ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Bahr-i aşka
daldım semender gibi
Pervaneyim
yandım aşk meydanında
Bahr-ı aşk; aşk denizi, Semender; dalgıç,
pervane; ateşin etrafında dönen
küçük kelebek vb. demektir ki, bu kelebekler yani pervaneler ateşin ışığı
etrafında dönerler ve fütursuzca bir cesaretle ateşe dalıp, yanıp kül olurlar. Aşk
denizi, kâmilin meclisi olup, o meclisi Hak âşıkları oluşturur. Ki her kim o
meclisteki mürşidi kâmilin gönlüne dalarsa, Kâmilin meratibi tevhid telkini
irşadıyla o kişi de ilâh-i aşk cevherine mazhar olur. Ve bu mazharıyetle Hak aşığı,
ilâhi sevgiliye kavuşup sevgilinin güzelliklerini müşahade eder.
Bunu ifadeyle ehl-i kemal, “Deniz
derinliklerindeki inci vb. mücevher gibi kıymetli olan mahsülü, dalgalarıyla
sahile çıkarıp kıyıya atmaz, fakat dalgıçların dalıp derinliklerinden mücevher
vb. mahsülü çıkarmalarına müsaade edip izin verir. Ki bahrı umman mazharı olan
kâmil mürşid’de, halkı âleme ben kâmilim, ben arifim, ben mürşidim diyerek
marifet ve kemalatını açığa vurmaz. Ancak meclise gelip kendisine müracat eden
taliplerin, müridlerin gönlüne girip dalmalarına müsade edip izin verir de
onlar, kâmilin irşadında açığa çıkan eşsiz mücevher değerindeki marifetullahtan
nasiplenirler.” Demişlerdir.
Bunu
ifadeyle Malik Efendi Hz; Bahr-i aşka
daldım semender gibi, pervaneyim yandım aşk meydanında diyor. Yani aşk
deryası olan zamanın kâmilinin meclisini buldum ve o mecliste zahir olan ilâhi
aşka semender / dalgıç gibi daldım. Ve kâmilin irşad aydınlığının / ışığının
pervanesi oldum da, İlâh-i aşk meydanında yanıp kül oldum, demektir.
Tevhid deryasına
Hakk'a dayandım
Şirki mahv idüb birliğe
yöneldim
Mikrazı la ile varlığı kesdim
Pervaneyim
yandım aşk meydanında
Tevhid deryası, tevhid makamları
müşahadesiyle hâsıl olan irfan denizi, Mikraz;
makas vb. kesici alet, lâ; yoktur,
hayır, demektir. Buna göre, tevhidin fena makamları olan tevhidi efal, tevhidi
sıfat ve tevhidi zat keşfi irfanına dayanan
bir insan, onu rabbinden ayıran gizli şirki
mahvederek, gizli şirkten arınır. Ve
Hakk’ın bir’liğine (vahdetine) yönelip, cümle eşyada ve kendinde mevcut
olan rabbini bularak rabbine vasıl olur. Ki bu mazharıyet için kulun Mikrazı lâ, yani yokluk makasıyla cehaletinin
oluşturduğu nisbet varlığını kesmesi icap eder, demektir.
Seyran u sefer hem
kıldım canımla
Varı vara
verdim fenâfillahda
Bekayı buldum hakikat
zevkimle
Pervaneyim
yandım aşk meydanında
Seyran; gezinti sefer;
yolculuk, Beka; Cenab-ı Hakk’ın
ebedi nihayetsiz olan sürekliliği manasınadır. Buna göre cümle âlemde ve kendi canımda mevcut olduğu gibi, her bir
şeyin aslı hakikatı olan Hakk’a yaptığım fenafillâh
seyri seferi (yolculuğu) ile müşahade ettim ki, cümle âlemin ve kendi vücudu
varlığımın yokluğunda tecelli edip zahir olan Hakk’ın zatıdır. Ve cümle âlemin
ve benim varlığım, rabbin var’ı (varlığı)
ile vardır. Deniliyor. Ve devamla bekayı buldum buyruluyor. Ki beka, cenab-ı Hakk’ın ebedi nihayetsiz olan
sürekliliği olup beka bulmak ise, bekabillâh makamlarından kurbu feraiz (farz yakınlık) makamı müşahadesine ulaşan kulun, Hakk’ın
ebediyetiyle beka bulmasıdır. Bu da ancak kâmilin bekabillâh telkini irşadıyla
mümkün olduğu için, kâmilin telkin-i irşadıyla bekayı buldum. Hakikat zevki olan kurbu feraiz (farz yakunlık) makamı müşahade keyfiyetine eriştim, demektir.
Zahir u batın
mü'minem Hakkan
Mİrat-ı
mazharım Hakk'ın varına
İkiliği astım
birlik darına
Pervaneyim
yandım aşk meydanında
Zahir; dış, açık / aleni olan, gözüken, batın; İç, iç yüz, gizli, sır, anlamında olup. Zahir u batın müminem Hakk’a ifadesiyle Kur’an’daki “Hüvel’evvelü vel’ahirü vezzahirü velbatın…
O evvel, ahir / son, zahir ve batındır.” (Hadid, 3) ayetinin hikmeti
mahiyetine işaret ediliyor. Ki bu ayet beyanı, zahir olup görünen ve batın / gizli
olan Hak tecellilerini cem edip toplayan, fenafillâh ve bakabillâh makamlarının
müşahadesinden hâsıl olan bir imanla, hakiki kâmil mümin olmayı ifade eder. Ve böyle
bir iman mümini, aynı zamanda insanı kâmil mertebesine de erişmiş olur. Ki cenab-ı
Hak her bir yaratılmışta mevcut ve zahir olmasına rağmen, ancak insanı kâmil’de
kemal tecellisiyle zuhur eder.
Bu itibarla, cümle
yaratılanlar Hakk’ı yansıtan bir ayna olmakla beraber, fenafillâh ve bekabillâh
marifetini cem eden kâmil bir mümin, Hakk’ın kemalini yansıtan yegâne mirat / ayna mazharı olur. Ki böyle kâmil bir imana erişmek için, batın olan
Hakk’ın açığa çıkardığı halk kesreti ikiliğini
zahirde müşahade kulluğunu. Zahir ve
batın her tecellide Hakk’ı müşahade bir’liği
/ vahdeti darına, (idam
sehpasına) asmak gerektiğini beyanla,
bekabillâh makamlarından kurbu nevafil (nafileler
yakınlığı) makamından, kalp makamına
terekki edilmesi ifade olunuyor.
Halka-i hu ile döndüm
pergâre
Noktadan
noktaya oldum devvare
Devrine çü erdim
Hilmi esmayla
Pervaneyim
yandım aşk meydanında
Pergâr; pergel, daire çizmeye yarayan alet, devvar, durmayıp dönen, devreden,
devredip gezen, demektir. Daha evvel de bahsedildiği gibi hu, gaybı mutlak hüviyetin ismidir. Ve hu ismi, sırf zat tecellisi olup zat-ı ehadiyet makamı
müşahadesidir. Ki yaratılan her bir şey Hakk’ın zat-ı ehadiyetinden / tekliğinden
yaratıldığı için, her şeyin aslı hakikatı zat’tır, yani hu dur. Bu aynı her harf ve şeklin, kalemin değmesiyle kâğıtta
oluşan noktadan meydana gelmesi gibidir. Çünkü her harf ve şekli yazarak oluşturan
kalem, kâğıda değmekle evvela noktayı oluşturur, sonra o noktadan harfleri
rakamları ve şekilleri meydana getirir.
Bu itibarla, her harf veya şeklin aslının
nokta olması gibi her yaratılanın aslı, zat-ı ehadiyet / teklik noktasıdır. Ve
her yaratılan şey gibi insan da zat-ı teklik noktasından yaratılıp, çeşitli
âlemlerden geçerek bu imtihan âlemi olan yeryüzüne gelir. Ve insan yeryüzüne
gelme yolculuğuyla yarım daire kavisini (eğrisini) oluşturur. Yeryüzüne gelmekle
yarım daire kavisi oluşturan bir insan, yeryüzü olan bu imtihan âleminde her
zaman mevcut olan zamanın mürşidi kâmilini bulur da, kâmilin zikri daim, fenafillâh
ve bekabillâh irşadıyla aydınlanırsa. O insan cümle eşyanın ve kendinin aslı olan
zat-ı ehadiyete yükselip, hu olan sırf
zat tecellisine mazhar olur. Ve yarım daireyi / kavisi, nokta-i zat’a kavuşarak
tamamlama marifet ve kemalatına erişir.
Bunu beyanla Malik ef. Hz. Hilmi mahlâsıyla;
Halka-i hu ile döndüm pergâre, noktadan noktaya oldum devvare beyanıyla, Hu olan nokta-i zat-ı ehadiyet / teklik
mertebesine vasıl olmakla, nokta-i zat’tan yeryüzüne geliş ile yarım olan
daireyi pergel gibi dönerek tamamladım diyor. Ve devamla, noktadan noktaya oldum devvare devrine çü erdim Hilmi esmayla ifadesiyle
de, her harfin aslının nokta olması gibi, her şeyin aslı olan nokta-i sırf zat
tecellisiyle, noktadan noktaya devredip döner Hilmi ismi ile buyuruyor. Yani zat’tan
yine zat’a olan müşahadeyle Hilmi, hiçbir varlığı olmayan bir isimden ibarettir,
demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder