ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Dalmışam yek bahr-i aşka küllü mahv
oldum hemân
Hem çalındı nefhâ-i
sûr küllü şey'in oldı" fân"
Yek bahri aşk; aşkın vahdet / bir’lik denizi, sur; İsrafil meleğinin borusu, Nef-a; nefes, fan; fena yokluk, demektir. Ki, İsrafil meleğinin sur’a nefes
etmesiyle yani üfürmesiyle kıyamet kopar ve yeryüzünde hiçbir canlı kalmaz.
Bu itibarla, bir kimse ancak mesleki
resul de kâmilin irşadıyla ilâh-i aşk mazharı ve Hak aşığı olabilir. Kuranın, “Yeryüzündeki
herkes / her şey fanidir, yokluktadır. Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin
vechi / yüzü bakidir.” (Rahman-
26, 27) beyanındaki hikmet icabınca bir kul, nisbet varlığının yokluğunda (fenasında)
rabbine kavuşup rabbi ile bekaya / ebediyete ulaştığı için, mürşidi kâmilin
yaptığı telkin, israfil meleğinin sur’undan / borusundan üflediği nefha ile
teşbih edilerek israfilin nefesine benzetilir.
Bunu ifadeyle,
ilâh-i aşkın vahdet / bir’lik denizine
dalınca, cehaletle kendime nisbet ettiğim
varlığım, aşkın ateşiyle yanarak mahv olup yokluğa erişti buyruluyor. Ve
devamla, israfilin nefa-i sur’u olan
kâmilin telkin-i irşadıyla “...küllü
şey’in halikun illa vecheh... /...Her şey fanidir, var olan ancak O’nun
vechidir / yüzüdür...” (Kasas,
88) ayeti hikmetine mazhar oldum. Ve Hakk’ın vechi / yüzü tecelli edip
zahir olmasıyla, kendimin ve cümle âlemin nisbet varlıkları fani / yok oldu. Deniliyor.
Kulağıma vürud etti
bir hitab-ı 'izzeti
Değil miyim ben
rabbiniz kâlû bela sensin 'ıyan
Hitab-ı
izzet; Bu
şahadet âlemi olan yeryüzüne gelmiş ve gelecek cümle âdemoğullarının ruhlarına
rabbimizin ruhlar âleminde yaptığı hitabtır. Ki bu hitabı beyanla kuranda “Ve iz ehaze rabbuke mim beni âdeme
min zuhuruhim zurriyyetehum ve eşhedehum ala enfusihim elestu bi rabbikum,
kalu bela şehidna en tekulu yevmel kıyameti inna kunna en haza ğafilin. / Hani
Rabbin âdemoğullarının sırtlarından zürriyetlerini alıp kendi nefislerine şahit
tutarak ben Rabbiniz değil miyim? Onlar, evet sen bizim rabbımızsın
biz buna şahidiz dediler. Bu şahid tutuşumuzun sebebi kıyamet günü, biz
bundan habersizdik dememeniz içindir.” ( Araf, 172) buyrulur.
Ruhlar âleminde
bu hitaba mazhar olan âdemoğlu, yeryüzüne gelince bu yeryüzü âleminin tesirine
kapılıp ruhlar âlemindeki hitabı ve verdiği cevabı unuttuğundan, peygamberlerin
ve insanı kâmil velilerin tebliğ ve irşadı, unutulan bu hitabın tekraren kulun
işitmesini sağlar.
Bunu ifadeyle
pir seyyid Muhammed nur Hz; “Mürşidi kâmilin huzurunda, Kâmilin telkin-i
ile tevhidi efal makamında enfus ve afakta iki, tevhidi sıfat makamında enfus
ve afakta iki, tevhidi zat makamında enfus ve afakta iki olmak üzere salik altı
defa <elestü bi rabbikum / ben rabbiniz değimliyim> hitabına mazhar olur.”
Diyor. İşte mürşidi kâmilin telkini ile böyle bir hitaba mazhar olan Malik
ef. Hz; Kulağım bu şahadet âleminde hitab-ı
izzet olan “elestü bi rabbikum-ben rabbiniz değilmiyim” hitabını işitince,
rabbimi ayan yani rabbimi apaçık
müşahade ederek “kalu bela- evet sen bizim rabbımızsın biz buna şahidiz” dedim. Buyuruyor. Ki bunu beyanla
Beyazidi bestami Hz.de “Elestü hitabı halâ kulağımda çınlıyor.”
Demiştir.
İsbat oldu la ile
leyse gayruk 'izzetin
Birliğine şüphemiz
yok tahkik ettinse iman
La; yoktur, hayır, Leyse gayruk; Gayrı hiçbir şey, demektir.
Kur’an-ı Kerim’de iki
türlü imandan ve müminden bahsedilir ki, biri genel / umumi şariat imanı olan imanı
taklit ve imanı istidlal (delillerle) müminleridir. Diğeri ise, gerçek / hakiki
iman’a mensub olan tevhidi hakiki müminlerdir. Ki hakiki müminleri ifadeyle
Kur’anda; “Gerçek / hakiki müminler ancak o kişilerdir ki; Allah’ı
zikrettiklerinde kalbleri titrer ve onlara Allah’ın ayetleri okunduğunda, bu
onların imanlarını arttırır ve onlar yalnız Rablerine güvenip / tevekkül
ederler.” (Enfal- 2) “İşte gerçek / hakiki mümin olan onlardır…”
(Enfal, 4) beyan olunur. Başka bir ayette ise, “Ey iman edenler, iman edin…” (Nisa- 136) buyrulur ki bu ayetin anlamı:
‘Ey taklid ve istidlal/deliller ile iman etmiş olan müminler, hakiki/gerçek
imana erişen müminlerden olun’ demektir. Çünkü Hakiki imana, ancak kâmilin
zikri daim ve tevhid makamları telkin ve irşadına mazhar olabilen taklid ve
istidlâl müminleri ulaşabilirler.
Bunu beyanla;
zikri daim uyanıklığı ve tevhid makamlarının seyri süluku ile ispatı la, yani
kendimin ve cümle eşyanın yokluğunu / fenasını idrak etmekle, leyse gayruk, yani Allah’tan gayrı
hiçbir şeyin olmadığı kulluk makamı izzetine
ulaştım. Ve hakiki / tahkik imana
ulaşan kulların, vahdeti vücud-u ilâhiden / Allah’ın vücut bir’liğinden hiç şek ve şüphesi
olmaz, buyruluyor.
Varlığımdan fani oldum
mahbûbun hem yoluna
Beste oldum zülfüne hem
çağırırken el-aman
Beste; şarkıya bağlı ahenk, zülüf;
sevgilinin yüzüne sarkıpta görünen saçları, demektir. Bu itibarla,
cehaletle cümle âleme ve kendime nisbet ettiğim varlığım, ilâh-i sevgili / mahbub
yolunda fenaya (yokluğa) ulaştı. Ve
ilâh-i sevgilinin vahdet / bir’lik yüzünün zülfü
olan tecellilerini müşahade edebilmek için, el aman edip çırpınırken, bu tecellilerin bestesi ahengi oldum. Buyruluyor.
Sırr-ı ma'şuk kalb-i
mecruha tedavi eyledi
Başımı verdim yoluna mahbub için keştekân
Mecruh; yaralı. Küştegân;
öldürülmüşler, öldürülmüş olanlar, demektir. Kuranı kerimde cenab-ı Hak; “…Gelin
yaratıcınıza tövbe edin de nefislerinizi / kendinizi öldürün. Bu yaratıcınız
katında sizin için daha iyidir…” (Bakara-
54) buyurduğu gibi, Hz.resulullah; “ölmeden evvel ölün, ölmeden evvel
ölmüşlerden birini size göstereyim mi? Ebu bekire bakın onlardandır” diyor.
Ki, âşık uğrunda can baş vererek fenafillâh olmakla ancak ilâh-i sevgiliye
vasıl olup kavuşabilir. Bunun başkaca bir yolu olmaz.
Bunu beyanla Malik ef. Hz;
sırrı maşuk yani âşığı olduğum ilâhi
sevgilinin, ehil olmayanlardan gizlediği sırrı
güzelliğini müşahade etmek, benim mecruh
(yaralı) kalbimi tedavi eyleyip iyileştirdi. Ve başımı yani tüm vücud-u varlığımı ilâh-i
sevgili / mahbub yolunda yokluğa ulaştırıp küştegân oldum, yani “ölmeden
evvel ölenlere” karıştım, diyor.
Âlem-i hayrette düşmüş
Hilmî-ya dîvâneyim
Çünkü peyda oldu
dilber hem zuhur etti 'ıyan
Hz.peygamber efendimiz “Ey Allah’ım benim hayretimi arttır.”
Buyurmuşlardır ki, hayret, anlatılıp ifade olunamayan zevk-i ilâh-i olduğundan
Malik Efendi Hz; Hilmi lâkabıyla dilber olan ilâh-i sevgiliyi ayan
yani apaçık perdesiz müşahade etmekle hayrete düştüm. Ve hayret olan zevk-i
ilâhi sarhoşluk keyfiyetiyle, kendini kaybeden bir divâneyim. Diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder