31 Aralık 2017 Pazar

Yazmakta okumakta olursun sahib-i sır ey can

         ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

            ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN                


  Yazmakta okumakta olursun sahib-i sır ey can
  "Nûn ve'l-kalemi vema yesturûn" dedi yezdan
     Kuranı kerimde; “Nun velkâlemi ve ma yestrûn / Nun. Yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına ” (Kalem- 1) buyrulur ki, bu ayeti kerime müteşabih (benzerli) ayetlerdendir. Müteşabih ayetler; manası açık olmayıp mana ve hakikatı içinde / batınında gizli olan ayetlerdir. Ve müteşabih ayetler ancak tevil edilerek anlaşılabilir. Fakat şeriatla ilgili olan ilimlerin âlimi olmakla, yani Arapça bilmek, kuranı ezberleyerek hafız olmak, çok hadis ezberlemek, fıkıh / hukuk âlimi olmak, tecvidle kuran okumak vb. zahiri ilimleri tahsil edip bu ilimlerin âlimi olmakla müteşabih ayetlerin tevili bilinemez ve yapılamaz.
      Tevil; ancak meslek-i resulde seyri süluk görüp, kuran kaynaklı şeriat, tarikat, hakikat ve marifet ilimlerine mazhar olan arifi billâh ve ehl-i kemâl tarafından yapılabilir. Ki bunu ifadeyle Kur’an-ı Kerim’de “Kitabı sana indiren O’dur. O’nun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir ki, onlar kitabın anasıdır. Diğer ayetler ise, müteşabihlerdir. Şu var ki kalblerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna öncelik tanımak için kitabın sadece müteşabih kısmının ardına düşerler. Onun tevilini ise bir Allah bilir, birde ilimde derinleşmiş olanlar / rüsuha erenler bilir…” (Al-i İmran, 7) buyrulur.
     Hz.resulullah efendimizin; “Allah evvelâ benim nurumu yarattı” beyanı olduğu gibi, başka bir hadisi şerifte; “Allah evvela bir cevher yarattı o cevherden de cümle âlemleri yarattı” buyrulur. Ki, ehli kemal bu yaratılan ilk cevherin Nur-u Muhammed (s.a.v) olduğunu ifade etmişlerdir. Bu Hadisi şerif beyanları doğrultusunda Nûn! Yemin olsun kaleme ve satır satır yazdıklarına” ayeti tevil edildiğinde “Nun,” cenab-ı Hakk’ın zat-ı ehadiyetinden (tekliğinden) zuhura getirdiği ilk cevher olan “vücudu nur-u Muhammedi” (s.a.v) ifade eder. Kıymet ve değerine binaen Allah’ın üzerine yemin ettiği “kalem” ise, nuru Muhammed mazharı olup irşadıyla nuru Muhammedi tebliğ eden mürşidi kâmili ifade eder. Ayetteki “Kalem ve satır satır yazdıkları” demek, kâmilin telkin ettiği, görünen ve görünmeyen cümle varlıkların aslı hakikatı olan Allah’ın makamları ile tecelli ederek zahir olması demektir.   
       Bunu beyanla; Cümle eşyada mevcut ve zahir olduğu halde, sır olan Allah’ın bu makamlarının müşahedesine ulaşmak, ancak nuru Muhammed mazharı kâmilin irşadıyla mümkün olduğundan. Mürşidi kâmilin telkin-i irşadını gönlüne yazıp onu okursan, olursun sahib-i sır ey can, çünkü "Nûn ve'l-kalemi vema yesturûn" dedi Yezdan olan Allah, buyruluyor.
                             Ashâb-ı muzıl iş bu hadisi duymadılar
                           "Evvelü ma halekalalhu'l kalem" dediği fahr-ı cihan
      Ashab-ı müzil; Peygamber efendimizin hadislerinin zahiri yönüyle ilgilenmelerine rağmen, hadislerin mana ve hikmetiyle ilgisi olmayan hadisçiler, hadis âlimleridir. Bunlar, hadisi kim rivayet etmiş, kaç kişi rivayet etmiş, gibi araştırmalarla hadislerin zahiri ile meşgul oldukları halde, hadislerin hikmet ve ledduni yönünden gafil olan zahir ilim erbabıdır. Çünkü Hadisi şerifler de, aynı ayetler gibi “muhkem” yani açık anlamlı ve “müteşabih,” yani anlam ve hakikatı içinde / batınında gizli olup anlaşılması için “tevil” gerektiren hadisler olmakla iki kısımdır.
     Muhkem hadisler, açık anlamlı olup aklı başında olan herkes okuduğunda onu anlar. Mesela; “Ey kızım Fatma, güzel kızım baban peygamber diye güvenme, kıyamet günü herkes kendi amelinden hesaba çekilecek haydi sabah namazına” hadisi şerifi muhkemdir. Ve bu hadis, aklı başında okuyan herkes tarafından anlaşılır. Müteşabih olan hadisleri ise, “Onun tevilini bir Allah bilir bir de ilimde derinleşmiş olanlar/ rüsuha erenler bilir…” (Al-i İmran-7) ayet beyanında ifade edildiği gibi “Rüsuha erenler,” yani “ilimde derinleşip” hakikata erişmiş olan arifi billâh ve ehli kemal bilir. Meselâ; “vücut günahı hiçbir günahla mukayese edilmeyen bir günahtır” Hadisi şerifi ve "Evvelü ma halekalalhu'l kalem-Allah evvela kalemi yarattı." Hadisi şerifi müteşabihtir. Ve böyle müteşaih hadislerin içerdiği hakikat herkes tarafından değil, ancak ilimde derinleşen yani rusuha eren ehli kemalin tevil etmasiyle anlaşılabilir.  
       Bunu beyanla, fahr-i cihan (s.a.v) efendimizin; "Evvelü ma halekalalhu'l kalem / Allah evvela kalemi yarattı." Sözü de müteşabih hadislerden olduğu için, ashâb-ı muzil, yani hadislerin zahiri yönüyle ve ravileri ile meşgul olduğu halde, müteşabih hadislerin içerdiği ledduni hakikattan gafil olan hadis âlimleri, iş bu hadisin içerdiği ledduni hakikat manasını duymadılar, buyruluyor.          
                           Katib-i Kudret yed’ine olmasaydı kalem
                           Gelmezdi zuhura sırr-ı Muhammed dahi Kur'an
     Yine bir Hadisi şerifte Hz. peygamber efendimiz; “Ben Allah’ın nurundan, müminler de benim nurumdan yaratıldı” buyurmuşlardır. Ki, ilk cevher olarak yaratılan vücudu nuru Muhammedin ve yaratılan her bir şeyin aslı hakikatı cenabı Hak’tır. Ve her bir şeyi cenabı Hak kudret yed’i / eli olan kudret sıfatı ile yaratıp zuhura getirdiğinden, kalem mazharı insanı kâmil de kudret sıfatı ile bu âlemde yaratılmıştır.
       Pir seyyid Muhammed nur Hz; “Hidayetin baş mazharı Hz. resulullahtır. Onun temsilcileri ise, âlimler ve mürşidi kâmildir” diyor. İmam-ı Gazali Hz. ise “kuranın sırrı, Hakk’ın efal sıfat ve zatıdır, çünkü kuranın neresinden okursanız okuyun ya efali ilâhiden, ya sıfatı ilâhiden, ya da zatı ilâhiden bahsolunur.” Buyurur. Bu itibarla, hidayet temsilcisi olan mürşidi kâmil, irşadıyla hidayet-i nuru Muhammed sırrını açığa çıkardığı gibi, tevhidi efal, tevhidi sıfat ve tevhidi zat makamları telkin-i irşadıyla da kuran sırrını açıklar. Çünkü hadisi şerifte; “insan ve kuran ikiz kardeştir” buyrulmuştur. Ve her insan doğuştan kuran sırrını potansiyel olarak taşır. Fakat mürşidi kâmil, insanın potansiyelindeki bu kuran sırrını, meratibi tevhid telkini ile zahir edip açığa çıkarır.
      Bu itibarla Kâtibin, yani yazı yazanın yed’indeki / elindeki kudret (kuvvet) olmasına rağmen, kâtibin elinde eğer kalem olmazsa yazının da olamayacağı gibi, Hakk’ın kudret eli ile yarattığı kalem mazharı mürşidi kâmil olmasaydı, ne Muhammed (s.a.v) sırrı, ne de kuran sırrı zuhura gelmezdi, açığa çıkmazdı, demektir.
                           Evrak-ı sütur olmasa idi vahy hengâmında
                           Cem 'idemezdi ayat-ı Kur'an Hazreti 'Osman
      Evrak-ı sütur; satırlar halinde yazılmış sayfalar, belgeler, hengâm; sıra, demektir.
İnzâl olan Kuran ayetleri, bizzat Hz. resulullah tarafından satır satır yazılarak sureler halinde tasnif edilmiş ve kuran resulullah efendimizin nezaretinde tamamlanmıştır. Bizzat Hz. resulullahın tasnif ettiği sureleri Hz. Osman, fatiha, bakara, ali imran, nisa, maide vs. olarak sıralayıp, nas suresini en son sure olarak tasnif etmiştir. Ve bu şekilde surelerini tasnif ettiği kuranı adet olarak, yani kitap olarak çoğaltmıştır.
       Resulullah’ın satır satır yazarak oluşturduğu kuran surelerini sıralandırarak tasnif eden ve kuranı adet olarak çoğaltan Hz.Osman, resulullahtan meslek-i resul âli prensipleri ve meratibi tevhid seyri süluku görmüş olan insanı kâmil sahabelerdendir. Ve peygamber efendimiz Hz.Osmana, “zinnureyn-iki nur / iki nur sahibi” demiştir. Ehli şeriat ve zahir ilim erbabı, Hz. Osmanın iki nur mazharıyetini resulullahın iki kızı ile evlenmesidir deseler de ehli kemal; ‘Hz. Osmanın mazhar olduğu iki nuru, mesleki resul seyri süluku olan nur-u fenafillâh ve nur-u bekâbillâh makamlarının cem’i kemalatına mazharıyettir’ demişlerdir.
        Bu itibarla, Hz.Osmanın fatiha suresi ile başlayıp nas suresi ile sona eren kuran tasnifi, tamamen leddun-i hikmete uygundur.
 Kemal zurnacı Hz.den rivayetle Abdülmalik Hilmi Hz; “Kuranın, Fatiha suresiyle başlayan Nas suresiyle tamamlanan tasnifini yaptığında Hz. Osman, çok kimseler tarafından tenkid edilmiş ve itirazlara muhatap olmuştur. Ve bu tenkid ve itiraz edenleri Hz. Osman ancak harkulâdelikle, yani keramet göstererek ikna etmiştir.” Buyurmuştur. Ki Hz. Osmanın leddun-i hikmet tahtında yaptığı kuran tasnifi, gelmiş geçmiş cümle mücedditler, pirler, müştehitler, ehli kemal ve arifibillâh tarafından itibar edilip baş tacı edilmiştir. Ve bunlar, Hz Osman’ın kuran tasnifini değiştirmemişlerdir.
      Bunu beyanla, meslek-i resul seyri sulukunun fenafillâh ve bekabillâh mertebelerinin cem’i kemalatı olan evrak-ı sütur marifetine mazhar olmasaydı, kuranın tasnifini yapamazdı Hazreti Osman, deniliyor.       
                           Şekl-i kalem canım esrar-ı Muhammed 'Ali dir bil
                           Cism içine iki dudak sır dahî insan
        Esrar; sırlar, gizlilik, demektir. “Kalem” mazharı olan mürşidi kâmilin esrarı ise; Hz. Ali nin imam olduğu makamı velâyet’in mürşidi olarak, hidayet-i nuru Muhammed tebliği irşadını yapmasıdır. Mürşidi kâmil peygamber değil, velâyet tebliğ ve irşadını yapan velidir. Ve her insan gibi kâmilin şekli suretini, ağzı ve iki dudağıyla konuşan insan cismi oluşturur. Kâmilin diğer insanlardan farkı, onun iki dudağı arasından, yani ağzından söz olarak çıkan hidayeti nuru Muhammed telkini irşadını yapmasıdır. Çünkü o, velâyet mürşidi olmakla velâyet mürşidlerinin imamı olan Hz. Ali nin esrarını tebliğ ve telkin ettiği gibi, hidayet-i nuru Muhammed aydınlığıyla, esrarı Muhammed mazharı olan kâmil insandır.  
                           Fatiha besmele mahfuz-ı Hûda'da oluptur Ievvah
                           Ger olmasaydı kalem “illâ Ali” olmazdı beyan
       Mahfuz; muhafazalı, muhafaza altında, levvah; yakıcı bozucu, illâ Ali; “lâ fetta illâ Ali / Ali den başka fethedici yoktur” hadisi şerifinden bir bölümdür. Fetih; açılım, açılma demektir.
Hz. Ali (kv.) “ilahi sırlar peygamberlere inen kitaplardadır, peygamberlere inen kitapların sırrı Kurandadır, Kuranın sırrı Fatiha suresinde, Fatihanın sırrı besmelede, besmelenin sırrı be harfinde, be nin sırrı ise altındaki noktadadır, işte o nokta benim.” Buyurmuşlardır.
      Kuran’daki; ”Muhammed sizin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulu ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab- 40) beyanından açıkça anlaşıldığı gibi, peygamberlikle yapılan tebliğ ve irşad Hz.Muhammed (s.a.v) ile son bulmuştur. Ve resulullahın unsur bedeni ile bu âlemden ayrılmasından kıyamete kadar yeryüzünde davet ve irşad, peygamberlikle değil velâyet irşadçısı olan mürşidi kâmil veliler tarafından yapılmaktadır. Nuru Muhammed vücuduyla resulullahın, cümle yaratılmışların evveli ve tüm peygamberlerin imamı olması gibi. Her zamandaki velâyet tebliğ ve irşadı yapan mürşidi kâmilin imamı, Hz.Ali’dir. Ve tüm zamanlarda velâyet irşadı yapan kâmil mürşidin tebliğ ve irşadında Hz.Ali nin velayet marifeti zahir olduğu için, kâmil mürşidin tebliğ ve irşad ile yaptığı fetihlerde (açılımlarda) Hz.Ali fatih’tir / fethedicidir. Bunu ifadeyle Hz.peygamber efendimiz; “lâ fetta illâ Ali / Ali den başka fethedici yoktur” buyurur.
      Bu itibarla; Allah katında muhafazalı olan besmele ve Fatiha suresinin sırrı manası levvah olurdu, yani Fatiha ve besmelenin sırrı manası bozularak noksan eksik olarak anlatıldığından anlaşılamazdı, fatihanın besmelenin sırrı tam olarak kâmilen açıklanamazdı. Eğer hidayeti nuru Muhammed mazharı ve Hz. Ali’nin imam olduğu velayet sırrı ile fetih yapan “kalem” mazharı mürşidi kâmil olmasaydı, demektir.     
                           Malik her ruz u şeb satr-ı kelam kıl mestur
                           Feyz-i mukaddesden levh-i gönülde kıl nakşan
    Ruzu şeb; gündüz, gece, Feyz-i mukaddes; noksanlıktan arınmış kutsal olan Allah’tan gelen bol ve bereketli manevi gıda, levh; levha, kıl nakşan; nakış yap, nakış gibi işle, anlamlarındadır.

    Zamanın “Kalem” mazharı, velâyet mürşidi kâmili olan Malik Efendi Hz. kendini muhatap ederek bizlere; Malik bil ki sen kalem mazharısın, senin mazhar olduğun marifet ve kemâlat, feyz-i mukaddesten yani noksandan arınmış olan Allah’tan gelen bol ve bereketli manevi bağıştır. Bu mazhar olduğun bereketli bağışla, ruz u şeb (gece gündüz) Hak talip ve âşıkları nın gönül levhalarına, hidayet-i nur-u Muhammed (s.a.v) irşadını nakkaş gibi satır satır nakşeyle, diyor.

Hiç yorum yok: