Hamd son peygamber Hz Muhammed’e (sav) vahiy ettiği kuran irşadıyla,
İslam dininin zahiri ve batını ile kullarına ihsanda bulunan Allah’a mahsustur.
Selama layık olan, cümle peygamberlerin imamı Hz. Muhammed ve evladı resuldür.
Kuran’daki “Allah katında / indinde din İslam’dır…” (Ali İmran-19) beyanından açıkça anlaşıldığı gibi, Hz. Âdem’den Hz
Muhammed (sav) efendimize kadar insanlığa tebliğ ve irşat da bulunan
peygamberlerin öğretip tebliğ ettiği din İslam’dır. İslam dinin ise şeriatla ilgili zahir / dış yönü, bir de hakikatiyle
ilgili batın / İç, yani ledduni yönü vardır.
İslam’ın
zahir yönüne ait olan ilimler, namazda kıyam şöyle olacak, secde böyle
olacak, zekât şu şartlarda oluşur, orucun bozulup bozulmadığı durumlar gibi
ibadetlerin dış yönünü ve insanlar arasındaki hak hukuk ve sosyal münasebetleri
düzenler. Her mümin İslam’ın zahiri olan şeriata uygun olarak ibadetlerini ifa
eder ve sosyal ilişkilerini buna göre düzenler.
İslam’ın
ledduni yönü ise; ibadetlerin içi / batını
ile alâkalı olan ilimlerdir. Mesela hadisi şerifte “Namaz müminin miracıdır” buyrulur. Ki miraç kulun Hakk’a
kavuşması olup, hakikatte bu miracın nasıl olduğu ve kul tarafından nasıl
yapılabileceğini, Hac ibadeti Allah’ın evini ziyaret olduğundan, Haccın
hakikatinin ne olduğu gibi, zekât oruç vb. diğer ibadetlerin içi, yani batını
ile münasebetlidir. Ki dinin zahir ve batın değerlerine riayetle ancak,
olgun hakiki bir mümin olunup insan-ı
kamil makamına ulaşılır.
Bu itibarla İslam dininin müminleri,
dinin zahir yönü ile kulluk yapmakla beraber dinin batınına taallûk eden
ibadetleri yapmakla da mükelleftirler. Bir kul dinin sadece zahiri ile yetinir
de dinin batınını ihmâl ederse, o kimsenin kulluğu yetersiz ve eksik olur. Eğer
bir kul, ben dinin batını ile alâkadarım, benim kalbim temiz ve niyetim iyidir
gibi ahvâl ile dinin zahiri olan şeriatını ihmal ederse, o kimsenin de kulluğu
yetersiz ve eksik olur.
Bunu beyanla din’de kulluğun kemal bulması ve bir kimsenin insanı kâmil makamına ulaşabilmesi, ancak
İslam’ın hem zahiri hem de batını ile aydınlanmış bir kullukla mümkün
olduğundan. Dinin ledduni hakikatinden nasipli olan arif ve ehli kemal, şeriata uygun kulluğa kesinlikle riayet etmekle
beraber, İslam’ın zahir ve batın yönüne vakıf kulluk ifa ederek yaşarlar.
Bu sebeptendir ki İslam’ın
batını ile daha alâkalı ibadetlerden olan kandil
geceleri, dinin sadece zahiri ilimlerini tahsil etmiş olan hocalar ve âlimler
tarafından, o gecelerin ledduni hakikatlerine uygun olarak değerlendirilemez.
Ve dinin zahir âlimleri birbirinden farklı olan her kandil gecesinde müminlere;
gündüz oruç tutmak, kaza namazı nafile namazı ve tespih namazı kılmak, o gece
uyumamak gibi hep aynı şeyleri yapmalarını söylerler. Ki bu söylem ve
yaklaşımlar, aynı elinden rahatsız olana, başı ağrıyana, apandist ameliyatı
gereken vb. değişik dertleri olan hastaların hepsine tek ve aynı reçete ile
şifa dağıtmak gibi bir tuhaflıktır.
Oysa bu gecelerin her birisi diğerinden farklı manevi zenginliklerle
doludur. Ve her kandil gecesi ayrı ayrı ledduni anlam ve hikmetler içerir.
Kandil geceleri içerdiği
hikmetlere uygun olarak mevlit, regaip,
miraç, beraat ve kadir olarak
isimlendirilmiş olup. Hicri takvime göre o yıl içindeki kandiller sırasıyla mevlit kandili ile başlar, sonra regaip, miraç ve berat
kandilleri ile devam ederek, kadir kandili
ile tamamlanır. Gerek kandillerin sıralanmasında, gerek her kandildeki ledduni
hakikatlere ancak, İslam dininin zahir ve batın irşadıyla aydınlamış olan arifibillâh
ve ehli kemâl ulaşır. Ve ulaştıkları irfan ile etraflarını aydınlatırlar.
Vesselam. İslam dininin zahir ve batın irşat aydınlığı kemaline mazhar olmamızı
cenabı Hak’tan niyaz ederim,
Nejdet
ŞAHİN