17 Eylül 2011 Cumartesi

Yüzüm tuttum sana ya Hazreti Pir

Yüzüm tuttum sana ya Hazreti Pir

Bu can kurban sana ya Hazreti Pir


Hz. Pir, 19. yüzyıl sonlarında vefat eden, 20. yüzyıl müceddidi / yenileyicisi olan Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleridir.
Müceddid / yenileyici kimdir? Asr-ı saadette Hz. Resulullah Efendimize bazı sahabeler “Ya Resulullah, makamat-ı seyr-i süluk telkinini yazıyla kaydedelim, çünkü eksiltmeler ve ilavelerle telkinin aslı kalmayacak.” dediler. Hz. Resulullah bu öneriyi kabul etmeyip, cevaben: “Her yüzyılda bir müceddid / yenileyici gelecek ve seyr-i süluk telkinini yenileyecektir.” buyurmuşlardır. Kur’an-ı Kerim’de ise “Biz sana tekrarlanan yedi ayeti ve şu büyük Kur’an’ı verdik.” (Hicr, 87) buyrulur. Bu ayette bahsedilen “tekrarlanan yedi ayet” müceddidlerin yeniledikleri seyr-i sülukun yedi mertebesi olup, meslek-i Resul telkin ve irşadıyla tüm zamanlardaki tekrarıdır.
Hz. Adem’den zamanımıza kadar cümle peygamberler ve insan-ı kamil olan veliler, tekrarlanan yedi ayete mazhar olmuşlardır ve olmaktadır. Peygamberlik, Hz. Muhammed (sav)’in zuhuruyla son bulmuştur. Hz. Resulullah, ahir zaman / son zaman peygamberidir. Her peygamberin ümmeti, kendi peygamberliğiyle kendisinden sonra gelecek peygamber arasındaki zaman diliminde yaşayan tüm insanlardır. Ahir zaman ise, Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğiyle başlayıp kıyamete kadar olan zamandır. Hz. Resulullah’tan sonra peygamber gelmeyeceğinden, asr-ı saadetten kıyamete kadar yaşamış, yaşayan ve yaşayacak olan tüm insanlar, Hz. Muhammed ümmetidir. Bu itibarla kıyamete kadar tüm insanlık Hz. Resulullah’ın tebliğ ve davetine muhtaçtır. Hz. Resulullah’ın tebliğ ve telkini olmadan hiç bir kimse yaratılışının yüce amacına ulaşamadığı gibi, Allah’a layıkıyla kulluk yapamaz ve insan-ı kamil olamaz.
Hz. Muhammed (sav)’in Peygamberliğiyle tamamlanan İslam dininin iki yönü vardır: Biri zahir, yani açık / dış yönüdür ki, bunun tebliği ulema-yı zahir tarafından, alenen cümle ümmet-i Muhammed’e yapılmaktadır. Dinin zahiriyle kulluk yapanlar, Kur’an’ın açık hükümleriyle meşgul olurlar. İslam dininin bir de batın / iç yönü vardır ki, ilmi ledün / ilm-i tevhid irfaniyetiyle ehl-i hakikat olanlar, Kur’an’ın açık hükümlerine uymakla beraber “tekrarlanan yedi ayetle” meşgul olurlar. 
İşte bu tekrarlanan yedi ayet, son peygamber olan Hz. Muhammed (sav)’den sonra, insan-ı kamil olan veliler tarafından meslek-i Resul seyr-i süluku olarak tebliğ ve telkin edilmiştir ve edilmektedir. Her asırda, yani her yüz yılda zuhur eden müceddid tarafından yenilenen “tekrarlanan yedi ayet” meslek-i Resul telkin ve irşadı olarak halen devam etmektedir ve kıyamete kadar devam edecektir.
Bu asrın müceddidi, Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleridir. Her zamanın müceddidi bizzat Hz. Resulullah Efendimizden seyr-i süluk görerek irşad olur. Bu itibarla her zamanın müceddid ve piri, Hz. Resulullah Efendimizin halifesi ve varisidir. İşte Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin şahsında tasnif olan meslek-i Resul-ü Melamiyye telkini, bizzat Hz. Resulullah’ın telkin ve tarifidir. Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin zuhurundan sonra, onun şahsında tasnif olan meslek-i Resul’de her kim salik olup “tekrarlanan yedi ayet” olan makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle irşad olursa, ancak o kimse kulluğun kemaline ulaşıp insan-ı kamil olur.
Her peygamber, kendi devr-i zamanında yapmış olduğu tebliğle kendisinden evvelki cümle peygamberleri tasdik eder. Çünkü onun tebliği ve irşadı kendisinden evvelki cümle peygamberlerin irşad ve mesajını kapsadığından, bir kimse zamanın peygamberine iman etmekle, aynı zamanda cümle peygamberlerin tebliğ ve irşadına iman edip kabul etmiş olur. Fakat bazıları çıkıp; ben bu zamandaki peygambere değil de geçmiş zamandaki bir peygambere inanırım derse, o kimse ehl-i kitap gibi yanılıp, küfre düşer. Böyleleri zamanın peygamberinin irşadında, geçmiş cümle peygamberlerin tebliğinin mevcut olmasından gaflet etmekle, zamanın peygamberini inkar ederek kafir ve müşrik olur. Fakat her kim, zamanın peygamberine tabi olup ona inanırsa, cümle peygamberlerin tebliğini içeren nübüvvet irşadıyla, tevhid dininin mümini olur.
Çünkü Peygamber Efendimiz, Tevrat okuyan Hz. Ömer’e hitaben “Musa kardeşim sağ olsaydı, bana tabi olurdu.” buyurmuştur. İşte bu itibarla, her zamanda ve bugün dahi bir kimse zamanın piri, müceddidi olan velinin telkin ve irşadına mazhar olmaz da, ben geçmişte, yüzyıllarca evvel yaşamış olan falanca veliye tabiyim veya filanca geçmiş kamilin yolundan gidiyorum anlayışıyla kulluk yaparsa, böyle bir kimse, İslam dininin ledünni / batın hakikatinden mahrum kalır ve yaratılışının yüce gayesine ulaşıp insan-ı kamil olamaz. Böylece geçmiş cümle pirlerin tebliğ ve telkini olan ‘tekrarlanan yedi ayet’in seyri sülukundan ve irşadından mahrum olur.
Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Zamanın piri, müceddidi olan Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin şahsında tasnif olan meslek-i Resul’e dahil oldum, cümle peygamberlerde ve insan-ı kamil olan velilerde tekrarlanan yedi ayetin irfaniyetine, zamanın müceddid olan Hz. Pir’in irşadıyla ulaştım. Yönümü, yüzümü zamanın pir’inden başkasına çevirmem. Senin zuhurundaki irfaniyet ve kemalata boyun eğdim, canım sana fedadır, ey Hz. Pir!’ buyuruyor.
  
Visalin gülüne divaneyim ben
Hu deyip gezerim ya Hazreti Pir

Senin şahsında zahir olan hidayet-i Nur-u Muhammed’in tutkunu ve divanesiyim, Amacım daima Nur-u Muhammed mazharı olan bir kulluktur. Bu mazhariyetle Hakk’ın zatına gark oldum. Gayb-ı mutlak hüviyet olan zat-ı ilahiye vuslat zevk ve sarhoşluğuyla, Hu deyip gezerim, ey Hz. Pir! Demektir.

Cemalin nuruna pervaneyim ben
Yakarım sinemi ya Hazreti Pir

Cemal, Cenab-ı Hakk’ın ana isimlerindendir ve Hakk’ın güzel yüzü demektir. Cemal nuru olan güzel yüz, ancak hidayet mazhariyetiyle açığa çıkar. Hidayetin baş mazharı, Hz. Muhammed (sav)’dir. Onun temsilcileri ise, Hz. Resulullah’ın varisi ve halifesi olan Hz. Pir ve Hz. Pir’in halifesi olan mürşid-i kamildir ve alimlerdir. Bu itibarla Fehmi Efendi Hazretleri ‘Senin varis-i Resul mazhariyetinle açığa çıkan Hakk’ın cemal aydınlığına, pervane gibi tereddütsüzüm fütursuzum, benim gönlüm sinem, o güzel yüz olan, cemalin hasret-i aşkıyla yanar, ey Hz. Pir.’ diyor.

Yanarım aşkınla nar-ı suzanda

Şikayet eylemem ya Hazreti Pir


Ey Hz. Pir! Senin hidayet-i zuhurun olan irşadla benim nisbet varlığım yandı, kalmadı. Senin irşadının aşığıyım ve bu halimden asla şikayet etmem.

‘İzheb’ emrinden sen geldin davete
Şanındır şefaat ya Hazreti Pir

Peygamberlik üçtür: Birincisi nebiler, ikincisi resuller, üçüncüsü ise ululazim peygamberlerdir. Nebi peygamberler, her zamanda çok olurlardı; bir aileden birkaç kişi aynı zamanda nebi olabildiği gibi, bir şehirde birden çok nebi olabilirdi. Bu itibarla var olduğu rivayet edilen 124 bin peygamber, bu nebi peygamberlerle beraberdir. Nebiler, peygamberliklerini açıkça ilan etmezler. Ancak kendisine müracaat edip tabi olanlara, tebligatta bulunurlardı. Resul peygamberler ise, hem nebi hem de resuldür. Bunlar az olurlar, yüzyılda bir gelen peygamberler de, resul peygamberlerdendir. Resuller peygamberliklerini açıkça ilan edip, halkı davet ederler. Kendisinden evvel kitap ve şeriat getiren ululazim peygamberin kitap ve şeriatına tabi olarak peygamberlik yaparlar ve gerektiğinde savaş dahi ederlerdi. Ululazim peygamberler ise, hem nebi, hem resul olup, kendisine kitap ve şeriat verilen peygamberlerdir. Bunlar; Hz. Nuh,  Hz. İbrahim, Hz. Musa, Hz. İsa ve Hz. Muhammed (sav) gibi olan peygamberlerdir. Bu kendisine kitap ve şeriat inen ululazim peygamberler çok az olup, 600 senede bir zuhur ederlerdi. Hz. Musa, Hz. İsa’dan 600 sene evvel zuhur etmiştir. Hz. İsa, Hz. Muhammed (sav)’den 600 sene evveldir, yani Hz. Resulullah Efendimizin zuhuru, Hz. İsa’dan 600 yıl sonradır. Kur’an-ı Kerim’de “Muhammed sizin erkeklerinizden hiç birinin babası değildir. O Allah’ın Resulü ve nebilerin sonuncusudur…” (Ahzab, 40) buyrulur. Ki, son peygamber, Hz. Resulullah Efendimiz olduğu için, Hz. Resulullah’tan sonra kıyamete kadar tebliğ ve irşad, velayet yoluyla veliler tarafından yapılır.
Veliler de üçtür: Birincisi, her zamanda çok olan ve bir ailede, bir şehirde birden çok olabilenlerdir ki, bu velilerin irfaniyeti, zikr-i daim uyanıklığı ve meratib-i tevhidin müşahedesidir. İkincisi, her yüzyılda gelen müceddid / yenileyici velidir. Daha evvel de bahsedildiği gibi bunlar, zuhur ettikleri asrın yenileyicisi olan pirlerdir. Üçüncüsü ise, her yüzyılda bir gelen müceddidlerin içinden, 600 senede bir zuhur edenlerdir. Ki, bu velilerin tesiri, diğerlerinden daha çok olur ve kendisinden sonraki cümle veliler ve insanlar, bu tesir ve kemalattan istifade ederler. Hz. Resulullah Efendimizden 600 sene sonra, büyük veli Şeyh-ül Ekber Muhiddin Arabi Hazretleri zuhur etmiştir.
Şeyh-ül Ekber’in zuhurunun, gerek zahiren, gerekse batınen çok büyük tesirleri olmuştur. Zamanının ve sonrasındaki cümle veliler, Şeyh-ül Ekber’in zuhur-u kemalinden istifade etmişlerdir ve halen etmektedirler. Osmanlı Devleti’nin kuruluş ve yükselişinde, Muhiddin Arabi Hazretlerinin ve halifelerinin yetiştirdiği ilim ve fikir adamlarının, alperenlerin tesir ve rolü büyüktür. Cümle ehl-i kemal ve arifibillah olan veliler, Muhiddin Arabi Hazretlerini Şeyh-ül Ekber yani “büyük şeyh” olarak kabul ederler ve vasfederler.
İşte Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri de, Şeyh-ül Ekber’den 600 sene sonra zuhur etmiş ve zuhuruyla gerek zahiren, gerekse batıni olarak çok büyük tesiri olmuştur. Mesela; tac ve hırka giymek gibi, çile çekip erbain çıkarmak gibi, yüzyıllardır devam eden bir çok tekke geleneklerini kaldırmış, bu tür geleneklerin uygulamasını iptal etmiştir. Bunun nedenini soranlara ise Hz. Pir “Bu yüzyıl (20. yüzyıl), ilim ve fende çok büyük inkişafların ve gelişmelerin olacağı yüzyıldır,  bu asır ilim asrıdır.” demiştir. Yine yüzyıllardır tekkelerde virdler, tesbihat, çile ve riyazat olduğunu, fakat bunları neden telkin etmeyip kaldırdığını kendisine soranlara Hz. Pir “Ehl-i zikir ve ehl-i tevhid-i hakiki, manevi askerdir. Askerin ise bir sefer / savaş zamanı vardır, bir de sulh / barış zamanı vardır. Sulh zamanında askere; sağa dön, sola dön, selam şöyledir, elbise şöyle giyilir, ütüsü şöyle olur gibi eğitimler verilir. Savaş zamanında ise, askere böyle eğitim verilmez ve asker böyle şeylerle oyalanmaz. Savaş zamanı askere, en kısa yoldan düşmanı cephede nasıl yenip alt edeceğinin eğitimi verilir ve silahını nasıl kullanacağı gösterilir. İşte ilim asrı olan 20. yüzyılda manevi askerin sefer zamanı olduğundan, çile, riyazat, tac, hırka vb. ile uğraşacağı zaman değildir. Biz tekke geleneğinde bir sürü çile, riyazat gibi virdlerden sonra ancak telkin edilen zikr-i daimi, salike hemen telkin ediyoruz. Daim zikir uyanıklığı ve makamat-ı tevhid keşfi irfaniyetiyle sadık olan ihvan, maksada ulaşır.” diye cevap vermiştir.
Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerinin zuhuru, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başıdır. Zamanın ilim ve fikir erbabı kendisine iltifat ederek, ondan istifade etmiştir. Zamanın Şeyh-ül İslamı olan ilim adamları ve veliler, zamanın padişahı Abdülmecit dahi, Hz. Pir’e intisap etmiştir. Özellikle o zamanın askeri okullarında, kendisinin ve halifelerinin tesiri çok olmuş ve bir çok paşalar meslek-i Resul-ü Melamiye’ye intisap etmişlerdir. Bugün bazı siyasiler ve tarihçiler, Cumhuriyet’in kuruluşunun, tanzimatla başladığını ve bu sürecin devamıyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurulduğunu ifade ederler. Tanzimatın ise, Hz. Pir’e intisap eden padişah Abdülmecit’in zamanında ilan edilmesi, bu bakımdan anlamlıdır.
Kanaatimizce, Osmanlı Devleti’nin dağılması esnasında canla başla çalışan ve görev yapan, Çanakkale’de, Yemen’de, Filistin’de, Trablusgarp’ta, doğuda ve nihayet kurtuluş savaşında başkomutan olarak görev yapan ve Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları, Hz. Pir’in ve halifelerinin irşadlarındaki irfaniyet ve kemalat rüzgarından mutlaka etkilenmişlerdir. Hz. Pir’in zuhurundaki irfaniyet ve kemalat, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunda manevi harç olduğu gibi, T.C devletinin yaşamasında da olmaya devam etmektedir.
İşte Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleri, zuhuruyla manen ve madden büyük tesiri olan ve Şeyh-ül Ekber’den 600 sene sonra gelen müceddid / yenileyici olan velidir. 17 yaşındayken Hac dönüşü, bazı harikuladelikler yaşamış ve kendisine “izheb fi ehli Rum” yani “Rumeli’ne git!” denmiştir. Bunu emir kabul eden Hz. Pir, Rumeli’ne gelmiş, Türkçe konuşup, Türkçe irşad edip, bir Türk gibi yaşayıp, etrafını aydınlatarak manen şifa dağıtmıştır. Bunu beyanla Fehmi Efendi Hazretleri “İzheb emrinle sen geldin davete, senin şanındandır şefaat / şifa dağıtmak, ey Hz  Pir!” diyor.   
Gezerim alemde canım yok tende

Sensin bu cisme can ya Hazreti Pir


Meslek-i Resul-ü Melamiyye’nin, senin şahsında tasnif edilen telkin ve irşadı, benim canımdır, yani ben bu telkin ve irşadın irfaniyet ve aydınlığıyla yaşıyorum, ey Hz. Pir...
Vasfını işittim çün arş istiva

İlmin muhit oldu ya Hazreti Pir


İnsan-ı kamilin irfaniyet ve kemalatı, Rahman mazharıdır. Kur’an-ı Kerim’de “O Rahman olan arşı kuşattı…” (Taha, 5) buyrulur. Arş, alemlerin en yükseğidir ki, arşı ve her şeyi Rahmaniyet kuşatmıştır. İnsan-ı kamil, arş dahil cümle tecelliye vakıf olan bir kemalat mazharı olması itibariyle, Rahman mazharıdır. Bu itibarla Hz. Pir’in zuhurundaki kemalat ve marifet böyle bir kemalat olup, arş dahil her bir tecelliyi ihata etmiştir ki, bu beyan ediliyor.

Senin medhinden ben aciz bendeyim
Vasfın kal’e gelmez ya Hazreti Pir

Bazı kimseler, Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretlerini, Melamiliğin üçüncü dönem piri olduğunu beyanla; birinci dönem Hamdun Kassar dönemi, ikinci dönem Bıçakçı Ömer Dede dönemi, üçüncü dönem olarak da Pir Seyyit Muhammed Nur Hazretleridir, derler. Bu tespit, isabetli ve doğru bir tespit olmayıp, tamamen yanlıştır. Çünkü Melamilik, insan-ı kamil mertebesi olup, insanlığın var olduğu her dönem içindir. Çünkü melamete ulaşmadan insan-ı kamil olunmaz. Bu itibarla, Melamilik üç dönem olmayıp, Hz. Adem’den kıyamete kadar her zaman ve her dönemdedir. Her asrın müceddidi, piri, Melami olduğu gibi, her zamanda mevcut olan insan-ı kamil, muhakkak Melami’dir. Bunun için Melamiliği üç dönem olarak ifade etmek cehalettir, vesselam.
Fehmi Efendi Hazretleri ‘Senin mazhar olduğun kemalat ve marifete ben nasıl erişebilirim? Kutup yıldızının gece yolculara yol gösterdiği gibi, sen zuhurunla zamanın kutbu olup bize yol göstererek bizi aydınlatırsın. Ben senin zuhur-u kemalinin acizi ve muhtacıyım, senin kemal-i vasfını nasıl bilirim ve seni methedebilirim?’ diyor.


          
Budur Talibi’nin daim niyazı

Ayırma kapından ya Hazreti Pir


Fehmi Efendi Hazretleri ‘Talibi’ mahlasıyla “Senden talebim, isteğim, irşadındaki kemalat ve irfaniyetten asla ayrı kalmamaktır. Bana bu konuda yardım / himmet et, ey Hz. Pir!” buyuruyor.
Allah, her şeyin en iyisini bilendir.

Hiç yorum yok: