle bilendir... onların batıl inançlarını, bozuk ve yıkıcı görüşlerini, hayal ürünü, mesnetsiz işlerini, düzensiz yaşayışlarını bilir.
Bu yüzden, din hususunda Hakk'a ileten, dünya hususunda da maslahatlarını tanzim eden, din ve dünya hususunda onlara doğruyu gösteren, dosdoğru yolu açıklayan, hakiki tevhidi delilleriyle ortaya koyan, seri kuralları ve sünnetten kaynaklanan hükümleri düzeni korumak İçin yasaiaştıran Rasulu göndermekle onlara yönelik rahmetini göstermektedir.

 CASIYE SURESİ
"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM"

"Rahman  ve Rahîm olan Allah adıyla"
1- Hâ- Mim

2- Bu Kitab indiriimişdir. Aziz ve Hakiym olan Allah'dandır.
"Hâ. Mim." Yeminin cevabı hazfedil mistir çünkü "Kitab... indirilmiştir." ifadesi buna delalet etmektedir. Yani hüviyetin hakikâtine yemin ederim. Bundan maksat da her şeyin, küllün aslı, cemin aynı olan mutlak varlığa ve Muhammed'e, yani her şeyin, küllün kemali ve tafsilin sureti olan izafi varlığa yemin ederim ki muhakkak, bu iki varlığı açıklayan Kitabı inzal ederim... indiririm.

 Ya da "Hâ. Mim." İfadesi gramer açısından müpteda "Kitâb...indirmiştir." ifadesi de onun haberi kabul edilir. Ama bunun için de mahzuf bir muzafın takdir edilmesi gerekir. Yani, tafsil edilen Hakk'ın hakikâtinin zuhuru; Kitab'ın indirilmesidir. Yani Muhammedi varlığın gönderilmesi veya birçok yerde cem ve tafsil anlamını ortaya çıkaran, açıklayan Kur'an'ın indirilmesidir.
Nitekim bir ayette önce cem anlamında şöyle buyrulmuştur: "Allah şahidlik eder ki kendisinden başka Hah yoktur." (Al-i İmran, 18) sonra bu anlam şu İfadeyle tafsil edilmiştir: "melekler ve ilim sahipleri de." Kitabın indirilmesi" ...Allah'dan"dır. Yani cem aynındandır. "Aziz ve Hakim olan.." kahır ve lütuf tafsili suretinde indirmiştir. Ki bu ikisi isimlerin (esmaların) anasıdır. Kaynağı da sıfatlardaki çokluktur. Çünkü kahır veya lütuf kapsamına girmeyen hiçbir sıfat yoktur.

 AHKAF SURESİ
"BİSMİLLAHİRRAHMANİRRAHÎM"

"Rahman  ve Rahîm olan Allah adıyla"
1-Hâ - Mîm

2- Bu Kitab'ın indirilmesi Aziz ve Hakiym Allah'dandır.
3-  Biz semavat'ı arz'i ve ikisi arasında bulunanları biz, muhakkak olmamız   hakk   olarak   ve   belli   bir   ecele   eriştirmek   için   yarattık. Küfredenlerse uyarıldıkları şeylerden yüz çevirmektedirler.

"Semavat'ı, arz'; ve ikisi arasında bulunanları biz, muhakkak Hakk olarak (yerli yerince) ...yarattık." değişmez, Tek, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, her şeyin varlığının dayanağı olan mutlak varlık ile yarattık- Ya da Vahdetin gölgesi ve bütün çokluğun düzenleyicisi adalet ile yarattık. Nitekim, "Gökler (semavat) ve yer (arz) adalet ile kaimdir" denilmiştir "Ve..." takdirimiz gereği "belli bir ecele eriştirmek için"... belli bir süre tayin edilmiş vakit için yarattık.
Belli bir kemale ulaşmaları için yarattık. Ki varlık bu kemale doğru yol alır. Bu da Mehdi'nin (a.s) zuhur etmesi, Tek ve kahredici güce sahib zatın ezelde olduğu gibi tek varlığıyla tebarüz edip her şeyi yok etmesiyle gerçekleşen büyük kıyamettir. "Kafirler..." İnkâr edenler; Hakk'dan perdelenmek suretiyle inkâr edenler "uyarıldıkları şeylerden..." bu kıyamete dair uyanlardan "yüz çevirmektedirler."