ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Gazel-i
Hafız Tercemesi
Aslı Farsça olan Hafız Hz.nin bu ilâhisinin Malik Efendi
tarafından Türkçeleştirilmesidir.
Haberdar ol eya saki
bize sun ol mey-i bâkî
Kolay evvel
göründü aşk çoğaldı meşgulüm kati
Eya; ey hitabı, Saki; içki,
şarap dağıtan, mey-i baki; sonsuzluk,
ebediyet içkisi, kati; kesinlikle,
anlamındadır. Ki kâmil olan bir mürşid, ebediyet sonsuzluk içkisinin mazharı
olup talip ve âşıklara kâmil o içkiden sunar da âşıklar o içki sarhoşluğuyla,
İlâh-i sevgiliye kavuşup sevgiliyle beka bulurlar. Bu itibarla, ey saki, ey halkı irşad edip mürşidlik
yapan kişi, eğer sen gerçek kâmil bir mürşid isen, bize mey-i baki olan sonsuzluk içkisinden sunup ikram et, buyruluyor. Ve devamla, önceleri, yani ilâh-i aşka
mensub olmadan evvelki kulluğum kolaydı. Hak aşkına mazhar olmakla ilâh-i
sevgiliyi müşahade edip ona kavuşma derdi meşguliyetim
kati (kesinlikle) artıp çoğaldı,
deniliyor.
Çünkü Hak aşığı olmayan bir kimse, müşahade edip vasıl olmak için ilâhi
sevgiliyi aramadığından, böylesinin kulluğu bu açıdan kolay olur. Fakat Hak
aşkına mazhar olan bir âşık, daima sevgiliden bahsedilip İlâh-i sevgili sohbeti
yapılmasını ister. Ve sevgiliden bahsedilmesi arzusuyla, daima ilâh-i
sevgilinin sohbet ve muhabbetinin yapıldığı meclisleri aramakla meşgul olur, vesselam.
Hem ol nal'e kuzehden
ki bu gelmiş zülf’i müşkinden
Saba ol turra açtı
dolu kan aşkdan gönlü
Müşkin: mis kokulu, nale: inilti, kuzeh: renk renk, çizgiler, zülüf:
sevgilinin yüzünde görünen saçı,
sabâ: hoş bir rüzgâr, turra: alın
saçı, kıvırcık saç lülesi, kân: bir şeyin
kaynağı, bir niteliğin bol bol bulunduğu kimse, demektir.
Buna
göre, ilâh-i aşk ve derd ile meşgul olup inlememin sebebi, sevgilinin yüzünde
görünen saçlarının renginden gelen mis kokulardır. Ve hoş bir rüzgâr, aşkın
kaynağı olan ilâh-i sevgilinin alın saçından o güzel kokuları gönlüme getirdi, buyruluyor.
Seccaden hamriyle
boyat sana derse mennân piri
Ki salik bihaber değildir bu menzil
resmiyle râhi
Seccade; üzerinde namaz kılınan, secde edilen halı vb.
secde mahalli, Hamr: şarap, Mennan piri: Allahın bol bol ihsanına
mazhar olan ulu, kâmil insan, bihaber:
habersiz, menzil: varılan yer, resm: resim, rah: yol anlamındadır.
Bu itibarla mennan
piri, zamanın kâmil müşidi olup kâmil, Allahın ihsan ve bağışına mazhar olan
şahsı muhteremdir. Ki bunu ifadeyle kuranda; “Orada
kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş,
lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik.” (Kehf- 65) buyrulur. Ki bu ayetteki yüce Allah’ın
“katından
rahmet vererek lütfederek ilm-i ledün öğrettiği kul’un,” her zaman sağ ve mevcut olan Hızır (as.) olduğu rivayet olunur. Ki Hızır, ilm-i ledün (ilm-i
tevhidi hakiki) mazharı olan zamanın Kâmil mürşid’dir. Hızır’ın her zaman sağ
ve mevcut olması ise, velayet irşadçısı olan kâmil mürşid’in kıyamete kadar
yeryüzünde, tüm zamanlarda ve günümüzde irşadı ile insanlığı aydınlatıcı
olmasıdır.
Pir
seyyid Muhammed nur Hz; “Mürşidi kâmil bir kadeh içirdiğinde salik
fiilini (işini) fena / yok eder. İkinci kadehi içirdiğinde görüp işitmesini
(sıfatlarını) fena / yok eder. Üçüncü kadehi içirdiğinde ise vücudunu fena /
yok eder” buyurmuşlardır. Bu itibarla, Hakk’ın ihsanı lütfuna mazhar mennan piri olan zamanın mürşidi
kâmilinin salike tevhidi efal, tevhidi sıfat ve tevhidi zat makamlarını telkin
etmesi, salike hamr yani ilâh-i aşk şarabını sunup içirmesidir. Ki ilâh-i aşk
şarabını kâmilden içmesiyle salik, kendinin zannettiği nisbet varlığını yok / fena
ederek, Hak aşığı olur. Ve Hak âşığı, kendi yokluğunda tecelli edip görünen
ilâh-i sevgilinin güzelliğini müşahade ederek, ilâh-i sevgiliye kavuşur. İşte,
saki olan Mennan piri kâmilin içirdiği aşk şarabının tesiriyle yokluğa erişip,
yokluğunda tecelli eden sevgilinin güzelliğini müşahade ve sevgiliye
kavuşmaktan hâsıl olan ilâh-i zevkler, hep aşk şarabının sarhoşluğudur.
Seccade;
Namaz kılınan ve genellikle halı kilim vb. gibi olup secde edilen yer veya mahâldir.
“Namaz
müminin miracıdır” Hadisi şerifi hikmetince namaz; hakikatı yönüyle
kulun yokluğunda rabbine kavuştuğu miraçtır. Ve namazın secdesi, yokluğun
zirveye ulaştığı kulluğu ifade ettiği için kuranda, “…secde
et ve yaklaş” (Alak- 19) buyrulduğu
gibi, hadisi şerifte “Kulun Allaha en yakın olduğu an secde
anıdır” beyan olunur. Ki secdenin remzettiği bu yakınlığa ilâh-i aşk
şarabının sarhoşluğuyla erişilir.
Bu itibarla, zamanın mürşidi kâmilıne intisab eden her salike
evvela, fenafillâh (Allahta yok olmak) ve resulullahın (s.a.v) ahlakı ile
ahlaklanmak hedefi ve meslek-i resul âli prensipleri telkin edilip. Sonra
salikin bu hedefe nasıl ulaşacağının irşadı yapıldığı için, kâmil mürşidin
irşadına mazhar olan bir salikin, kâmilin içirdiği aşk şarabı sarhoşluğuyla
kulluğun fenaya / yokluğa ulaşmasından, bihaber
(habersiz) olması mümkün değildir.
Bunu
beyanla: Seccaden hamriyle boyat sana
derse mennân piri. Ki salik bihaber değildir bu menzil resmiyle râhi buyrulması,
mennan piri olan kâmilin irşadıyla seccadeyi hamr’a yani ilâh-i aşk şarabına
boyayarak, ilâh-i aşk sarhoşluğuyla kulluğunu yokluğa / fenaya eriştirmek
olduğu için. Zamanın mennan piri olan kâmiline intisab ederek, mesleki resul
seyri sülukuna mazhar olan salikler, seccadenin aşk şarabıyla boyanmasından bi
haber, yani hebersiz olmazlar, demektir.
Sana mahbub
konağından ne emniyet geçirmeğin
Ki canın feryad
ider daim tutunuz yükleri bağlı
Mahbub konağı: Sevgilinin evi, mekânıdır. Ve sevgili /
mahbub güzelliklerini konağında açıp gösterir. Ki ilâh-i sevgili olan cenab-ı
Hak, cümle âlemlerde ve her varlıkta mevcut olmasına rağmen, cemalini, yani
güzelliklerini âşıklar meydanı olan kâmilin meclisinde ve aşığın gönlünde gösterir.
Bu itibarla, sevgilinin konağı, âşıklardan ehlullahtan oluşan kâmilin
meclisidir. Ve o meclisten hâsıl olan sohbetlerde, ilâh-i sevgilinin
makamlarından ve türlü tecellilerinden bahsedilir. Bu yüzden her âşık, kâmilin meclisinden
onu alıkoyan engelleri, yükleri meşruiyet çerçevesinde kaldırırarak, her fırsatta
ilâh-i sevgilinin güzelliklerinin sergilendiği Hak âşıklarını ve âşıklar meclisini
arar. Çünkü aşığı ayakta tutup ona can olup can veren, ilâh-i sevgilinin
aşkıdır.
Bu itibarla,
bir kimse ben Hak aşığıyım dediği halde, mazereti olmaksızın âşıklardan ve
ehlullahtan oluşan kâmilin meclisine gitmiyorsa, o kimse Hak aşkına mazhar
olmamış demektir. Çünkü kâmilin meclisi, Hak âşıklarının sevgiliden bahsederek,
bülbül gibi şakıyıp figân ettikleri aşk meydanıdır. Ve her Hak aşığı, aşk
meydanı olan kâmilin meclisinin tutkunu, bağımlısıdır.
Bunu beyanla
ehl-i kemalden şöyle bir hikâye rivayet olunur: ‘Kuluçkaya yatan bir tavuğun altındaki yumurtalarının içine bir tane de
ördek yumurtası konulmuş. Günü gelipte civcivler doğduğunda, tavuk yavrularını
gezdirir. Fakat gezinirken bir su kenarına geldiklerinde ördek yumurtasından
doğan civ civ hemen suya dalıp yüzmeye başlar. Bunu gören anne tavuk yavrusunun
boğulacağı endişesiyle telaş ederek derhal o sudan çıkması için uğraşır. Oysa
ördek yavrusu fıtratı (doğuşu) gereği suya girince rahat ve mutlu olur.’
İşte bu hikâyede anlatıldığı gibi bir âşık,
bulduğu her meşru fırsatta ilâh-i sevgilinin güzelliklerini açığa çıkardığı ehlullah
ile sohbet etmek için kâmilin meclisine giderken, onun meclise dâhil olmasını
engelleyen tüm yükleri, engelleri kaldırır. Çünkü Hak aşığı Kâmilin meclisinde
rahat eder, o mecliste zahir olup açığa çıkan ilâh-i sevgilinin cemalinden güzelliğinden
mest u sekran olur. Fakat ilâh-i aşktan ve Hak aşığının ahvalinden habersiz
olan gafil ve cahil olan ehli nefs, âşığın ehlullah ve Hak âşıklarını
aramasını, her fırsatta kâmilin meclisine dâhil olmasını, parasını pulunu
varını yoğunu harcıyor, sapkınlık, şaşkınlık, mecnunluk vb. şekilde değerlendirirler.
Ki bu değerlendirmeler, aynı anne tavuğun, ördek yavrusunun suda boğulacağını
zannetmesi gibi gaflet ve cehalet yüklü anlayışla yapılan değerlendirmelerdir.
Bunu beyanla: Bana mahbub
konağından ne emniyet geçirmeğin. Ki cahil feryad ider daim tutunuz yükleri
bağlı buyruluyor. Ki ehli nefs olan cahil
ve gafillerin; ilâh-i aşk veya tevhidin hakikatı gibi dinin derinliğiyle
uğraşmak iyi olmaz, tut orucunu kıl namazını bak işine, o zaman sapıtmaz
şaşırmaz emniyette güvende olursun, anlayışıyla yaptığı kulluk gibi bir kullukla
ben, emin kâmil bir insan olamam. Ben, sevgilinin güzelliklerini zahir ettiği konağından,
yani kâmilin meclisinden beni alıkoyan engel ve yükleri kaldırır atarım da,
ilâh-i sevgilinin güzelliklerini sunduğu sevgilinin konağına girerim. Ben
sevgilinin konağından zahir olan güzelliklerine kayıtsız kalmam. Demektir.
Karanlık gece korkudan deniz
girdabı mevcinden
Bizim halimizi ne
anlar sahilin bahri
Girdap: suların dönerek akmasından oluşan
tehlike, mevc: dalga, bahir: deniz anamındadır. Pir seyyid
Muhammed nur Hz: “Kuran şeriat, tarikat, hakikat, marifet olan dört ilim ve yedi makam
üzere inzâl olmuştur.” Diyor ki İslâm dini, kuran kaynaklı şeriat,
tarikat, hakikat ve marifet ilimleri ile bir bütündür. Ve kuran kaynaklı bu
ilimlerin tahsili ile ancak bir insan yaratılışının yüce gayesine, insanı kâmil
makamına ulaşır. Bu ilimlerden sadece şeriata tabi olarak yapılan kulluk, insanı
yaratılışının yüce gayesine eriştirmeyen eksik bir kulluktur. Şeriatı olmadan,
tarikat veya hakikat marifet ehli olduğunu iddia etmek ise zındıklıktır.
Bu itibarla, bu
dört ilimden olan şeriat, dinin zahir dış yüzüdür. Ve kulluğun ibadetlerin şekil
olarak nasıl yapılacağını ve insanlar arasındaki münasebetleri düzenler. Dinin
batın yüzü olan tarikat, hakikat ve marifet ilimleri ise, zamanın mürşidi
kâmilinden tahsil edilir. Dinin batını, insanın yaratılışının yüce amacına
erişmesini, bu imtihan âleminde kendinde ve cümle âlemde mevcut olan rabbine
vasıl olmasını sağlar. Ve bu ilimlerin tahsili ile bir insan, ilâh-i aşka
ilâh-i derde mazhar olup ilâh-i sevgiliye kavuşur. Ki bu da, dinin hem zahirine
hemde batınına mazhar olan kullukla mümkündür.
Bunu beyanla: Karanlık gece korkudan deniz girdabı
mevcinden bizim halimizi ne anlar sahilin bahri, buyruluyor. Yani gecenin karanlığında, dalgalarla ve
girdabla uğraşarak denizde yolculuk yapanın hâlini, sahilde yani karada
yolculuk yapan bir yolcunun anlayamaması gibi. Vahdet-i ilâhi gecesinde ve
ilâh-i aşk denizinde yüzen Hak aşığının halini, dinin şeriat sahilinde kalıp,
kulluğu sadece dinin zahiri / dışı ile meşgul ve kayıtlı, kendinde ve cümle
âlemde mevcut olan Allahın vahdetinden gafil olup, ilâh-i aşk bahrine
giremeyenler ne anlar bizim halimizden, demektir.
Muradımca olan
işler rezalet çıktı hep sonu
Kaçar gizli kalır
ol sır ki mecmularda söylendi
Muradımca olan işler demek, insanın kendine nisbetle ve
nefsinin istekleri doğrultusında cehaletle yaptığı faaliyetleridir. Pir seyyid
Muhammed nur Hz. “iblisin hem anası hemde babası cin kavminden olan can’dır. Can hem
erkekliği hemde dişiliği olan bir yaratık olduğundan, kendi erkekliğiyle kendi
dişiliğinin tenasülünden hamile kalıp, iblisi doğurmuştur.” Diyor. Bu
itibarla, bu yeryüzü olan imtihan âleminde bir insanın kendi muradınca, yani nefsinin
istekleri yönünde kendi kendine ürettiği değerlerle kulluk yapması, insanın
zararına olup o insanın rezilliğidir. Ve bu tür faaliyetlerden şeytanlık
iblislik doğar.
Çünkü insan, kendi için neyin hayır neyin zarar olacağını aciz kalıp bilemediğinden,
kendi kendine muradınca olan kulluk faaliyetleri insanı rezil edip, şeytanla
arkadaş eder. Kuranı kerimde“İnsanlara kılavuz olan, iyi kötü ayrımıyla
hidayetten kanıtlar getiren Kuran, onda indirilmiştir…” (Bakara- 185) “Biz Kur’an’da mü’minler için şifa ve rahmet olan ayetler indiriyoruz…”
(İsra- 82) beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi, insanın kendi hakkında
ne yaparsa iyi olacağını ne yaparsa kötü olacağını, insan için neyin doğru ve
hayrına olduğunu bildiren kuran, insanlara hidayet yolunu göstererek insanlığın
doğru yolu bularak hidayete ulaşmaları için, müminlere ise şifa ve rahmet olarak
indirilmiştir.
Hz.resulullah efendimiz, “Kuranla insan ikiz kardeştir”
buyurmuşlardır ki, potansiyel olarak her insan kuranın kardeşidir. Ve kuran
kardeşliği ancak insanı kâmilde faal ve aktif olur. Kâmilin bu âlemde diğer
insanlardan sureta şekil olarak zahiri bir farklılığı olmadığı için, kâmil sırdır
gizlidir, Fakat samimiyet ve sadakatla arandığında muhakkak kâmilin irşadına
erişilir. Gelmiş geçmiş ehlullahın hepsi zamanın mürşidi kâmiline varıp, onun
irşadıyla aydınlanmayı insanlığa söyledikleri gibi, eserlerinde de
yazmışlardır. Mürşidin gerekliliği hakkında Kur’an’da
şöyle buyrulur; “Musa genç arkadaşına dedi ki: İki denizin
birleştiği yere kadar hiç durmadan dinlenmeden yürüyeceğim yahut seneler ve
seneler harcayacağım.” (Kehf-60) “Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular
ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik.
Musa ona dedi ki; sana öğretilen ilmi / rüştü / kemalatı bana da öğretmen
şartıyla sana tabi olayım mı?” (Kehf- 65, 66) Bu ayet beyanlarında yüce
Allah’ın, “katından rahmet vererek ilm-i ledün lütfettiği kul’un” her zaman sağ ve mevcut olan Hızır (as.) olduğu rivayet olunur. Ki
Hızırın, ilm-i ledün (ilm-i tevhidi hakiki) mazharı zamanın Kâmil mürşidi olup,
Hızır’ın her zaman sağ ve mevcut oluşu, kâmil mürşid’in tüm zamanlarda
günümüzde ve kıyamete kadar yeryüzünde varolup irşadıyla insanlığı aydınlattığının
izahı, evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildi.
Ki ayetteki “hiç durmadan dinlenmeden yürüyeceğim yahut seneler ve seneler harcayacağım.”
diyen Hz.Musa’nın, Hızır’a gidişindeki azim ve kararlılığı, cümle ehl-i
kemâl’in ve ehl-i irfanın mürşidi kâmil’i arayıp bulmasına daima örnek
olmuştur. Bunu ifadeyle pir seyyid Muhammed nur Hz.nin halifelerinden olan Hasan Fehmi (tezdoğan) Hz;
Ki ilmin kemâle ermek istersen
Musa
ol Yuşa’yla sen Hızr’a kavuş
Deldir
kayığı hem katlet gulamı
Harabede
kenzin setrine çalış
Enbiyâ
rumuzun bilmek istersen
Bir kâmil mürşidin eline yapış… Diyor.
Yunus emre Hz.nin bu
konuda başka birçok beyanı olmasıyla beraber:
Müftüler kadılar geldiler
Cümle kitapları kodular
Sen bu ilmi nerden aldın dediler
Bir mürşidi kâmil’e varmadan olmaz… Diyor.
Niyazi Mısri Hz.nin de
başka birçok beyanları olmasıyla beraber:
Mürşid gerektir bildire hakkı sana hakkel yakın
Mürşidi olmayanların bildikleri güman imiş... Buyurur.
Gerek deyişlerinden örnek verdiğimiz Yunus
emre, gerekse Niyazi mısr-i, gerekse Hasan Fehmi ve burada isimlerini
zikredemediğimiz ehl-i kemal’in eserleri incelendiğinde, cümlesinin bu ayetler
ışığında kendi kendilerine değil, arayıp buldukları mürşid-i kâmil’den irşad olduklarını
açıkça görürüz.
Bunu
ifadeyle
Muradımca olan işler rezalet çıktı hep sonu Haçan gizli kalır ol sır ki
mecmularda söylendi buyruluyor. Yani kendi
heva ve isteklerimle olan kulluğumdan rezillik iblislik çıkacağını bilidiğimden.
Mecmualarda, yani gelmiş geçmiş cümle ehli kemalin eserlerinde yazmalarında
bahsettikleri, “kuran ikizi” zamanın mürşidi kâmili bana nasıl sır gizli kalabilir,
ben onu bulmakta azimliyim, kararlıyım, demektir.
Kaçar buluşmak
istersen güzel hafızla ey Hilmi
Cihanı külli terk eyle
sivayı sil süpür gayrı
Hafız Hz.nin Farsça olan bu meşhur gazelini, Türkçe şiirle zenginleştiren
Malik ef. Hilmi lakabıyla: Eğer Hafızın
suretinde zahir olup insanlığı aydınlatan marifet ve kemalat ile buluşmak istersen, nefsin hevası olan cihana meyletmeyi bırak, fenafillâh ve
bekabillâh makamlarının müşahadesiyle gayrıyeti ve ikilik olan sivayı da terk ederek, sil süpür diyor. Allahu âlem.