ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Nedir bu bir
acayib işi
Bahre vardık
beş kişi
Malik Efendi Hz. nedir bu acaip iş diyerek, bizlere irfan
ve hikmet yüklü muamma, bilmece soruyor. Buna göre bahir’den yani denizden maksat, bu kesret âleminde her zaman var
olan zamanın mürşidi kâmilidir. Çünkü kâmilde zahir olan marifet, Hakk’ın ihsan
ve lütfu olan kemal tecellisi olduğundan, kâmilin irşadından açığa çıkan
marifet ve kemalatın bahir / deniz gibi haddi hududu olmaz. Bu itibarla bahre varmak, zamanın kâmilini bulmak
ve ona intisab ederek salik olmaktır.
Beş kişi’den maksat ise, cümle tabiatın
ve insanın suretinin / bedeninin aslını oluşturan hava, toprak, su ve ateş olan
dört unsur (asıl) ile beraber insanın ruh’udur / can’ıdır. Ki insan bu beş
hasletin toplamı olup, insanın içi dışı yani suret ve canı bu beş değerden
ibarettir.
Bunu
beyanla, dört anasır ve can’ımın oluşturduğu beş hasletten / değerden ibaret şahsım, zamanın bahri (denizi) olan mürşidi kâmile, varıp, onun âli prensipler telkini
irşadına teslim oldum, buyruluyor.
Onun gark
oldu hepsi
Hayat buldu cümlesi
Cehalet
ve gafletle kendime nisbet ettiğim, beş hasletten ibaret şahsiyeti varlığımın hepsi, kâmilin telkin ettiği fenafillâh
keşfi irfanı ile yokluğa ulaşarak, Hakk’ın vahdet tecellisine gark oldu. Ve bekabillâh müşahedesine erişmemle
de kendimin ve âlemi halkın cümlesi, cenab-ı
Hak’la hayat buldu, demektir.
Çamurlan su
ayrıldı
Çamur kurudu
su yürüdü
Hakk’ın beka vahdet / birlik tecellisine mazhar
olan bir kişi terakki ederek, Hakk’ı batında halkı zahirde müşahede yakınlığına
erişirse o kul, insan hayvan bitki taş toprak gibi cümle varlıkları. Ve iyi
kötü, yanlış doğru, mümin münafık, iman inkâr, evliya eşkıya gibi insana ait değer
ve vasıfları birbirinden ayırt ederek, vahdetin zuhuru olan kesret (çokluk)
olarak müşahede eder. Ki işte böyle bir müşahedeyle çamurlan su ayrıldı, çamur kurudu su yürüdü buyruluyor. Çünkü çamur, insanın suret beden varlığını, su ise insanın ilim irfan mazharı ruhani
manevi diriliğini remzeder.
Kur’anda; “Hatırla
o zamanı ki Rabbin meleklere, "Ben, kupkuru bir çamurdan, değişken, cıvık
balçıktan bir insan yaratacağım." demişti. "Onu, amaçlanan düzgünlüğe
ulaştırıp öz ruhumdan içine üflediğim zaman…" (Hicr-28,29) buyrulur. Bu ve benzeri
ayet beyanlarında açıkça ifade edildiği gibi, insanı oluşturan gerek beden (et
ve kemik) varlığı, gerekse ruh (can) varlığı Hak’tan yaratılmıştır. Buna göre, bedeni
Allah’ın mülkü olan “çamurdan” olan
insanın, ruh’u rabbin “öz ruhundan üflenmedir.”
Her
insan, suret / beden varlığının çamurdan olması itibarıyla aynıdır. Yani ister
peygamber olsun, ister evliya olsun, ister kâfir olsun, ister mümin olsun insanların
çamurdan olan beşer yönü itibarıyla aralarında fark olmaz. Ki bunu ifadeyle, “ De
ki: Ben sizin gibi beşerim ancak ilâhınızın ve ilahımın bir / vahid olduğu bana
vahyolunuyor...” (Fussulet- 6, Kehf- 110) buyrulur. Bu itibarla, beşer
yönüyle diğer insanlarla aynı olan peygamberlerin, ancak vahiy mazharı olmakla diğer
insanlardan farklılık arzetmeleri gibi, insanlar arasındaki farklılığı ilim ve irfan
farklılığı oluşturur. Bu itibarla, hiçbir insanın ilim ve irfanıyla diğer bir
insanınki aynı olmaz. Hele hele bedeninin Allahın mülkü olan çamurdan, ruh’unun
(canı’nın) ise rabbin ruh’undan üflenme idrakine ulaşan bir insanla, bu
idrakten mahrum diğer insanlar arasındaki ilim irfan farkı uçurum gibi derin
olur.
Buna göre; vahdetin kesreti / çokluğu zuhuruyla, halkı zahirinde Hakk’ı
batında müşahedeyle marifetullah mazharı olan bir kullukla, marifetullahtan
mahrum, kendini çamur olan bir suretten ibaret gören nakıs / eksik kulluk arasındaki
fark ve ayrılık, beyitte çamurla suyun
ayrılması olarak beyan ediliyor. Ki, gaflet ve cehaletle aslı çamur olan
suretlere vücut nisbet etme kulluğunun, masiva / gayrıyet kuraklığında kuruduğunu
ifadeyle çamur kurudu, deniliyor. Ve
marifetullah mazharı kulluğun bekabillâha, yani Allahın hayatıyla dirilmeye yönelmesini
beyanla da, su yürüdü buyruluyor.
Allahu âlem.
Devr ile geldi devredip gitti
Gâh ha Gâh mim görünür imdi
Devrile gelip devrile gitmek demek, her
bir şey gibi Hakk’ın zatı mevcudiyetinden yaratılan insanın, ruhlar âlemine,
ruhlar âleminden babaya, babadan anneye, anneden bu yeryüzü olan imtihan
âlemine doğması ve bu âlemde mürşidi kâmili bulup salik olmaya devredip gelmesi, demektir. Ki insanın,
kâmilden seyri süluk görerek Hakk’a kavuşup, Hakk’ın asla zevâl bulmayan beka
tecellisiyle cemiyeti ilâhiye dâhil olması. Ve Hakk’ın kesreti halk zuhurunda cemiyeti
Muhammede ulaşması, o insanın hidayeti nuru Muhammed mazharı yaratılışla gâh ha yani cenab-ı Hakk’ı, gâh mim yani nur-u Muhammedi görmeye devredip gitmesidir.
Çünkü hidayetin baş mazharı Hz.resulullah efendimiz, “Ben
Allahın nurundan müminler benim nurumdan yaratıldı.” Buyurmuştur ki, böyle hidayeti nuru
Muhammed yaratılışına mazhar bir müminliğe erişmek, gerek cemiyeti ilâhi icabı hep
Hak müşahadesini, gerekse cemiyeti Muhammed müşahedesini kapsayıp kendinde cem
edip topladığı için, Hidayeti nuru Muhammed yaratılışına erişen bir mümine gâh Ha, yani Hak, gâh mim, yani vücudu nuru Muhammed görünür.
Bu görünme, kalp makamı kemalatıyla kulun “Eşhedüenlailaheillallah ve eşhedü enne
muhammeden abduhu ve resuluh - müşahade ederek şahidlik ediyorum Allahtan başka
ilâh yoktur, müşahade ederek şahitlik ediyorum ki Muhammed Allahın kulu ve
elçisidir” kelime-i şahadetinin hakikatına ulaşmasıdır. Kelimeyi
şahadetin hakikatına erişen bir kul görmek, işitmek, koklamak, tatmak, dokunmak
olan beşi zahir. Akıl, vehim, hayal, hafıza ve idraktan ibaret olan beşi batın on
duyularıyla / hisleriyle, cemiyeti ilâhi keşfi gereği Hak’tan gayrı bir varlık
olmadığını müşahade şahitliğini, cemiyeti Muhammed keşfi gereği vücudu nuru Muhammedi
müşahade şahitliğini kalbinde cem edip toplar.
Bunu ifadeyle ehl-i kemal;
Âdemi safiyullah çekti
şahadet
Hak ile Muhammed gördü
bir vücut. Demiştir.
Bu itibarla, bu âleme devredip
gelen, bu âlemde tüm zamanlarda var ve mevcut olan mürşidi kâmilden gördüğü
seyri süluk ile devredip, böyle bir
marifete erişen kulun, “on hissimle
(duyularımla) müşahade ederek şahidim Allahtan başka / gayrı bir varlık yoktur.
Yine on hissimle müşahade ederim ki Muhammed Allahın elçisi ve kuludur “
kelimeyi şahadetini hakikatı üzere idrak ve ikrar etmesini ifadeyle, gâh ha yani Hak, gâh mim ki vücudu nuru Muhammed görünür imdi / şimdi. Buyruluyor.
Deniz oldu
küllisi
Hiç oluptur hû
Hilmi
Külli: hepsi, her şey, hu; Hakk’ın gaybı mutlak hüviyetinin ismi, anlamındadır. Gerek suret
gerek manevi olan her bir tecelli zatı ehadiyetten, yani Hakk’ın zat tekliğinden
gelir ve zahir olur. Ve görünen görünmeyen her tecellide mevcut olan zatı
ehadiyet müşahadesinde kaybolarak, (gayb olarak) hiç’liğe eriştiğini ifadeyle Malik
ef. Hz. Hilmi lakabıyla; Gerek unsur, gerek manevi tecellilerin küllisi gibi, hiçliği ile gaybı mutlak hüviyet denizi olan zat-ı ehadiyet deryasında Hilmi hu oldu, diyor. Allahu âlem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder