17 Eylül 2011 Cumartesi

Bülbül gibi efgan edip esmada kalan

Bülbül gibi efgan edip esmada kalan
Onlardaki esma-yı müsemmadan haberim var

Esma ehli, şu kimselerdir: Allah’ın isimleri ile meşgul olup, tesbih çekerler, halka kurup esma-ül hüsna zikrederler, meşgul oldukları isimlerin tesiri ile zevklenirler, hallenirler ve bu hallerini kemalat zannederler. Bunlar bu alemde Hakk’ın isimleri ile zahir olduğunu söylerler. Fakat isimlerin müsemması olan zat-ı ilahiden mahcup / perdelidirler. Bunlar genellikle tarikat ve bazı cemaat mensuplarıdırlar.
Müsemma zat-ı ilahidir ki, daim zikir ve makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetine mazhar olunmadan, zat-ı ilahiye vasıl olunmaz. Zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyetine ancak, kamil olan mürşidin telkin ve irşadıyla ulaşılır. Makamat-ı tevhid marifetiyle arif olmayan mürşitler, nakıstır / eksiktir. Böyle nakıs mürşidler, kendisinden irfaniyet talep eden müritlerine, Allah’ın isimlerinden, yani esma-ül hüsnadan esma çektirerek, fazla ibadetler yaptırır. Bunu da kulluğun yüce kemalatıymış zannederek, bu hallerini etraflarına teşhir ederler. Halbuki böyle mürşidlerin kendisi müsemmadan, yani zat-ı ilahiden gafil olup, kendisi irşada muhtaçtır.
İşte zamanın mürşid-i kamili Hasan Fehmi Hazretleri, böyle ehl-i esma olanlara hitaben ‘Esmada kalmayın, esmada kalmak kulluk kemalatı değildir, marifet ve kemalat müsemma olan zat-ı ilahi keşfidir ki, benim irşadım müsemmadır, zat-ı ilahi irfaniyetidir.’ diyor.

Her şam u seher mescidlerde boynun eğen
Zahidlere cennet-i aladan haberim var
                              
Zahid olan kimse, fazla ibadetler yaparak, şekil suret düzer ve amel cennetinin nimetlerine ulaşmak için sevap biriktirir. Bu halini de kemalat zannederek, yaradılışının yüce gayesi olan kulluktan mahrum olur. Cennetler ikidir: Biri amel cennetidir; oraya alem-i ahirette girilir. Kul bu alemde yaptığı iyilikler, ürettiği güzel işler, değerler ve ibadetler nispetinde amel cennetinin nimetleriyle nefsini lezzetlendirerek, istifade eder. Diğer cennet ise, irfan cennetidir.
Kul ancak, kendi nefsinin ve eşyanın hakikatine arif olmakla bu alemde irfan cennetine girebilir. İrfan cennetine girenler, kendi nefislerinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbine kavuşanlardır. Onlar nerede ve hangi alemde olursa olsunlar, Rabbine kavuşmuş olduklarından, daima vuslat, yani zevkullah keyfiyetiyle yaşarlar. Kur’an-ı Kerim’de “Ey mutmain olan nefis, dön Rabbine, Rabbin senden razı sen de ondan razı olarak gir Benim kulluğuma / kullarımın arasına, gir benim cennetime.” (Fecr, 27-30) buyrulur. Yani, ey zikr-i daimle uyanmış, tevhid-i hakiki irfaniyetiyle mevcuttaki Rabbin müşahedesine ermiş kulum, bu müşahede ve irfaniyetle gir benim arif kullarımın arasına. Senin yokluğa / fenaya ermiş kulluğundan Allah razıdır, sen de Allah'ın, senin yokluğundaki tecellisinden razı olarak, benim irfan cennetime dahil ol, demektir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Bu ayetlerde beyan olunan irfan cennetinden, zahid kimselere haber veriyorum ki,  gelip bu irşaddan nasiplensinler.’ diyor.

Fakru fena ile mahvolup serden geçen
Dervişlere mülk-i bekadan haberim var

Fakru fena ile mahvolmak; yani serden geçip, can ve baş feda etmek şöyledir: Hz. Peygamber (sav) üç defa “El fakru fahri / fakirlik benim iftiharımdır.” Buyurmuştur. Bu hadiste beyan edilen fakirlik, nispet varlık itibariyledir. Üç defa tekrar edilmesi ise, nispet varlığın üç tesiriyle kulun gizli şirk işlemesindendir. Birincisi, kendine ve aleme nispet ettiği fiiller yönündendir. İkincisi, kendine ve aleme nispet ettiği sıfatlar yönündendir. Üçüncüsü ise, kendine ve aleme nispet ettiği vücut yönündendir.
İşte kul, bu varlıklar Hakk’ın iken, cehaletle sahip çıkar da kendinin zannederse, o kul gizli şirk işlemiş olur. Gizli şirkten kurtuluşun çaresi ise, makamat-ı tevhid irfaniyetidir. Her kim zikr-i daim uyanıklığına ve tevhid mertebelerinin müşahedesine ulaşırsa, kendindeki ve alemdeki Hakk’ın fiillerine, sıfatlarına ve zat tecellisine arif ve vasıl olur, gizli şirkten kurtulur. İşte ancak böyle arif bir kul, fenafillah keşfi irfaniyetiyle, kendine nispetle fiil, sıfat ve vücut varlığı olmayan bir fakir olur. Bu itibarla Hz. Peygamber Efendimizin üç defa tekrarlayarak iftihar ettiği fakirlik, böyle bir fakirliktir.
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri, fenafillah irfaniyetiyle, serden geçip can ve baş feda etmiş ve nispet-i varlığı kalmayıp fakir olan derviş ve ariflere hitaben ‘Beka mülkünden, yani Hakk’ın cümle varlıkları ve eşyayı zahir edip, meydana getiren tecellilerinden, bekabillah mertebelerinden haberim var. Hangi derviş bu mertebelerin telkinine talip olursa, onu irşad ederim.’ diyor.

Pervane gibi aşkın  narına can atan
Aşıklara vasl-ı  likadan haberim var

Pervane, daha evvelki beyitlerde ifade edildiği gibi kendini ışığa, ateşe cesaretle, fütursuzca atan kelebek vb.dir. Çünkü pervane ışığı yol zanneder ve Alevi gördüğünde hiç tereddüt etmeden kendini alevin ışığına atar. Ve yanar kül olur. İşte pervane gibi cesur olup Rabbine kavuşmak isteyen aşıkların, ilahi sevgiliye nasıl vasıl olup, kavuşabileceklerinden haberim var. Hak aşıklarını bu hususta irşad ederim, demektir. Kamil’in irşadı olmadan bir kimse Rabbine vasıl olamaz. Çünkü Kur’an-ı Kerim’de “Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na varmak için vesile arayın. Bu yolda gayret gösterin ki kurtuluşa erebilesiniz.” (Maide, 35)  buyrulur.  

Dünya ve ukba hülyasından geçip bidar olan
Talibi'ye sor lamekan ilinden haberim var

Hadis-i şerifte “Dünya ehline ahiret haram, ahiret ehline dünya haram; hakikat ehline her ikisi de haramdır.” buyrulmuştur. Ehl-i dünya, akl-ı maaştır ki, daima dünya menfaatini gözetir, bir şeyde menfaati varsa o işi yapar, o işi yaparken de haram-helal meşruiyeti aramaz. Ukba ehli ise, bir iş yaparken ahireti gözetir, sevap mıdır günah mıdır ona bakar, eğer sevap ise o işi yapar; günah ise yapmaz. Ehli ukba, nefsini amel cennetindeki, nimetlerden lezzetlendirmek için, haram helal meşruiyetiyle kulluk yapar. Ehl-i hakikat ise, ne ehl-i dünya gibi bu alem menfaatinden başka bir şey düşünmeyendir, ne de ehl-i ukba gibi amel cenneti nimetlerinden nefsini lezzetlendirmek için bir işi yapar. O, daima Hakk’a vuslat zevkiyle cümle alemlerde irfan cennetinde yaşar.
Lamekan, mekansızlıktır, yani hiçbir mekanla kayıtlanmamak demektir. Ki, ehl-i hakikat, nispet varlık şirkinden arındığı için hiç bir mekanla, gayriyetle kayıtlı olmayıp, daima Hak’la olup, hep Hakk’a vuslat zevki ile yaşar. Ehl-i hakikat, daima meşru olan işleri yapar, Allah'ın emirlerini yerine getirir, yasaklarından ise kaçar. Fakat bunları yaparken ehl-i ukba gibi amel cennetinin nimetleri sevdasıyla yapmaz, aşık olduğu ilahi sevgili emrettiği için yapar. Asla Allah’ın emrinin dışına çıkmayıp, günah ve harama kesinlikle yanaşmaz. Herkes Allah'ın emrini çiğnese, ehl-i hakikat asla / katiyyen çiğnemez. Vesselam.
Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri, dünyada ve ahirette nefsini lezzetlendirmekten geçip, gönlü gözü uyanmış, Hakk’a vuslat marifetiyle lamekan / mekansızlık arayanlara hitaben ‘Bu aradığınız marifet ve kemalattan haberim var, kim talep ederse onu irşad ederim.’ buyuruyor.

Hiç yorum yok: