ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Canımın
cananıdır aşkın beli
Gönlüme hitab-ı Hak
erdi dahi
Canân; sevgili, Beli; evet demektir. Can’ın / ruh’un bedeni
ayakta tutması gibi, Hak aşığının canını ayakta tutanın ilâh-i aşk olduğunu
beyanla; Canımın cananıdır (sevgilisidir)
aşkın beli deniliyor. Ve devamla, Gönlüme hitab-ı Hak erdi dahi
buyruluyor. Yani, hikmet ve irfan yüklü Hak
hitabı olan ilham ve doğuşlar dahi, ilâh-i aşk’la gönlüme geldi demektir.
"Küntü
kenzen"sırrıyla âlem münceli
Nur-ı Hak'tır
hem zuhuratı külii
Münceli; parlayan, demektir. “Küntü kenzen”; Bir hazineydim,
anlamında olup, yüce Allahın “Ben bir gizli hazineydim bilinmekliğime
muhabbet ettim halkı yarattım” (Kutsi
hadis) beyanına işaret ediliyor. Ve âlemin parlaklığı, cenab-ı Hakk’ın “bir
hazineydim” kutsi beyanındaki sırrın
gereği olduğu ve görünenlerin küllisi
(tümü) Hakk’ın hazinesinden zahir olup açığa çıkan nur’dur deniliyor. Ki bunu ifadeyle kuranı kerimde, “Allah
göklerin ve yerlerin nurudur…” (Nur- 35) buyrulur.
Sırr-ı sırdır hem
bu âdem sırrı bil
Nur zatıdır
yüzünde hammâyıli
Hamail;
Muska, manasına olup,
sırrı sırrın âdem sırrı olmasının izahı ise şöyledir. Üç cemiyet vardır ki
bunlar 1- cemiyeti ilâh-i. 2- cemiyet-i Muhammed. 3- cemiyet-i Âdem dir. Ki ifade
olunan birinci sır, cemiyeti ilâhi sırrıdır. İkinci sır cemiyeti Muhammed
(s.a.v) sırrıdır. Cemiyeti âdem ise âdem sırrıdır. Bunu ifadeyle hadisi
şerifte; “şu üç mescide sefer edin, bunlar mescidi haram, mescidi nebi, mescidi
aksa’dır” buyrulur. Ki mescidi haram, mekkede beytullahın / Allahın
evinin etrafındaki mesciddir. Mescidi nebi, medinedeki resulullah efendimizin
kabrinin içinde bulunduğu mesciddir. Mescidi aksa ise, kudüsteki Hz.Süleyman
(as.) tarafından yapılan mesciddir.
Bu hadisi şerifin anlamı batıni ağırlıklıdır
ve tevil ile anlaşılacak olan hadislerdendir. Buna göre, mescidi Harama sefer
etmek, cehaletle var olduğu zannedilen cümle âlemin ve kendi nisbet
varlıklarından kulun, Hakk’a sefer ederek kendinin ve cümle âlemin fenası / yokluğu
keşfi irfanıyla Hakk’a vasıl olup, Hakk’ın zuhurunda hep Hak’la beka bularak
cemiyet-i ilâhiye dâhil olmasıdır. Her kim mesleki resul seyri sülukuyla böyle bir
müşahedeye erişirse o, mescidi harama sefer ederek cemiyeti ilâhiye dâhil olmakla
birinci sırra aşina olur.
Hz.
peygamber efendimiz; ”Allah evvela benim nurumu yarattı”
dediği gibi, başka bir hadisi şerifte ise, “Allah evvela bir cevher yarattı o cevherden
de cümle âlemleri yarattı” buyurur. Ehl-i kemal, bu yartılan ilk
cevherin nuru Muhammed (s.a.v) olduğunu ifade etmişlerdir. Bu itibarla cenab-ı
Hak, zat-ı vahdetinden / bir’liğinden ilk olarak nuru Muhammedi, nuru Muhammed’den
de cümle âlemleri yarattığından nuru Muhammed, cümle halkı âlemin ve
varlıkların aslı evvelidir. Yaratılanların cümlesi ise tafsilatı Muhammed olup,
cümle halkı âlemi ayakta tutan nuru Muhammeddir. Bunu ifadeyle, kuranda “Ve
biz seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik” (Enbiya- 107) buyrulur.
Her kim mesleki resul seyri sülukuyla evvela nuru Muhammed’in, nuru Muhammed’den
cümle halkı âlemin yaratılış zuhuru müşahadesine ulaşırsa, o kimse mescidi
nebiye sefer ederek, cemiyeti Muhammed sırrına aşina olur.
Cemiyeti
Âdem ise, gerek cemiyeti ilâh-i sırrını, gerekse cemiyeti Muhammed sırrını kendinde
cem edip toplayan kemâlattır. Ve bu kemalata âdemiyet ve âdemi sır denir. Mesleki
resul seyri sülukuyla kim Hakk’ın sırrını ve Muhammed sırrını cem eden âdemi
sırra ulaşırsa o kul, cemiyeti âdeme dâhil olup mescidi aksaya sefer etmiş
olur. Bu itibarla, âdemiyet mesleki resulde zamanın mürşidi kâmilinin telkini
irşadıyla erişilen bir kemalat olduğu için, âdemiyet insanın sureti zatı
değildir. Ki bu aynı hamailin / muskanın dışının değil de içinin önem taşıması
gibidir.
Bunu beyanla, sırr-ı sırdır hem bu âdem sırrı bil, nur
zatıdır yüzünde hammayıli buyruluyor. Ki biri
cemiyeti ilâh-i sırrı, diğeri cemiyeti Muhammed sırrı olan iki sırrı cem etmek âdemin
sırrıdır bil. “Allah göklerin ve
yerlerin nurudur…” (Nur- 35) “ beyanı hikmetince yaratılan cümle suretler gibi
âdemiyet de, zatı ilâhi nurundandır. Ve âdemin suret yönü, hamailin / muskanın
dışı gibidir, buyrulyor.
Sırr-ı elif daldurur
gökler dahi
Mim ü daldır
yerlere hem temsili
Elif; Arap alfabesinin ilk harfi, Sırr-ı
elif; Hakk’ın uluhuyeti, yani Allahlığıdır. Daldurur; delil olur, demektir. Mim; Arapça bir harf olup Hz.Muhammed (s.a.v) efendimizi remzeder. Dal; Arapça bir harftir ve kulluğu
ifade eder.
Buna
göre, sırrı elif; cenab-ı Hakk’ın
görünen ve görünmeyen cümle âlemleri ihata eden uluhuyetidir, yani
Allahlığıdır. Ve elif harfinin sırrı olan Allah, fenefillâh ve bekabillâh
makamlarındaki zuhuruyla açığa çıkar ki, bu açığa çıkış aynı zamanda Hakk’ın, “ben yerlere ve göklerime sığmam ancak
mümin kulumun kalbine / gönlüne sığarım” (Hadisi kutsi) beyanının gerçekleşmesi olup, kulun kalbine Allahın sığmasıdır. Ki burada ifade
olunan sığma, fenafillâh ve bekabillâh makamları irşadıyla aydınlanan kulun
irfanı müşahadesine Hakk’ın sığmasıdır.
Gökler; ruhaniyet, ruh âlemleri
demektir ki, ruh göklerine fenafillâh ve bekabillâh olan Allahın makamlarını müşahade
marifetiyle ulaşılır. Bunun için elif sırrı olan fenafillâh ve bekabillâh
irşadı yapan zamanın kâmil mürşidinin delilliğine, yol göstericiliğine ihtiyaç
vardır.
Mim u
dal; mim ve dal harflari demektir. Ve mim harfi Hz. Muhammedi, (s.a.v) dal
harfi ise insanı kâmil kulluğunu ifade eder. Bu itibarla zamanın kâmili, Muhammedi ahlâk ve tabiatı üzere bir
kulluğa mazhar olup, Muhammedi kullukla
yeryüzünde yaşar. Ve zamanın kâmilinden vahyin / kuranın haricinde bir
kulluk faaliyeti zuhur etmediği gibi, kâmilin her telkin ettiği âli prensip kuranın
denetimine açık olur. Çünkü kuran, Resulullah efendimizin ahlakıdır ve bunu
ifadeyle müminlerin annesi Hz.Ayşe validemize, “bize resulullahın ahlakından
bahset” dediklerinde, Hz.Ayşe “siz kuran okuyun kuran resulullahın
ahlakıdır,” buyurmuşlardır.
Bunu beyanla, Sırr-ı elif daldurur
(delil olur) gökler dahi, Mim ü daldır yerlere hem temsili buyruluyor. Yani ruh
göklerine ulaşmanın delili, yol göstericisi, elif harfinin sırrı olan Allahın fenafillâh ve bekabillâh makamları
telkini irşadı yapan zamanın mürşidi kâmilidir. Zamanın kâmili, bu yeryüzünde
mim ve dal harflerinin remzettiği
Muhammedi kulluğu temsilen, her zamanda yeryüzünde var olup yaşar, demektir.
Eşrafatıdır cihanın
nûrıla
Arş u kürsidir o nurla zinetli
Eşraf; şerefliler, zinet; süs, bezek, demektir. Hz.peygamber efendimiz; “Ben
Allahın nurundan müminlerde benim nurumdandır” buyurur. Ki hidayeti
nuru Muhammed mazharı olup, yeryüzünde Muhammedi kullukla yaşayan bir mümin,
yaratılışının yüce gayesine ulaşmış olan insanı kâmildir. Ki yüce Allah, insanı
kâmil marifet ve kemalinde zahir olan Muhammed kulluğuyla bilinmekliğine
muhabbet edip âşık olduğu için, cümle âlemleri yaratmıştır. Bu itibarla, insanı
kâmilde zuhur eden hidayeti nuru Muhammed kulluğunun nuru aydınlığı, cümle
âlemlerin ve tüm varlıkların yaratılış ve var oluşlarını sağladığından, cümle
âlemler insanı kâmilin var olmasıyla şeref bulup zinetlenir.
Bunu ifadeyle Eşrafatıdır cihanın nûrıla Arş u kürsidir o nurla zinetli buyruluyor
ki, Hidayeti nuru Muhammed mazharı kâmilde zahir olan nur u aydınlık ile arş,
kürsi, cihan / dünya ve cümle âlemler şereflenip nurlanarak, var olup zinetlenirler,
demektir.
Hilmi'ya aç gözini
âlemde bak
Müminin mirati mü’min
sureti
Mir’at; ayna demektir. Mümin ismi, yüce Allahın esmayı
hüsnâsından, yani Allahın güzel isimlerindendir. Üç kısım imana mazhar mümin
vardır ki birincisi, taklidi imanla mümin olanlardır. Ve taklidi iman müminliği
en zayıf olan müminliktir. İkincisi istidlâl / delilli imanla mümin olanlardır
ki, bu iman mensubları Allahın eserlerini delil yaparak Allaha iman edenlerdir.
Bunların en âlimleri Allahın varlığına fillerini isimlerini sıfatlarını delil
yaparlar, fakat bu ilim erbabı zamanın kâmili mürşidinden zikri daim ve
makamatı tevhid irşadına mazhar olmadıklarından, her fiilin faili, her ismin
müsemması ve her sıfatın mefsufu olan Hakk’ın zatından gafil ve mahçup / perdeli
olurlar.
Müminlerin üçüncüsü, imanı kâmil müminleridir
ki bunlar, zamanın kâmil mürşidinin zikri daim fenafillâh ve bekabillâh makamları
telkini irşadı mazharıyetiyle, insanı kâmil mertebesine erişmiş müminlerdir.
Bunlar cümle âlemin ve kendilerinin yokluğunda asla zeval bulmayan Hakk’ın kemal
tecellisine mazhardırlar. Ki bunu ifadeyle Hadisi şerifte; “Mümin müminin aynasıdır / miratıdır”
buyrulur.
Ve “mümin” ismi, Allahın esmayı hüsnasından
yani, Allahın güzel isimlerindendir. Ki, yokluğunda Allahın bekasına ulaşarak, Hakk’ın
kemâl tecellisine mazhar olan Kâmil müminde Allah, mümin ismi ile tecelli
ederek kâmil imanı zahir ettiği için Kâmil bir mümin, Allahın mümin ismini
açığa çıkarıp zahir eden mirattır / aynadır.
Bunu
ifadeyle Malik Efendi Hz. Hilmi lakabıyla; Hilmi'ya
aç gözini âlemde bak, Müminin mirati mü’min sureti buyuruyor ki, ey Hilmi
Allahın mümin ismi ile tecelli ettiği yer, kâmil imana mensub olan insanı kâmildir.
Kâmil bir mümin, Allahın mümin ismini yansıtan bir mirattır / aynadır. Bu
imtihan âleminde aç gözünü, böyle müminlerden olmaya bak, demektir. Allahu
âlem.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder