31 Aralık 2017 Pazar

Yan ey gönlüm yan

ŞİİR:ABDULMALİK HİLMİ

ŞERHEDEN  (AÇIKLAYAN): NEJDETŞAHİN

           Yan ey gönlüm yan
                               Hak tevhide kan
                               Fi'İin terk eyle
                               Takdire dayan
         Gönlün yanması; Gönüldeki dünya sevgisinin, yani Allahtan gayrı olan sevgilerin zikri daimle yanıp, gönülde Allah sevgisinin hâkim olmasıdır. Ki cenabı Hak hadis-i kutsi de; “Kalbinden dünya sevgisini çıkar. Çünkü ben bir kalbde, benim sevgimle dünya sevgisini ebediyyen bir arada bulundurmam” buyurur.
        Hak tevhide kanmak veya tatmin olmak, tevhidi hakiki irfanına mazhar olmaktır. Daha evvelde ifade edldiği gibi şeriat tevhidi ve hakikat tevhidi olmakla tevhid iki kısımdır. Şeriat ilmine göre tevhid; “Lâilaheillallah muhammeden resulullah- Allahtan başka ilâh yoktur Muhammed onun resuludur” tevhid kelimesini, kalp ile tasdik edip dil ile ikrar etmekten ibarettir. Ve şeriata göre her kim kelimeyi tevhid imanını gönlünde bulundurursa o kimseye mümin denir. Hakikat tevhidi ise, tevhid kelimesinin hakikatına mesleki resul seyri süluku olan tevhid makamları keşfi irfanıyla ulaşmaktır.
        Fiilin terk eylemek; Fiil iş, amel demektir ki, fiilin terk eylemek tevhid makamlarının evveli tevhidi efal makamı keşfi irfanıyla mümkün olup, fenayı efal şuhuduyla bir kul, fiilinin fenasına / yokluğuna arif olur ve fiilini terk eder.    
      Takdire dayanmak; takdir kader’den, kader’e ait olan demektir. Ki kader, Allahın kudreti / kuvveti ile tecelli etmesine denir. Ve Allahın kudreti ile zuhura gelmiş olan her şey kader’dir. Ki hiçbir fiil / iş kudret kuvvet olmadan meydana gelmez, her fiil mutlaka kuvvete muhtaç olup fiil ancak ve ancak kuvvetle kudretle zahir olur. Bu itibarla her fiil, Allahın kuvvet ve kudretiyle zuhura geldiğinden, takdirdir. Ve cümle fiilde olduğu gibi kulun fiilinde de Allah kudreti ile fail olduğu için kur’an-ı Kerim’de; “…Sizi de fiilinizi de yaratan Allah’tır.” (Saffat, 96) buyrulur.
        Bunu ifadeyle; Her nefeste zikri daimle yan ey gönlüm yan, tevhidi hakiki imanı ile Hak tevhide kan, tevhidi efal makamı keşfi irfanıyla kendine nisbet ettiğin Fiil’in terk eyleyip, cümle fiil’de kudreti ile Allahın fail olduğuna arif olup, takdire dayan demektir.





                               Tefvizi umur
                               Et Halika can
                               Fa'il-i mutlak
                               Hakk'ı bil heman
        Tefviz; işi başkasına bırakmak, umur; emirler, işler, halik; yaratıcı olan Allah, demekir. Kuranda; “…İşlerin tümü Allah’ındır…” (Ra’d- 31) buyrulur ki, bu ve benzeri ayet beyanlarından açıkça anlaşıldığı gibi, işlerin tümü Allahın işi olup her işin faili Allahtır.
Bunu beyanla; Tefvizi umur, yani kendinin zannettiğin cümle işlerini fenayı efal irfanıyla terk edip bırakarak, et Halika can, yani cümle işleri kudretiyle yaratan Allaha nisbet ederek, her fiilin mutlak faili olan cenab-ı Hakk'ı tevhidi efal keşfi irfanıyla bil heman, buyruluyor.
                               Hep sıfatdan geç
                               Mefsûf durur ol
                               Böyledir teslim
                               Nezd-i dervişan
       Mefsuf; sıfatlanan, nezd-i dervişan; dervişlerin yanında, dervişler indinde, demektir. Her insanda var olan Allahın sıfatı subutiyesi sekiz olup bunlar; 1- hayat, 2- ilim, 3 – irade, 4 – kelam, 5- görmek, 6 – işitmek, 7- kudret / kuvvet, 8- tekvin / yaratmaktır. Ki her insanda var olan bu sıfatların mahiyet ve hakikatına, tevhid makamlarından tevhidi sıfat keşfi irfanı ile ancak arif olunur.      
     Bunu ifadeyle; tevhidi sıfat makamı irfanıyla Hep sıfatlarının kendine ait olduğunu zannetmekten vaz geç. Cümle sıfatlarda cenab-ı Hakk’ın Mefsûf durduğunu müşahade et buyruluyor. Ve devamla böyledir teslim nezd-i dervişan, yani gelmiş geçmiş cümle dervişlerin teslimiyeti böyle olmuştur, deniyor.
                               Fail-i mevsuf  
                               Hak durur ancak
                               Bu şuhuda mirat
                               Oldu arifan
       Her fiilin failinin ve cümle sıfatı subutiyenin mefsufunun cenab-ı Hak olduğunu cümle arifi billâh olanlar müşahade ettikleri gibi, arifler başkalarını da irşad ederek bu irfandan nasiplenmelerine mirat / ayna olurlar, demektir. Çünkü tevhid irfanının bir yaşama yönü olduğu gibi, bir de yaşatma yönü vardır. Ki ehl-i kemal hakiki tevhid keşfi irfanıyla yaşadıkları gibi, tevhidin yaşatılması için mücahede ederler ve etraflarına hidayet yüklü rahmet saçarak hayat verir, tevhidi yaşatırlar. Bunu ifadeyle kuranda; “Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz, iyiliği ve güzelliği belirlenmiş olana özendirirsiniz, kötülük ve çirkinliği belirlenmiş olandan sakındırırsınız…” (Ali İmran- 110) buyrulur.      
                              Mevcûd-ı hakiki
                              Zât-ı mutlak bil
                              Kendinden fena ol
                              Kalmasın gayran
       Kuranı kerimde; “Yeryüzündeki herkes / her şey fanidir, yokluktadır. Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin vechi / yüzü bakidir.” (Rahman- 26, 27) buyrulduğu gibi, “…O’nun vechinden / yüzünden başka her şey helâktadır, yokluktadır…” (Kasas, 88) beyan olunur. Bu ve benzer ayet beyanları zahir âlimler tarafından, ‘bir zaman gelecek ve her şey fani / yok olacak’ vb. gibi yorumlanır. Fakat bu yorumlar ayetlerdeki mana ve hikmeti ifade etmeyen yorumlardır. Ehli kemal, bu ayetlerdeki fena / yokluk beyanlarının gelecek bir zamanda yok olacak değil, her an ve her zamanda fanidirler / yokluktadırlar olarak kabul ederler.
      Bu itibarla, bu ayetlerin ifadesinden açıkça anlaşılır ki var olduğu zannedilip mevcut olarak görünen cümle varlıklar fanidir, yani yokluktadır. İlmi hakikata göre, görünen mevcudiyet zat-ı ilâhi zuhurudur. Ki bir kul, bu müşahadeye ancak tevhid makamlarından tevhidi zat keşfi irfanı ile ulaşabilir.
      Bunu ifadeyle;  Hakikat ilmi mazharıyetiyle, görünen cümle mevcudun Hakk’ın zat-ı mutlak zuhuru olduğunu bil, tevhidi zat makamı keşfi irfanıyla kendinden fena ol ki kalmasın gayran, yani kendine ve cümle âleme nisbetle gayrıyet / masiva kalmasın. Buyruluyor.
                             Çünkü bildin Hak'dan
                             Gayri yok mevcud
                             Zahir oldu Hak
                             Batın bu ekvan
      Bir salik, tevhidi zat mertebesi keşfi irfanıyla, zat-ı Hak’tan gayrı bir mevcud olmadığına arif olduktan sonra o, her ne zuhur ederse etsin her tecellide Hakk’ı zahir, bu ekvanı, yani yaratılan halkı âlemi batın müşahadesine ulaşır.         
                             Bu şuhudda kalp  
                             Uyanır heman
                             Makam-ı cem' budur
                             'Inde'l-kamilan
        Bu şuhudda; yani Hakk’ı zahir, cümle âlemi halkı batın müşahadesi ile kulun kalbi bekayla yani sonu olmayan ebediyetle uyanır. Ki, mesleki resulde mürşidi kâmilin telkin ettiği makam-ı cem müşahedesi budur, buyruluyor.     

                             Küntü kenzen" deyü
                             Giyen ol hazretle
                             Ene'l- mevsuf dersin
                             İnde'l 'arifan
     “Küntü kenzen”; bir hazineydim, anlamında olup, yüce Allahın “Ben bir gizli hazineydim bilinmekliğime muhabbet ettim halkı yarattım” kutsi hadis beyanına işaret ediliyor. Ki bu kutsi beyanında Allahu taalâ, zatı vahdet / birlik hazinesinden kendinin bilinmekliğine olan muhabbetinden / aşkından dolayı halkı, yani cümle âlemi ve âlemlerdekileri yarattığını ifade ediyor.       
       Bu yaratılma, Hakk’ın vahdet-i zatından sıfatlarına, sıfatlarından isimlerine tecelli etmesidir. Bu isimler, sınırı hududu olmayan cümle kesret / çokluk âlemini ve yaratılmış varlıkları oluştururlar. Ki bu varlıklar âlemine hazret denir. Hazret, özetle ruhu cemad olan toprak, ruhu nebat olan bitkiler, ruhu hayvan olan tüm hayvanlar, ruhu insan ve insanlığa ait olan cümle ahlâkiyedir. Ki bu ahlâkiye hırsızın, katilin, kâfirin, münafığın vb. olumsuzlukların insanla zahir olması gibi, peygamber, veli, mümin, sadık, vb. olumlu güzellikjlerin iyiliklerin de hep insanla zahir olmasıdır.
       Hazreti, yani cümle varlık âlemini tafsil / çoğul olarak, isimler meydana getirir. Ki İsimler sıfatların tecelli etmesiyle zahir olur. Ki insan’da bir isim olmakla sıfatı ilâhi tecellisidir. Fakat insan, yaratılmışlar içinde Allahın sekiz sıfatının cemi’ne /  toplamına mazhar yegâne yaratılandır ki, insanın bu yegâne potansiyel mazharıyeti cüz’dür. Cüz demek, tüm’den yani bütün’den ayrı olmayan eksik mazharıyet demektir. Ki mesela insanın kudreti 40-50 kg kaldırabilmesine rağmen Allahın kudretinin sınırı yoktur. İnsanın görmesi sınırlı fakat Allahın görmesinin sınırı olmaz, vs. İşte insanın bu potansiyel mazharıyeti, aktif olarak hazretül cem makamı marifetiyle açığa çıkar. Ve bu marifetle kul, sekiz sıfatın cüz’üne mazhar olarak enel mefsuf der, yani Hakk’ın sekiz sıfatının ceminin / toplamının cüz’ü ile sıfatlanan benim, demektir.     
     Bunu ifadeyle; Küntü kenzen" deyü giyen ol hazretle, ene'l mevsuf dersin inde'l 'arifan buyruluyor. Yani vahdeti ilâhi hazinesinden zuhura gelen hazreti, müşahade marifetine ulaşırsan, sıfatların cem’inin / toplamının cüz’ü ile sıfatlanan benim diyen ariflerin arasına dâhil olursun, buyruluyor.  
                             Halk etti zuhur
                             Batın oldu Hak  
                             Bu hazretle oldun
                             Mir'at-ı Yezdan
      Yezdan; yaratıcı, yaratan Allah, demektir. Hakk’ın vahdetinden tecelli ederek zuhura getirdiği halk kesretinin açığa çıkmasıyla, Hak batın olur. Yani halk olan varlıkların zuhuru, Hakk’ın vahdetini örter. Kul’da yaratılmış / halkedilmiş olmakla halktır / hazrettir. Ve hazret müşahadesine erişen bir kul, potansiyel olarak mazhar olduğu sıfatlardan ilim sıfatını, yokluğunda / fenasında hezretül cem makamı marifetiyle açığa çıkardığı için, yezdanı (yaratan Allahı) ilmi marifetyle yansıtan mirat / ayna olur, demektir. Çünkü bu makam müşahedesine erişenler ehl-i marifettir ve marifetullah bunlarla açığa çıkar.    
                            Zahir ile batın
                            İkisin cem1 et
                            Hüve'z-zahiru batın
                            Buyurur Kur'an
    Zahir; dış, açık, aleni olan, gözüken, batın; İç, iç yüz, sır, anlamında olup. hüvez-zahiru batın; ifadesi, Kur’anı Kerim’deki “Hüvel’evvelü vel’ahirü vezzahirü velbatın… - O evvel, ahir/son, zahir ve batın/gizlidir.” (Hadid, 3) ayet beyanıdır. Bu ayette ifade olunan “evvel”lik zat, “batın”lık ise sıfatlar olup bunlar Hakk’ın mutlak ve batın yönüdür. “Ahir”lik esma, “zahir”lik ise fiiller itibarıyla olup bunlar Hakk’ın mukayyet (kayıtlı) ve zahir yönüdür. Ki bu kuran beyanı hikmetince, mutlak ve batın, mukayyet ve zahir olan iki Hak tecellisini cem edip toplayan cemmülcem kemalatına ulaşmaya gayret et, buyruluyor.   
                            Arifin şuhudu
                            Dört nazardır bil
                            Darb-ı zikr ile
                            Ol mükâşifan
       Mükaşifan; keşf ehilleri, demektir. Ki Arifibillâh olanların şuhudu kalpte darbı zikir, yani sertçe yapılan zikri daim uyanıklığı ile Allah’ın zat-ı evvellliği, sıfat-ı batınlığı, esmayı ahirliği ve ef’al-i zahirliği olan dört tecelliye bakıp nazar etme keşfinden ibaret olduğunu bil, deniliyor.    
                            Evvel ile ahir
                            Batın ile zahir
                            Bu meratib üzre
                            Hüvedir ayan
         Hüve; Hakk’ın Hu ismidir / esmasıdır. Ve arapça Hu, H ile V harfinin birleşimiyle yazılabilir olduğundan Hu ismi, hüve olarak ta okunup ifade olunur. Buna göre; “Hu evveldir, ahirdir, batındır, zahirdir” ayet beyanı “HU evveldir, Hu ahirdir, Hu batındır, Hu zahirdir” demek olup, “Hu” ismi tecellisiyle cenab-ı Hak gerek evvellik, gerek ahirlik, gerekse batınlık ve zahirlik mertebelerinde ayandır deniliyor. Ki ayette geçen“Hu” ismi, Hakk’ın gaybı mutlak hüviyetinin ismidir. Ve gaybı mutlak hüviyeti Hakk’ın zat-ı ehadiyetidir / tekliğidir.
       Bunu bayanla, gerek evvel, gerek ahir, gerek batın, gerekse zahir mertebelerinde Hu olan Hakk’ın gaybı mutlak hüviyeti ayandır / apaçıktır. Demektir.                        
                            Hepten bu meratib
                            Hüve de gayb olsa
                            İsm ü resm kalmaz
                            Tecelli-İ zat’dan
       Hakk’ın zat zuhuru iki kısım olup, birinde zat sıfatlanmakla mefsuf, isimlenmekle müsemma, fiil tecellesinde ise fail olarak zuhur eder. İkincisinde ise zat, gerek sıfatlardan, gerekse isimlerden, gerekse fiilden arınmış bir keyfiyetle sırf zat olarak zuhur eder. Ki bunu beyanla evvellik, ahirlik, batınlık ve zahirlik mertebeleri hüve de, yani Hu olan gaybı mutlak huviyette kaybolsa, tecell-i zat’dan başka ne resim (suret) ne de isim kalmaz, sırf zat tecellisi kalır, buyruluyor.              
                            Zatın tecellisi
                            Zat iledir bunda
                            Hüve de ey Hilmi
                            Mahv oldu bu kan
    Malik ef. Hz. Hilmi lakabıyla; sırf zat tecellisinde zat, zat ile zat olduğundan, bu kân olan cümle tecelliler hüve de, yani gaybı mutlak zat-ı ehadiyet huviyetinde mahv oldu ey Hilmi, diyor.      
                            Varın ile ekvan
                            Görür cümle'ıyan

    Ve cümle ekvanda mahv neticesinde var olanı, Hilmi ıyan (apaçık) görür, buyuruyor. Allah her şeyi en iyi bilendir.

Hiç yorum yok: