ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Her seher
bülbül gibi feryad ah
Neyledim netdim sana ey padişah
Bülbüller; zahiren güneş doğmadan evvelki seher vaktinde feryadı
figan ederek öterler. Ki buna atıfta bulunularak, ey âlemlerin padişahı
olan ilâh-i sevgili, sana ne kusur işledim de her nefeste zikri daim’le feryadı figân, derdinle ah etmeme rağmen cemalini, güzellikler
içeren yüzünü göstermiyorsun, buyruluyor.
Gün-be-gün artardı
derdim nâle ah
Kanlu yaşıla
boyandı sinem ah
Nâle; inleme, sine;
göğüs, kalp, anlamında olup, ehl-i kemâl, Allah derdiyle akan gözyaşını
kan’la teşbih etmişlerdir. (benzetmişlerdir) Buna göre; ey ilâh-i sevgili, seni
görüp sana kavuşma derdim artarak
ziyadeleşti de sinem, derdi ilâhi
gözyaşlarına boyandı, deniliyor.
Çek nikabını cemalin göster bize âh
Gönlümüzü yaktı
celâlin ey ilah
Nikab;
perde, demektir.
Ki Allahın celal ve cemal tecellileri, tesiri geniş olup tüm isimler bu iki ana
isim etkisi tesiriyle zahir olur. Ve celal ismi tesiriyle mudil (sapkınlık) ismi
de zahir olur. Ki mudil ismi mazharıyeti insanı dalalete sapkınlığa götürür de
insan, kendine ve cümle eşyaya Hak’tan ayrı vücut nisbet eder. Ve bu dalalet ve
cehaletle yapılan nisbetler, cümle eşyada ve kulun kendinde mevcut ve zahir
olan Hakk’ın cemalini, yani güzel yüzünü örten hicabı perdeyi oluşturur da, kul
rabbin cemalini göremez. İşte Hakk’ın kemal tecellisini yansıtan zamanın mürşidi
kâmili, mesleki resul telkini olan âli prensipleri, zikri daimi ve meratibi
tevhidi telkin ederek, Hakk’ın cemalini örten cehlin dalaletin perdesini
irşadıyla kaldırarak, kulun rabbin cemalini görmesini sağlar. Ve kâmilin
irşadıyla aydınlanan bir kul cümle eşyada ve kendi varlığında rabbin cemalini
müşahedeye ulaşır.
Bunu beyanla, gönlümüzü yakan
calâl tecelliler perdesini aramızdan çekip kaldır da, cemalini, güzel yüzünü göster
bize ey ilâh-i sevgili, buyruluyor.
Yanmışız Mecnun
gibi ah-ı aşkıla
Reşk ider didem cemal-i merhem ola
Reşk;
kıskanma, kıskanmayı uyandıran, kıskanılmış, hased
gıpta veren. Dide; göz, mecnun; Hak aşığı demektir. Zamanın
padişahı mecnuna acıyıp huzuruna çağırıp mecnuna;
- Hazinelerimden
her ne istersen al demiş.
Mecnun;
- Padişahım bana bir koyun postu vermeniz
yeterlidir. Deyince
Padişah;
- Ben hazinelerimi sana açtım hazinelerimdeki
kıymetli mücevherleri istemeyip koyun postu istiyorsun, bu acaiplik nedendir
deyince.
Mecnun;
- Padişahım koyun postunu sırtıma geçirip,
leylanın koyunlarının arasına karışıp, leylayı seyredip leylaya bakacağım
demiş.
Bunu beyanla, mecnun gibi, İlâh-i aşk
ateşi ile yanıp didem (gözüm) seni kıskanarak derdinle ah ederken,
cemalini (güzel yüzünü) müşahade etmek benim derdime merhem (ilaç)
olur ey ilâhi sevgili, deniliyor.
Subh-ı didârın ilahi açıla
Hilmi'ya şevkile
daim mest ola
Subh; sabah, didar; görünme,
şevk; şiddetli istek, mest; haz, zevk ile kendinden geçmek, demektir.
Bu itibarla, Malik Efendi Hz. Hilmi lakabıyla; Ey ilâhi sevgili, seni
görememe cehli karanlığı gidip, irfan sabahı açılsın da, şevk-i şiddetle
görmeyi arzuladığım cemalini / güzelliğini müşahade zevkiyle Hilmi, daima ebediyen
mest olup kendinden geçsin, diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder