12 Eylül 2011 Pazartesi

Mest ü medhuş olmuşum ben aşık-ı biçareyim

Mest ü medhuş olmuşum ben aşık-ı biçareyim

Dertliyim derdim içinde arzu-yu dermaneyim


Aşık olanın çaresi hiç bir yerde bulunmaz. Onun çaresi, illaki maşukudur, ilahi sevgilidir. Dertlinin isteği, arzusu da illaki derdine dermandır. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Allah aşkı ile sarhoş, mest olup kendimden geçtim. Fakat derd-i ilahiye de mazhar olup, dert içinde kaldım ve derdime derman arıyorum.” diyor.
Meleklerde aşk vardır, fakat dert yoktur. İnsan ise, hem aşka hem de derde mazhardır. İşte insanın melekten üstünlüğü, dertli olabilmesidir ki, dert insana terakkiyet getirir. Meleklerde dert olmadığı için terakki edemezler. Onun için melekler, emir ve yasaklarla mükellef değildirler. Melekler kendilerine sadece emredileni yaparlar ve o emri yapmamayı bilmezler, kuvva mazharıdırlar. İnsan ise hem emre, hem de yasağa muhatap olduğundan, emir ve yasakla mükelleftir.
İşte insan, bu dertlenebilme mazhariyetiyle terakki ederek yükselir de, meleklerden üstün olur. Alçalarak, hayvanlardan aşağı da olabilir. Velhasıl bir kulu hayvanlıktan kurtaran Allah aşkıdır, meleklerden ileri götüren ise Allah derdidir. Çünkü dertli olan araştırır, sorar ve çareyi bulur. Yani derd-i ilahi, dertliyi arzu ettiği derman-ı ilahiye götürür. Vesselam.

Dün ü günü asker-i aşk  davet ettim haneme

Yağma oldu hep imaret şimdi ben uryaneyim


Aşk askeri, aşığın aşk-ı ilahi ile ulaştığı hidayet yüklü marifetidir. Allah aşkı kulu, Allah hakkındaki cehalet ve zanlardan oluşan, sağlam kale gibi anlayışlardan kurtarıp, ilahi sevgiliye götürüp kavuşturur. Kulun kendi varlığını Hak’tan ayrı zannetmesi onun imaretidir. Bu cehalet ve zanların oluşturduğu kale gibi olan imaret, aşk-ı ilahinin kulu ulaştırdığı hidayet marifetiyle yağma olup, hep dağılır. Yani aşığın fenafillah keşfi irfaniyetiyle cümle nispet varlıklardan soyunarak, üryan olup, kendine nispetle varlığının kalmamasıdır. Allahualem.

Aşıkım aşka giriftar yanarım her subh u şam
Terk edip mal ü menali bir aceb viraneyim

Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi Hazretleri “Kulu Hak’tan ayıran gayriyet muhabbeti, üç esas üzeredir: Bunların birincisi; mal, mülk sevgisidir. İkincisi, aile efradı, ev halkı, çoluk çocuk sevgisidir. Üçüncüsü; can sevgisidir.” diyor. İşte bu muhabbetler kulda gayriyet ve masivayı oluşturur ve kulu Rabbinden ayırır.
Fakat her kim ki, aşk-ı ilahiye mazhar olursa, o kulda, onu Rabbinden ayıran gayriyet, masiva muhabbeti kalmaz. Onun muhabbeti, aşkı Allah’a olur ki, böyle bir aşk, kulu mal mülk, evlad-ı iyal ve nispet varlık olan can sevgisinden uzaklaştırır da o aşık, ilahi sevgiliden başkasına muhabbet etmez. Böylece ilahi aşk kulun, gayriyet, masiva olan nispet varlığını virane yapar, vesselam. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Aşk-ı ilahiye mazhar olduğumdan beri, gece ve gündüz ilahi sevgilinin aşkıyla yanıyorum, mal u menal olan gayriyeti terk ettim de nispet varlığım viran oldu.” diyor.

Ta ezelden döndü kaldı üstüme bu aşk benim

Yıktı varlık şehrini baştan başa viraneyim


Cenab-ı Hak kudsi hadiste “Bilinmekliğimi muhabbet ettim ve halkı halk ettim / yarattım.” diyor. Bu itibarla her kulun ezelinde, yani yaratılışında muhabbetullah, Allah aşkı vardır. Kul, ancak yaradılışından mazhar olduğu bu aşkla, yaratanını, yani Hakk’ı bulup da O’na kavuşabilir. Fakat kul, Rabbine arif olmak olan yaradılış maksadından uzaklaşır da, mazhar olduğu bu aşkla Rabbine vuslat aramazsa, onun muhabbeti daima masivaya, gayriyete olur. Bu itibarla, herkes muhakkak bir şeyi sever. Kimi mala, kimi karşı cinse, kimi tabiata, kimi güzel sanatlara, spora vb. muhabbetini, aşkını sarf ederek harcar. Kulun her bir meşguliyetinin temelinde muhakkak muhabbet, aşk vardır. Halbuki kulda yaratılışından, yani ezelinden var olan aşk ve muhabbet, kulun yaratıcısını yani Rabbini bulup, O’na kavuşması içindir.
İşte her kim ki, ta ezelden, yani yaratılışından beri kendinde var olan muhabbetle, kamil bir mürşid bulur da onun irşadı olan zikr-i daim ve makamat-ı tevhid keşfi marifetiyle şereflenirse, o kulun muhabbeti muhabbetullah, aşkı ise ilahi aşk olur. İlahi aşkla şereflenen kulun ise gayriyeti kalmayıp, nispet varlığı baştanbaşa yıkılır, viran olur. Allahualem.

Maşukun gamze-i çeşminden dokundu bir kabes
Yaktı kül etti vücudum sanki bir pervaneyim

“Maşukum, ilahi sevgilim bana göz kırptı. Öyle bir tecelli etti ki, pervanenin ateşte yanıp kül olması gibi, nispet vücut varlığımı yakıp kül etti.” demekle, Fehmi Efendi Hazretleri; fenafillah keşfi marifetine ulaşıp, fena-yı tam zevkine mazhar olduğunu beyan ediyor.

Yana yana aşk oduyla külli pürnur olmuşum

Cism-i sadeften içeri gizli bir dürdaneyim


Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri:
“Aşkın üç mertebesi vardır: Birincisi aşk, ikincisi vahle, üçüncüsü ise heymandır. Bir kimse maşukuna zerresine varıncaya kadar teveccüh eder, yönelirse o hale aşk, o halin sahibine de aşık denir. Bir kimse maşukuna zerresine varıncaya kadar teveccüh ettikten sonra kendinden geçerse, ona vahle denir. Bir kimse zerresine varıncaya kadar maşukuna teveccüh ettikten sonra, kendinden geçip, maşukunu kendinde müşahede ederse, ona heyman denilir.” buyurmuştur.
İşte Fehmi Efendi Hazretleri “Aşk ateşiyle yandım, nispet varlığım kalmayıp fena buldu ve yokluğumda zahir olan ilahi sevgilinin tecellisiyle baştan başa nura gark oldum.” Diyor ve devamla “Cisim, sedef varlığımda, yani suretimdeki kıymeti eşsiz olan değer ve kıymetim, ilahi sevgilinin güzelliğinin ışığı ve parıldamasıdır.” buyuruyor. Çünkü kamilin nispet varlığı olmadığından, o Hakk’ın kemal zuhuruna mazhar olur ki, onu kıymetlendiren bu mazhariyetidir.
Allah, her şeyi en iyi bilendir.

Cümle alem halkı bunda bilmediler sırrımı
Talibi aklın verasında gezip seyraneyim

Hz. Pir “Akl-ı maaş, akl-ı mead, akl-ı kül / akl-ı kamil olmak üzere aklın üç mertebesi vardır.” buyurmuşlardır.
Akl-ı maaş, dünyaya yönelik olan akıldır ki, akl-ı maaş olan kimse, hep dünya menfaatini gözetir. Akl-ı mead ise, ahirete yönelik olan akıldır ki, o daima ahireti gözetir. Bir iş yaparken, haram mı, helal mi ona dikkat eder. Çünkü onun kulluk gayesi, nefsini cehennemden uzak tutarak, amel cennetinin nimetleriyle lezzetlendirmektir. Akl-ı kül ise, ehl-i kemalin aklıdır ki, akl-ı kül mazharı olan emr-i ilahiye riayet eder, yasaklardan kaçar, şeriat ahkamına kesinlikle uyar.
Fakat onun nazarında Hak’tan gayrı olmaz, o hep Hakk’ı müşahede eder ve hep Hak’ladır. İşte akl-ı maaş olan ehl-i dünya ve akl-ı mead olan ehl-i ukba; ehl-i kemalin bu sırrı marifetini, bilir mi? Bilmez. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “Aklın maverasında, yani akl-ı maaş ve akl-ı mead olan halkın ulaşamadığı bir marifet ve sırra mazhar oldum ki, onlar benim bu sırrımı bilemediler.” diyor.



Hiç yorum yok: