12 Eylül 2011 Pazartesi

Salik rah-ı Hakk’a merdane gelsin

Salik rah-ı Hakk’a merdane gelsin
Yansın nar-ı aşka pervane gelsin

Salik, mürşid-i kamili bulmuş ve intisap etmiş olan kimse demektir. Rah-ı Hak ise, Cenab-ı Hakk’ın yolu demektir. Ki, bu yol zikr-i daim ve meratib-i tevhid yoludur. Nar-ı aşk, aşk-ı ilahi ateşidir. Pervane ise, ateşe ışığa cesaretle, fütursuzca kendini atan kelebek vb. dir. Merdane, mertçe demektir ki, içi dışı aynı olup, özü sözü bir olmaktır. Kamil bir mürşidin irşadı, insanın yaratılma gayesi olan, kulun kendinde ve cümle alemde mevcut olan Rabbine vuslat etmesidir. Bu irşad, vahyin denetiminde, Kur’an’la ayniyet içersinde, Allah’ın emirlerini tebliğden ibarettir. Eğer bir mürşidin irşadı böyle olmayıp, adetle tesbihat, şekil-suret düzmek, nazar etmek gibi olup, salikin siyasetine, maddiyatına hitap ediyorsa, o mürşidin irşadından irfaniyet ve kemalat hasıl olmaz. Bir salikin de, kamile ne için, hangi maksatla geldiğini bilip, bu konuda berrak olması lazımdır. Çünkü salik mürşid-i kamilin mazhariyetini bilirse, o zaman kamilin telkin ve irşadı, o salike fayda verir ve salik irşad olur. Bu itibarla salikin, yani kamile intisap edenin gayesi, Rabbine vuslat, yani yaratıcısına kavuşmaksa, ancak o zaman irşad hasıl olur ve salik Rabbine kavuşup kamil bir insan olur.
Bir kimse keramet veya şan-şöhret sahibi olmak gibi veya şu hastalığım geçsin, maddi işlerim düzelsin, siyaseten yükselip mevki makam elde edeyim vb. amaç ve niyetle mürşid-i kamile intisap ederse, böyle bir kimsede irşad hasıl olmaz ve o salik kamil bir insan olamaz. Bu itibarla salik olan kimse, doğru dürüst, içi ve dışı bir olup Hak yolunda ne aradığını bilmesi gerekir. Eğer aradığı, Rabbine vuslat kulluğu ise bu uğurda ilahi aşka cesaretle, fütursuzca dalması gerekir. Buyruluyor.

O varlık şehrine aşk askerini
Yağmaya saldır ki virane gelsin

Eskiden düşmana ait bir kale veya şehir, asker tarafından fethedilince ganimet olarak yağmalanırdı. Daim zikir uyanıklığından ve tevhid-i hakiki irfaniyetinden mahrum olan herkesin, gaflet ve cehaletten oluşan gayriyet muhabbeti ve anlayışları vardır. Bunlar kişinin salik olup, zikr-i daim ve aşk mertebeleri olan tevhid-i ef’al, tevhid-i sıfat irfaniyetine mazhar olmasıyla ancak yok olur ve yerine Allah aşkı hakim olur. Tevhid-i hakiki irfaniyetiyle, aşk mertebelerinin telkinine mazhar olmuş olan aşığa hitaben: ‘Sen de mekteb-i irfanda zikr-i daim uyanıklığına ve aşk mertebelerinin irşadına ulaşarak, ehl-i aşkın ve ehl-i kemalin sohbetine mazhar oldun. Mazhar olduğun irfaniyetle ilahi aşk askerini, gaflet, cehalet ve zanlardan oluşan nispet varlık şehrine saldırt ki cümle gayriyeti fethetsinler, nispet varlığını viran edip yağmalasınlar.’ Buyruluyor.

Gönül kalesinde tevhid topunu
Kur düşmana karşı uslana gelsin

Kur’an-ı Kerim’de “Allah’a şirk koşma. Çünkü Allah’a şirk koşmak, gerçekten büyük bir zulümdür.” (Lokman, 13) Başka bir ayette ise “Şirkten başka olan günahı affedebilirim, şirki affetmem.” (Nisa, 48,116) buyrulmuştur. Kulun en büyük düşmanı, affedilmeyen günah olan şirktir. Şirk ise, iki türlü olup, birisi açık şirktir, diğeri gizli şirktir. Açık şirkin çaresi, kelime-yi tevhidi kalb ile tasdik, dil ile ikrar etmektir. Bu aynı zamanda şeriatın tevhididir. Gizli şirk ise, şeriat tevhidiyle mümin olanın, tevhidin hakikatinden gaflet etmesiyle oluşan şirkidir. Bu itibarla Hz. Resulullah Efendimiz ‘Ben ümmetimin gizli şirkinden korkarım.’ Diyor. İşte müminin en büyük düşmanı olan gizli şirkin çaresi, tevhid-i hakiki irfaniyetidir. Her kim ki meratib-i tevhid müşahedesiyle, fenafillah irfaniyetine ulaşırsa, ancak o kul arif ve kamil olup, gizli şirkten kurtulur. Onun müşahedesinde, zat-ı ilahi mevcudiyetinden gayrı bir varlık olmaz. Bunu beyanla ‘Gönlüne meratib-i tevhidin irfaniyet topunu yerleştir, o zaman en büyük düşmanın olan gizli şirkten kurtulursun.’ demektir.

Sadakat tablını çaldır şehrine
Hidayet askeri seyrana gelsin

Sadakat tablı, sıtkıyet davulu demektir. Meslek-i Resul’e dahil olan ihvanın, telkinin bütününe muhakkak sadık olması gerekir ki, ancak o zaman meslek-i Resul irşadı hasıl olur. Sıtkıyet, makam itibariyle ise, kurb-u feraiz, yani farz yakınlık mertebesi olan halkı batında, Hakk’ı zahirinde müşahede etmektir. Bunu beyanla ‘Sıtkıyet mertebesinin halkı batında, Hakk’ı ise zahirinde müşahede etmek hidayetinin askeri olan irfaniyet, seni ziyaret edip, kulluğunda, makam-ı sıdkıyetin davulu çalınsın, yani bu mertebenin ruhaniyeti galip olsun.’ buyruluyor.
İsrafil surunu can kulağına
Nefheyle uyansın cevlane gelsin

İsrafil, melektir, vazifesi ise sura üflemektir. Birinci sura üflediğinde kıyamet kopar, yeryüzünde hiç bir canlı kalmaz, herkes berzah alemine intikal edip orada haşr olur, yani toplanır. İkinci defa sura üflediğinde ise, o sesle herkes beka yurdu olan ahirete intikal edip, ahirette dirilerek orada ebediyen yaşar. Hakikat ve hikmet itibariyle ise, İsrafil’in suru birinci üflemesi, mürşid-i kamilin telkin ve irşadıyla ihvanın Hak’ta haşr olmasıdır. Yani ihvanın makam-ı ruh keşfine mazhar olmasıdır. İsrafil’in suru ikinci üflemesi ise, ihvanın kamilin telkiniyle kurb-u nevafil, yani Hakk’a nafile yakınlığına ulaşmasıdır. Çünkü ihvan, nevafil yakınlığında Hakk’ı batında, halkı ise zahirinde müşahede eder. Bu müşahedede halk, Hakk’ın kendi zuhurudur, halk olan varlıklar vahdetin kesretidir. Bu itibarla cümle halkı ve alemleri, Hakk’ın kendi vahdetinden açığa çıkan kesret meydana getirir. Ki, bu vahdetin kesreti olan halk, Hakk’ın kesret yüzü ve zuhuru olduğundan ebedidir. Hangi ihvan bu irfaniyete ulaşırsa halkla beraber olur, fakat onun halkla oluşu ona gayriyet olup onu Hak’tan ayırmaz. Bu itibarla Beyazıt Bestami Hazretleri ‘Ben 30 sene Hak’la konuştum; halk ise, beni halkla konuştum zannetti.’ buyurmuştur. Bunu beyanla ‘Mürşid-i kamilin himmet ve irşadıyla, kurb-u nevafil makamına ulaş, vahdetin kesreti olan keşf-i irfaniyetle dirilerek Hakk’a kulluk yap, cevlanın bu olsun, yani kulluğun bu marifetle olsun.’ buyruluyor.

Gönül sarayına eyle münevver
Hazret-i Süleyman mihmane gelsin

Saray, padişahların, sultanların yaşadığı mekandır. Gönül sarayı ise, alemlerin padişahının, yani Cenab-ı Hakk’ın mekanı olan mümin’in kalbidir. Çünkü Cenab-ı Hak, kudsi hadiste ‘Ben yerlere ve göklere sığmam. Ancak mümin kulumun kalbine sığarım.’ diyor.
Hz. Süleyman, hem peygamber hem de padişahtı. Cenab-ı Hak kendisine, hiç bir kuluna vermediği bir zenginlik verdi. Şehrinin kaldırım taşları dahi altındandı. Kuşlara, rüzgara ve cinlere de hükmederdi. Mana ve hikmet itibariyle ise, mülk-ü Süleyman zenginliği, kamil bir imanla mümin olan kulun kalbinde “O, evvel / ilk, ahir / son, zahir / açık ve batın / gizlidir…” (Hadid, 3) ayetinin sırrıyla, Hakk’ın tecelli edip, kamil imanla mümin olan kulun kalbine sığması ve onun gönlünde zahir olmasıdır. İşte, hangi kulun gönlü böyle bir kemalat ve marifete mazhar olursa, latif ve kesif, yani görünen ve görünmeyen cümle tecellileri kemalatla tanıyarak hükmeder. Böyle bir kemalata ihvan, ancak kalb mertebesinin irşadıyla ulaşabilir ki, kalb ve gönül aynıdır. Bunu beyanla ‘Hakk’ın sarayı olan gönlünü makam-ı kalb marifetiyle öyle bir aydınlat ki, Hz. Süleyman’ın hükümdarlığı gibi bir kemalat, marifet zenginliğiyle, görünen ve görünmeyen cümle tecellilere hükmeden bir kulluk, sana misafir olsun.’ demektir.
Fehmi rah-ı aşkı etti aşikar
Salik olan canlar irfane gelsin

Rah-ı aşk, aşk yolu demektir. Bu yol; aşığı maşukuna, yani Rabbine kavuşturup, kulun Rabbiyle beka, ebediyet bulmasının yoludur. Cenab-ı Hak, heryerde ve zamanda mertebeleriyle zahir ve mevcuttur. Kulun bu mertebelerde mevcut olan Rabbini görmesi, zamanın mürşid-i kamilinin irşadı olan zikr-i daim ve meratib-i ilahi keşfi irfaniyetine ulaşmasıyla mümkündür. Bu itibarla zamanın kamil mürşidi olan Fehmi Efendi Hazretleri ‘Kulu Rabbine kavuşturup beka bulduracak olan ilahi aşk yolunu apaçık tarif ettim. Salikler, ihvanlar dikkat edip, bu aşk yolu mertebelerinin ruhaniyetine ve irfaniyetine ulaşıp, arif ve kamil olsunlar.’ buyuruyor.

Hiç yorum yok: