ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Yazmakta okumakta
olursun sahib-i sır ey can
"Nûn ve'l-kalemi
vema yesturûn" dedi yezdan
Kuranı kerimde; “Nun velkâlemi ve ma yestrûn / Nun. Yemin olsun kaleme ve satır satır
yazdıklarına ” (Kalem- 1)
buyrulur ki, bu ayeti kerime müteşabih (benzerli) ayetlerdendir. Müteşabih
ayetler; manası açık olmayıp mana ve hakikatı içinde / batınında gizli olan
ayetlerdir. Ve müteşabih ayetler ancak tevil edilerek anlaşılabilir. Fakat
şeriatla ilgili olan ilimlerin âlimi olmakla, yani Arapça bilmek, kuranı
ezberleyerek hafız olmak, çok hadis ezberlemek, fıkıh / hukuk âlimi olmak,
tecvidle kuran okumak vb. zahiri ilimleri tahsil edip bu ilimlerin âlimi
olmakla müteşabih ayetlerin tevili bilinemez ve yapılamaz.
Tevil; ancak meslek-i resulde seyri süluk
görüp, kuran kaynaklı şeriat, tarikat, hakikat ve marifet
ilimlerine mazhar olan arifi billâh ve ehl-i kemâl tarafından yapılabilir. Ki bunu
ifadeyle Kur’an-ı
Kerim’de “Kitabı sana indiren O’dur. O’nun ayetlerinden bir kısmı muhkemlerdir
ki, onlar kitabın anasıdır. Diğer ayetler ise, müteşabihlerdir. Şu var ki
kalblerinde bir eğrilik ve bozukluk bulunanlar, fitne aramak, onun yorumuna
öncelik tanımak için kitabın sadece müteşabih kısmının ardına düşerler. Onun
tevilini ise bir Allah bilir, birde ilimde derinleşmiş olanlar / rüsuha erenler
bilir…” (Al-i İmran, 7)
buyrulur.
Hz.resulullah
efendimizin; “Allah evvelâ benim nurumu yarattı” beyanı olduğu gibi, başka
bir hadisi şerifte; “Allah evvela bir cevher yarattı o cevherden de cümle âlemleri yarattı”
buyrulur. Ki, ehli kemal bu yaratılan ilk cevherin Nur-u Muhammed (s.a.v)
olduğunu ifade etmişlerdir. Bu Hadisi
şerif beyanları doğrultusunda “Nûn! Yemin olsun kaleme ve
satır satır yazdıklarına” ayeti
tevil edildiğinde “Nun,”
cenab-ı Hakk’ın zat-ı ehadiyetinden (tekliğinden) zuhura getirdiği ilk cevher olan
“vücudu nur-u Muhammedi” (s.a.v) ifade eder. Kıymet ve değerine binaen Allah’ın
üzerine yemin ettiği “kalem” ise,
nuru Muhammed mazharı olup irşadıyla nuru Muhammedi tebliğ eden mürşidi kâmili
ifade eder. Ayetteki “Kalem ve satır satır
yazdıkları” demek, kâmilin telkin ettiği, görünen ve görünmeyen cümle
varlıkların aslı hakikatı olan Allah’ın makamları ile tecelli ederek zahir
olması demektir.
Bunu beyanla; Cümle eşyada mevcut ve
zahir olduğu halde, sır olan Allah’ın bu makamlarının müşahedesine ulaşmak,
ancak nuru Muhammed mazharı kâmilin irşadıyla mümkün olduğundan. Mürşidi
kâmilin telkin-i irşadını gönlüne yazıp onu okursan, olursun sahib-i sır ey can, çünkü "Nûn
ve'l-kalemi vema yesturûn" dedi Yezdan olan Allah, buyruluyor.
Ashâb-ı muzıl iş bu
hadisi duymadılar
"Evvelü ma
halekalalhu'l kalem" dediği fahr-ı cihan
Ashab-ı müzil; Peygamber efendimizin hadislerinin
zahiri yönüyle ilgilenmelerine rağmen, hadislerin mana ve hikmetiyle ilgisi
olmayan hadisçiler, hadis âlimleridir. Bunlar, hadisi kim rivayet etmiş, kaç kişi
rivayet etmiş, gibi araştırmalarla hadislerin zahiri ile meşgul oldukları halde,
hadislerin hikmet ve ledduni yönünden gafil olan zahir ilim erbabıdır. Çünkü
Hadisi şerifler de, aynı ayetler gibi “muhkem” yani açık anlamlı ve “müteşabih,” yani anlam ve hakikatı
içinde / batınında gizli olup anlaşılması için “tevil” gerektiren
hadisler olmakla iki kısımdır.
Muhkem
hadisler, açık anlamlı olup aklı başında olan herkes okuduğunda onu anlar.
Mesela; “Ey kızım Fatma, güzel kızım baban peygamber diye güvenme, kıyamet günü
herkes kendi amelinden hesaba çekilecek haydi sabah namazına” hadisi
şerifi muhkemdir. Ve bu hadis, aklı başında okuyan herkes tarafından anlaşılır.
Müteşabih olan hadisleri ise, “Onun tevilini bir Allah bilir bir de ilimde derinleşmiş olanlar/ rüsuha
erenler bilir…” (Al-i
İmran-7) ayet beyanında ifade edildiği gibi “Rüsuha erenler,” yani “ilimde
derinleşip” hakikata erişmiş olan arifi billâh ve ehli kemal bilir.
Meselâ; “vücut günahı hiçbir günahla mukayese edilmeyen bir günahtır” Hadisi
şerifi ve "Evvelü ma halekalalhu'l kalem-Allah evvela kalemi yarattı."
Hadisi şerifi müteşabihtir. Ve böyle müteşaih hadislerin içerdiği hakikat herkes
tarafından değil, ancak ilimde derinleşen yani rusuha eren ehli kemalin tevil etmasiyle
anlaşılabilir.
Bunu
beyanla, fahr-i cihan (s.a.v)
efendimizin; "Evvelü ma halekalalhu'l kalem / Allah evvela kalemi yarattı."
Sözü de müteşabih hadislerden olduğu için, ashâb-ı
muzil, yani hadislerin zahiri yönüyle ve ravileri ile meşgul olduğu halde, müteşabih
hadislerin içerdiği ledduni hakikattan gafil olan hadis âlimleri, iş bu hadisin içerdiği ledduni hakikat
manasını duymadılar, buyruluyor.
Katib-i Kudret yed’ine
olmasaydı kalem
Gelmezdi zuhura sırr-ı
Muhammed dahi Kur'an
Yine bir Hadisi şerifte
Hz. peygamber efendimiz; “Ben Allah’ın nurundan, müminler de benim
nurumdan yaratıldı” buyurmuşlardır. Ki, ilk cevher olarak yaratılan vücudu
nuru Muhammedin ve yaratılan her bir şeyin aslı hakikatı cenabı Hak’tır. Ve her
bir şeyi cenabı Hak kudret yed’i / eli olan kudret sıfatı ile yaratıp zuhura
getirdiğinden, kalem mazharı insanı kâmil de kudret sıfatı ile bu âlemde yaratılmıştır.
Pir
seyyid Muhammed nur Hz; “Hidayetin baş mazharı Hz. resulullahtır.
Onun temsilcileri ise, âlimler ve mürşidi kâmildir” diyor. İmam-ı
Gazali Hz. ise “kuranın sırrı, Hakk’ın efal sıfat ve zatıdır, çünkü kuranın neresinden
okursanız okuyun ya efali ilâhiden, ya sıfatı ilâhiden, ya da zatı ilâhiden
bahsolunur.” Buyurur. Bu itibarla, hidayet temsilcisi olan mürşidi
kâmil, irşadıyla hidayet-i nuru Muhammed sırrını açığa çıkardığı gibi, tevhidi
efal, tevhidi sıfat ve tevhidi zat makamları telkin-i irşadıyla da kuran
sırrını açıklar. Çünkü hadisi şerifte; “insan ve kuran ikiz kardeştir”
buyrulmuştur. Ve her insan doğuştan kuran sırrını potansiyel olarak taşır.
Fakat mürşidi kâmil, insanın potansiyelindeki bu kuran sırrını, meratibi tevhid
telkini ile zahir edip açığa çıkarır.
Bu itibarla Kâtibin, yani yazı yazanın yed’indeki
/ elindeki kudret (kuvvet) olmasına
rağmen, kâtibin elinde eğer kalem olmazsa yazının da olamayacağı gibi, Hakk’ın
kudret eli ile yarattığı kalem mazharı
mürşidi kâmil olmasaydı, ne Muhammed
(s.a.v) sırrı, ne de kuran sırrı zuhura gelmezdi, açığa
çıkmazdı, demektir.
Evrak-ı sütur olmasa
idi vahy hengâmında
Cem 'idemezdi ayat-ı
Kur'an Hazreti 'Osman
Evrak-ı sütur; satırlar halinde yazılmış sayfalar, belgeler, hengâm; sıra, demektir.
İnzâl olan Kuran ayetleri,
bizzat Hz. resulullah tarafından satır satır yazılarak sureler halinde tasnif
edilmiş ve kuran resulullah efendimizin nezaretinde tamamlanmıştır. Bizzat Hz.
resulullahın tasnif ettiği sureleri Hz. Osman, fatiha, bakara, ali imran, nisa,
maide vs. olarak sıralayıp, nas suresini en son sure olarak tasnif etmiştir. Ve
bu şekilde surelerini tasnif ettiği kuranı adet olarak, yani kitap olarak çoğaltmıştır.
Resulullah’ın
satır satır yazarak oluşturduğu kuran surelerini sıralandırarak tasnif eden ve
kuranı adet olarak çoğaltan Hz.Osman, resulullahtan meslek-i resul âli
prensipleri ve meratibi tevhid seyri süluku görmüş olan insanı kâmil sahabelerdendir.
Ve peygamber efendimiz Hz.Osmana, “zinnureyn-iki
nur / iki nur sahibi” demiştir. Ehli şeriat ve zahir ilim erbabı, Hz. Osmanın
iki nur mazharıyetini resulullahın iki kızı ile evlenmesidir deseler de ehli
kemal; ‘Hz. Osmanın mazhar olduğu iki nuru, mesleki resul seyri süluku olan nur-u fenafillâh ve nur-u bekâbillâh
makamlarının cem’i kemalatına mazharıyettir’ demişlerdir.
Bu itibarla, Hz.Osmanın fatiha suresi ile başlayıp nas suresi ile
sona eren kuran tasnifi, tamamen leddun-i hikmete uygundur.
Kemal
zurnacı Hz.den rivayetle Abdülmalik Hilmi Hz; “Kuranın, Fatiha suresiyle
başlayan Nas suresiyle tamamlanan tasnifini yaptığında Hz. Osman, çok kimseler tarafından
tenkid edilmiş ve itirazlara muhatap olmuştur. Ve bu tenkid ve itiraz edenleri
Hz. Osman ancak harkulâdelikle, yani keramet göstererek ikna etmiştir.”
Buyurmuştur. Ki Hz. Osmanın leddun-i hikmet tahtında yaptığı kuran tasnifi,
gelmiş geçmiş cümle mücedditler, pirler, müştehitler, ehli kemal ve arifibillâh
tarafından itibar edilip baş tacı edilmiştir. Ve bunlar, Hz Osman’ın kuran tasnifini
değiştirmemişlerdir.
Bunu beyanla, meslek-i resul seyri
sulukunun fenafillâh ve bekabillâh mertebelerinin cem’i kemalatı olan evrak-ı
sütur marifetine mazhar olmasaydı, kuranın tasnifini yapamazdı Hazreti Osman, deniliyor.
Şekl-i kalem canım
esrar-ı Muhammed 'Ali dir bil
Cism içine iki dudak
sır dahî insan
Esrar; sırlar, gizlilik,
demektir. “Kalem” mazharı olan
mürşidi kâmilin esrarı ise; Hz. Ali
nin imam olduğu makamı velâyet’in mürşidi olarak, hidayet-i nuru Muhammed tebliği
irşadını yapmasıdır. Mürşidi kâmil peygamber değil, velâyet tebliğ ve irşadını
yapan velidir. Ve her insan gibi kâmilin şekli
suretini, ağzı ve iki dudağıyla konuşan insan cismi oluşturur. Kâmilin diğer insanlardan farkı, onun iki dudağı arasından, yani ağzından söz
olarak çıkan hidayeti nuru Muhammed telkini irşadını yapmasıdır. Çünkü o, velâyet
mürşidi olmakla velâyet mürşidlerinin imamı olan Hz. Ali nin esrarını tebliğ
ve telkin ettiği gibi, hidayet-i nuru Muhammed aydınlığıyla, esrarı Muhammed mazharı olan kâmil insandır.
Fatiha besmele
mahfuz-ı Hûda'da oluptur Ievvah
Ger olmasaydı kalem “illâ
Ali” olmazdı beyan
Mahfuz; muhafazalı, muhafaza altında, levvah; yakıcı bozucu, illâ Ali; “lâ fetta illâ Ali / Ali den başka fethedici yoktur” hadisi
şerifinden bir bölümdür. Fetih;
açılım, açılma demektir.
Hz. Ali (kv.) “ilahi
sırlar peygamberlere inen kitaplardadır, peygamberlere inen kitapların sırrı
Kurandadır, Kuranın sırrı Fatiha suresinde, Fatihanın sırrı besmelede,
besmelenin sırrı be harfinde, be nin sırrı ise altındaki noktadadır, işte o
nokta benim.” Buyurmuşlardır.
Kuran’daki; ”Muhammed sizin
erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. O Allah’ın resulu ve nebilerin
sonuncusudur…” (Ahzab- 40) beyanından açıkça
anlaşıldığı gibi, peygamberlikle yapılan tebliğ ve irşad Hz.Muhammed (s.a.v)
ile son bulmuştur. Ve resulullahın unsur bedeni ile bu âlemden ayrılmasından
kıyamete kadar yeryüzünde davet ve irşad, peygamberlikle değil velâyet
irşadçısı olan mürşidi kâmil veliler tarafından yapılmaktadır. Nuru Muhammed
vücuduyla resulullahın, cümle yaratılmışların evveli ve tüm peygamberlerin
imamı olması gibi. Her zamandaki velâyet tebliğ ve irşadı yapan mürşidi kâmilin
imamı, Hz.Ali’dir. Ve tüm zamanlarda velâyet irşadı yapan kâmil mürşidin tebliğ
ve irşadında Hz.Ali nin velayet marifeti zahir olduğu için, kâmil mürşidin tebliğ
ve irşad ile yaptığı fetihlerde (açılımlarda) Hz.Ali fatih’tir / fethedicidir. Bunu
ifadeyle Hz.peygamber efendimiz; “lâ fetta illâ Ali / Ali den başka fethedici
yoktur” buyurur.
Bu itibarla; Allah katında muhafazalı olan besmele ve Fatiha
suresinin sırrı manası levvah olurdu, yani Fatiha ve
besmelenin sırrı manası bozularak noksan eksik olarak anlatıldığından anlaşılamazdı,
fatihanın besmelenin sırrı tam olarak kâmilen açıklanamazdı. Eğer hidayeti nuru Muhammed mazharı ve Hz. Ali’nin imam olduğu velayet sırrı
ile fetih yapan “kalem” mazharı
mürşidi kâmil olmasaydı, demektir.
Malik her ruz u şeb
satr-ı kelam kıl mestur
Feyz-i mukaddesden
levh-i gönülde kıl nakşan
Ruzu şeb; gündüz, gece, Feyz-i mukaddes; noksanlıktan arınmış
kutsal olan Allah’tan gelen bol ve bereketli manevi gıda, levh; levha, kıl nakşan;
nakış yap, nakış gibi işle, anlamlarındadır.
Zamanın
“Kalem” mazharı, velâyet mürşidi
kâmili olan Malik Efendi Hz. kendini muhatap ederek bizlere; Malik bil ki sen kalem mazharısın, senin mazhar olduğun marifet ve kemâlat, feyz-i mukaddesten yani noksandan
arınmış olan Allah’tan gelen bol ve bereketli manevi bağıştır. Bu mazhar
olduğun bereketli bağışla, ruz u şeb (gece
gündüz) Hak talip ve âşıkları nın gönül
levhalarına, hidayet-i nur-u Muhammed (s.a.v) irşadını nakkaş gibi satır satır nakşeyle,
diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder