ŞERHEDEN (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN
Yan ey'aşık yan
tevhidle boyan
Bir Allah diyen
buldu cennetân
Kuranda; “Allahın boyasını esas alın. Allahtan daha
güzel kim boya vurabilir...” (Bakara-
138) Buyrulur. Ki ayette ifade olunan “Allah’ın boyası,” tevhid boyasıdır.
Tevhidle boyanmak ise; İlâhi aşk mazhariyetiyle kulun cümle nisbet varlıklarını
yakıp, kendinde ve cümle âlemde mevcut olan Allah’ın vahdetine / bir’liğine
gark olmasıdır. Bunun için, muhakkak mesleki resul telkini olan zikri daim ve
tevhid makamlarının irşadına mazhar olmak gerekir.
Her kim tevhid makamlarının keşfi irfanına
mazhar olursa onun müşahadesinde, Allah’ın vahdetinden / bir’liğinden gayrı bir
şey kalmadığından, o Hak âşığı olan kişi Allah’ın boyasıyla yani tevhidin
vahdet / bir’lik boyası ile boyanmış olur. Ve böyle Allah’ın boyasıyla, yani
meratibi tevhidle boyanan bir Hak aşığı bu âlemde irfan cennetine dâhil olduğu
gibi, Allah’ın emir ve yasaklarına kesinlikle itaat etmesiylede, ahiretteki
amel cennetine girer. Ve böylece Hak aşığı cennetan, yani iki cennet olan irfan
ve amel cennetlerini bulmuş olur.
Bunu
beyanla; Cümle âlemin ve kendinin nisbet varlığını ilâhi aşk ateşi ile
mahvederek yan ey'aşık yan. Kâmil
mürşidin telkini olan makamatı tevhidle,
yani Allah’ın vahdet-i / bir’liği ile boyan.
Ve iyi bil ki, böyle Allah’ın vahdetine / bir’liğine kavuşmakla Hak’tan
gayrı görmeyerek bir Allah diyen, buldu
cennetân (iki cennet) buyruluyor. Yani hem bu âlemde irfan cennetine, hemde
ahiretteki amel cennetine dâhil olmakla Hak âşığı iki cennete dâhil olur,
demektir.
Gözden aksın kan kalb etsin
cevlân
Aç perdeyi can
görünsün canan
Gözden kan akması; aşığın derdi ilâhi / Allah
derdi ile dertlenmesidir. Kalbin cevlânı;
Aşığın ilâhi sevgiliden başka bir şeye itibar etmeyip, daima sevgiliye
yönelmesidir. Aç perdeyi can görünsün
canan ifadesinin izahı ise şöyledir;
Can ile ruh aynı anlamda olup, ruh ikilik kabul etmeyen bir’liğin / vahdetin
ifadesidir. Ve ruh vahdetine, zamanın mürşidi kâmili mazhar olduğu için kâmil’e,
ruh-u revân yani yürüyen ruh denir.
Bu itibarla, perdeyi can ın açması; âşık’la canan (ilâhi sevgili) arasındaki
cehlin oluşturduğu nisbet varlık perdesinin, ruh / can mazharı olan kâmilin
irşadıyla fenaya / yokluğa erişerek açılmasıdır. Ki bu perdenin açılmasıyla âşık,
gerek kendinde gerekse cümle âlemdeki her tecellide cananı (ilâh-i sevgiliyi)
görüp müşahede eder.
Bunu
beyanla, Allah derdi ile gözden aksın
kan, mesleki resul telkini olan zikri daim ile kalb etsin cevlân. Ve can (ruh)
mazharı olan mürşidi kâmilin makamatı tevhid telkini irşadıyla, nisbet varlık perdesi fenaya / yokluğa erişip açılarak, her tarafta ve her tecellide görünsün canan, (ilâh-i sevgili) buyruluyor.
Hakk'ı görmeyen
oldu merdûdân
Sakın ey ihvan olma
şeytanân
Merdudan; iki kere reddedilen, şeytanan; iki şeytan, İhvan; ruh, iman kardeşiliği anlamında olup,
mesleki resule dâhil olmuş mürşidi kâmile intisap etmiş olanlardır.
Buna göre, her kim bu yeryüzü olan imtihan
âleminde, zikri daim ve tevhid makamlarının keşfi irfanına ulaşamaz, rabbi ile
arasındaki nisbet varlık perdesini kaldırmazda rabbine kavuşamazsa o kimse, dünyada
da ahirette de rabbini göremez, rabbini müşahade edemez. Ve o kişi merdûdân,
yani iki kere rabbini görüp müşahade huzurundan reddedilmiş olur.
Bu merdudanlığın yani iki kere reddedilmenin birincisi;
kulun bu dünyada rabbine kavuşup rabbini müşahade etmekten reddedilmesidir. İkincisi
ise, ahirette de rabbine kavuşup rabbini müşahade etmekten reddedilmesidir. Ki
bunu ifadeyle kuranda;
“Bu dünyada kör olan ahirette de kördür.”
(İsrâ- 72) buyrulur.
İhvan;
mesleki resule intisab etmiş, bu âlemde mürşidi kâmili bulmuş ve kâmilden seyri
süluk görmüş kimselere denir. Kâmil’den zikri daim ve tevhid makamlarının
telkinine mazhar olmuş bir ihvan, eğer telkin edilen Allahın emir ve
yasaklarına kesinlikle itaat edip, telkin edilen zikrullaha, tevhid makamlarına
ve âli prensiplere riayet ederse, o ihvan bu âlemde rabbine kavuşup rabbini
görüp müşahade eder. Böyle bir ihvan, rabbin vuslatından bu âlemde ve cümle
âlemlerde ebediyyen ayrılmaz ve daima rabbin müşahadesiyle var olur. Eğer
bir ihvan kâmilin telkini olan Allahın emir ve yasaklarına muhakkak itaati,
zikrullahı, tevhid mertebeleri ve âli prensiplerin bir kısmını veya tamamını kabul
etmemekle, inkâr etmekle yahut kısaltarak yahut ilaveler yapıp ziyadeleştirmekle
değiştirerek, bu telkin ve âli prensipleri zedeler veya terk ederse, o ihvan şeytanân
yani iki şeytan olur.
Bu iki
şeytanlığın birincisi; İhvanın, mürşidi kâmilin telkini ile ulaştığı rabbin
vuslat ve müşahadesinden bu dünyada aynı şeytan gibi uzaklaşarak, ayrı kalıp kovulmasıdır.
İkincisi ise; İhvanın, ahirete de rabbin vuslat ve müşahadesinden aynı şeytan
gibi ayrı kalıp kovulmasıdır. Bunu ifadeyle kuranda; “Kim Rahman’ın zikrini
görmezlikten gelip ondan uzaklaşırsa, biz ona bir şeytanı musallat ederiz de
ona can yoldaşı olur. Bu şeytanlar onları yoldan saptırırlar. Onlarsa,
kendilerinin halâ hidayet üzere olduklarını sanırlar.” (Zuhruf-36, 37) denildiği gibi diğer
bir beyanda; “Kim de
benim zikrimden yüz çevirirse şüphesiz onun sıkıntılı bir hayatı olacak ve biz
onu, kıyamet günü kör olarak haşredeceğiz. O; Rabbim! Beni niçin kör haşrettin?
Oysa ben, hakikaten görür idim! Der. Allah buyrur: Ayetlerimiz sana geldiğinde
sen böyle unutmuştun; bugün de sen aynı şekilde unutuluyorsun.” (Taha- 124, 125, 126) buyrulur.
Bunu beyanla, bu âlemde kâmil mürşidi bulmamış,
kâmilin zikri daim ve meratibi tevhid telkin keşfi irfanından mahrum kalarak Hakk’a
kavuşmamış ve Hakk'ı
görmeyen bir kişi, oldu merdûdân. Yani böyle bir kimse rabbin müşahadesinden hem dünyada
hemde ahirette olmak üzere iki kere reddedildi, deniliyor. Ve devamla, bu
âlemde kâmilin telkini mazharyetiyle Hakk’a kavuşmuş, her tecellide daima
rabbini müşahade eden ihvana hitaben de; Mürşidi kâmilin kuran emir ve
yasaklarına itaat emrini terk etmekten, zikri daim, meratibi tevhid ve âli prensipler
telkinini eksiltmekten, ziyadeleştirmekten veya terk etmekten kesinlikle sakın ey ihvan. Ki, olmayasın şeytanân, (iki
şeytan) buyruluyor.
Daim'üd-devran zikr
eyleyen
Gaibi bulan kıldı secdetân
Gaib; görünmeyen, secdetân; iki secde, demektir. Buna göre, her yerde cümle eşyada
ve tüm varlıklarda daima mevcut ve zahir olmasına rağmen cahillere gaip (kayıp)
olup gözükmeyen cenab-ı Hakk’ı, her nefeste zikri daim uyanıklığı ve meratibi
tevhid keşfi irfanıyla kim bulup Hakk’a kavuşursa o, secdetân yani iki secde
yapar deniliyor. Ki yüce Allah’ın “…secde et ve yaklaş” (Alak- 19) buyruğundan anlaşıldığı gibi
secde, yakınlık, yani kulun Hakk’a yakınlığı demektir. Ve kulun Hakk’a farz
yakınlık (kubu feraiz) ve nafilelerle yakınlık (kurbu nevafil) olmakla iki yakınlığı
vardır. Ki bu iki yakınlığı ifadeyle,
hadisi kutside yüce Allah
“Ve
kulum bana, kendisine farz kıldığım şeyden bana daha sevimli hiçbir
şeyle yaklaşmaz.” Buyurmakla farz yakınlığı, (kurbu feraizi) “Kulum bana nevafille öyle yaklaşır ki, onu severim ve
onun görmesine göz, işitmesine kulak, konuşmasına dil, tutmasına el, yürümesine
ayak olurum. Ve o kul’um benimle görür, benimle işitir, benimle konuşur,
benimle tutar, benimle yürür.” Buyurmakla da nafile yakınlığı (kurbu
nevafili) beyan eder. İşte bu iki yakınlık müşahedesi
kulun secdetânı, yani iki secdesidir.
Bunu
beyanla, her nefeste zikri daim uyanıklığıyla Daim'üd-devran zikr eyleyen. Ve meratibi tevhid keşfi irfanıyla cümle
eşyada gaib olan Hakk’ı bularak Hakk’a kavuşan bir kul ancak, rabbin
farz yakınlığı ve nafileler yakınlığı müşahedesiyle kıldı secdetân, (iki secde) demektir.
Mâliktir bühtan
Hakk'tır görünen
Değildir gayran
cemal-i bedrân
Bühtan; iftira, bedrân;
ayın iki bedir / iki dolunay hali demektir. Buna göre, zamanın mürşidi kâmili
olan Malik Efendi Hz; benim yaptığım kuran emir ve yasakları, zikri daim ve
tevhid mertebeleri olan meslek-i resul âli prensipler telkini, Allahın emirlerine
itaat ve Allahın makamlarını müşahededen başka bir şey olmadığı için, benim
telkin-i irşadımda görünüp müşahade
olunan cenab-ı Hak’tır. Hakk’ın gayrısı değildir diyor. Ve benim telkin-i
irşadımda Allahın cemalinin (güzel yüzünün) gerek vahdet tecellisi bedir /
dolunay gibi, gerekse kesret tecelisi bedir / dolunay gibi zahir olduğundan, cemal-i bedrândır. Yani vahdet-i ilâhi
ve kesret-i ilâhi güzelliklerinin cem-i, (toplamı) benim telkin-i irşadımda
bedir / dolunay gibi apaçık zahirdir, buyuruyor. Ve devamla, her kim bu mesleki
resul telkin-i irşadını Malik’e nisbet ederek Malik’e aittir der ise, Malik’e, yani bana bühtan (iftira) eder, diyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder