21 Eylül 2011 Çarşamba

Gel hocam boş yere eyleme salış

Gel hocam boş yere eyleme salış
Gördüğün seraptır fevkine danış
Şol dolu bulutu gibi gürlersin

Cehalet buzunu yağmura değiş


Serap, sıcaklığın-hararetin tesiri ile meydana gelen ve aslı olmayan görüntülerdir, hayaldir. Yazın asfaltta giderken uzaklarda sanki su birikintisi varmış gibi görürüz, yol aldıkça böyle bir şeyin olmadığı anlaşılır. Çölde seyahat edenler de serap görür. Çölün harareti ile ilerisi su ve yeşillik gibi görünür, fakat ilerledikçe böyle bir şeyin olmadığı anlaşılır. İşte bunların hepsi hayal olup, göz yanılmasıdır, var gibidir fakat aslı yoktur. Kur’an’da “O’nun yüzü dışında her şey fanidir.” (Kassas, 88) ve “Her şey fanidir.” (Rahman. 26) buyrulur. Hakikatte Hakk’ın varlığından gayrı olan her şey, var gibi görünen seraptır. Yani ayetlerde beyan edildiği gibi fanidir / yoktur. Bunun anlaşılması için ehlini, yani kamil bir mürşidi bulup, daim zikir ve makamat-ı tevhid irşadına mazhar olunması gerekir. Ancak o zaman Hak’tan gayrı olan her şeyin serap olduğu anlaşılır.
Hoca, genelde ilm-i zahirin alimlerine denir. Ehl-i şeriat ve zahir ulemaya göre, cümle varlığın müstakil vücudu olup, Allah’ın zatı cümle varlığın ve eşyanın haricindedir, mevhumdur. ‘Şol dolu bulutu gibi gürlersin’ sözüne gelince: Dolu yağarken gök çok şiddetle gürler ve buz parçası olan dolu, yağdığı yere faydadan çok zarar verir. İlm-i zahirin hocası, tevhid-i hakiki irfaniyetinden mahrum olduğundan, cehlin soğukluğuyla kendini ve cümle eşyayı Hakk’ın varlığından ayrı zanneder. Gürleyerek, yani yüksek sesle yaptığı vaaz, konferans ve nasihatleri, kulu yaradılışının yüce gayesi olan Rabbine kavuşturmadığından, hakikat ilmine göre fayda vermez. Çünkü bu nasihatler, kulu  kendi nefsinde ve cümle eşyada mevcut olan Rabbine vasıl edecek olan bir kemalat ve marifet irşadı değildir. Yağmur ise rahmettir, iyiliktir, yağdığı her yere sayısız faydalar verir. Yağmurun, buz parçası olan dolu tanesi gibi değdiği yere zarar veren varlığı olmaz. Yağmur zerresi, değdiği yerde su olup suya karışır. Ki, bu aynı ehl-i tevhid-i hakikinin, kendi nisbet varlığını fena-yı ef’al, fena-yı sıfat ve fena-yı zat irfaniyetiyle Hakk’ın varlığında fena edip Hakk’a vuslat etmesi gibidir.
Velhasıl Fehmi Efendi Hazretleri, ehl-i şeriat ve zahir uleması olan hocaya hitaben ‘Mevcuttaki Hakk’ın varlığından gafletle olan anlayış ve zanları terk et, tevhid-i hakiki kamili olan bir mürşide danış ve onun irşadıyla kendinin ve cümle eşyanın nasıl hayal ve serap olduğuna arif ol. Ki, dolu tanesi gibi olan nisbet varlığını, yağmur zerresi gibi eritip, kulluğunu yokluğa, fenafillah keşfi irfaniyetine ulaştır.’ diyor.

Binip kürsüye va’zedersin halka
Hep doğru söylersin anlarsın yanlış
Yağmur ol yere in benlik göğünden
Sel olup nehirle deryaya karış

Ulema-yı zahir, kulluk eder; fakat onun kulluk anlayışı, belli ibadetleri belli zamanlarda yapmaktan ibarettir. Zikrullah dendiğinde ise onun anladığı, adetle bazı Allah’ın esmalarını tesbihdir. Bu itibarla ulema-yı zahir olan hocanın kulluk edin dediğinde, söylediği doğrudur, fakat kulluğun hakikatine fenafillah keşfi irfaniyetiyle arif olmadığı için, kulluktan anladığı yanlış olur. Zikrullah telkinine mazhar olmadığından, zikrullah dediğinde söylediği doğru, fakat zikrullahtan anladığı yanlış olur, vesselam. Ehl-i zahir,daim zikir uyanıklığı ve makamat-ı tevhid marifetiyle nispet benliğini fena etmeden, kulluğun kemaline ulaşıp insan-ı kamil olamaz.Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri,ilm-i zahir hocasına hitaben:
Dosdoğru olan şeriattan vaaz edersin, şeriatın hakikatinden ise habersizsin. Benlik göğünden tenezzül et de, nisbet varlığını meratib-i tevhid keşfiyle eriterek, yağmur zerresi gib su ol. Tevhid-i hakiki irfaniyetiyle nehirleşerek, vahdet denizine karış, yani Hakk’ın ‘bir’liğiyle ‘bir’ ol buyuruyor. 
Güney ol güneşin tığından feyz al
Yetişkin meyve ol kemale eriş
Ki ilmin kemale ermek istersen

Musa ol Yuşa’yla sen Hızr’a kavuş


Kuzey soğukluk demektir, kuzeyden esen rüzgarlar havayı soğuturarak, buz’u ve don’u meydana getirir. Güney ise ılımanlıktır, güneyden esen rüzgarlar ve güneşin tığı / ışığı, donu ve buzu erittiği gibi verdiği sıcaklıkla meyveler gelişir, olgunlaşıp kemale erer. Bir kulu Rabbinden ayıran her ne anlayışı varsa kayıttır, nispettir; nispet ise cehalet ve zandır. Cehalet ve zan, ilim olmadığı gibi kulun nisbet benliğini, enaniyetini oluşturur. Bu aynen kuzeyin soğuk rüzgarlarıyla suyun donarak buz haline gelmesi gibidir. Güney ise ılımanlıktır, güneyden esen sıcak rüzgar ve güneş ışığı, berekettir. Ağaçlar güneydeki bu bereketle çiçek açar gelişir, meyveler olgunlaşır. Güney aynı zamanda yumuşak huyluluk ve tenezzül olup, aynen kamilden güneşin tığı, aydınlığı gibi açığa çıkan kemalat ve marifet irşadına teslimiyet demektir. Salik o irşada teslim olup telkine uyarsa, cehalet soğukluğuyla donmuş olan nisbet varlığı, fenafillah keşfiyle eriyip kemale erer ve insan-ı kamil olur, vesselam.
Hz. Musa’nın, Yuşa ile Hızır’a gidişi, Kur’an’da şöyle beyan edilir: “Musa genç arkadaşına dedi ki; iki denizin birleştiği yere kadar hiç durmadan / dinlenmeden yürüyeceğim yahut seneler ve seneler harcayacağım.” (Kehf, 60) Sonra Hz. Musa ve Yuşa iki denizin birleştiği yere geldiğinde “Orada kullarımızdan öyle bir kul buldular ki, biz ona katımızdan bir rahmet vermiş, lütfumuzdan ilm-i ledün öğretmiştik. Musa ona dedi ki; sana öğretilen ilmi / rüştü / kemalatı bana da öğretmen şartıyla sana tabi olayım mı?” (Kehf, 65-66). İşte Kur’an’da geçen bu meselenin bugünkü muradı ve hikmeti şöyledir: Bugünkü Hızır, ilm-i ledün yani ilm-i tevhid-i hakiki irfaniyetinin kamil mürşididir. Yuşa ise, salikin kamilin irşadına mazhar olmadan evvelki ilmi ve bilgisidir. Bu günün Musa’sı ise, tevhid-i hakiki irfaniyetini duyup da, o irfaniyetin kamilini kesin bir kararlılıkla arayan müriddir.
Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri, ehl-i zahir hocasına hitaben ‘Sen de Hz. Musa gibi, mevcut olan bilgi ve anlayışlarınla yetinme, tevhid-i hakiki mazhariyeti için zamanın Hızır’ı olan kamil bir mürşide git ve onun irşadına mazhar ol, bu yolda Hz. Musa gibi kesin ve kararlı yürü.’ diyor.
Deldir kayığı hem katlet gulamı
Harabede kenzin setrine çalış
Enbiya rumuzun bilmek istersen

Bir kamil mürşidin eline yapış


Hz. Musa Hızır’a kavuştuktan sonra birlikte yolculuk yaptılar. Yolculuk esnasında bir kayığa bindiler, fakat Hızır kayığı kırıp deldi. Kıyıya çıktıklarında Hızır, bir çocuğu öldürdü, katletti. Bir şehre geldiler, yiyecek içecek istediler, şehirde onlara yiyecek ve içecek veren olmadı, fakat Hızır şehirdeki harap olup yıkılmaya yüz tutmuş olan bir duvarı tamir edelim dedi ve tamir ettiler. Hz. Musa, gerek kayığın delinmesine, gerek çocuğun öldürülmesine, gerekse duvarın tamir edilmesine önce itiraz etti, sonra Hızır’la yaptığı ahitleşme gereğince sabretti. Sonra Hızır, Musa’ya; kıyıda kayıklara el koyan zalim hükümdarın beğenip de kayıkçıların o kayığını ellerinden almasın diye kırıp deldiğini ve öldürdüğü çocuğun, salih / iyi bir anne ve babaya sahip olduğunu, büyüyünce onlara zarar vereceğini, zarar vermemesi için onu öldürdüğünü söyledi. Yıkık duvarın yıkılması durumunda ise, duvarın altında iki yetime ait olan bir hazinenin açığa çıkacağını ve halk tarafından o hazinenin talan edilmemesi için duvarı yaptıklarını anlatıp izah etti ve sonra Hızır’la Hz. Musa ayrıldılar.
İşte enbiya rumuzundan olan Hz. Musa’nın  Hızır ile yaptığı yolculuğun zahiri özeti böyledir. Bugünkü muradı ve manası itibarıyla geminin delinmesi ise, bir kimsenin zamanın Hızır’ı olan kamil mürşidi bulup, ondan zikr-i daim ve meratib-i tevhid irşadına mazhar olmasıdır. Ki, kamilin bu telkin ve irşadına mazhar olan kulu nefs-i emmare olan zalim hükümdar beğenmez ve onun kulluğunda hakim olup, hüküm süremez. Çünkü zikr-i daimle uyanan ve meratib-i tevhidin marifet suyu ile dolan bir kalbde nefs barınamaz, o kalbde ruh hakim olur. Ruh’un hakim olduğu kulda ise, daima hidayet üzere ikilik kabul etmeyen vahdet/bir’lik galip olur. Demektir .
Çocuğun katledilmesi ise: Nefsin fenası ile zahir olan ruhun kendi kesretini açığa çıkarmasıyla, ruhun fena bulmasıdır. Hz. Pir, bu kemalata “Fena-yı ruh beka-yı sır.” diyor. İşte, sırrın zuhuru için ruh veledinin yani çocuğunun katli, yani fenası gerekir, vesselam.
Harabedeki iki yetimin hazinesi ise şöyledir: Şehir halkı, şeriata tabi olan avam-ı nastır. Ehl-i kemal, avam ile görüşüp konuşur, fakat onlarla tevhid-i hakiki irfaniyet ve kemalatına dair sohbet/muhabbet edemediğinden, onlardan gıdalanamaz. Fakat ehl-i kemal, avamlıktan geldiği için avamın hal ve mertebesini bilir. Avamın mertebesi insan-ı nakıslıktır. İnsan-ı nakısın potansiyelinde, henüz açığa çıkmamış olan velayet ve nübüvvet sırrını içeren makam-ı insan hazinesi mevcuttur.
İşte ehl-i kemal, bunu bilerek, makam-ı insan marifetinin avamda zahir olması ümidiyle onların mertebesine iner ve onlarla ahkam-ı şeriat ve Muhammedi ahlak çerçevesinde münasebet duvarı inşa eder. Ki zamanı vakti gelince, avamda gizli olan velayet ve nübüvvet hazinesi, makam-ı insan zenginliğiyle açığa çıkar da o zenginlikten muhtaç olanlar ihtiyacını giderirler diye.
Velhasıl, Hızır’ın Musa’ya gösterdiği yıkık duvardaki define; her kişinin potansiyelinde mevcut olan velayet ve nübüvvet sırrını içeren makam-ı insanın kemalat hazinesidir. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Zamanın Hızır’ı olan mürşid-i kamili bul, onun irşadı mazhariyetiyle deldir kayığı, katlet oğlanı ve harabede müşahedesine mazhar olduğun kemalat hazinesini Muhammedi bir kullukla gizle...’ diyor ve devamla ‘O zaman enbiyanın, yani peygamberlerin rumuzu sırrına da arif olursun.’ buyuruyor. Allahualem.

Fehmi’nin sözleri sana hediye

Kabul et sırrına ermeye çalış


Fehmi Efendi Hazretleri ‘Ey ehl-i şeriat ve ilm-i zahir hocası, ey bu satırları ve beyitleri okuyan kimse! İyi bil ki, bu sözler benim sizlere hediyem olup, hep hikmet yüklü ve senin kulluğunun kemale ermesi için çok lüzumludur. Bunları anlamaya çalış, ehline sor, soruştur, araştır ve sırrına ermeye gayret et...’ diyor.

Hiç yorum yok: