10 Eylül 2011 Cumartesi

Yoktan geldim dünyaya

Yoktan geldim dünyaya
Bir beş on gün seyrana
Seyran nedir bilmedim
Gafil bulunup kaldım

Cenab-ı Hak, kendi zat-ı ehadiyetinde, teklikte iken; tecelli ederek, cümle alem-i kesreti yani çokluk alemini yarattı. Bu kesret / çokluk aleminde, yaratıcısını yani Rabbini bilip, Rabbine kulluk etsin ve O’na kavuşsun diye insanı yarattı. İşte kulun halkiyetinin nihai amacı ve seyranı budur. Yani kulun Rabbine kavuşup, hep O‘nu seyretmesidir.
Bir kimsenin, yaradılışının yüce gayesini bilmemesi ve Rabbine kavuşup, O‘nu müşahededen uzak kalması ise, kulun en büyük gafletidir. Bu gafletin en büyük gaflet olmasının sebebi, kulun bu alemdeki Rabbini müşahade edememe gafletinin, alem-i berzahta, alem-i ahirette ve cümle alemlerde ebediyen devam etmesindendir. Bu itibarla Kur’an’da “Bu dünyada kör olan ahirette de kördür.” (İsra, 72) buyrulmuştur.

Tanrı birdir anladım
Hak Muhammed belledim
Gayba iman eyledim
Taklit eyleyip kaldım

Bir kimse, kelime-i şehadet ki “Eşhedü en Lailaheillallah ve eşhedü enne Muhammeden abduhu ve rasuluhu” yani “Ben şahidim, Allah’tan başka ilah yoktur, şahidim ki Hz. Muhammed Allah’ın elçisi ve kuludur.” Kelimesine; kalbiyle inanıp diliyle ikrar ederse, o kimse Müslüman olup, İslam’a dahil olmuş olur.
Fakat böyle bir Müslümanın imanı, taklittir. Anasını, babasını, hocasını vs. taklit ederek Hakk’ı mevhumda zanneder. Îman-ı taklit, bir hüsnü zandır. Yani iyi bir zandır. Kur’an-ı Kerim’de “…ve gerçekten zan, Hak’tan yana hiç bir fayda vermez.” (Necm, 28) Başka bir ayette ise “Onlar zandan başka hiç bir şeye uymuyorlar. Doğrusu da şu ki, zan Hak’tan hiç bir şey ifade etmez…” (Yunus, 36) buyrulmuştur. İman-ı taklitten iman-ı hakikiye terakki edip yükselemeyen bir kimse, bu alemdeki halkiyetinin amaç ve gayesine eremez ve makam-ı insanı bulup insan-ı kamil olamaz. Vesselam.


Dünyayı attım arkaya
Gönül verdim ukbaya
Cennet için duaya
Elim kaldırıp kaldım

Her kul, bu imtihan aleminde yiyip içer ve lezzetlenir. Çoluğuna çocuğuna, aile ve akrabalarına muhabbet duyar, tabiattan aldığı bu beşeri haz ve lezzetlerden doğal olarak tat alır. İşte nefsine tatlı gelen bu ve benzeri her türlü lezzetlerle kul, ahirette de beraber olmak isterse ve kulluğunu bu şuur ve anlayışla yaparsa, o kimse ehl-i ukbadır. Ehl-i ukba olan kimse, yaptığı her türlü kulluk ve ibadetin karşılığında, alem-i ahirette cehennem ateşinden uzak olup, amel cenneti nimetleriyle, nefsini bu alemde tattığı lezzetlerle lezzetlendirmek beklentisi içinde olur. İşte böyle bir anlayışla kulluk yapan kimse, Cenab-ı Hakk’ın emirlerini yapar da yasaklarından kaçarsa, bu haliyle nefsini cehennem azabından korur ve amel cennetinde salih amelleri karşılığında nefsini lezzetlendirir, fakat onun bu hali de onu yaradılışının yüce amacı olan Rabbın müşahadesine ulaştırmaz, vesselam.

Cennetteki huriler
Hep bakire dururlar
Bir gün bana verirler
Gönül eyleyip kaldım

Daha evvelki beytin açıklamasında izah edildi. Cennüt’ül amel nimetleriyle nefsini lezzetlendirmek istek ve arzusu, ilm-i şeriat çerçevesinde meşrudur. Fakat böyle bir anlayış, o kimseyi kulluğun yüce gayesine götürmez ve kulu Rabbine kavuşturmaz. Böyle bir anlayıştaki kimse, Rabbine vasıl olup, onu müşahade etmekten hasıl olan keyfiyet ve kemalattan mahrum kalır.

Cennet zevki pek hoştur
Surette kalan boştur
Sirete yol bulmadım
Dağlar dolaşıp kaldım

Suret, kulun kendine ve aleme nispet ettiği cümle varlıklar ve eşyadır. Siret ise, kendimizin ve cümle varlığın iç yüzüdür. Hz. Peygamber Efendimiz “Ey Allah’ım, bana bu eşyanın iç yüzünü bildir.” buyurmuştur. Eşya, görünen varlıklardır. Cümle varlıkların ve kendi varlığımızın iç yüzü Hak varlığıdır ki, bu hadis-i şerif bize, bu hakikati araştırmamızı ve Hakk’ı bulup ona kavuşmamızı tembih ediyor.
Bu itibarla Cenab-ı Hakk’ın varlığı, bu cümle eşyanın ve suret varlığımızın siretidir, yani iç yüzüdür. Bu hakikate ulaşmanın yolu ise, daim zikir uyanıklığı ve makamat-ı tevhidin irfaniyet yoludur. Her kim, zikr-i daim ve tevhidin irfaniyetine eremezse, bu suretlerde, yani cehaletle kendinin ve alemin var zannettiği, nispet varlık ve benlik dağlarında dolaşıp durur. Hakikati bulamaz ve eşyanın aslı olan Hakk’a kavuşamaz.

Cennet bugün göktedir
Zevki yüksek yerdedir
Ben karanlık bir yerde
Yolu şaşırıp kaldım

Kur’an-ı Kerim’de “Ey emin ve mutmain olan nefs! Sen ondan razı, o da senden razı olarak Rabbine dön. Has kullarımın arasına dahil ol. Onlarla beraber cennetime gir.” (Fecr, 27-30) Buyruluyor. Bu ilahi beyanda bahsedilen cennet, kulun bu alemde girebileceği cennet-ül irfan dır. Bu konuda Niyazi Mısri Hazretleri:

Bu günkü cennet-i irfana dahil olsalar uşşak,
Yarınki vaad olan huri ve gılmanı neylerler

Diyerek, bizlere cennet-ül irfana bu alemde dahil olup zevklenmemizi beyan ediyor. Beyitte geçen ‘cennet bugün göktedir’ ifadesinden maksat, irfan cennetidir. Ona bu alemde dahil olunur. Gök, ulviyettir ve kulun yükselerek ruha mensup olmasıdır. Ruh gayriyet iktiza etmez, birliği ve vahdeti icap eder. Bir kul, ancak vahdete ulaşıp Rabbine vuslat etmesiyle cennet-i irfana dahil olur. Bunu beyanla “Bu günkü dahil olunacak olan cennet-i irfana giremedim, beni oraya götürecek, yükseltecek olan zikr-i daim ve tevhid-i hakiki irfaniyetine ulaşamayıp, o yüce marifetin zevkinden mahrum olarak, cehalet karanlığı içinde şaşırdım kaldım.” demektir.

Aşık oldum cennete
Ermedim ol devlete
Fehmi gibi üftade
Kuru sevdada kaldım

Her kim ki ehl-i ukbadır, bu hal; onu kulluğunun kemaline, yani yaratılışının yüce gayesi olan Rabbini bulmaya ve Rabbine kavuşmaya götürmez. Ehl-i ukbanın hali, onu bu alemde Rabbine kavuşması gibi bir kıymetli makam ve devletten mahrum eder. Bu itibarla kulun aşk ve sevdası, Allah’a olmayıp eğer muhabbetullahın gayrisi ise, nefsini amel cenneti nimetlerinden lezzetlendirme sevdası da dahil, hepsi kuru sevdadır. Çünkü bu sevgilerin kuru sevda olması, kulu gayriyetle sınırlayıp yaradılışının yüce maksadına, yani Rabbine vasıl etmemesindendir. Vesselam.


Hiç yorum yok: