Devr-i
inkılaba su-i fikrimiz yoktur bizim
Medeniyet aşığıyız cumhuriyet yariyiz
Osmanlı Devleti; Kur’an
ve vahiyden kopuk, Hz. Peygamber Efendimizin ahlâk ve öğretisinden uzaklaşmış
olan sözde alimlerin, sözde dervişlerin ve mollaların gayretleri, tesir ve
katkıları ile geri kalmış, dağılmış ve yıkılmıştır. Milli Kuvvetler ve
Cumhuriyetin kurucu kadroları, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere;
böyle ehl-i medrese ve ehl-i tekke olan din adamlarından çok zarar görmüşlerdir
ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti günümüzde de halâ görmektedir. Kur’an ve vahyin
dışı olan bu zihniyet; Cumhuriyetin kuruluşunu engellemek için Haçlılarla dahi
işbirliği yapmışlardır. Türkiye Cumhuriyetinin yıkılması için, bu gün dahi
halen Haçlılarla işbirliği yapmaktadırlar. Onun için Cumhuriyetin kurucu
kadroları bu meseleyi çok isabetli ve doğru bir teşhisle, eğitimde Osmanlı
Devletini yıkan ezberciliği ve Arapçacılığı terk edip, yerine modern ve medeni
dünyanın eğitim metotlarını uygulamış ve medreseleri, tekkeleri lağvetmiş, kapatmıştır.
Medresenin ve tekkenin
Kur’an dışı hurafe yüklü faaliyetlerinden, şeyhlik,
mollalık, hoca efendilik, mürşitlik, dedelik, babalık vb. ünvânlarla,
beşeri menfaat sağlayanlar, Cumhuriyeti ve inkılaplarını din dışı ilan
etmişlerdir. Bunlar, cuma namazlarının Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nde geçerli
olmadığını söylemişlerdir ve günümzde halen böyle söyleyenler vardır.
Seksenli yıllarda büyük bir cemaatin lideri, gazetelere yaptığı beyanatlarda “Türkiye Cumhuriyeti devletinin dar-ül harp (harp edilmesi gereken ve İslam
diyarı olmayan bir ülke) olduğunu beyan etmiş ve günlerce gazetelerde yazı serisi olarak
yayınlanmıştır”.
İşte bu zihniyet Osmanlı
Devletini çökertmiştir. Bu zihniyet, bu gün İslam dünyasının gözbebeği olan,
Kuran’ın tavsiyesine ve Hz. Peygamber’in uygulamalarına en uygun sistem olan
cumhuriyetle yönetilen devletimizin en büyük düşmanı ve tehlikelerindendir.
Çünkü bu ülkeyi din adına dar-ül harp
ilan etmek; bazı gafil şahıs ve gruplar tarafından, sanki küçük, önemli bir mesele
değilmiş gibi görülür veya gösterilir. Fakat bu zihniyet, dar-ül harp ilanının arkasından verdiği
fetvalarla, her Müslümanın Türkiye Cumhuriyeti devletinin yıkılması için cihat
/ mücadele etmesi gerektiği ifade edilir. Türkiye Devleti dar-ül harp olduğu için, devlete vergi verilmemesi gerektiği
söylenir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti dar-ül
harp olduğu için, devletten çalmayı, tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan kamu
malını yemeyi, ganimet malı ve helal olarak görürler. Dar-ül harp olduğundan yalan söylemek günah olmaz deyip,
cumhuriyetimizi savunan şahıslara, ilim adamlarına ve kurumlara çeşitli
iftiralar atarlar ve türlü hile ve desiselerle din dışı ilan ederler. Bu
zihniyet, dar-ül harptır diyerek
faizcilik yapmayı, gerektiğinde içki içmek, zina yapmak, yalan söylemek gibi
açık haram ve günahların helal olduğunu ilan ederler. Türk milletinin
evlatlarına, kendi devletleri olan Türkiye Cumhuriyeti devletini düşman gibi
gösterirler. Kendi devletlerini ayakta tutan kurumlarını hasım olarak
gösterirler, özellikle yeryüzünde Hz. Peygamber Efendimizin ismi ile anılan
yegâne ordu olan, Türk Silahlı Kuvvetlerine ve Mehmetçiğe, bu milletin
evlatlarını düşman hale getirirler.
Velhasıl bu zihniyetin,
din adına yaptığı olumsuz faaliyetleri sayılamayacak kadar çok olmuştur ve
halen olmaktadır. Halbuki bu gün yeryüzünde cumhuriyet olup da seçme ve seçilme
hakkının her vatandaşına eşit bir şekilde verildiği, Atatürk’ün liderliğinde
kurulan Türkiye cumhuriyeti devletinden başka bir İslam devleti yoktur. İslam
dünyasında adı cumhuriyet olan devletler vardır. Fakat arka planında herkesin
seçme ve seçilme hakkının olmadığı; ya aşiret, ya kabile veya bir diktatörlük
mevcuttur. Bu itibarla Türkiye Cumhuriyeti devletinin kuruluşu ve işleyişi,
Kur’an’a, vahye ve Hz. Peygamber Efendimizin uygulamalarına en uygun olanıdır.
Böyle olduğu için Türk milleti, bu gün İslam dünyası içinde her bakımdan en
ileridir.
Zamanında Fehmi Efendi
Hazretlerini ve ehl-i aşk olan arkadaşlarını, yukarıda evsafını belirttiğimiz,
Kur’an ve Hz. Peygamber’in öğretisinden uzak, hurafeye tabi olup, Türkiye
Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin düşmanlarından zannedip; tutuklamışlar ve
cezaevine koymuşlar. Fakat sonra hakikat ortaya çıkar ki; Meslek-i Resul-ü
Melamiye’nin, yani Melamiliğin bu hurafe yüklü devlet ve millet düşmanlarından
olmadığı anlaşılır ve serbest bırakılırlar. Bunu ifadeyle Fehmi Efendi
Hazretleri, ‘Devr-i inkılaba su-i
fikrimiz yoktur, yani Cumhuriyet ve Atatürk ilke ve inkılaplarına karşı
bizim kötü bir niyetimiz yoktur.’ Diyor ve devamla ‘Biz medeniyet aşığıyız, Cumhuriyet yariyiz. Yani medeniyetteki
gelişmeye, terakkiye aşık olup, Türkiye Cumhuriyet’inin de yariyiz,
sevdalısıyız, dostuyuz.’ buyuruyor. Bizim
kanaat ve anlayışımız da bu yön ve istikamettedir.
Ki, Atatürk ilke ve
inkılapları, cumhuriyet rejiminin devamını ve Türk Milletinin bütünlüğünü esas
alır. Çünkü İstiklal Savaşı zaferle neticelenip Türkiye Cumhuriyeti devleti kurulduktan
sonra, sınırları dışında olan halkların, gerek iltica yoluyla gerekse mübadele
/ nüfus değişimleriyle Türkiye’ye kabul edilmelerinde ırk, soy farkı aranmayıp,
sadece Müslüman olmaları dikkate alınmıştır. Arnavut, Boşnak, Çerkez, Gürcü,
Kürt, Arap, Laz, Pomak, Yörük, Türkmen vb. halklar içinden ‘Eşhedüen Lailaheillallah ve eşhedü
enne Muhammeden abduhu ve Resuluhu’ tevhid imanına şahit olanlar, yani sadece
Müslüman olanlar, Türk milletini oluşturmuştur. Azınlık olarak ise,
gayrimüslimler, yani Müslüman olmayan Rum, Ermeni, Yahudiler kabul edilmiştir.
Hatta Anadolu’daki öz be öz Peçenek Türklerinden olanlar, Hıristiyan oldukları
için Yunanistan’a gönderilmişlerdir. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Atatürk’ün
sağlığında, bugün Moldovya’da halen yaşayan Hıristiyan Gagavuz / Gökoğuz
Türklerinin, müracaat ederek Türkiye’ye gelip yerleşme talepleri, Hıristiyan
olduklarından kabul edilmemiştir.
Bugün ağızlarımızı
doldurarak ‘Türk Milletinin nüfusunun % 99’nun Müslüman olduğunu’ söylüyorsak,
bu Atatürk ve arkadaşlarının feraset ve gayretleriyle olmuştur. Bu itibarla
Türk Milletinin aslını ve hamurunu ‘Lailaheillallah Muhammeden Resulullah’
imanıyla mümin olanlar, yani ehl-i tevhid olanlar oluşturur, vesselam.
Atatürk ilke ve
inkılapları ise, Türk Milletinin birlik ve bütünlüğüne yöneliktir. Mesela, bazı
kesimlerin hafife aldığı ve ‘gardırop
devrimciliği’ diyerek alay ettiği kılık-kıyafet inkilabı, aşiretçilik,
kabilecilik ve sülalecilik ifade eden giysilerin giyilmesini engellemeye
yöneliktir. Yani filancaların, filanca oğullarının aşiret-sülale kimliğini
ifade eden ve milletin bütünlüğüne zarar veren kılık-kıyafetleri kaldırıp,
bunların yerine medeni dünyanın ahlâka uygun modern kıyafetlerini, herkesin
giymesi özendirilerek, Türk milletinin bütünlüğü sağlanmıştır. Yine soyadı
inkilabıyla, filanca fişmancaoğulları gibi aşiret, sülale yapılanmalarını ifade
eden ünvanlar yerine, her aileye bir soyadı verilerek millet bütünlüğü
gözetilmiştir. Harf inkilabı ise; Türk Dünyasında alfabe birliğini sağlamaya
yönelik olarak yapılmıştır. Velhasıl Cumhuriyet Devrindeki Atatürk ilke ve
inkilaplarının daha bir çok yararıyla Türk Milletinin bütünlüğü ve Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin devamlılığı sağlanmıştır. Vesselam.
Melamilik, Cumhuriyet devri ilke ve inkilaplarıyla asla çelişmeyen, siyasi,
ticari ve beşeri menfaat temin edilen bir meslek olmayıp, Kur’an ve vahiy
ışığında, ahlâk-ı Peygamber’den ayrılmadan kulun fenafillaha ermesidir. Daha
evvelki beyitlerin açıklamasında ifade edildiği gibi, Hz. Peygamber Efendimiz
cahiliye Arap geleneği olan aşiret, kabile yönetimlerini ve saltanatı kaldırıp,
yerine şuraya, yani meclise danışarak meclisin önerdiği kişinin yönetimin
başına getirilmesini uygulamıştır. Çünkü Kur’an’daki ”İş ve yönetim konusunda onlarla
da şuraya git.” (Al-i İmran, 159)
“İşleri, yönetimleri aralarında bir
şuradır.” (Şura, 38) “Şu bir gerçek
ki, Allah size emanetleri onlara, ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında
hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emreder.” (Nisa, 58) ayetlerinin
de açıkça olan beyanları doğrultusunda, Hz. Peygamber Efendimiz kendisinden
sonra devleti idare edecek olanın halk tarafından seçilmesini, ehil olanların
yönetime getirilmesini ve adaletle hükmetmesini tavsiye etmiştir. Ki Hz.
Ebubekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Hasan’a kadar buna riayet
edilmiş, yönetime şuranın/meclisin yani halkın seçtiği ehil kimseler
getirilmiştir.
Fakat Muaviye, Kur’an’ın emri ve Hz. Peygamber Efendimizin
tavsiyelerine riayetle seçkin sahabeler tarafından uygulanan; şuraya / meclise
danışıp ehil olanın iş ve yönetim başına getirilmesi sistemini yıkmış ve
kaldırmıştır. Aşiretçilik ve kabilecilik olan padişahlığı getirip, cahiliye
Arap geleneğini ihya ederek oğlu Yezidi padişah veliahdı ilan etmiştir. Bu
uygulamaya itiraz eden Peygamber Efendimizin emaneti olan Hz. Hüseyin ve Ehl-i
Beyt başta olmak üzere seçkin sahabeleri şehit etmiş, kimi sahabeleri ise
sürgün etmiştir. İslam dünyasında daha sonra kurulan devletler de Kur’an’ın
emir ve Peygamber tavsiyelerini değil de, Muaviye’nin kabile yönetimi
kurallarına göre birer aşiret devleti olarak kurulmuştur.
Bu aşiret yönetimi, taa Atatürk’ün liderliğiyle Türkiye
Cumhuriyeti kurulana kadar devam etmiştir. TBMM’nin ilk açılışında, şura /
meclis ile yönetime dair ayet ve hadisler, büyük pankartlarla teşhir
edilmişlerdir. Velhasıl, Hz. Peygamber Efendimiz tarafından başlatılan Hz.
Hasan’dan sonra kopan cumhuriyet yönetim şekli; Türkiye Cumhuriyeti’nin
kuruluşu ile tekrar başlamıştır, elhamdülillah.
Bu beyitler, Meslek-i Resul-ü
Melamiyye’nin yani Melamiliğin Türkiye Cumhuriyetiyle, Atatürk ilke ve
inkilaplarıyla çelişkisi olmadığı gibi, bunların yâri, sevdalısı ve dostu olduğunu, beyan ediyor. Vesselam.
Nejdet Şahin