17 Eylül 2011 Cumartesi

Uyan bu nevm-i gafletten ey can

Uyan bu nevm-i gafletten ey can
Sivaya muhabbet dünya dediler

Nevm-i gaflet; gaflet uykusu demektir. Uyuyan kimse, etrafında olan bitenin farkında olmaz, ancak uyandığı zaman olayları görür ve bilir. Hadis-i şerifte “İnsanlar uykudadır. Öldükleri zaman uyanırlar.” buyrulmuştur. İşte bu alemde ölüm gelmeden insanın uyanıp, yaratılış gayesine uygun kulluk ifa etmesi gerekir. Kulun yaratılışının yüce gayesi, kendinin ve cümle varlığın hakikatine arif olup, Rabbine kavuşmasıdır. Hz. Pir Efendimiz ‘Kulu Hak’tan ayıran her ne ise, o dünyadır.’ diyor. Bu itibarla Hak’tan gayrı olan her şey masivadır, dünyadır. Bunu beyanla, ehl-i dünyaya hitaben ‘Gayriyete, masivaya muhabbet etmen dünya ehli olmandandır, bu hal ve anlayıştan uzaklaş, gaflet uykusundan uyan.’ buyruluyor.
Her kulun ameli ecri sonunda

Verilir adına ukba dediler


Bir kul, bu alem-i şahadette her ne iş yapmış, ne amel işlemişse, bu amelleri onu ahirette karşılar. Eğer hayırlı ameller işlemişse, o ameller ahirette kulun cenneti olup onu rahatlatır ve mutlu eder. Eğer kötülük işlemişse, bunlar da kulun cehennemi olup, kulu rahatsız edip ona azap eder. Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri özetle: “Kulun kötü amelleri ahirette yılan, çıyan, hınzır vb. mahluk gibi suretlenerek ona eziyet ve azap eder. O kulun bu alemde sinsi olmak hali varsa ahirette yılan suretinde, kinci bir kimse ise domuz, taklitçi ise maymun gibi suretlerden azap görür. Eğer amel-i salih yani güzel işler işlemişse, o güzel işler o kula hizmet eder ve rahat ettirerek mutlu eder.” diyor.
Bunu beyanla Kur’an-ı Kerim’de: ‘O gün insanlar, yapıp ettikleri kendilerine gösterilsin diye kümeler halinde ortaya fırlayacaklardır. Artık kim bir zerre miktarı hayır üretmişse onu görür ve kim bir zerre miktarı şer üretmişse onu görür.’ (Zilzal, 6-8) buyrulur. Velhasıl bir kimse, bu imtihan aleminde işlemiş olduğu ameller mukabilinde alem-i ahirette azaba veya rahatlığa mazhar olacağına iman edip, nefsini cehennemden halas ederek amel cennetinin nimetlerine ulaşmak için kulluk yaparsa, onun bu haline ukba hali denir. Vesselam.


Sonu ecr-i hasen olsa bir işin

Onu işlemeye sevab dediler


Sevap, doğru demektir. Allah’ın, kulun işlemesinden razı olduğu cümle faaliyet ve işlerdir. Böyle işlerin sonunda kul, amel cenneti ecrine nail olur.
Sonunda seyyie olan bir işe

Onun da ismine günah dediler


Günah, Allah’ın kullarından yapmasını istediği emirlere uymamaktır. Haram ise, Allah’ın yasak ettiklerini kulun çiğneyip riayet etmemesidir. Günah ve haram olan işlerin sonu, kulu ahirette cehenneme muhatap eder.
Meyvesiz bahçeyi eyleme imar
Çektiğin zahmete heba dediler

Bir insanın bu alemde, yaratılışının yüce gayesine ulaşıp insan-ı kamil olması, kulluk bahçesinin en güzel meyvesidir. Gerek ehl-i dünya gerekse ehl-i ukba, kulun yaratılışının yüce gayesine ulaşamaz ve makam-ı insanı bulamazlar. Makam-ı insana kulu ulaştırmayıp, Rabbine kavuşmaktan alıkoyan tüm anlayış ve uğraşlar, hakikate göre zahmet olup, meyvesiz bahçe gibidir. Çünkü kulun yaratılışının yüce gayesine ulaşmaması kemalat olmayıp, eksikliktir. İnsanın gerçek kulluğu olan nefsinin ve cümle eşyanın hakikatine vakıf olup Rabbine vuslat etmesi ise kemalattır ve aynı zamanda kulun hürriyet ve kurtuluşudur. Kur’an-ı Kerim’de “Ve sabikun / ileri gidenler, hedefe varanlardır. İşte mukarribun/Allah’a yakın olanlar onlardır.”(Vakıa, 10-11) buyrulur.
Kulu, Rabbine vuslat hedefine vardırmayan hangi hal ve anlayış olursa olsun, onu kulluğun kemal ve marifetinden mahrum ettiğinden, bu alemdeki ömr-ü zamanını heba etmiş olur. Çünkü hadis-i şerifte “Dünya, ahiretin tarlasıdır. Ne ekerseniz onu biçersiniz.” buyruluyor.

İbadet kozunun kabın kırmadan

Ona da bir kuru dava dediler


‘İbadet kozunun kabının kırılması’ sözü: Bir kimsenin emr-i ilahiye uyup, yasaklarından kaçarak yaptığı kulluğun ve ibadetlerin hakikat-i mahiyetini araştırıp öğrenmeye çalışması, demektir. Mesela, Hadis-i şerifte “Namaz müminin miracıdır.” buyrulmuştur. Bu miraç nasıldır? Hac ibadetinde Allah’ın evini ziyaret ediyoruz. Peki, evin sahibini nasıl buluruz? Kelime-i şehadetin hakiki manasındaki şahitliğin, mahiyeti nedir?.. gibi. İşte bir kimse, kulluğunun ve ibadetlerinin şeklinde kalmayıp, hakikat-i mahiyetini dert eder de araştırırsa, o kimse bu araştırmayla; yaptığı ibadetlerin hakikatine erer ve yaratılışının kemali gayesine ulaşır. Fakat kul, ibadetlerini yapar da hakiki mahiyetini dert etmeyip araştırmazsa,  kulluğun kemalatına ulaşamaz.
Arifibillah Kemal Zurnacı Hazretleri, bir misalinde: “Ceviz - ki bazı yerlerde koz da denir - Çocuklar, cevizleri şakırdatıp sayarak çeşitli oyunlar oynarlar. Çocukların ceviz elde etmelerinin amacı, cevizin adet ve dışı ile oynamak içindir. Fakat yetişkin, olgun bir insan, cevizin içi ile meşgul olup ilgilenir. Cevizin kabuğunu kırar, içine bakar ve içiyle gıdalanıp lezzetlenir. Yetişkin, olgun insanın ceviz elde etmesinin amacı, cevizin içi içindir.” buyurmuşlardır.
İşte bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘İbadet kozunun/cevizinin kabuğunu kırmadan, yani ibadetini şekil ve dış suretiyle kayıtlayıp, yaptığı ibadetlerin hakikat-i mahiyetini araştırmamak kuru bir davadır.’ diyor. Çünkü şekil ve surette kalmak, o kimseyi kulluğun kemalat ve marifet gıdasından mahrum eder, vesselam.

Emraz-ı gafleti senden ref’etmek

Mürşidin telkini reva dediler


Kur’an’da “Rabbini içten yalvararak ve gizlice sesini yükseltmeden sabah akşam zikret, gafillerden olma.” (Araf, 205) “Benliğini / kendini sabah akşam Rabbinin yüzünü / vechini isteyerek ona yalvaranlarla beraber tut / ol. Eğreti dünya hayatının süsünü isteyerek, gözlerini onlardan kaydırıp uzaklaştırma ve sakın kalbini zikrimizden gafil koyduğumuz boş arzularına uymuş kişiye boyun eğme / uyma…” (Kehf , 28) buyrulur. Emraz-ı gaflet; gaflet hastalığı demektir. Ki, manevi hastalık olan gafletten kurtulmanın çaresi ve devası, mürşid-i kamili bulup, onun daim zikir uyanıklığı olan irşadına mazhar olmaktır. Çünkü zamanın hakikat davetçileri, kamil mürşidlerdir. Hz. Pir’in ilk halifelerinden Tikveş Kavadarlı Hacı Kadir Bey “Hiç kimse, insanlığını davetsiz açığa çıkaramaz.” buyurmuştur.
Katresin sen uzak olma bahirden
Bu’d-i firkat narı cehennem dediler

Katre, damla; bahr ise deniz demektir. Bu’d firkat narı ise, uzaklık ve ayrılık ateşi demektir. Hakk’ın kulda ve cümle eşyadaki mevcudiyeti deniz gibidir. Kul ise o denizde damla gibidir. Kulun, Hak mevcudiyetinden uzak kalıp, kendini ayrı zannetmesi cehalettir. Kulun Rabbine vuslat keyfiyeti ise, onun bu alemde dahil olunup ebediyen çıkılmayan irfan cennetidir. Kulun kendini Rabbinden uzak ve ayrı zannetmesi, kendisine zulümdür. Çünkü kul, Rabbinden ayrı kalsın diye yaratılmamıştır ve bunda Allah’ın rızası da yoktur. Çünkü kul Rabbinden ayrı kaldığı müddetçe, rahatsız ve cümle nispet varlığın esiri ve kölesi olur. Kulun hürriyeti ise, Rabbine kavuşmasıdır. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri:
‘Hakk’ın deniz gibi olan mevcudiyetinde sen damlasın. Damlanın kendini denizden ayrı zannetmesi gibi, ayrı olmadığın halde, cehaletle kendini Hakk’ın varlığından ayrı zannetmen. Seni Rabbine vuslattan yani irfan cennetinden alıkoyan, cehli cehennemindir.’ diyor. Ve devamla ‘Damlanın denizden gayrı olmadığına vakıf olup denize kavuşması gibi, senin de cümle eşya ve varlıkta mevcut olan Rabbine arif ve vasıl olman gerekir. Yoksa cehaletle Rabbinden ayrı ve uzak kaldığın müddetçe sen, kendine zulüm edip, rahatsız olursun ki, bu halin cehl-i cehennemdir.’ buyuruyor.

Arif ol seyreyle cemal-i yari

İlm u irfan zevkin cennet dediler


Bir kimse bugünkü cennet-ül irfana mazhar olmak isterse, mekteb-i irfana dahil olup zikr-i daim ve makamat-ı tevhid irfaniyetiyle arifibillah olması gerekir. Arif mazhar olduğu irfaniyetle Rabbinin cemalini / güzel yüzünü görür ve irfan cennetinden gıdalanıp, zevklenir. Vesselam.

Nokta-yı vahdeti şuhud eylemek

Birliğe yetmeye vuslat dediler

Nokta-yı vahdeti şuhud etmek ‘Bir’in noktasını görmek demektir. Daha evvelki beyitlerin açıklamasında beyan edildi ki; nokta, zat-ı ilahidir. Nasıl ki bütün harf ve şekiller noktadan meydana geliyorsa, işte bu görünen suretler ve cümle varlık alemi de, hep zat-ı ilahiden zuhur edip açığa çıkıyor. Yani bu suretlerin ve cümle varlık aleminin aslı Hakk’ın zat tekliğidir. Zat-ı ilahiye kul, ancak makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle vasıl olup kavuşabilir ki, bu beyan ediliyor.

Pekçe sarıl Fehmi ‘hablü-l metin’e

Çünkü sana bugün imam dediler


Kur’an-ı Kerim’de “va’tasimu bihablillahi cemi’a / Hepiniz Allah’ın ipine sımsıkı sarılın…” (Al-i İmran, 103) buyrulmuştur. Hablül metin; sağlam ip demektir ki, bu sağlam ip, Allah’ın ipidir. Ehl-i kemal, Allah’ın ipinin bir ucu kulda, diğer ucu ise Cenab-ı Hak’ta olmalıdır, demişlerdir. İşte insan-ı kamilin mazhar olduğu zikr-i daim ve makamat-ı tevhid keşfi irfaniyeti; hablül metin, yani sağlam iptir. Çünkü kul, zikr-i daim ve tevhid mertebelerinin irfaniyetiyle ancak yaratılışının yüce gayesine ulaşır ve Rabbine vuslat eder. Salikin, mürşid-i kamilin zikr-i daim ve makamat-ı tevhid telkinine pekçe, yani sıkıca sarılması gerekir. Çünkü Rabbine başka bir yoldan vasıl olup kavuşamaz. Salik olana her ne emredilmişse onu muhakkak yapmalı, her ne yasak edilmişse ondan kesinlikle kaçmalıdır. Mürşid dahi, kendinde emanet olan telkinin emir ve yasaklarına, ne eksik ne fazla kesinlikle riayet edip uymak zorundadır. Mürşidin kendisine emanet edilen telkini, ne eksiltmeye ne de fazlalaştırmaya yetki ve salahiyeti yoktur. Mürşid de telkine uyduğu müddetçe istifadelenir, uymadığı zaman ise telkinin kemalatından istifade edemeyip zarar eder.
Meslek-i Resul-ü Melamiye telkininin tasnifi, Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin şahsında, Hz. Resulullah tarafından yapılmıştır. Gerek salik, gerek mürşid bu telkine uymakla ancak kemale ulaşabildiğinden, ne eksilterek ne de fazlalaştırarak telkini değiştiremezler, değiştirmeye asla yanaşmazlar. Kamil olan bir mürşid ise, böyle bir şeye tevessül etmekten kesinlikle haya edip çekinir. Fakat maalesef, Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin Halifesi olduğunu söyleyen bazı nakıs mürşidler, Hz. Pir’in şahsında tasnif olan meslek-i Resul’ün telkin ve tarifine müdahalede bulunup, telkini kendi anlayışlarına göre eksiltiyor veya fazlalaştırıyorlar. Mesela bazıları; abdest, namaz, oruç vb. Allah emirlerini kaldırıp, telkin etmiyor. Kimisi, makamat-ı tevhidin şuhutlarını iptal ederek telkin etmiyor. Kimi ediyorsa da kendi anlayışına göre şuhutları tarif ediyor, kimi kalbi zikri telkin etmiyor, kimi sakallı ve takkeli olup şekil-suret düzmeyi marifet zannediyor. Bütün bu ve benzeri davranışlar, meslek-i Resule hizmet olmadığı gibi, ehl-i irfanın ve ehl-i kemalin hali değildir.
Zamanın mürşid-i kamili olup, irşadıyla etrafındakilere yol göstererek aydınlatmakla imam olan Fehmi Efendi Hazretleri, kendini muhatap ederek ‘Ey Fehmi, hablül metin olan sendeki zikr-i daim ve makamat-ı tevhid telkinine sımsıkı sarıl. Çünkü sen, zamanın imamısın, yol gösterici ve mürşidsin; kemalatının ve marifetinin devamı, ancak telkine kesinlikle riayetle mümkündür.’ diyor.

Hiç yorum yok: